RSS
OCTAVIO PAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
OCTAVIO PAZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Nisan 2010 Çarşamba

OCTAVIO PAZ

1990 Nobel Edebiyat ödülünü alan... Türk okurunun ilk kez Sait Maden çevirileriyle, sonraları YALNIZLIK DÖNEMECİ ve öteki çevirilerle tanıdığı Octavio Paz’ın entelektüel bir edebiyatı öne çıkardığı bilinir...Dolayısıyla salt denemelerden değil, Meksika gerçekliğinden, Marcel Duchamp’ ın "enigmatik sanatı"na kadar kuşatıcı bir deneme ufku, şiirlerinde de düşünceyi öne çıkaran bir kimlikle görünür.. Eleştirel bir duyarlık, zihinde derin karşılığını bulmaya yönelmiş bir lirizm vardır yapıtlarında....

Çoğu edebiyat eleştirmeni Paz’ın şiirinin entelektüel bir şiir olduğunu vurguluyor. O’nun şiiri “şimdi” yi, duyumsanır olanı yakalarken bile, çoğu kez bir düşünceyi taşır... Ama şunu da ekleyelim ki, en incelikli düşünceler, şiirin bir zerafetle akmasına engel olmaz. Düşünce şiirdedir; bir yüzüğe takılmış değerli bir taş gibi görünür...Ve ondan ayrılmaz.. Paz’ın şiirlerinde düşün ve müzik içiçedir.. şiirde imgelerin sesi duyulur...

76 yaşındayken Nobel’i alan Octavio Paz için İsveç Akademisi: “Dürüstlük ve duyarlı bir zekayla tanımlanan; geniş ufuklu ve ihtiraslı yazıları” için ödüle değer görüldüğünü açıkladı.. Kendisini bir zamanlar “düş kırıklığına uğramış bir solcu “ diye tanımlayan eski diplomat Paz “Uluslararası kültür bağlarıyla her zaman ilgilendim. Yazarların bir kültürden diğerine köprü kurmaları gerektiğine inanıyorum...” diyor...

“Paz yeni bir yoldan kendi içine dönüyor” diyen İsveç Akademisi üyeleri O’nun şiir ve denemelerinin Meksika’daki farklı kültürlerin , Hindistan ve Japonya’nın Budist Felsefesinin ve Batı çağdaşlığının karışımını yansıttığını belirtiyorlar... 1990 yılının 11 Ekim’inde Nobel Ödülü’nü veren İsveç Akademisi, açıklamasında şairin 1976’da yazdığı şu dizelere yer veriyordu:

Gördüğüm ve söylediğim
Söylediğim ve sustuğum
Sustuğum ve düşlediğim
Düşlediğim ve unuttuğum arasındadır şiir...



Octavio Paz’ın YALNIZLIK LABİRENTİ adlı denemesinde Çağdaş Meksika’yı ve çağdaş Meksikalıyı şaşırtıcı bir şekilde ele aldığı, Aztek takviminden esinlenilerek yazılan “GÜNEŞ TAŞI” adlı uzun şiirinin de sanatının doruk noktalarından biri olduğu belirtiliyor...

Bugünkü İspanyol-Amerikan kültürü bağlamında Borges’le birlikte, Paz’ın adı da önem taşır. Yapıtlarının ve kendinin çözümlemesine geçmeden önce, O’nun belli özellikleri somutlaştırmasını hesaba katmak gerekir. Yapıtlarında anlaşılır olma çabasında, bir yüksek zeka ve bunlara yayılan entelektüel bir aydınlık vardır.

Bu yapıtlar aynı zamanda eleştirellik ve derin bir kişisel düşünce de barındırmaktadırlar. O bir ozanın; retorik birikimini, estetik olguyu, dil sorunlarını çözümlemeden önce, yalnızca cahil bir duygulanmayı sürdüreceğinin farkındaydı. Bu nedenle eleştirel yönden yabancı yapıtları da, kendininkiler kadar iyi çözümlemekle işe başlamış, şiirsel yaratım fenomenini yorulmak bilmez bir araştırıyla sürdürmüştür.



Bir gün yiter gider
Evren gökyüzünde
Karda iz bırakmaz ışık
Bir gün yiter gider
Kapıları açmaya ve kapatmaya....

Güneşin tohumu çatlar sessizce
Bir gün başlar
Sis oyar tepeyi
Bir adam ırmağı iner
Gözlerinde karşılaşır bunlar senin
Günün içinde yiter gidersin
Şakıyarak ışığın yapraklarında
Çanlar çalar ötelerden
Her çağrı bir dalgadır
Her dalga gömülür çıkmamak üzere
Bir kımıltı...bir söz...buluta karşı ışık...
Güler ve saçlarını tararsın dalgın

Bir gün başlar ayaklarında
Adlarından başka şey değildir; el..aklık..saç..
Bu elin..bu aklığın... bu saçların..
Bu görülebilen ve yoklanabilen dışarı...
Bu içeri ve adsız olan
Aranır bizde el yordamıyla
İzleyip dilin yürüyüşünü
Geçerler bu imgeye gerdikleri köprüden
Parmaklar arasındaki ışık gibi kayarlar
Ellerimin arasında senin gibi
Ellerimle elin gibi sarılırlar birbirlerine

Bir gün başlar ve sözlerim
Sıcaklık zinciri ışık kabuğu
Bir gün başlar ağzında
Gözlerimizde yiten gün
Açılan gün gecemize...



Octavio Paz 31 Mart 1914’te Mexico City’de doğdu. Damarlarında İspanyol ve yerli kanı vardı. Sarsıntıları 1930 yıllarına dek süren Meksika devriminin ortasında yetişti. Aynı kentte eğitim gördü. Kökleri Hindistan ve İspanya’ya dayanan eski bir aileden gelen Paz, Fransızca ve İngilizce eğitim veren okullardan mezun oldu...

Düşünsel eğitiminde Meksika’daki yerli edebiyat akımının öncülerinden olan dedesinin, ve ülkesinin toprak reformu sorununa çözüm bulmada, hukukçu olarak çaba gösteren babasının büyük katkısı oldu... Edebiyat çalışmalarına çok genç yaşta başladı... Kendi kendini yetiştirmek isteyen Paz, edebiyat ve Hukuk eğitimini yarıda bıraktı.

1931’de Barandal adlı bir edebiyat dergisi çıkardı.. Bunu 1933’te MEKSİKA VADİSİ DEFTERLERİ adlı ikinci bir dergi izledi.. ve 1933’te ilk şiirlerini yayımladı, gene aynı yıl ORMANDAKİ AY adlı ilk şiir kitabını yayımladı. 1937 yılında, 23 yaşında, İspanya’da Cumhuriyetçilerin saflarına katılmak için okyanusu geçti. Batının siyasal gerçeğini ve sosyalizm, faşizm gibi “çağdaş Tanrısallıkların kanla yazılan yeni İlyada’sı”nı gördü. Daha sonra patlak veren iç savaş yüzünden oradan ayrılmak zorunda kaldı.

Meksika’ya döndükten sonra yurdunun gerçeklerini, Meksikalılık sorununu inceleyen denemelerini yazdı. Bilinçle, Meksika’daki İspanyol kökleri aramaya başladı... İlk şiirlerinde ve eleştirel yapıtlarında, çağdaş İspanyol yazarlarından Unamuno ve Machado’nun izleri görülür.

3 Mart 2010 Çarşamba

OCTAVIO PAZ / Emir Rodriguez MONEGAL

İngilizce'den çeviren: Cengiz Öndersever
Octavio Paz/Adam yayınları / Uzak Komşu / 1985



Octavio Paz ve Jorge Luis Borges'den başka, günümüz kültüründe umutları boşa çıkaran az biraz daha ad var.

Bu her iki adam birkaç yıl içinde kendi ülkelerinin dar çerçevelerini aşıp yapıtlarını Amerika'ya (Latin ve Latin-olmayan) ve Avrupa'ya yöneltiyordu. Bugün Paz ya da Borges'i uluslararası bir bağlamda anmak, Yalnızlık Dolambacı’nın sonundaki sezgiyi tanımlayabilen yazarlar üzerine konuşmak demektir: bugün biz Latin Amerikalılar “tarihimizde ilk kez tüm insanların çağdaşıyız.” Sık sık, Fransız ya da Amerikan, İngiliz ya da Alman eleştirisinde Paz ya da Borges'in yapıtlarının adı geçiyor ya da sözlerinden alıntı yapılıyor, bu da çağdaşlık hakkında yeterli bir kanıttır; üstelik bu, çok yakın zamanlara dek marginal, periferal ve dahası koloniyel diye düşünülen bir kültür tarafından başarılmıştır. Şimdi Batı'da Borges'in Henry James ya da Kafka hakkında söyledikleri (Lugones ya da Carriego hakkında söylediklerinden değerli olmasa da) önemsenip dikkate alınarak tartışılmaktadır. Keza Paz'ın Lévi-Strauss ve Tantrism hakkında söyledikleri de, özellikçiler arasında aydın bir karşılık bulur. Borges ve Paz adları günümüz kültüründe bir okuma ve varoluş modu'nun simgeleri olmuşlardır. Onları yorumlamak, her eğitimli kişinin kökene kayıtsızlık bakımından görevidir. Bugün artık Paz ve Borges, Bello ve Sarmiento için, Dario ve Rodo, Reyes ve Mariategui için olanaksız olanı başardılar: Onlar hakiki bir uluslararası dinleyicinin dikkatini cezbetmiş; Avrupalı ya da Kuzey Amerikalı çağdaşlarından birçoğu da aynı dikkati metinlere göstererek kolaycılığa kaçmadan, alçakgönüllü olma kaygısı gütmeden yorumlamışlardır onları.

Bugünkü İspanyol-Amerikan kültürü bağlamında Borges ve Paz'ın adları daha da önem taşır. Yapıtlarının ve kendilerinin daha ayrıntılı bir çözümlemesine geçmeden önce hesaba katılması gereken şey, onların aynı duyguda olmasından çok, belli özellikleri somutlaştırmalarıdır. Estetik fenomen karşısında belli bir entelektüel tavrı paylaşırlar: aynı sorulara özdeşsel çözümü elbette ki önermeyen bir tavır. Ne Paz ne de Borges'de allameliğin ve aydın uğraşının günübirlik kibiri yoktur. Yüksek eğitimli şairlerdir onlar, hatta acılı anlarında ve kavgalarında bile. Yapıtlarında anlaşılır olma çabasında bir yüksek zekâ ve bunlara yayılan entelektüel bir aydınlık vardır; bu yapıtlar aynı zamanda eleştirellik ve derince bir kişisel düşünceyi (meditation) de barındırabilmektedir. Ne Paz ne de Borges entelektüellikten vazgeçmemişlerdir: Onlar, bir şairin retorik birikimini, estetik olguyu, dil sorunlarını halletmeden önce, yalnızca cahil bir tavrı sürdüreceğinin ayırdındaydılar. Eleştirel yönden ikisi de yabancı, yapıtları kendilerininkiler denli iyi çözümlemişler; (önünde sonunda açıklanabilirliği olmayan) şiirsel yaratım fenomenini yorulmak bilmeyen bir araştırıyla sürmüşlerdir.

OCTAVIO PAZ / KIRIK TESTİ




Çev: Adnan Özer


Gözler önüne serer gönülden bakış ve başı dönen bir dünya görürsün,alev doğar

düş görenin alnında:

mavi güneşler, yeşil kasırgalar, yıldız açan ışık gagaları nar misali,

yalnız ayçiçeği; yanık tepenin ortasında dolanan altın göz,

cam çınlatan korular, yankılar, karşılıklar ve dalgalardan korular, ışıltılar söyleşisi,

rüzgâr, sonsuz duvarlar arasında kara kehribar bir boğazdan akıtır suyu dörtnala,

at, kuyruklu yıldız, gecenin yüreğini bir ciritçi gibi delip geçen havai fişeği, tüyler, fıskıyeler,

meşalelerde çiçek açmış tüyler, mumlar, kanatlar, akın akın beyazlık,

düş görenin alnında şakıyan ada kuşları!

Açmıştım gözlerimi, uzanmışlardı göğe kadar, ve görmüştüm nasıl örtünür gece yıldızlarla.

Canlı adalar, tutuşmuş bukağılı adalar, yanmış kayalar, soluklanırlar, salkım salkım canlı kayalar,

onca çeşme, ışık saçan, dökülmüş de pelikleri karanlık bir sırta,

onca ırmak orda, yukarda, suya ırak, ateşin yancağızında şu seda gölgenin karşısındaki ışıktan olma!

Arplar, bahçelerin arpları.



Gelgelelim, kimse yoktu yanımda.

Birbaşınaydım çayırda: kaktüsler, dikenler, güneş altında saçılan dev kayalarla.

OCTAVIO PAZ / MEKSİKA VADİSİ

Gün seriyor gözler önüne parlak gövdesini. Bağlıyım güneşsel taşa,

ışık döğüyor beni görünmez büyük çekiçleriyle. Bir duraklamayım

sadece bir titreşimle öbürü arasında: Canlı bir nokta, sipsivri ortalıkta, dingin sabit noktasıyım birbirinin farkında olmayan ve bende buluşan iki bakışın kesiştiği yerin. Uzlaşırlar mı bilmem?

OCTAVIO PAZ / ŞAİRİN EMEKLERİ

Çev: Adnan Özer

VII

Alacakaranlığın masasında yazıyorum; var gücüyle abanıp kalemim onun handiyse canlı göğsüne, doğduğum ormanları yâd ederek ah çeken. Açıyor geniş kanatlarını kara mürekkep. Lamba yıldız çakıyor ve örtüyor sözcüklerimi kırık camlardan bir pelerinle. Duyurmadan yazıyorum filiz süren gölgenin çotuğuyla. Sofaya giriyor gece, şöyle bir dalgalanıyor karşıki duvar kayaların kuburdan ağzıyla; kalemle kağıt arasına giriyor göğün iri dilimleri de. Basit bir tek hece yetecekti dünyayı havaya uçurmaya. Fakat yer yok bu gece bir sözcük daha fazlasına.

OCTAVIO PAZ / ŞİİRE DOĞRU

Çev: Sait Maden / Güneş Taşı

Sözcükler, dilin kireçli ağacından koparılmış bir çeyrek saatin kazancı, mutlu gecelerle mutlu gündüzler arasında, «hiçbir yerden her hangi bir yere» varan bir geçeneğin girişi, giriş ve çıkış kapıları arasında.

Hayvanın karnında, taşın karnında, zamanın karnında dönenir dururuz. Çıkışı bulmak, şiir.

Bakışlarımın kırıldığı bu yüzün kesinliği. Savutlanmış alın, gizeme baskın verdikten sonra, bir yıkıntılar görünümü karşısında yenilmemiş olan. Yanardağın kara üzüncü.

Başkanın, işçi başının mukavvadan, taştan iyilikçi hayvan suratı, yüzyılın uğuru; ben’ler, sen’ler, o’lar, örümcek ağı dokuyucuları, tırnaklarla savutlu zamirler: yüzleri yok, soyut tanrısallıklar; Tanrı bütün bu putlardan öç alır.

An, karşılık vermeyen ve yitip giden, sıkışık, körelten ağartı, dolaşan akıntıların götürdüğü buz yığını, donar. Gene gelecek.


Tutarsız beğenilerin maskelerini koparmak, duygun merkezdeki bir noktaya çivilemek: patlayışı kışkırtmak.


Göbek bağını kesmek, öldürmek Anneyi: çağdaş ozanın herkes için, herkes adına işlediği kıyam; Kadını bulacak çağdaş ozan adına.

Söylemek için söylemek, sesleri koparmak umutsuzluktan, sinek uçuşunun söylediğince yazmak, karartmak. Zaman ikiye bölünür: ölümün atlama saatidir bu.

OCTAVIO PAZ / ROMAN

Çev: Turhan Ilgaz


Modern çağın -gözlerimizin önünde son nefesini vermekte olan şu çağın- ayırıcı niteliğinin dünyayı insanın üzerine bina etmek, bilinci, evrenin yapısının üzerinde durduğu kaya ve harç kılmak olduğu sık sık söylendi. Hiç kuşkusuz çağdaş felsefe bu düşünceyi tümüyle benimsemiyor. Ama en aykırısı olduğuna inanabileceğimiz düşünce bile, bilinçte, tarihin nihai ve en yüce fethini görmektedir. Marks’ın dünyayı bilinç üzerine oturtmadığı doğruysa da, o yine de tarihi, uzun bir yolculuk, bittiği noktada düşkün insanın en sonunda kendine, yani kendi bilincine egemen olmayı başaracağı bir uzun yürüyüş haline getirir. O zaman artık, bilinç üretimin yasalarıyla belirlenmiş olmayacak ve Engels’in ünlü formülüyle söylersek, “özgürlüğün zorunluluğu” adımı atılmış olacaktır. Tarihsel ilişkileri insan yönettiğinde, toplumsal varoluş da, onların yükünü çekecek yerde, bilinçli yönlendirilecektir, yoksa, bugün görüldüğü gibi, bunun tersi yaşanmayacaktır.

OCTAVIO PAZ / SEVDADAN DA ÖTE BİR YERLER

Her şey bizimle başladı:
zaman, böldü
geçmişimden geleceğime uzanan
canlı parçaları
yılana vurulan satır gibi;
ışıltılar ışıldadı,
bakakalmanın kör bakışı;
sözcükler, ruhun delik deşik ağı;
adlarımız, sende ve bende uyandırdıkları arasında,

boşluğun duvarları hiçbir borazanın sarsamadığı.

OCTAVIO PAZ / KANITLAR

Ey sevda, taparlar senin gölgelerden dansına
hayaller ve ışıktan harabelikler,
özlemlerimle sürüklenen gölgelerden,
şimşeklerde yeşermiştir bu can taşıyan ağaç,
şu hayal meyal görüntüler belirmeden.

Bir tanrıdır sevda, çılgın ve karanlık,
canlı bir tanrı, adsız ve sözcüklerden arınık,
geçirir o karanlık sessizliği şarkılarla,
çaresiz dilime çığlık çığlığa,
battal evrene bir alev demetiyle,
ateş gömülü sinesinden bir yandan öbürüne,
kanmak bilmez, sırrına erilmez, zulmünden kaçılmaz;

2 Mart 2010 Salı

OCTAVIO PAZ / YIKINTILAR ARASINDA İLAHİ

Nerede köpürür Sicilya denizi …
Gongora



Yayar tüylerini kendinden taçlı gün.
Yüksek sarı çığlık,
ayrısı gayrısı olmayan ve ihsanı bol
gökyüzünün merkezinde sıcak fıskıye!
Güzeldir görüntüler hemen anında gerçekliklerinin.
Deniz tırmanır kıyıyı,
dayanak bulur kayalar arasında o göz kamaştıran örümcek;
ışıldar tepenin küflü yarası;
bir öbek taş sanırsın bir avuç keçiyi;
bırakır altın yumurtasını güneş ve sızar denizin üstüne.
Tanrıdır ne varsa.
Kırık heykel,
ışığın kemirdiği sütunlar,
bir ölüler dünyasının hayatında canlı yıkıntıları

OCTAVIO PAZ / BU DEMLER

Kara dağlarda
Olanca sesiyle haykırarak gelen sel
Şu andığım saate
İlerlersin uçurum kıyılarında
Çıkıp uyuyan bedeninden
Senin düşlerinle savaşır ışık karanlıklarla
Yeşil beyaz gürlük
Kız gibi meşeler, milyonlarca meşeler
Yeyip bitiriyor seni rüzgâr, sürüklüyor, yerle bir ediyor
Aç düşüncelerini de saç ortalığa
Gözlerinin kasırgası
Kasırgası göbeğinin
Kasırga ve boşluk

OCTAVIO PAZ / ŞAFAK

Hızlı soğuk eller
Çekerler birer birer
Gölgenin sargılarını
Açarım gözlerimi

OCTAVIO PAZ / BURADA

Adımlarım bu caddede
Çınlarlar
Öbür caddede
Hangisinde

OCTAVIO PAZ / KEHANET

Gecenin soğuk dudakları
Bir laf eder
Laf sanma taştır
Taş sanma gölgedir
Acının sütunu
Olgunlaşmamış düşünce
Hayali dudaklarıma doğru gerçek su
Gerçeği taşıyan sözcük
Hatalarımın nedeni
Eğer o ölümse yaşarım yalnız onun için

OCTAVIO PAZ / KESİN OLAN

Eğer gerçekse ak ışık
Bu lâmbadan yayılan, gerçektir
Yazan eller, gerçek değil midir
Yazdıklarıma bakan gözler?

OCTAVIO PAZ / DOSTLUK

Bekleyiş saati
Düşer masanın üstüne
Biteviye

OCTAVIO PAZ / MANZARA

Kaya ve uçurum,
Taştan fazla zaman,
Zamansız nesne.

Yarasının izlerinden
Dökülür çırpıntısız
Sonsuza değin bakire su.

OCTAVIO PAZ / DOKUNMAK

Ellerim
Açar varlığının perdelerini
Giydirir seni başka bir çıplaklıkla
Bedenler soyar senin bedeninden

OCTAVIO PAZ / USTlCA

Art arda güneşleri yaz günlerinin,
Güneşler dizisi onun yazlarının,
Güneşlerin hepsi,
Güne eş, güneşler güneşi,
Sert ve kirlisarı olmuştur kemikleri
Patlama eşiğinde soğuk maddenin.
Taşın yumruğu,
Lavın kozalağı,
Kemik odası,
Toprak değil
Ada ise hiç,
Taşlaşmış taş,
Şap şeftali,
Taşlaşmış güneş damlası.

OCTAVIO PAZ / DİNLENİŞTE ŞİMŞEK

Enginlik,
öğle taşı,
akı gök rengine çalan yarı açık gözler,
yarı kapalı gülüş.
Ayağa kalkar ve silkersin aslan yeleni.
Uzanırsın,
incecik lav damarı kayada,
yatışmış şimşek.
Uyuduğun sırada seni okşar,
parlatırım ben,
ince balta,
yakdığım ok geceyi.