GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka'nın dünyası bizimkinden ayrı bir dünya değildir.İçinde yaşadığı dünya ile kurduğu dünya, tek bir dünyadır.
Boğucu, insanîliğini yitirmiş bir dünya, bir yabancılaşma dünyası; fakat yabancılaşmanın bilincine ulaşmış ve harikulâde ile mizahın parçaladığı bu evrenin çatlaklarından bize bir ışık, belki de bir çtkış yolu gösteren yıkılmaz bir umudun dünyası.
Bu derin ve canlı birliği duyabilmek için, peşin yargılara dayanan bir yöntemle, sanat eserini, Procuste'ün demirden yatağına yatırmak ve onda yalnızca, bir tezin roman şeklinde anlatılışını aramaktan ibaret olan yorumlamalar içinde kaybolmamak yeter.
Bu türlü yorumlamanın ilk örneğini tanrıbilimciler verdiler: Kafka'da, İsrail'in son peygamberini
bulduklarına inanıyorlardı; onda, "Tanrı'nın bağışlayıcılığına sığınan muhtaç bir ruhun çırpınışlarını" görerek bu ruhu vaftiz etmek istiyorlardı. Onu, Karl Barth'ın çömezi yerine koyanlar, eserini, olumsuz tanrıbilim eserile bir tutanlar vardı.
FRANZ KAFKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FRANZ KAFKA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Nisan 2010 Cuma
15 Nisan 2010 Perşembe
ROGER GARAUDY / GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA / 2
YAŞADIĞI DÜNYA VE ÇATIŞMALARI
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Hayatın anlamını ararken Kafka'nın temel tecrübesi, yabancı olmak ve varlığın içinde kendine bir yer bulabilme ihtiyacını duymaktı. Günlük'ünde şöyle yazıyor: "Bir yabancıdan daha yabancı yaşıyorum."
Yahudi olması, Almanca konuşması, ve Avusturya - Macaristan imparatorluğu boyunduruğundaki Çekoslovakya'da yaşaması, ondaki yalnızlık ve köksüzlük duygusunu artırmıştır. Viyana egemenliğine karşı protestoların, Yahudi düşmanı mezalimi daha da artırdığı 1897 ayaklanmaları sırasında Kafka ondört yaşındaydı; gençliği boyunca da, Milena'ya Mektuplar'da hatırladığı gibi, okul çocukları arasında ve Yahudi azınlığına "uyuz ırk" gözüyle bakılan çevrelerde bütün şiddetiyle süregelen milliyetçilerin küçük çapta ırk savaşlarını gördü. Konuştuğu Almanca ile Çek nüfusundan ayrılıyordu.
Öte yandan, kendisini Alman dilinin bir misafiri sayıyordu. Prag'da doğduğu şehirde ise kendini yabancı duyuyordu. Yahudi olarak, Almanca konuşan nüfustan ayrılmıştı. Büyük bir tüccar oğlu olarak da. halkın dışındaydı. Prag'ın Yahudi mahallesi yerle bir edilmişti ama bu töre devam ediyordu. "Eski pis, Yahudi şehri, bizler için, etrafımızdaki yeni, temiz şehirden çok daha gerçektir. Bir düşte uyanık yürüyoruz; bizler, geçmiş zamanların hayaletlerinden başka birşey değiliz ."(8) Toplumla kaynaşamamıştır, yalnızdır, kendini bütün tarihî topluluğun dışında hissetmektedir.
Aynı zamanda tinsel (ruhanî) topluluğun da dışında ve ona yabancıdır. Anlayabildiği tek Tanrı, Yahudi geleneğinin korkunç tanrısı, kanunu amansız Yehovah'tır. Yokluğun sınırlarında, uzak bir tanrıdır bu. Çin imparatorunu, Yargıçlar Başkanını, Şato Senyörünü hiç kimse, hiçbir zaman göremeyecektir. Ona göre İsrail tarihi, İnsanın Tanrı ile ilişkilerinin imajıdır: halkı, seçkin bir halktır, ama aynı zamanda üzerine: Tanrı'nın laneti yağan dik başlı bir halk . "İtiraf ettiğim bütün benzersizliklere rağmen ırkıma hiç ihanet etmedim ... Yalnız garip bir karakterim var benim; ve hiç unutmayalım ki bu, ırkımın farklı çizgiledie kendini ortaya koymaktadır." (9) diyor.
Kafka, tam bir Yahudidir, ama aynı zamanda Yahudi topluluğundan kopmuş bir Yahudidir. Kıyasıya eleştirir Yahudi dinini. "Sinagogumuzda" adlı hikayesinde Yahudi topluluğunu, anlamını bir türlü anlamadığı dini inançları ve akideleri körükörüne yerine getiren bir topluluk olarak çizmektedir. Traumühl Sinagogu' nun üstünden ayrılmayan esrarlı ve korkunç hayvan, müminlerin dualarının körükörüne yükselip durduğu anlaşılmaz ve açıklanmaz hedefi sembolize etmektedir.
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Hayatın anlamını ararken Kafka'nın temel tecrübesi, yabancı olmak ve varlığın içinde kendine bir yer bulabilme ihtiyacını duymaktı. Günlük'ünde şöyle yazıyor: "Bir yabancıdan daha yabancı yaşıyorum."
Yahudi olması, Almanca konuşması, ve Avusturya - Macaristan imparatorluğu boyunduruğundaki Çekoslovakya'da yaşaması, ondaki yalnızlık ve köksüzlük duygusunu artırmıştır. Viyana egemenliğine karşı protestoların, Yahudi düşmanı mezalimi daha da artırdığı 1897 ayaklanmaları sırasında Kafka ondört yaşındaydı; gençliği boyunca da, Milena'ya Mektuplar'da hatırladığı gibi, okul çocukları arasında ve Yahudi azınlığına "uyuz ırk" gözüyle bakılan çevrelerde bütün şiddetiyle süregelen milliyetçilerin küçük çapta ırk savaşlarını gördü. Konuştuğu Almanca ile Çek nüfusundan ayrılıyordu.
Öte yandan, kendisini Alman dilinin bir misafiri sayıyordu. Prag'da doğduğu şehirde ise kendini yabancı duyuyordu. Yahudi olarak, Almanca konuşan nüfustan ayrılmıştı. Büyük bir tüccar oğlu olarak da. halkın dışındaydı. Prag'ın Yahudi mahallesi yerle bir edilmişti ama bu töre devam ediyordu. "Eski pis, Yahudi şehri, bizler için, etrafımızdaki yeni, temiz şehirden çok daha gerçektir. Bir düşte uyanık yürüyoruz; bizler, geçmiş zamanların hayaletlerinden başka birşey değiliz ."(8) Toplumla kaynaşamamıştır, yalnızdır, kendini bütün tarihî topluluğun dışında hissetmektedir.
Aynı zamanda tinsel (ruhanî) topluluğun da dışında ve ona yabancıdır. Anlayabildiği tek Tanrı, Yahudi geleneğinin korkunç tanrısı, kanunu amansız Yehovah'tır. Yokluğun sınırlarında, uzak bir tanrıdır bu. Çin imparatorunu, Yargıçlar Başkanını, Şato Senyörünü hiç kimse, hiçbir zaman göremeyecektir. Ona göre İsrail tarihi, İnsanın Tanrı ile ilişkilerinin imajıdır: halkı, seçkin bir halktır, ama aynı zamanda üzerine: Tanrı'nın laneti yağan dik başlı bir halk . "İtiraf ettiğim bütün benzersizliklere rağmen ırkıma hiç ihanet etmedim ... Yalnız garip bir karakterim var benim; ve hiç unutmayalım ki bu, ırkımın farklı çizgiledie kendini ortaya koymaktadır." (9) diyor.
Kafka, tam bir Yahudidir, ama aynı zamanda Yahudi topluluğundan kopmuş bir Yahudidir. Kıyasıya eleştirir Yahudi dinini. "Sinagogumuzda" adlı hikayesinde Yahudi topluluğunu, anlamını bir türlü anlamadığı dini inançları ve akideleri körükörüne yerine getiren bir topluluk olarak çizmektedir. Traumühl Sinagogu' nun üstünden ayrılmayan esrarlı ve korkunç hayvan, müminlerin dualarının körükörüne yükselip durduğu anlaşılmaz ve açıklanmaz hedefi sembolize etmektedir.
14 Nisan 2010 Çarşamba
ROGER GARAUDY / GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA / 3
İÇ DÜNYASI VE BELİRSİZLİKLERİ
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka'nın yaşadığı dünya, yabancılaşma dünyasıdır. Çatışmalar dünyasıdır. İkiye bölünmüş insanın dünyasıdır. İnsanın, bu ikiye bölünüşün bilincini yitirdiği, kendisini uykuya bıraktığı dünyadır. Kafka'nın iç dünyası, bu yabancılaşma dünyasına ait olmak, boğazına kadar onun içine batmış olmak duygusu ile uyuyanların gözlerini gerçek bir hayata açtırmak için duyduğu ihtiraslı arzudan kuruludur.
Nocturne adlı parça bu görevi şöyle çiziyor : "Geceye dalmışsın ... her yanda insanlar uyuyor. Bir küçük komedi bu, suçsuz bir kuruntu bu: katı yataklarda, katı damların altında, şi1telere uzanmış, ya da çarşaflara, yorganlarının içine büzülmüş uyuyorlar! Gerçekte, çölde kurulmuş bir açık ordugâh bu; sayısı bilinmez bir kalabalık; bir ordu; buz gibi bir göğün altında, kaskatı toprağın üstünde bir halk ... Ve sen, sen uyanıksın, gece nöbetçilerinden birisin; yanan ateşten ayaklarına doğru salladığın meşalenin ışığında, her şeyi daha yakından görmektesin. Niçin uyanıksın? Birinin uyanık olması gerek, diyorlar! Öyle birisi gerek." (45) Bu nesnel ikiliği, gerekliliğin birliği ile aşmaya çalışıyor.
Onun, insan olarak çabası, kuruntuları suçlamak, yerleşmiş düzenin yalanını ortaya dökmek, kişide, canlı bir yasaya kavuşmak arzusunu uyandırmaktır.
Ve her şeyden önce de insanın bu ikileşmesinin uyandırıcının işini zorlaştıran korkunç hareketsizliğin bilincine açıkça varmaktır .
Dava'nın kahramanı Joseph K ... , bu ikileşmiş insanlardan biridir. Toplumda, görevi ile bellidir o. "İmzaya yetkili" kimsedir; ve toplumsal düzeni nasıl, tamamen insani, evrensel ya da tanrısal bir başka düzenin bayağılaşmış ve yalancı bir karikatürü ise görev ve uğraşın da burada ikileşmiş bir anlamı vardır: sahte ve yabancılaşmış dünyada o belli bir kudretin taşıyıcısıdır, insanı ezen bürokrasi alınyazısının bir çarkıdır. Tıpkı, Kafka'nın, Devlet Sigortası mekanizmasında memur oluşu gibi. Fakat beri yandan, gerçek dünyası da bir kudret sahibidir; tıpkı Kafka'nın da, bir yetkili oluşu gibi; fakat belli bir otoritesi yoktur. Bildirisini açıklayabilmekten aciz bir habercidir, suçludur, sanıktır o. O günden sonra işlerini ve yaşamını, gerçek hayatının ta içindeki bu suçluluk duygusu yürütür. Durmadan yargıcını arar, fakat bulamaz, hayatını temize çıkaramaz.
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka'nın yaşadığı dünya, yabancılaşma dünyasıdır. Çatışmalar dünyasıdır. İkiye bölünmüş insanın dünyasıdır. İnsanın, bu ikiye bölünüşün bilincini yitirdiği, kendisini uykuya bıraktığı dünyadır. Kafka'nın iç dünyası, bu yabancılaşma dünyasına ait olmak, boğazına kadar onun içine batmış olmak duygusu ile uyuyanların gözlerini gerçek bir hayata açtırmak için duyduğu ihtiraslı arzudan kuruludur.
Nocturne adlı parça bu görevi şöyle çiziyor : "Geceye dalmışsın ... her yanda insanlar uyuyor. Bir küçük komedi bu, suçsuz bir kuruntu bu: katı yataklarda, katı damların altında, şi1telere uzanmış, ya da çarşaflara, yorganlarının içine büzülmüş uyuyorlar! Gerçekte, çölde kurulmuş bir açık ordugâh bu; sayısı bilinmez bir kalabalık; bir ordu; buz gibi bir göğün altında, kaskatı toprağın üstünde bir halk ... Ve sen, sen uyanıksın, gece nöbetçilerinden birisin; yanan ateşten ayaklarına doğru salladığın meşalenin ışığında, her şeyi daha yakından görmektesin. Niçin uyanıksın? Birinin uyanık olması gerek, diyorlar! Öyle birisi gerek." (45) Bu nesnel ikiliği, gerekliliğin birliği ile aşmaya çalışıyor.
Onun, insan olarak çabası, kuruntuları suçlamak, yerleşmiş düzenin yalanını ortaya dökmek, kişide, canlı bir yasaya kavuşmak arzusunu uyandırmaktır.
Ve her şeyden önce de insanın bu ikileşmesinin uyandırıcının işini zorlaştıran korkunç hareketsizliğin bilincine açıkça varmaktır .
Dava'nın kahramanı Joseph K ... , bu ikileşmiş insanlardan biridir. Toplumda, görevi ile bellidir o. "İmzaya yetkili" kimsedir; ve toplumsal düzeni nasıl, tamamen insani, evrensel ya da tanrısal bir başka düzenin bayağılaşmış ve yalancı bir karikatürü ise görev ve uğraşın da burada ikileşmiş bir anlamı vardır: sahte ve yabancılaşmış dünyada o belli bir kudretin taşıyıcısıdır, insanı ezen bürokrasi alınyazısının bir çarkıdır. Tıpkı, Kafka'nın, Devlet Sigortası mekanizmasında memur oluşu gibi. Fakat beri yandan, gerçek dünyası da bir kudret sahibidir; tıpkı Kafka'nın da, bir yetkili oluşu gibi; fakat belli bir otoritesi yoktur. Bildirisini açıklayabilmekten aciz bir habercidir, suçludur, sanıktır o. O günden sonra işlerini ve yaşamını, gerçek hayatının ta içindeki bu suçluluk duygusu yürütür. Durmadan yargıcını arar, fakat bulamaz, hayatını temize çıkaramaz.
ROGER GARAUDY / GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA / 4
İÇ DÜNYASI BELİRSİZLİKLERİ
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka'nın iç hayatındaki diyalektiğin bu derin anlamı, bir çok yorumcuyu, Kafka'nın düşünmeksizin Kierkegaard'la başlayıp Karl Barth'a ulaşan "Bunalım teolojisi" ilişkileri üzerinde düşünmeye sürüklemiştir.
"Bunalım teolojisinin ana tezi, insanın Tanrı ile olan ilişkileri kavranışında: T'anrı'mn adaleti ilc inan ahlakının ortak ölçülerdcn yoksun olduğu fikridir. İnsan, kendi kendisini kurtaramaz:ahlaki ve kültürel değerler, mutlak'ın yanında hiçtir. Ne bilgi, ne eylem, hatta ne aşk, Tanrı'ya giden yoldur.
Kafka'nın anlnyışı ile bu yeni Kalvencilik arasında benzerlik bulmaya çalışanlar, Karl Barth'ın «Commantaire de l'épitre aux Romains'i ile Dava 'nın tamamen çağdaş olduğu olayını ve Dava'da, tutuklanma emri ansızın gelip Joseph K ... sanık olunca, çağrı gelip çatınca, o güne dek günlük yaşayışındaki her şeyin ıkj herşeyin: uğraşı, işleri duygu hayatı, bütün bunlarııı silinip gitmesi olayını kanıt olarak gösterirler. Tanrı'nın hükmünün dışında herşey farksızlaşır.
Böylece roman, istiare yoluyla" bunalım teolojisinin temel ilkesini ortaya koyuyor kabul edilir: hiç bir insanı çaba Tanrı'ya götürmez.
İkinci kanıt olarak, Dava'daki Katedral sembolünün yorumlamasından çıkıyor: Rahip, "Bırak di ayrıntıları" (71) diye emreder. Ve kendisi, semboller yoluyla ona aslolanı öğretirken, herkes açık olmayan yasa kapısından girişte yahancıyı durduran nöbetçi hikayesini anlatır. Burada, Tanrı'nın, katına gelenlerin cennete ya da cehenneme gideceklerini kendi tayin edeceği, insanın ise, girişkenliği ve çabası ile bunu sağlıyamıyacağı imajını gördüklerini sanmışlardır.
Nihayet, Amalia'yı kabaca kendisinin olmaya çağıran Sortini episodunu ve genç kızın bu teklifi reddetmesinden sonra başlayan uğursuzluğu, Kutsal Kitap'taki, İbrahim'in fedakarlığı efsanesinin bir değişikliği olarak yorumladılar: Tanrı, İbrahim'den gerçek bir suç işlemesini, oğlunu kesmesini ister: bu yolla onun itaatinı ölçerek tüm insanîevrime nisbetle Tanrı'nın emirlerinin köklü yüceliğine işaret eder.
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka'nın iç hayatındaki diyalektiğin bu derin anlamı, bir çok yorumcuyu, Kafka'nın düşünmeksizin Kierkegaard'la başlayıp Karl Barth'a ulaşan "Bunalım teolojisi" ilişkileri üzerinde düşünmeye sürüklemiştir.
"Bunalım teolojisinin ana tezi, insanın Tanrı ile olan ilişkileri kavranışında: T'anrı'mn adaleti ilc inan ahlakının ortak ölçülerdcn yoksun olduğu fikridir. İnsan, kendi kendisini kurtaramaz:ahlaki ve kültürel değerler, mutlak'ın yanında hiçtir. Ne bilgi, ne eylem, hatta ne aşk, Tanrı'ya giden yoldur.
Kafka'nın anlnyışı ile bu yeni Kalvencilik arasında benzerlik bulmaya çalışanlar, Karl Barth'ın «Commantaire de l'épitre aux Romains'i ile Dava 'nın tamamen çağdaş olduğu olayını ve Dava'da, tutuklanma emri ansızın gelip Joseph K ... sanık olunca, çağrı gelip çatınca, o güne dek günlük yaşayışındaki her şeyin ıkj herşeyin: uğraşı, işleri duygu hayatı, bütün bunlarııı silinip gitmesi olayını kanıt olarak gösterirler. Tanrı'nın hükmünün dışında herşey farksızlaşır.
Böylece roman, istiare yoluyla" bunalım teolojisinin temel ilkesini ortaya koyuyor kabul edilir: hiç bir insanı çaba Tanrı'ya götürmez.
İkinci kanıt olarak, Dava'daki Katedral sembolünün yorumlamasından çıkıyor: Rahip, "Bırak di ayrıntıları" (71) diye emreder. Ve kendisi, semboller yoluyla ona aslolanı öğretirken, herkes açık olmayan yasa kapısından girişte yahancıyı durduran nöbetçi hikayesini anlatır. Burada, Tanrı'nın, katına gelenlerin cennete ya da cehenneme gideceklerini kendi tayin edeceği, insanın ise, girişkenliği ve çabası ile bunu sağlıyamıyacağı imajını gördüklerini sanmışlardır.
Nihayet, Amalia'yı kabaca kendisinin olmaya çağıran Sortini episodunu ve genç kızın bu teklifi reddetmesinden sonra başlayan uğursuzluğu, Kutsal Kitap'taki, İbrahim'in fedakarlığı efsanesinin bir değişikliği olarak yorumladılar: Tanrı, İbrahim'den gerçek bir suç işlemesini, oğlunu kesmesini ister: bu yolla onun itaatinı ölçerek tüm insanîevrime nisbetle Tanrı'nın emirlerinin köklü yüceliğine işaret eder.
13 Nisan 2010 Salı
ROGER GARAUDY / GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA / 5
III
KURDUĞU DÜNYA ÇELİŞMELERİ
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka "edebiyatı kötü bir anlamda, bir kaçış sanatı olarak anlıyordu. Ona göre edebiyat, "gerçekten bir kaçış" tır.
Janouch:
"- O halde "yapıntıyı" (fiction-tasni) yalanla bir mi tutacağız?" diye sorar.
"- Hayır. Yapıntı, özde bir yoğunlaşma, bir değişmedir. Edebiyat ise tersine, erimedir, bu bilinçsiz hayatın yükünü azaltan bir zevk aracıdır, bir uyuşturucu maddedir."
"- Ya şiir?"
"- Şiir, tamamen karşıtı bunun. Şiir, uyandırır."
"- Yani şiir dine mi dönüktür?"
"- Dine demiyeceğim ama duaya, muhakkak" (95)
Bu, Kafka'da, derinlemesine kök salmış bir tema. "Dua edercesine yazmak" (96) Ve Duanın gerçek dili, "aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir." (97)
Kafka'ya göre sanat, Flaubert için olduğu gibi amacı kendinde bir çaba değildir, daha yüksek bir gerçeğin emrindedir. Soy varlığa, gerçeğe katılmadan ve insanlar topluluğuna gönderilen bir bildiri olmaktan başka anlamı yoktur.
Sanatın görevi, hayatın alışılagelmiş çevresini çatlatmak ve çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısnı ve umudunu göstermektir. Özdeyişler'inde "Bizim sanatımız, gerçeğin aydınlığında insanın gözlerinin kamaşmasıdır; yalnızca, irkilen gülünç yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey değil... Sanat, gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama kendini yakmamağa kararlı bir pervane. Sanat yeteneği, karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık huzmelerinin kuvvetle tutulahileceği bir yer bulmaktan ibarettir" diye yazıyordu.
Böyle anlaşılınca sanat, çok sıkı çalışmaları gerektirir: "Önce kendini mükemmelleştirmek için daha sonra da insanı buna zorlayan alışkanlığın etkisiyle ileri atılan" (98) bir trapezci gibi: "Ben aç durmak zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden ... hoşuma gidecek besini bulamadım çünkü" (99) diyen açlık şampiyonu gibi; Şarkıcı Josephine gibi: "onda, şarkının hizmetinde olmayan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı, kayboldu ... O yalnız şarkıda var şimdi" (100)
Bu yaratış, bu sanat yaratışı, kendi içine kapanma değildir. Tersine, bıkıp usanmadan ve boşuna yeraltı galerileri kazmaktır. İç dünyanın nesnelleştirilmesidir. Bir yandan da başka insanlarla karşılaşmadır.
"Kafamda taşıdığım dünyanın sınırsız genişliği. Nasıl kurtulmalı bundan, parçalamadan nasıl kurtarmalı onu? Belki de, onu ezip kendime gömmektense bin parça etmek daha da iyidir. Çünkü benim burada bulunuşumun nedeni bu, en ufak bir şüphem yok bunda." (101)
KURDUĞU DÜNYA ÇELİŞMELERİ
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Kafka "edebiyatı kötü bir anlamda, bir kaçış sanatı olarak anlıyordu. Ona göre edebiyat, "gerçekten bir kaçış" tır.
Janouch:
"- O halde "yapıntıyı" (fiction-tasni) yalanla bir mi tutacağız?" diye sorar.
"- Hayır. Yapıntı, özde bir yoğunlaşma, bir değişmedir. Edebiyat ise tersine, erimedir, bu bilinçsiz hayatın yükünü azaltan bir zevk aracıdır, bir uyuşturucu maddedir."
"- Ya şiir?"
"- Şiir, tamamen karşıtı bunun. Şiir, uyandırır."
"- Yani şiir dine mi dönüktür?"
"- Dine demiyeceğim ama duaya, muhakkak" (95)
Bu, Kafka'da, derinlemesine kök salmış bir tema. "Dua edercesine yazmak" (96) Ve Duanın gerçek dili, "aynı zamanda tapınma ve yeğin bir bildiridir." (97)
Kafka'ya göre sanat, Flaubert için olduğu gibi amacı kendinde bir çaba değildir, daha yüksek bir gerçeğin emrindedir. Soy varlığa, gerçeğe katılmadan ve insanlar topluluğuna gönderilen bir bildiri olmaktan başka anlamı yoktur.
Sanatın görevi, hayatın alışılagelmiş çevresini çatlatmak ve çatlakların arasından, daha üstün bir gerçekliğin varlığını, çağrısnı ve umudunu göstermektir. Özdeyişler'inde "Bizim sanatımız, gerçeğin aydınlığında insanın gözlerinin kamaşmasıdır; yalnızca, irkilen gülünç yüzdeki ışıktır gerçek olan, başka hiçbir şey değil... Sanat, gerçeğin etrafında dönen pervane gibidir: ama kendini yakmamağa kararlı bir pervane. Sanat yeteneği, karanlık boşlukta, önceden bilinmeyen, ışık huzmelerinin kuvvetle tutulahileceği bir yer bulmaktan ibarettir" diye yazıyordu.
Böyle anlaşılınca sanat, çok sıkı çalışmaları gerektirir: "Önce kendini mükemmelleştirmek için daha sonra da insanı buna zorlayan alışkanlığın etkisiyle ileri atılan" (98) bir trapezci gibi: "Ben aç durmak zorundayım, başka türlüsü gelmez elimden ... hoşuma gidecek besini bulamadım çünkü" (99) diyen açlık şampiyonu gibi; Şarkıcı Josephine gibi: "onda, şarkının hizmetinde olmayan her şey, bütün güçlülük, bütün hayat olanağı, kayboldu ... O yalnız şarkıda var şimdi" (100)
Bu yaratış, bu sanat yaratışı, kendi içine kapanma değildir. Tersine, bıkıp usanmadan ve boşuna yeraltı galerileri kazmaktır. İç dünyanın nesnelleştirilmesidir. Bir yandan da başka insanlarla karşılaşmadır.
"Kafamda taşıdığım dünyanın sınırsız genişliği. Nasıl kurtulmalı bundan, parçalamadan nasıl kurtarmalı onu? Belki de, onu ezip kendime gömmektense bin parça etmek daha da iyidir. Çünkü benim burada bulunuşumun nedeni bu, en ufak bir şüphem yok bunda." (101)
ROGER GARAUDY / GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA / 6
KURDUĞU DÜNYA ÇELİŞMELERİ
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Araştırma teması, Dâvâ, Amerika, ve Şato üçlüsünün ortak temasıdır.
Bir mit havası içinde Kafka'nın sorularını ve bunaltılarını yansıtan bu çok büyük eserler, hem peri masallarına hem de destanlara benzerler .. "Kanlı peri masallarından başkası yoktur .. Her peri masalı, kan'ın ve korku'nun derinliklerinden doğmuştur. Bütün masalların birbirlerine benzerliği bundan ötürüdür. Sadece görünüşte farklıdırlar. Kuzey masalları. Afrika masalları kadar hayvan çeşidi bakımmdan zengin değildir. Fakat çekirdek, arzunun derinliği, hep aynıdır."
Bütün peri masallarında kahramanın peşinden koştuğu şey, kendisinin ve halkının hayatını değiştirecek olan sihirli bir nesneyi elde etmektir. Bu nesne gizlidir ya da kötü bir kudretin elindedir. Onu elde etmeye götüren yol, aldatmalar ve tuzaklarla doludur. Galip gelen kahraman, en katıksız varlıktır, dünya işlerinde en az tuzağa düşen varlıktır.
Bütün bunları, değişik olarak Kafka'nın büyük eserlerinde buluruz. Gerçek bir peri masalı olan Dava'da da; Geothe'nin Wilhelm Meister'in Çıraklık Yılları'nı ya da Dickens'ın David Copperfield'ini hatırlatan bir "oluşum romanı" olan Amerika'da; Don Kişot'u ya da Bunyan'ın Pilgrim's Progress 'ini akla getiren tıpkı bir ortaçağ destanı olan Şato romanında olduğu gibi.
Varılacak hedef sihirli bir nesne değil, gerçeği değiştirecek, gerçeği dış görünüşlerin ötesinde yakalamağa yardım edecek, "kurtuluş" olabilecek bir tinsel görüştür. Pilgirm's Progress' ten farklı olarak gökyüzüne layık olmağa imkan veren kanıtlara meydan okuyarak gökyüzünü elde etmek söz konusu değildir. Bunyan'ın romanında kahraman, ne yapacağını bilir ve kendi kendine sorar: Benden istenen şeyi yerine getirebilir miyim? Kafka'da ise, Şato'da olduğu gibi Dava'da da soru başkadır: Benden, yerine getirmem istenen şey nedir? Kahraman, uzun bir araştırma bahasına varolmak iznini elde edecektir.
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Araştırma teması, Dâvâ, Amerika, ve Şato üçlüsünün ortak temasıdır.
Bir mit havası içinde Kafka'nın sorularını ve bunaltılarını yansıtan bu çok büyük eserler, hem peri masallarına hem de destanlara benzerler .. "Kanlı peri masallarından başkası yoktur .. Her peri masalı, kan'ın ve korku'nun derinliklerinden doğmuştur. Bütün masalların birbirlerine benzerliği bundan ötürüdür. Sadece görünüşte farklıdırlar. Kuzey masalları. Afrika masalları kadar hayvan çeşidi bakımmdan zengin değildir. Fakat çekirdek, arzunun derinliği, hep aynıdır."
Bütün peri masallarında kahramanın peşinden koştuğu şey, kendisinin ve halkının hayatını değiştirecek olan sihirli bir nesneyi elde etmektir. Bu nesne gizlidir ya da kötü bir kudretin elindedir. Onu elde etmeye götüren yol, aldatmalar ve tuzaklarla doludur. Galip gelen kahraman, en katıksız varlıktır, dünya işlerinde en az tuzağa düşen varlıktır.
Bütün bunları, değişik olarak Kafka'nın büyük eserlerinde buluruz. Gerçek bir peri masalı olan Dava'da da; Geothe'nin Wilhelm Meister'in Çıraklık Yılları'nı ya da Dickens'ın David Copperfield'ini hatırlatan bir "oluşum romanı" olan Amerika'da; Don Kişot'u ya da Bunyan'ın Pilgrim's Progress 'ini akla getiren tıpkı bir ortaçağ destanı olan Şato romanında olduğu gibi.
Varılacak hedef sihirli bir nesne değil, gerçeği değiştirecek, gerçeği dış görünüşlerin ötesinde yakalamağa yardım edecek, "kurtuluş" olabilecek bir tinsel görüştür. Pilgirm's Progress' ten farklı olarak gökyüzüne layık olmağa imkan veren kanıtlara meydan okuyarak gökyüzünü elde etmek söz konusu değildir. Bunyan'ın romanında kahraman, ne yapacağını bilir ve kendi kendine sorar: Benden istenen şeyi yerine getirebilir miyim? Kafka'da ise, Şato'da olduğu gibi Dava'da da soru başkadır: Benden, yerine getirmem istenen şey nedir? Kahraman, uzun bir araştırma bahasına varolmak iznini elde edecektir.
12 Nisan 2010 Pazartesi
ROGER GARAUDY / GERÇEKÇİLİK AÇISINDAN KAFKA / 7
SONSÖZ
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Her soy sanat eseri, insanın dünyada bulunuşunun bir biçimini anlatır.
Bundan iki sonuç çıkar: gerçekçi olmayan, yani kendi dışında ve kendinden bağımsız bir gerçeği vermeyen şey sanat olamaz; maya olarak, gerçekle kucak kucağa olan insanın varlığını gözönüne almamazlık edemediği için bu gerçekçiliğin tanımlanması son derece karışıktır.
Baudelaire : "Şiir, içinde en çok gerçeği taşıyan, ancak bir başka dünyada tümden doğru olan şeydir" diyordu.
Gerçekçilik, sanat eserleriyle tanımlanır, onlardan ayrı ve önce değil.
Bilimsel bir araştırmaya, yalnız diyalektiğin daha önceden bilinen kanunlarına göre değer biçilemediği gibi, artistik bir yaratışa da kendinden önceki eserlere özgü ölçülerle değer biçilemez.
Stendhal ve Balzac'tan, Courbet ve Repine'den, Tolstoy ve Martin du Gard'dan, Gorki ve Mayakovski'den, büyük bir gerçekçiliğin ölçütleri çıkarılabilir. Peki, Kafka'nın, Saint - John Perse'in ya da Picasso'nun eserleri bu ölçütlere uymazsa ne yapacağız? Onları gerçekçilikten, bu denek sanattan saymayacak mıyız? Yoksa, tersine, gerçekçiliğin tamamını açmamız, genişletmemiz, yüzyılımızın karakteristik eserlerinin ışığında ona, bütün bu yeni zenginlikleri geçmişin mirasına katmamıza imkan verecek yeni boyutlar bulmanıız mı gereklidir?
Biz iyice düşünerek bu ikinci yolu tuttuk.
İşte bu nedenle, gerçekçiliğin çok dar ölçüleriyle uzun zamandır sevmeyi kendimize yasakladığımız eserleri seçtik.
Hürriyet, hiçbir zaman soyut değildir. "Yokluk" tan çıkmaz. Gerçek hürriyet ancak, geçmiş zamanların kültürde, yaşanılan günlerin mücadelelerinde ve geleceiği kuran kimselerin ortak çabalarmda kök salmış durumda bulunur.
Roger Garaudy
Çeviren : Mehmet Doğan
Hür Yayınları – 1965
Her soy sanat eseri, insanın dünyada bulunuşunun bir biçimini anlatır.
Bundan iki sonuç çıkar: gerçekçi olmayan, yani kendi dışında ve kendinden bağımsız bir gerçeği vermeyen şey sanat olamaz; maya olarak, gerçekle kucak kucağa olan insanın varlığını gözönüne almamazlık edemediği için bu gerçekçiliğin tanımlanması son derece karışıktır.
Baudelaire : "Şiir, içinde en çok gerçeği taşıyan, ancak bir başka dünyada tümden doğru olan şeydir" diyordu.
Gerçekçilik, sanat eserleriyle tanımlanır, onlardan ayrı ve önce değil.
Bilimsel bir araştırmaya, yalnız diyalektiğin daha önceden bilinen kanunlarına göre değer biçilemediği gibi, artistik bir yaratışa da kendinden önceki eserlere özgü ölçülerle değer biçilemez.
Stendhal ve Balzac'tan, Courbet ve Repine'den, Tolstoy ve Martin du Gard'dan, Gorki ve Mayakovski'den, büyük bir gerçekçiliğin ölçütleri çıkarılabilir. Peki, Kafka'nın, Saint - John Perse'in ya da Picasso'nun eserleri bu ölçütlere uymazsa ne yapacağız? Onları gerçekçilikten, bu denek sanattan saymayacak mıyız? Yoksa, tersine, gerçekçiliğin tamamını açmamız, genişletmemiz, yüzyılımızın karakteristik eserlerinin ışığında ona, bütün bu yeni zenginlikleri geçmişin mirasına katmamıza imkan verecek yeni boyutlar bulmanıız mı gereklidir?
Biz iyice düşünerek bu ikinci yolu tuttuk.
İşte bu nedenle, gerçekçiliğin çok dar ölçüleriyle uzun zamandır sevmeyi kendimize yasakladığımız eserleri seçtik.
Hürriyet, hiçbir zaman soyut değildir. "Yokluk" tan çıkmaz. Gerçek hürriyet ancak, geçmiş zamanların kültürde, yaşanılan günlerin mücadelelerinde ve geleceiği kuran kimselerin ortak çabalarmda kök salmış durumda bulunur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)