EDWARD SAİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
EDWARD SAİD etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
14 Mart 2010 Pazar
EDWARD SAİD / ORYANTALİZM'DEN SONRA
RP
Oryantalizm’le ilgili son sorumuz, kitabın esinlediği ve ‘sömürge söylemi’ adı altında süren çalışmalarla olan ilişkiniz hakkında. Oryantalizm, çoğunlukla yeni bir kuramsal türün temellerini atan bir çalışma olarak tanımlanıyor Ama bu tur şimdilerde sızın kitabınızın kuramsal varsayımları ve uygulamalarından pek çok bakımdan farklı olan yapısalcılık sonrası kuramın terimleriyle vurgulanıyor.
Said
Kesinlikle.
RP
Kimi kez de, ilginç bir biçimde, eleştirmenlerinizin sizi bağlantılandırdığı siyasal eğilimle bağlantılandırılıyor: ‘tersine oryantalizm’ ya da Batı ile ötekisi arasındaki hiyerarşik ilişkinin basit bir ters çevrilişi. Bu ikisinin ortak noktası, Batı ile ‘öteki’si arasındaki ikili karşıtlığın sabitlenmesi ve bu iki ulamı bağdaşıldaştırıp her türlü tarihsel, coğrafi. siyasal özelliği ortadan kaldırma eğilimi: İlkinde, yapıbozumcu yaklaşımın katıksız olumsuzluğunun ötesine geçmeyi reddederek; ikincisindeyse, birbirinden bütünüyle farklı sömürge ilişkilerini siyasal olarak birbiri içinde eriterek. Bu gelişmeler konusunda ne düşünüyorsunuz?
EDWARD SAİD / ORYANTALİZM VE FEMİNİZM
RP
Oryantalizm’e bağlı olarak, Jane Miller adlı bir eleştirmen The Seduction of Theory adlı kitabında, Oryantalizm tartışmasında bütün o terimleri feminen çağrışımlarla birlikte kullanmış olmanıza dikkat çekerek bunların tehlikeli terimler olduğunu öne sürüyor. Kitapta feminizme pek sıcak bakmamış olduğunuz görülüyor.
Said
Evet, öyle. Buna kuşku yok. Yirmi yıl önce, Oryantalizm’i yazdığım sırada, iki şeye dikkat çekmeye çalıştım: Doğu’nun Avrupalı erkek yazarlarca olağanüstü derecede feminize edilmiş olmasına ve Batı’daki kadın hareketinin emperyalist hareketle el ele yürümekte olduğuna. Bu bir caydırıcı değildi. Irk ve cinsel kimlik sorunlarının hem tarihsel hem de kuramsal olarak birleşmeleri —tek başına cinsel kimlik sorunuyla kıyaslandığında— dört ya da beş yıl öncesinden geriye gitmez. Bu, Oryantalizm’i yazdığım sırada uğraştığım konunun bir parçası olarak görmediğim, hala süren bir tartışma. Bence Miler kesinlikle haklı, ama Oryantalizm ‘e yönelik bu eleştirilerin o zaman yapılmamış olması da çok ilginç! Müzik ya da budunbilim gibi bir alandaki oryantalizmde feminizmin ne gibi bir rolü olabilir? Bu çok karmaşık, çok sorunlu ve daha yeni yeni gündeme getiriliyor: Son üç-dört yıl içinde diyebilirim, Amerikan Budunbilim Derneği ve daha birkaç yerdeki tartışmalarda. Bu konuda ilgi yeni uyanmaya başladı.
RP
Son dönemde Oryantalizm’le doğrudan ilgilenen feminist uzmanlar, ya kültürel ulusçu tavrı ya da kadın hakları tarafını desteklediler. Bu tür tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Said
Son zamanlarda, özellikle geçtiğimiz yıldan beri oldukça ilgimi çekmeye başladı. Ortadoğu’ya baktığınızda, sözgelimi İslâm ve İslâm toplumu açısından kadının rolü konusunda aniden boy gösteren bir hayli karmaşık ve ilginç bir dizi çalışmayla karşılaşıyoruz. Uç-dört ay önce Yale tarafından basılan Leyla Ahmed’in yeni kitabı, Amerika’da henüz tek bir eleştiri bile almış değil. O kadar karmaşık, soruna o kadar uğraştırıcı bir bakışla yaklaşmış ki kimse ona elini sürmek istemiyor. Yakında çıkmak üzere olan bir yığın malzeme daha var. Eskiden Nawal el Saddawı ıle bırkaç kışının daha adını sayabili1yorduk Ama lıste pek uzun değildi. Antolojiler de var tabii—Let Women Speak, İslamic Women Speaking gibi—, bir de dünyanın en ıyı tanıdığım köşesinden —İslam ve Arap dünyasından— kadın yazarların çevirileri...
Oryantalizm’e bağlı olarak, Jane Miller adlı bir eleştirmen The Seduction of Theory adlı kitabında, Oryantalizm tartışmasında bütün o terimleri feminen çağrışımlarla birlikte kullanmış olmanıza dikkat çekerek bunların tehlikeli terimler olduğunu öne sürüyor. Kitapta feminizme pek sıcak bakmamış olduğunuz görülüyor.
Said
Evet, öyle. Buna kuşku yok. Yirmi yıl önce, Oryantalizm’i yazdığım sırada, iki şeye dikkat çekmeye çalıştım: Doğu’nun Avrupalı erkek yazarlarca olağanüstü derecede feminize edilmiş olmasına ve Batı’daki kadın hareketinin emperyalist hareketle el ele yürümekte olduğuna. Bu bir caydırıcı değildi. Irk ve cinsel kimlik sorunlarının hem tarihsel hem de kuramsal olarak birleşmeleri —tek başına cinsel kimlik sorunuyla kıyaslandığında— dört ya da beş yıl öncesinden geriye gitmez. Bu, Oryantalizm’i yazdığım sırada uğraştığım konunun bir parçası olarak görmediğim, hala süren bir tartışma. Bence Miler kesinlikle haklı, ama Oryantalizm ‘e yönelik bu eleştirilerin o zaman yapılmamış olması da çok ilginç! Müzik ya da budunbilim gibi bir alandaki oryantalizmde feminizmin ne gibi bir rolü olabilir? Bu çok karmaşık, çok sorunlu ve daha yeni yeni gündeme getiriliyor: Son üç-dört yıl içinde diyebilirim, Amerikan Budunbilim Derneği ve daha birkaç yerdeki tartışmalarda. Bu konuda ilgi yeni uyanmaya başladı.
RP
Son dönemde Oryantalizm’le doğrudan ilgilenen feminist uzmanlar, ya kültürel ulusçu tavrı ya da kadın hakları tarafını desteklediler. Bu tür tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Said
Son zamanlarda, özellikle geçtiğimiz yıldan beri oldukça ilgimi çekmeye başladı. Ortadoğu’ya baktığınızda, sözgelimi İslâm ve İslâm toplumu açısından kadının rolü konusunda aniden boy gösteren bir hayli karmaşık ve ilginç bir dizi çalışmayla karşılaşıyoruz. Uç-dört ay önce Yale tarafından basılan Leyla Ahmed’in yeni kitabı, Amerika’da henüz tek bir eleştiri bile almış değil. O kadar karmaşık, soruna o kadar uğraştırıcı bir bakışla yaklaşmış ki kimse ona elini sürmek istemiyor. Yakında çıkmak üzere olan bir yığın malzeme daha var. Eskiden Nawal el Saddawı ıle bırkaç kışının daha adını sayabili1yorduk Ama lıste pek uzun değildi. Antolojiler de var tabii—Let Women Speak, İslamic Women Speaking gibi—, bir de dünyanın en ıyı tanıdığım köşesinden —İslam ve Arap dünyasından— kadın yazarların çevirileri...
EDWARD SAİD / ORYANTALİZM VE İNSANCILLIK
RP
Oryantalizm’deki bu ilgilerin bir aradalığının özelliğini öğrenmek istiyoruz. Oryantalizm genellikle Avrupa yazın geleneğinin bir karşı tarihi, yüksek yazınsal insancıllığın siyasal hayaletinin kovuluşu olarak yorumlanıyor. Öte yandan, siyasal olarak eleştirilen metinlerin yazınsal niteliği de vurgulanıp onaylanıyor. Bu, kimilerini yapıtta yazınsal insancıllık konusunda bir ikircimin izlerini bulmaya yöneltti. Ne de olsa bu, yazınsal değerleri olumlamakla kalmayıp insansal değerlerle özdeşleştirecek kadar ileri giden bir gelenek. Oryantalizm’de, yazınsal insancıllık karşısında gerçekten bir ikircim var mı?
Said
Evet. Kitabın kahramanları, bunlara kahraman diyebilirsek (kadın kahramanlar olduğunu sanmıyorum), temelde romancılar. Flaubert gibi veya Nerval gibi aynı zamanda ozan olanlar da var. Ama gerçekten bir ikircim söz konusu. Orwell’in Salvador Dali için dediği gibi, tiksinç bir insan olup büyük bir sanatçı olunabilir; Dali öyleydi. Hem bir emperyalist, bir oryantalist, hem de büyük bir yazar olabilirsiniz. Beni asıl ilgilendiren de bu; bu ikisinin bir aradalığı. Bunun karşısında nasıl bir tavır takınmak gerek? Kendi adıma, meslek yaşamım boyunca bu konuda hep istikrarlı oldum. Gelenek bu ikisini bütünüyle ayırma yönünde: ‘Bizim söz ettiğimiz o değil, biz şundan söz ediyoruz’. İnsanlar giderek beni bu ikisinin birlikteliğinden söz eden çatlak bir ses olarak görmeye başladılar.
Oryantalizm’deki bu ilgilerin bir aradalığının özelliğini öğrenmek istiyoruz. Oryantalizm genellikle Avrupa yazın geleneğinin bir karşı tarihi, yüksek yazınsal insancıllığın siyasal hayaletinin kovuluşu olarak yorumlanıyor. Öte yandan, siyasal olarak eleştirilen metinlerin yazınsal niteliği de vurgulanıp onaylanıyor. Bu, kimilerini yapıtta yazınsal insancıllık konusunda bir ikircimin izlerini bulmaya yöneltti. Ne de olsa bu, yazınsal değerleri olumlamakla kalmayıp insansal değerlerle özdeşleştirecek kadar ileri giden bir gelenek. Oryantalizm’de, yazınsal insancıllık karşısında gerçekten bir ikircim var mı?
Said
Evet. Kitabın kahramanları, bunlara kahraman diyebilirsek (kadın kahramanlar olduğunu sanmıyorum), temelde romancılar. Flaubert gibi veya Nerval gibi aynı zamanda ozan olanlar da var. Ama gerçekten bir ikircim söz konusu. Orwell’in Salvador Dali için dediği gibi, tiksinç bir insan olup büyük bir sanatçı olunabilir; Dali öyleydi. Hem bir emperyalist, bir oryantalist, hem de büyük bir yazar olabilirsiniz. Beni asıl ilgilendiren de bu; bu ikisinin bir aradalığı. Bunun karşısında nasıl bir tavır takınmak gerek? Kendi adıma, meslek yaşamım boyunca bu konuda hep istikrarlı oldum. Gelenek bu ikisini bütünüyle ayırma yönünde: ‘Bizim söz ettiğimiz o değil, biz şundan söz ediyoruz’. İnsanlar giderek beni bu ikisinin birlikteliğinden söz eden çatlak bir ses olarak görmeye başladılar.
EDWARD SAİD / ORYANTALİZM VE SONRASI
Edward Said
Eleştirel Bakış
Editör: Peter Osborne
Dost Kitabevi
1950’lerin sonu ile ‘60’lı yıllardaki entelektüel, siyasal geçmişinizden söz ederek başlayabiliriz. Columbia Üniversitesi’nin genç bir üyesi olduğunuz dönemde, Amerika’daki sivil haklar ve öğrenci hareketleriyle siyasal ilişkiniz nasıldı? Sonraki çalışmalarınızda, yaşamınızın o dönemine ait hangi etkilerin payı oldu?
Edward Said
1950’lerin sonunda öğrenciydim, 1957 yılında da lisans eğitimimi tamamladım. Sonra bir yıllığına Ortadoğu’ya döndüm, piyano çalmak için. 1958’de Harvard’da lisansüstü eğitim almak için yine Amerika’ya gittim, sonra da kendimi bu işe verdim. Beş yıl boyunca çalışıp durmaktan başka bir şey yapmadım. Ailem Ortadoğu’daydı, 1948’den sonra gittikleri Mısır’dan Lübnan’a taşınmışlardı. Bütün ailem 1 948’de sığınmacı olmuştu. O yıllarda Kahire’de gördüğüm yakınlarımdan biri, Arap siyasetinde bir Filistinli olarak çok etkin bir konumdaydı. Nasır dönemine rastlayan zamanlardı. Bu yakınım da oradaydı, çünkü Nasır Arap dünyasında devrimci kimliğe sahip pek çok kişiyi Mısır’da topluyordu. Adı Kemal Nasır’dı, o zamanlar bir Baathi olmakla birlikte Nasserit’ti de. Daha sonra, ‘60’ların sonunda Amman’daki Filistin hareketinin sözcüsü oldu. Kara Eylül’ün ardından Beyrut’a taşındı ve 1973’te, aynı yılın Nisan ayında İsraillilerce öldürülen üç önderden biriydi —onunla daha o akşam görüşmüştük. Anlayacağınız savaş sürüyordu. Ama ben kendi çalışmalarıma o kadar dalmıştım ki bütün bunlar dan uzak yaşıyordum. l953’te doktoramı vererek Columbia Üniversitesi’nde İngilizce verilmek üzere bir ders üstlendiğim New York’a taşındım. Sonra yine işime, ilk kitabım Conrad’ı yazmaya gömüldüm.
Eleştirel Bakış
Editör: Peter Osborne
Dost Kitabevi
1950’lerin sonu ile ‘60’lı yıllardaki entelektüel, siyasal geçmişinizden söz ederek başlayabiliriz. Columbia Üniversitesi’nin genç bir üyesi olduğunuz dönemde, Amerika’daki sivil haklar ve öğrenci hareketleriyle siyasal ilişkiniz nasıldı? Sonraki çalışmalarınızda, yaşamınızın o dönemine ait hangi etkilerin payı oldu?
Edward Said
1950’lerin sonunda öğrenciydim, 1957 yılında da lisans eğitimimi tamamladım. Sonra bir yıllığına Ortadoğu’ya döndüm, piyano çalmak için. 1958’de Harvard’da lisansüstü eğitim almak için yine Amerika’ya gittim, sonra da kendimi bu işe verdim. Beş yıl boyunca çalışıp durmaktan başka bir şey yapmadım. Ailem Ortadoğu’daydı, 1948’den sonra gittikleri Mısır’dan Lübnan’a taşınmışlardı. Bütün ailem 1 948’de sığınmacı olmuştu. O yıllarda Kahire’de gördüğüm yakınlarımdan biri, Arap siyasetinde bir Filistinli olarak çok etkin bir konumdaydı. Nasır dönemine rastlayan zamanlardı. Bu yakınım da oradaydı, çünkü Nasır Arap dünyasında devrimci kimliğe sahip pek çok kişiyi Mısır’da topluyordu. Adı Kemal Nasır’dı, o zamanlar bir Baathi olmakla birlikte Nasserit’ti de. Daha sonra, ‘60’ların sonunda Amman’daki Filistin hareketinin sözcüsü oldu. Kara Eylül’ün ardından Beyrut’a taşındı ve 1973’te, aynı yılın Nisan ayında İsraillilerce öldürülen üç önderden biriydi —onunla daha o akşam görüşmüştük. Anlayacağınız savaş sürüyordu. Ama ben kendi çalışmalarıma o kadar dalmıştım ki bütün bunlar dan uzak yaşıyordum. l953’te doktoramı vererek Columbia Üniversitesi’nde İngilizce verilmek üzere bir ders üstlendiğim New York’a taşındım. Sonra yine işime, ilk kitabım Conrad’ı yazmaya gömüldüm.
18 Şubat 2010 Perşembe
EDWARD SAİD / ELVEDA EDWARD SAİD / MAHMUD DERVİŞ
ELVEDA EDWARD SAİD, FİLİSTİNLİ, NEW YORK'LU, EVRENSELCİ...
Mahmut Derviş (Filistin'in ulusal şairi)
Filistin sorunu gönlüne düşmüş, bizim kuşağın zihnini aydınlatan deniz fenerlerinden biriydi o. Gerçi Filistin sorununun doğum tarihi 1948'dir ama bizim kuşak (ve dünyadaki birçok insan için) ergin yaşımıza eriştiğimiz 1967'dir. Filistin topraklarının tümünün işgal altına düştüğü ve 'sürgün' ve 'mülteciler' olgusunun olanca çıplaklığıyla dünyanın gözlerinin önüne serildiği yıl.
Ardından, dünyayı değiştirme iddiasının meş'alesini taşımaya kalkışan bizim kuşağa adını veren 1968 geldi; o gün bugündür Filistin sorunu ile 'ruh ikizi' gibi yaşarız.
O, bu yüzden de hızla zihnimizin 'radar ekranı'nda belirivermişti. Edward Said. Önce 1979'da yayınlanan Orientalism adlı bir başyapıt olan kitabıyla. Türkçe'ye 'Oryantalizm' başlığıyla ve çok yerinde aslından uzaklaşan berbat bir çeviriyle aktarılmıştı. Yine de, Edward Said ismiyle onbinlerce insanımızın buluşmasını sağlayabilmişti.
EDWARD SAİD / ORYANTALİZM ÇAĞININ YAKLAŞAN SONU
ORYANTALİZM ÇAĞININ YAKLAŞAN SONU
EDWARD W. SAİD
Çev: Necmiye Alpay
Varlık Dergisi/ sayı: 1061
Bu yazı, Oryantalizm'in yeni basımındaki sonsözün özel olarak hazırlanmış bir bölümüdür. Edward W. Said, Columbia Üniversitesi'nde “İngilizce ve Karşılaştırmalı Edebiyat” profesörüdür.
Oryantalizm, 1977' nin sonlarında tamamlandı ve bir yıl sonra yayımlandı. Gerek Amerika' da gerekse İngiltere'de, bir bölümü (bekleneceği üzere) çok düşmanca, bir bölümü kavrayışsızca, ama çoğunlukla olumlu ve heyecanlı olmak üzere büyük bir ilgi uyandırdı. Oryantalizm'in algılanma biçimlerinden beni en çok üzen ve bugün üstesinden gelmek için en çok çaba gösterdiğim biri varsa, o da gerek düşmanlık duyanların gerekse sempati gösterenlerin yanıltıcı ve fazla yüksek bir sesle dile getirdikleri Batı karşıtlığı savıdır. Bu görüşün, bazen birlikte bazen de ayrı ayrı ileri sürülen iki bölümü var. Birinci bölüm bana oryantalizm olgusunun tüm Batı'nın bir kapsamlanışı ya da minyatür simgesi olduğu, hatta Batı'yı bir bütün olarak temsil ettiği savını yüklüyor... Böyle olduğundan (söz konusu sav sürüyor) bütün Batı, Arapların ve İslâmî olan her şeyin, ayrıca Batı sömürgeciliğinden ve önyargılarından çok çekmiş olmaları açısından İranlıların, Çinlilerin, Hintlilerin ve Avrupalı olmayan daha pek çok halkın düşmanıdır. Bana ait olduğu ileri sürülen tezin ikinci bölümü de daha az kapsamlı değil: Soyguncu Batı ve oryantalizm, İslâmiyete ve Araplara saygısızlık etmiştir ("Oryantalizm" ve "Batı" terimlerinin birbirinin içinde erimiş olduğuna dikkat edilsin.) Böyle olduğundan, oryantalizmin ve oryantalistlerin varlığı bile bu kez tam tersini, yani İslâmiyetin kusursuz ve tek yol olduğunu (elhal-vahid) vb. 'vb. savunmak için bahane yapılmıştır. Oryantalizmi benim kitabımda eleştirdiğim gibi eleştirmek, gerçekte İslâmiyet'in ya da Müslüman köktendinciliğin destekleyicisi olmaktır.
EDWARD W. SAİD
Çev: Necmiye Alpay
Varlık Dergisi/ sayı: 1061
Bu yazı, Oryantalizm'in yeni basımındaki sonsözün özel olarak hazırlanmış bir bölümüdür. Edward W. Said, Columbia Üniversitesi'nde “İngilizce ve Karşılaştırmalı Edebiyat” profesörüdür.
Oryantalizm, 1977' nin sonlarında tamamlandı ve bir yıl sonra yayımlandı. Gerek Amerika' da gerekse İngiltere'de, bir bölümü (bekleneceği üzere) çok düşmanca, bir bölümü kavrayışsızca, ama çoğunlukla olumlu ve heyecanlı olmak üzere büyük bir ilgi uyandırdı. Oryantalizm'in algılanma biçimlerinden beni en çok üzen ve bugün üstesinden gelmek için en çok çaba gösterdiğim biri varsa, o da gerek düşmanlık duyanların gerekse sempati gösterenlerin yanıltıcı ve fazla yüksek bir sesle dile getirdikleri Batı karşıtlığı savıdır. Bu görüşün, bazen birlikte bazen de ayrı ayrı ileri sürülen iki bölümü var. Birinci bölüm bana oryantalizm olgusunun tüm Batı'nın bir kapsamlanışı ya da minyatür simgesi olduğu, hatta Batı'yı bir bütün olarak temsil ettiği savını yüklüyor... Böyle olduğundan (söz konusu sav sürüyor) bütün Batı, Arapların ve İslâmî olan her şeyin, ayrıca Batı sömürgeciliğinden ve önyargılarından çok çekmiş olmaları açısından İranlıların, Çinlilerin, Hintlilerin ve Avrupalı olmayan daha pek çok halkın düşmanıdır. Bana ait olduğu ileri sürülen tezin ikinci bölümü de daha az kapsamlı değil: Soyguncu Batı ve oryantalizm, İslâmiyete ve Araplara saygısızlık etmiştir ("Oryantalizm" ve "Batı" terimlerinin birbirinin içinde erimiş olduğuna dikkat edilsin.) Böyle olduğundan, oryantalizmin ve oryantalistlerin varlığı bile bu kez tam tersini, yani İslâmiyetin kusursuz ve tek yol olduğunu (elhal-vahid) vb. 'vb. savunmak için bahane yapılmıştır. Oryantalizmi benim kitabımda eleştirdiğim gibi eleştirmek, gerçekte İslâmiyet'in ya da Müslüman köktendinciliğin destekleyicisi olmaktır.
EDWARD SAİD / DÜŞLER VE YANILSAMALAR
DÜŞLER VE YANILSAMALAR
Edward Said, Al-Ahram
30 Ağustos 2003
Temmuz ayının son günlerinde, ABD Temsilciler Meclisi’ni oluşturan çoğunluk grubunun lideri olan ve her zaman Washington’daki en güçlü üç-dört kişiden biri olarak gösterilen Teksas Temsilcisi (Cumhuriyetçi) Tom Delay; yol haritası ve Ortadoğu’da barışın geleceğine dair fikirlerini açıkladı. Söyledikleri, hemen sonrasında İsrail’e ve birkaç Arap ülkesine yaptığı ve buralarda da aynı mesajı tekrarladığı bir gezinin duyurusu gibiydi. Delay, Bush yönetiminin yol haritasına, özellikle de bu metnin içerdiği Filistin devleti şartına destek vermesine her koşulda karşı olduğunu açıkladı. Koşullara, tanım ya da somut vasıflara aldırış etmeden --resmi Amerikan söyleminde âdet olduğu gibi-- “terörist” sözcüğünü kullanarak ve üstüne basa basa “Bu terörist bir devlet olacaktır” dedi. İsrail hakkındaki bu düşüncelerine; sadece İsrail’in yapacağı her şeyi desteklemek değil, birkaç milyoncuk Filistinli “terörist” bu süreçte zarar görse de görmese de Yahudi devletinin yapmakta olduğu şeyi sürdürmesinin dinsel bir hak olması anlamına da gelen ve “Hıristiyan Siyonist” inancı olarak tanımladığı şeyin sonucunda ulaştığını ekledi.
Edward Said, Al-Ahram
30 Ağustos 2003
Temmuz ayının son günlerinde, ABD Temsilciler Meclisi’ni oluşturan çoğunluk grubunun lideri olan ve her zaman Washington’daki en güçlü üç-dört kişiden biri olarak gösterilen Teksas Temsilcisi (Cumhuriyetçi) Tom Delay; yol haritası ve Ortadoğu’da barışın geleceğine dair fikirlerini açıkladı. Söyledikleri, hemen sonrasında İsrail’e ve birkaç Arap ülkesine yaptığı ve buralarda da aynı mesajı tekrarladığı bir gezinin duyurusu gibiydi. Delay, Bush yönetiminin yol haritasına, özellikle de bu metnin içerdiği Filistin devleti şartına destek vermesine her koşulda karşı olduğunu açıkladı. Koşullara, tanım ya da somut vasıflara aldırış etmeden --resmi Amerikan söyleminde âdet olduğu gibi-- “terörist” sözcüğünü kullanarak ve üstüne basa basa “Bu terörist bir devlet olacaktır” dedi. İsrail hakkındaki bu düşüncelerine; sadece İsrail’in yapacağı her şeyi desteklemek değil, birkaç milyoncuk Filistinli “terörist” bu süreçte zarar görse de görmese de Yahudi devletinin yapmakta olduğu şeyi sürdürmesinin dinsel bir hak olması anlamına da gelen ve “Hıristiyan Siyonist” inancı olarak tanımladığı şeyin sonucunda ulaştığını ekledi.
EDWARD SAİD ve ORYANTALİZM
Ülkemizde daha çok Oryantalizm adlı kitabıyla tanınan Edward Said’in Ayrıntı Yayınları’nca yayınlanan; "Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı" adlı kitabının çevirmeni Tuncay Birkan’la yaptığı söyleşi…
-Entelektüelin temsil edici işlevi üzerinde ısrarla durmanıza rağmen, yapıtlarınızın ve durduğunıız yerin hem Batı medyası hem de İslamcılar tarafından sürekli olarak yanlış bir biçimde tespit edilmesi ,ironik bir durummuş gibi geliyor bana. “Terör profesörü”, “antisemitik”, “gizli Marksist” ve nihayet “Batı düşmanı” medyanın size yakıştırdığı sıfatlardan birkaçı. Kimi Islamcı çevreler ise yapıtlarınızı (özellikle de Oryantalizm’i), monolitik bir blok olarak bakıp külliyen reddettikleri Batı’ya duydukları nefreti gerekçelendirmek için kullandılar. Siz Batı’da ve Islam dünyasında yapıtlarınızın kullanılma tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir başka deyişle, çalışmalarınızın basmakalıp bir slogana indirgenmesine nasıl direniyorsunuz?
- Tabii ki çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım, bazen de çok kızdım. Öte yandan yazdıklarımın başına gelenler sizin söylediklerinizden ibaret değil neyse ki. Çalışmalarımı indirgemeci bir biçimde değil, ilginç ve olumlu bir biçimde kullanan birçok genç insan, öğrenciler, başka entelektüeller, eleştirmenler vs. oldu en azından. Ama tüm bunlardan şu sonuca vardım ben: Medya gibi, dinsel fundamentalizm gibi antientelektüel olgular karşısında, insan bunlarla akılcı bir tartışmaya girilemeyeceğini en başta kabul edip başka bir şey beklememeli zaten. Bu birincisi. İkincisi, insanlar size “Terör profesörü” gibi adlar takıp saldırsalar bile, devam etmek gerek. Çapraşık değil açık bir dil kullanmaya çalışmak çok önemli. Meselâ sizin çevirdiğiniz kitabımın dilinin çok açık olduğunu düşünüyorum. Yalın bir dille konuşmak ille de basit şeyler söylemek demek değildir. Özetle bu tür saçmalıklardan yılmamak lazım. Ama yine de bazen çok kızıyorum, hatta bazen başarısızlığa uğradığımı düşündüğüm bile oluyor.
-Entelektüelin temsil edici işlevi üzerinde ısrarla durmanıza rağmen, yapıtlarınızın ve durduğunıız yerin hem Batı medyası hem de İslamcılar tarafından sürekli olarak yanlış bir biçimde tespit edilmesi ,ironik bir durummuş gibi geliyor bana. “Terör profesörü”, “antisemitik”, “gizli Marksist” ve nihayet “Batı düşmanı” medyanın size yakıştırdığı sıfatlardan birkaçı. Kimi Islamcı çevreler ise yapıtlarınızı (özellikle de Oryantalizm’i), monolitik bir blok olarak bakıp külliyen reddettikleri Batı’ya duydukları nefreti gerekçelendirmek için kullandılar. Siz Batı’da ve Islam dünyasında yapıtlarınızın kullanılma tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir başka deyişle, çalışmalarınızın basmakalıp bir slogana indirgenmesine nasıl direniyorsunuz?
- Tabii ki çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım, bazen de çok kızdım. Öte yandan yazdıklarımın başına gelenler sizin söylediklerinizden ibaret değil neyse ki. Çalışmalarımı indirgemeci bir biçimde değil, ilginç ve olumlu bir biçimde kullanan birçok genç insan, öğrenciler, başka entelektüeller, eleştirmenler vs. oldu en azından. Ama tüm bunlardan şu sonuca vardım ben: Medya gibi, dinsel fundamentalizm gibi antientelektüel olgular karşısında, insan bunlarla akılcı bir tartışmaya girilemeyeceğini en başta kabul edip başka bir şey beklememeli zaten. Bu birincisi. İkincisi, insanlar size “Terör profesörü” gibi adlar takıp saldırsalar bile, devam etmek gerek. Çapraşık değil açık bir dil kullanmaya çalışmak çok önemli. Meselâ sizin çevirdiğiniz kitabımın dilinin çok açık olduğunu düşünüyorum. Yalın bir dille konuşmak ille de basit şeyler söylemek demek değildir. Özetle bu tür saçmalıklardan yılmamak lazım. Ama yine de bazen çok kızıyorum, hatta bazen başarısızlığa uğradığımı düşündüğüm bile oluyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)