RSS
BEDRİ RAHMİ EYUBOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
BEDRİ RAHMİ EYUBOĞLU etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Eylül 2012 Pazar

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / HAYATI





Türk, ressam ve şair. Geleneksel süsleme ve halk el sanatlarından seçtiği motifleri yapıtlarında başarılı bir bireşim içinde kullanmıştır.

Görele’de doğdu, 21 Eylül 1975’te İstanbul’da öldü. Ailesinin beş çocuğundan ikincisidir. Trabzon Lisesi’nde okurken, 1927’de bu okula resim öğretmeni atanan Zeki Kocamemi’nin öğrencisi oldu. Onun derslerinin etkisi ve okul müdürünün özendirmesiyle 1929’da İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne (şimdi Mimar Sinan Üniversitesi) girdi. Burada Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi oldu. 1930’da eğitimini bitirmeden, ağabeysi Sabahattin Eyuboğlu’nun yanına Paris’e gitti. Orada André Lhote’un yanında resim çalıştı. Daha sonra evleneceği Rumen asıllı eşi Eren Eyuboğlu ile de burada tanıştı.

Yurda döndükten sonra 1934’te D Grubu’nun dördüncü sergisine otuz resmiyle katıldı. İlk kişisel sergisini de aynı yıl Bükreş’te açtı. 1934’te katıldığı Akademi’nin diploma yarışmasında üçüncü oldu. Bu derece ile mezun olmak istemediği için bir yandan diploma yarışmasına yeniden hazırlanırken, bir yandan da bir süre Çerkeş demiryolu yapımında çevirmenlik yaptı, Tekel Genel Müdürlüğü’nde çalıştı 1936’daki diploma yarışmasında Hamam adlı kompozisyonuyla birinci oldu.

Aynı yıl Moskova’da düzenlenen Çağdaş Türk Sanatı Sergisi’ne katıldı 1937’de Cemal Tollu’yla birlikte Akademi’nin Resim Bölümü Şefi Léopold Lévy’nin asistanı oldular. Bedri Rahmi birçok ressamın katıldığı CHP’nin kültür programı çerçevesinde resim yapmak için 1938’de Edirne’ye, 1941’de de Çorum’a gitti. Bu dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu’ya özgü görünümler egemendir.



BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU /BÜYÜK ŞEHİR


BÜYÜK ŞEHİR



Bir değil hallerin beş değil
Nasıl anlatsam hepsini bir bir
Nasıl bağlansam sana nasıl, büyük şehir.
Yüz tane kolum olsa kucaklamağa yetmez
Tepeden tırnağa dudak kesilsem bitip tükenmezsin.
Anten misali gerilse bütün damarlarım
Nasıl duyarım semt semt bucak bucak seni
Nasıl sararım?


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / MARİFET

MARİFET

Marifet hiç ezilmemek bu dünyada
Ama biçimine getirip ezerlerse
Güzel kokmak
Kekik misali
Lavanta çiçeği misali
Fesleğen misali
Itır misali
İsâ misali
Yunus misali
Tonguç misali
Nâzım misali

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / NAKIŞ VE RESİM


NAKIŞ VE RESiM



Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden


Nakışlar yalnız kilimden değil, çinilerden, yazmalardan, minyatürlerden öbek öbek havalandılar ve bir daha kendi yerlerine konmadılar. Resim çerçevelerini beğendiler.

Nakışları sofrasında, ayağının altındaki halıda, boyunbağında, yazmasında görmeye alışanlar, onların yaldızlı çerçeveler içerisinde bağdaş kurup oturduklarını görünce, hizmetçisine kürkler veya fraklar içerisinde baloda rastlayan efendiler gibi kızdılar:

- Nakış nakışlığını bilmeli. Ayak altından kalkıp, baş köşeye oturmamalı, dediler.

Fakat neylersin nakışlar bir defa havalanmışlardı.

Nakışların süsleme eserlerden havalanması 19. yüzyılın sonlarında başladı. İlk defa süsleme eserlerden kalkıp resim dünyasına mal edilen motifler Çin'den Japon'dan geldiler. Daha sonra Türk, Acem, Arap, Hint motifleri akın ettiler. Bunların arkasından adlarını kolay kolay söyleyemeyeceğimiz vahşi kabilelerin, Colomb'dan önceki Amerika yerlilerinin, Afrika çöllerinde kaybolmuş aşiretlerin nakışları, tamtamları, dümbelekleri, acaip naraları ile fırıl fırıl dönmeye başladılar. Özellikle bu sonuncu taifenin nakışları baskın çıktı, çünkü bu nakışlar beraberlerinde acaip sesleri de getirmişlerdi. Caz musikisi de bir taraftan bu sesleri benimsiyordu.


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / SAĞDAN FINDIK SAY!

HORON



At Üzerinde Aşıklar




SAĞDAN FINDIK SAY!


Oy Tirabzan Tirabzan
İçi kalayli kazan
İçinde bulunur mu
Benum derdumu yazan

Tirabzandan çıktım başum selamet
Giresuna gelduk kopti kıyamet
Metropolit vatan sana emanet
Mahacirluk şimdi büker belumi





BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU



AĞAÇLAR VE BİZ



Tezek / Bilgi Yayınevi / Mart -1987


Bundan yirmi sene evvel Ankara'da, Bahçelievler'de bir ağaç büyüyordu. Henüz bir tutam maydanoz kadardı fıkara... Bir delikanlı, çömelmiş, ileride ağaç olacağını söyledikleri bu cılız, bu zavallı yaprakları seyrediyordu. Üflediği zaman yapraklar telaşla bir yana yatıyordu. Delikanlı kendini zorladı. Ama bu cılız yaprakların ileride gürbüz gövdeli bir ağaç olabileceğini bir türlü gözünün önüne getiremedi. Her gün merakla küçük fidanın başına çömeliyor, etrafında üreyen otları yoluyor. Fidan, korkudan büyümüş gözlerle delikanlının kırk beş numara pabuçlarına bakıyordu. Bu korkunç salapuryaların en ufak bir dalgınlığı, fidanı yedi kat yerin dibine sokabilirdi. Gel zaman git zaman, delikanlının kanı küçük fidana kaynadı. Küçük fidan her yaprağında korkudan açılmış gözleriyle büyümeye başladı. Delikanlı sabırsızdı. Fidanın büyümesi, serpilmesi için uğraşıyordu. Utanmasa onun cılız kulaklarından tutacak, bir an evvel boyatması için yukarı doğru çekecekti. Fidan birkaç sene içinde ancak bir gülfidanı kadar boyattı.

Delikanlı gene fidanın yanı başına çömelmiş, bir türkü tutturmuştu...

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / ARKADAŞ DÖKÜMÜ






ARKADAŞ DÖKÜMÜ

Evvela dişlerimiz döküldü
Sonra saçlarımız
Arkasından birer birer arkadaşlarımız
Şu canım dünyanın orta yerinde
Yalnız başına yapayalnız
Kırılmış kolumuz, kanadımız
Tatlı canımızdan usanmışız


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU/ İNSAN KOKUSU

İNSAN KOKUSU


Erzincan’ı harikulâde kilimlerinden, cicimlerinden, yemeni türkülerinden tanırım.

Halk türkülerinin renkleri vardır. Kimisi koyu mor üzerine turuncu benekli, kimisi yonca yeşili üzerine sarı kirazlar serpilmiş, kimisi küpeli vişneler küpeli, kimisi portakal, kimisi çavdar, kimisi kan kokar.

Mor sinekler konmuş elâ gözüne

İşte size rengi, uğultusu, kokusu ve devrilen muhteşem bir ağaç gövdesi gibi serilişi, uzanışı ile bir ölü. Bir insan ölüsü.

İşte bir şiir ki bir vuruşta beş hissimizi birden şaha kaldırıyor.

Mor sinekler konmuş elâ gözüne


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / YETİM BAHÇE


Senin güllerin her yerde açar
Dağda, bayırda, kırda, bozkırda
Bozkır biraz şüpheli ama
Günlerden bir gün açar mı açar
Bozkır dediğin sakar
Senin güllerin her yerde açar


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / SELÂM İLE HARAM

SELÂM İLE HARAM


Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selâm olsun
Ama hep böyle gidecekse bu dünya
Kalanlara haram olsun.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU













FOSFORLU CEVRİYE...
YAHUT SANATLAR ELELE VERİNCE


Karakolda ayna var
Kız kolunda damga var
Gözlerinden bellidir Cevriye'm
Sende kara sevda var

Denizlerin kumuyum
Balıkların puluyum
Kıyma bana Cevriye'm
Ben de Allah kuluyum

Köprü altı iskele
Gidiyorum askere
Üç gün değil üç ay değil Cevriye'm
Nasıl geçer üç sene



Geçen yaz bir türkü ile beraber seyahate çıktık!.. Türkü Galata’dan bizimle aynı vapura bindi. Marmara’yı geçerken bütün vapura sirayet etti. Onun ilk iskeleye nasıl atladığını, ötekilere nasıl sıçradığını gözlerimle gördüm.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU

YAZMALAR


Halk sanatında resmin yerini nakış tutar. Ömründe bir tek sahici tablo görmemiş milyonlarca insan vardır, fakat içine nakış girmemiş bir tek ev, bir çift göz bulunabileceğini sannam.

Bizim memleketimizde nakışın tuttuğu yere gelince, bu alanda eşimiz yoktur diyebiliriz. Çünkü bize suret çizmeyi 'yasak' etmişler, biz de bunun acısını dünyanın hiçbir tarafında bulunamayacak kadar çeşitli nakışlar yaparak çıkarmışız.

Nakışlardaki renk ve biçimleri incelerken yolum yazmalara düştü. Bir seneden beri çeşitli yazmaların, yazmacılığın, yazmacıların peşindeyim. Beni yazmalara çeken şunlar oldu:
Evvela resim sanatına benzeyen tarafları var. Tabloların çoğu bez üzerine yapılır, yazma da öyle. Üzerine resim yapılacak bez, uzun emeklerle muşamba haline getirilir. Buna rağmen, ileride çatlayıp dökülmeyeceğini ve üzerine sürülen boyaları rahatsız etmeyeceğini hiç kimse garanti edemez. Halbuki bir tablonun hiçbir zaman katlanamayacağı işlerde kullanıldığı halde; yazma bezi boyasından ayrılmaz. Yazma güneşten, yağmurdan, çamurdan korkmaz. Yazma boyası resim boyaları gibi bezin yalnız üstünde durmaz, onun iliklerine kadar işler, onunla kaynaşır, bir bütün olur. En iyi malzeme ile yapılmış, en usta ellerden çıkmış bir tabloya, yazmalara gördürülen işlerden yüzde birini gördürseniz onda hayır kalmaz. Tabii has renklerle boyanmış yazmalardan bahsediyorum.

Yazmanın resimle bir kardeşliği daha var: Gerçi bu kardeşlik doğuştan değil, fakat bir o kadar mühim. Kalıp meselesi. Yazma nakışları evvelâ bir tahtaya oyulur, sonra bu tahta mühür gibi boyanır, beze basılır. Aynı usul resimde gravür sanatında kullanılır, yalnız tahta üzerinde değil; çinko, bakır veya taş üzerine yapılır. Bez yerine de kağıda basılır. Yazmanın doğuşunda kalıp yok. İlk yazmalarımız doğrudan doğruya has renklerle fırçayla beze işlenirmiş. Fakat yıkamaya, güneşe dayanan boyaların gördüğü rağbeti hangi eline çabuk ressam karşılayabilirdi.

30 Ağustos 2012 Perşembe

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / GENE PİCASSO




GENE PİCASSO


Geçenlerde gazeteler Picasso’yu öldürdüler, sonra gene dirildi. Bir ara karısından ayrıldığı yazmışlardı. Daha önce bir film çevirdiğinden bahsolunmuştu. İlk resimlerinden tutun da en son yaptığı işlere kadar hepsini renkli bir filmde görecekmişiz.

Hangi dilde olursa olsun hiçbir dergi, hiçbir günlük gazete hatırlamıyorum ki, bir biçimine getirip ondan bahsetmesin. Yalnız ressamlar arasında değil, çeşitli sanat kollarında alevlenen tartışmalardan bir tanesini hatırlamam ki, adı anılmasın.

Avam Kamarasından mahalle kahvesine kadar, en ağırbaşlı siyasî başmakalelerden tutun da en cıvık mizah dergilerine kadar, hepsi o dan birkaç kelime ile olsun bahseder.

Son yarım yüzyıl içinde resim sanatı üstüne yüz sayfa yazı yazılmış ise bunun en aşa elli sayfası ona veya azmanlarına ayrılmıştır.

Zamanımızın en iyi romancılarının birkaçı da adına ve eseri üstüne söylenmiş sözlere rastlarsınız. Adına kafiye bulan şairler de vardı Arasıra sinema perdesinde de görünür. Öteden beri siyasi bir partiye bağlı olduğu için sanat politika konularında adı geçer. Otomobilinin rengi, markası, karısının mayosu, yaşı, çocukların gözü kaşı, İspanyol olduğu için doğduğu şehrin şarabı, boğası, toreadoru dillere destan olur.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / ŞİİRE ÇALIŞMAK





ŞİİRE ÇALIŞMAK



Paris’te çıkan sanat dergilerinden biri bir ara, genç şairlere sütunlarını açmıştı. Her hafta dergiye gelen şiirlerden en çok beğenilen beş tanesi yayımlanıyor, derginin tanınmış yazarlarından biri bu şiirleri eleştiriyordu. Tecrübeli yazar genç şairlerden birisini başarılı şiiri için kutladıktan sonra yazısını şöyle bitiriyordu:

“Henüz on yedi yaşında olan genç şairimizin, şiirleri üstünde daha çok çalışmasını dileriz.”

Şiirinin önemli bir dergide yayımlanmasına sevinen genç şair, tecrübeli yazara teşekkürler ediyor ve tatlı tatlı soruyordu:

«Ben çalışmaktan hoşlanan bir kimseyim. Hele çok sevdiğim şiir üstüne çalışmak benim için sonsuz bir keyif olacaktır. Fakat Allah rızası için söyleyin bana; insan bir şiire nasıl çalışır?»

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / ŞİİR BALI

ŞİİR BALI


Acaba başka milletler de bizim kadar şiir severler mi diye düşünürken tanıdığım, okuduğum, duyduğum şairlerimizi şöyle boy sırasıyla gözümün önüne getiriyorum. Köylüsünden padişahına, cumhurreisinden ilkokul öğrencisine kadar her basamağında, boy boy şair dizili bir millet. Anadolu’nun ortasında bir köye gidersiniz ne bir tutam kırmızı kiremidi vardır, ne bir yudum durulmuş suyu. Ne okulu, ne camii. Ne yolu ne izi. Kuş uçmaz kervan geçmez, toprak damlı, çamur sıvalı, çamur badanalı bir eve girersiniz. Cam çerçeve, kapı pencere hak getire. Basbayağı bir in. Tavanda bir delikten bulaşık suyu gibi bir ışık sızar. Ortaçağdan kalma bir ocak. Ocağın üstünde gene o çağdan bir küçük kazan. İki üç tahta kaşık, köşede yastıksız yorgansız bir kilim döşek. Bütün konforu yukarıda dizili ve alınyazısı Makal’ın kitabında yazılı olan bu evin sahibi ile hoşbeş edersiniz, size kanı kaynadı mı gitgide açılır, Bir parça eşelerseniz bu ortaçağ kulübesinin toprağından nur topu gibi bir avuç şiirdir fışkırır.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / ZINDANI TAŞTAN OYARLAR





ZİNDANI TAŞTAN OYARLAR


Sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Bugün efkârlıyım açmasın güller
Yiğitimden kötü haber verirler
Demirden döşeği taştan sedirler
Yatak diken diken yastık batıyor
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor.


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / SİTEM

SİTEM


Önde zeytin ağaçları arkasında yar
……… Sene 1946
……… Mevsim
……… Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
………Dalları neyleyim.
Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / YARADANA MEKTUPLAR

YARADANA MEKTUPLAR


Birinci Mektup

1.


Yıldızların, çivilediğin yerdeler,
Bulutların, eksik olmasınlar,
Hep aym minval üzere, senden gelip sana giderler.

2.

Güneşin böler günlerimizi
Bir portakal gibi ortasından ikiye,
Yarısını kulların yer, yarısını geceler.


3.

Denizlerin senin elinle doldurduğun kâsede çalkalanmaktadırlar.
Ne bir damla artmış, ne bir damla eksilmişlerdir.


BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / İKİNCİ MEKTUP

İKİNCİ MEKTUP


Kusura bakma idare etmez.
Bir avuç toprak nemize yetmez.


Sen, istediğin kadar bize cennetini methet.
Göklerine zümrüt döşe ve hurilerle tefriş et.
Sen gel benim canımı al, sonra da cennete ilet
Sen onu cinlere vadet, cansız neme lazım cennet
Sen bana canımı terket, kara toprak bin bereket.

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU / ÜÇÜNCÜ MEKTUP

ÜÇÜNCÜ MEKTUP


1.

Al gözüm seyreyle
Hep aynı hikâye
Hep aynı türküler
Hep aynı kinâye.

Sevaplara borazan
Günahlara tabut
Balıklara banka
Alıklara bulut
Sen bunu kırk gün kırk gece unut!