RSS
SAMUEL BECKETT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
SAMUEL BECKETT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2010 Çarşamba

SAMUEL BECKETT / YAŞAMI VE KİTAPLARINA İLİŞKİN

Yirminci yüzyılın ilk otuz yılı, Avrupa'nın bir çok ülkesinde ve Amerika'da çok büyük bir kültür rönesansına tanık oldu. Güzel sanatlar ve edebiyatta bu rönesansın adı Yenilikçilik Modernizm'dir. Son derece karmaşık yapıda bir takım sosyal, iktisadi ve siyasi çalkantıların sonucunda ortaya çıkan bu akım süresince yüzyılın en önemli yapıtları üretilmiş, sanatta deneycilik uç noktalara vardırılmıştır. "Deneycilik" sözünden de anlaşılacağı gibi yenilikçilik bir yapıtın konusundan çok, anlatım, biçim ve estetiğindedir. Burada içeriğin ikinci plana düştüğünü söylemek pek doğru olmaz; ancak bu dönemde üretilen yapıtların belirleyici özelliği; üslup ve sunuş yönüyle gelenekten kopuk olmaları, alışılagelen teknikleri uygulamamalarıdır. Önceleri, diyelim ki romanda; yazar bir ahlak sözcüsü ya da toplumsal değerleri, insana özgü değerleri savunan bir eğitici olarak okuyucuyla doğrudan iletişime girmekte, eğlendirirken eğitmeyi amaç edindiğinden, öyküsüne konu ettiği olayları doğrudan bir düzen çerçevesinde ve olabildiğince açık, anlaşılır bir biçimde yansıtmayı amaçlamaktaydı. Bu 18. yy. yazarlarından Henry Fielding, romantik dönem yazarlarından Jane Austen, Victorya Dönemi yazarlarından Charles Dickens ile George Eliot'un eserlerinde oldukça belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yani yenilikçi hareketten önce yazarlar, ayakları yere basan, sağlıklı bir dünya görüşüyle toplumsal ve bireysel sorunlara değinen, ama iyimserlikten ayrılmayan yarı bilge kişilikli eğitici; roman dili bu eğitici bakışın gerektirdiği bir üslupla yansıtmayı amaçlayan bir araçtı.


19. yüzyılın sonlarına doğru edebiyat dünyasında bazı dalgalanmalar olur. Bu dalgalanmaları tüm dünyadaki gelişimiyle vermek oldukça zamanımızı alacağından bugünkü yazarımızı daha iyi anlatabilmek açısından İngiltere'deki gelişimi ve genel olarak da İngiliz Edebiyatı çerçevesinde vermek istiyorum. Bu nedenle şimdi, aslında yenilikçi düşüncenin mimarı sayılan Flaubert, Beaudelaire, Proust, Gide, Kafka, Mallarme, Valery ya da Rilke'den söz etmeyeceğim.


Samuel Beckett'in 1969 Nobel Edebiyat ödülünü kazanması hiç de sürpriz olmadı. İsveç Akademisi Üyeleri arasında bu İrlandalı-Fransız yazara hayran olanların sayısının arttığı ve ona bu ödülü kazandırmaya kararlı oldukları biliniyordu. Taçlanan adam çağımızın en ilginç yazarlarından biridir: Oyunlarında olsun, romanlarında olsun kalabalığa taviz vermeyen, eserlerinin özünü insanın bir başınalığından, insanlararası iletişim kopukluğundan, insanların yaşantı koşullarının saçmalığından sağıp süzen bir yazar...


13 Nisan 1906'da Dublin yakınlarında Foxrock'ta doğdu. Annesi ve babası, Mary ve William Beckett, İrlanda'nın protestan orta tabakasından gelen insanlardı. Beckett öğrenimine 1912'de Dublin'de Earsfort House School'da başladı. 14 yaşındayken bugün Kuzey İrlanda'da olan bölgede İngiliz-İrlandalı orta sınıf ailelerin çocuklarının gittiği Portola Kraliyet Okuluna girdi. 1923'de Dublin'de Trinity College'a girerek Fransız ve İtalyan dilleri ve edebiyatları Bölümünde okudu. Öğrenciliğinde Dante ile ilgilenen Beckett, yaz tatillerinde Fransa ve İtalya'ya giderek bu ülkelerin edebiyatlarına duyduğu ilgiyi pekiştirdi. Aralık 1927'de öğrenimini tamamladıktan sonra 1928 yılı başlarında kısa bir süre Belfast'ta Fransızca öğretmenliği yaptı ve ekim ayında Paris'te Ecole Normale Superieure'de İngilizce okutmanı olarak çalışmaya başladı.

SAMUEL BECKETT / YORGUN TEK BENCİ / "MURPHY" hakkında

Samuel Beckett A New App­roach /1970
G.C.BARNARD



Beckett'in ilk romanı Murphy 1938'de yayımlanmıştı. Bir dolu gerçek ötesi kişisiyle, şamatacı, gülmece ögelerine fazlasıyla yer veren bir başyapıttı bu. Ama bir yandan da Beckett'in gelecekteki yapıtının tohum­larını taşıyordu; gerek oyunlarında, ge­rekse romanlarında izleyeceği izlekleri burada bulmak olasıydı. Murphy kişili­ği Watt'ın, Moran'ın Malone'un, Mol­loy'un bir öncüsüydü. Romandaki dav­ranış biçimleri güldürücü olsa da temel yer alan izlekler ciddi ve felsefiydi. En önemlileri us ve dış dünya (bedeni de içeren arasındaki ilişkinin doğası; ger­çekliğin temelde usa sığmazlığı ve insa­nın gerçek kimliğini arayışıydı.

Biçemde bu ilk roman, geleneksel bi­çimde yazılmış olmasıyla daha sonraki­lerden ayrılır. Yazar olayları betimleyip yorumlayışla, konuşmaları aktarışıyla bir anlatıcı kimliğindedir. İçerik ise, bildik romanlardan çok farklıdır. Dik­katsiz bir okuyucu anlatının komik ögelerine kapılarak, özellikle gönder­meler şeklinde ya da üstü kapalı olarak verilmiş pek çok önemli vurgulamayı atlayabilir.

Romanın kahramanı Murphy eski bir teoloji öğrencisidir. Daha sonra, doğa­üstü güçleriyle tanınan okültist Ne­ary'nin yanında eğitim gören Murphy nişanlısı Counihan' dan kaçarak İrlan­da' dan Londra'ya gelir. Burada Celia adlı bir fahişeyle birlikte bir oda kirala­yıp yaşamaya başlar. Bir tekbenci olan Murphy için en büyük mutluluk kendi­ni dış dünyadan soyutlamak ve usunda yaşamanın hazzını duymaktır. Sokaktan yükselen seslerden hoşlanmaz: " Ait ol­dukları ve Murphy'nin var gücüyle dış­lamaya çalıştığı dünyaya hapsediyorlar­dı onu" Soyunmuş ve sallanan koltu­ğuna sıkıca bağlanmış, gözleri kornişin silmesi üzerinde soluklaşıp küçülen ala­ca bulaca bir lekeye dikilmiş olarak kendini hipnotize eder ve usunda, düş­lerinin dünyasında yaşamaya başlar.


Celia, doğal olarak, Murphy'nin kaç­mak istediği dış dünyaya aittir. Murphy, kendinde sevdiği parçasıyla Celia' dan nefret eder ama kendinde nefret ettiği parçasıyla, yani bedeniyle, Celia'yı se­ver. Bununla beraber, okuyucu daha ro­manın başlangıcında Neary' den Murphy'nin romantik bir aşık olamaya­cağını öğrenmiştir.

Murphy'nin kendine aşık ruhsal "ben"i ile dünyevi, bedensel "ben"i arasındaki çelişki yaşadığı sorunları kö­rükler. Aslında Murphy ev sahibesiyle ismdaki son derece iyi niyetli bir an­laşmaya bağlı olarak tek başına yaşamı­nı gavet rahat sürdürebilecektir. Murphy ye gereğinden fazla kabarık faturalar çıkaran ev sahibesi, Murphy'nin zengin ve iyi kalpli amcası bunları ödediğinde komisyonunu düş­tükten sonra bile, Murphy'ye yeterince gelir kalmaktadır. Ancak bu gelir Ce­lia'nın da Murphy ile yaşaması için ye­terli değildir. Murphy'nin kendine ne kadar ihtiyacı olduğunu bilen Celia, Murphy'nin her ikisini de geçindirebil­mek için çalışmasını sağlamaya kararlıdır.

Dış dünya ile herhangi bir ilişkiye girmekten nefret eden tekbenci kahra­manımız doğal olarak Celia'nın çalışma önerisini geri çevirir ve Celia Murphy'yi terkeder. Ama Murphy dayanamaz; iş arayacağına söz vermesi üzerine Celia geri döner. Murphy'ye rehber olacağı düşüncesiyle bir Hint fa­kirinden Murphy'nin yıldız falını alır. Daha sonra romanda önemli bir rol oynayacak olan bu değerli bilgi, Murphy'ye, şu ya da bu işi kabul etme­mesi için sayısız gerekçe sağlar.

İş arar gibi göründüğü böyle günlerin birinde bir kafede 4 penilik öğle yeme­ğinin ardından 1 fincan fiyatın 1.83 fin­can çay içmeyi başarmış olmanın keyfi­ni çıkarırken, Murphy Ticklepenny ile karşılaşır. Ticklepenny akıl hastanesin­de çalışan bir erkek hastabakıcıdır

Hastaneden ayrılmak istemekte ama erken ayrılıp aylığını kaybetmeyi göze alamamaktadır.

Bekçiliğe yeteneğini ve delileri etkile­yen bir göz gücüne sahip olduğunu ha­ber veren burç falını düşünen Murphy, görevi kabul eder. Ticklepnny resmi olarak çalışır görünecek böylece aylı­ğından olmayacaktır. Bu iş hallolunca, Murphy, beş çeşit bisküvitini yemek için parka gider ve her türlü yeme ola­sılığını kafasından geçirdikten sonra, her gün değişik bir düşen içinde yerse bunu yüzyirmi farklı biçimde gerçek­leştireceği sonucunu çıkarır. Watt' da ve MoHoy'da da olasılık hesaplarına ilişkin aynı saplantılı tutum görülür.

Murphy'nin usunun çözümlenmesine ayrılan altıncı bölüm oldukça önem ta­şıyor. Murphy'nin usu dış dünyaya sıkı sıkıya kapalı olan ama kendi içinde dış dünyada var olan gerçek ya da sanal her şeyi içeren oyuk bir küre olarak ta­nımlanıyor. Murphy için bedensel ve ussal edimler, birbirinden son derece bağımsız olmalarına karşın eşit derece­de gerçektir. Murphy edimlerin gizemli bir biçimde ussal koşutları olduğunu, bununla beraber bedensel koşutları olmayan ussal edimlerin de varlığını ka­bul eder. Usunun "gerçek" bölümü hem ussal hem bedensel deneyimlerini, sanal bölümü ise sadece ussal deneyim­lerini algılamaktadır. Gerçek bölüm ay­dınlık, sanal bölüm ise karanlıktır ve her ikisinin arasındaki bölüm yarı ay­dınlıktır.

Günlük yaşamın sıradan, uyanıklık evresinde Murphy "usunun hüzün veri­ci bir alışkanlığıyla düşünebilir hatta yorumlamalarda bile bulunabilirdi. Akılcı bir davranış parodisine benzete­biliriz bunları. Ama bilinç dediği şeyin bütün bunlarla bir ilgisi yok. " Koltu­ğunda sallanarak vücudunu yatıştırdı­ğında, usunda yaşamaya başladığında yaşamın gerçek hazlarını tadar Murphy. Bedensel koşutları olan biçimleri içeren aydınlık bölge bir düşler alemidir. Bu­rada Murphy'nin en büyük zevki be­densel deneyimi tersine çevirmek, ger­çek yaşamda bedensel olarak yemiş ol­duğu darbeleri ussal olarak geri savur­maktır. Bu "köpeksi bir yaşamın parlak bir özeti(nde)… tüm bedensel fiyaskolar çılgınca bir başarıya dönüşüyor­du. Kısaca bu durum düşlerle kendini avutma halidir.

Murphy, doğal olarak, dış dünyaya karşı sürekli bir ilgisizlik içinde ve tam anlamıyla uslarının karanlık bölgesine gömülmüş olarak yaşayan akıl hastalarına kendini yakın hisseder. Hastaları normale döndürmek amacıyla uygula­nan yöntemler "psikiyatrların sürgün diye tanımladığı bedensel ve ussal deyimi barınak; iyiliksever bir dizgeden kovulmuş olarak değerlendirilen hastaları da müthiş bir fiyaskodan kaçmış kişi ler olarak değerlendiren" Murphy'ye son derece ters gelmektedir.

Biraz abartarak, psikotik bir hastayı müthiş bir fiyaskodan normalliğe sığınan bir birey olarak değerlendiren Murphy'nin, kendinden yaklaşık 20 yıl sonra şizofrenik davranışı tanımlayacak olan modern psikiyatristlerle hemen hemen aynı anlayışa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Modern psikiyatri şizofr­en bir hastanın davranışını bireyin ail­esi ya da ait olduğu toplumsal grup ile arasında var olan ve bireysel özgürlüğü­ yıkıp, kısıtlayan ilişkiler ağzını kır­ma çabası olarak tanımlar. Bu psikiyat­ristler toplumumuzun psikolojik anl­amda değil, sadece istatistiksel verilere göre normal olduğuna ve şizofreni teş­hisi konmuş bir hastanın özünde, ger­çek çöküntüden kaçınabilmiş pek çok kişiden daha aklı başında olabileceğine inanırlar. Normal davranış, aile, eğit­men ve toplumsal grup tarafından bire­ye benimsetilmiş, görünüşte, bireyin iyiliği amacını güden ama aslında içten içe zarar veren, ruhsal baskı ve akli dengesizliği de beraberinde getiren bir davranış biçimidir. Çoğu insan düzene uyum sağlar; kişilikleri ve ruhsal yapıla­n belli oranda zarar görse de yaşamları­nı bir sorun yokmuş gibi sürdürürler. Ama pek çoğu da yaşamın çelişki ve ça­tışma dolu beklentilerinden dolayı kö­türümleşir, çözümleyemediği sorunlarla yüz yüze gelir. Örneğin bir anne oğluna sürekli olarak kendisine yalnız bırakırsa ne denli mutsuz, ama aynı zamanda, iyi bir kızla doğru bir evlilik yaparsa ne kadar mutlu olacağından söz edebilir. Eğer oğul baş kaldıracak denli sert, bo­yun eğecek denli yumuşak değilse, bu çelişki onun ruhsal sağlığını bozacaktır. Dr. Cooper Psikiyatri ve Karşı-Psikiyat­ri adlı eserinde "Delilik insanın değil, bir ilişkiler sisteminin içindedir; hasta olarak adlandırılan kişi bu sistemde ya­şamaktadır. Şizofren( eğer bir tanımlama gerekliyse), rahatsız bir toplum dav­ranışının belirleyici bir özelliğidir. yorumunu yapar.

Tüm farklılığına, toplumsallık karşıtı davranışına, usdışı ve sonsuza yönelik tuhaf saplantısına karşın, Murphy tam anlamıyla akıl hastası birey değildir. Halüsinasyonlar içinde yaşamaz, gaip­ten sesler de duymaz; dış dünya ile iliş­kisini düzenleyebilmektedir. Ama ken­disinin "büyük dünya" şeklinde tanımladığı dış dünya ile kendi kendini öz­gürce sevebildiği usundaki "küçük dünya" arasındaki kesin ayrımının bilin­cindedir. O, son derece aklı başında olarak "küçük dünya"yı tercih eder ve dışardaki "büyük fiyasko"yu red­deder.

6 Temmuz 2010 Salı

SAMUEL BECKETT / SON YAZAR

SAMUEL BECKETT- SON YAZAR *

*Son Yazar Samuel Beckett/ Yazarın kendi başlığı / Işık Ergüden



1906-1989 yılları arasında yaşamış bir yazar olmak, bütün yirminci yüzyılın çaresiz tanığı olarak, hayal­lerin, umutların, mücadelenin, yenil­ginin, ve düş kırıklığının öznesi ve nesnesi olmak, başlangıçların ve sonların -ama bir türlü kesin ve mut­lak bir sona ulaşamayan, sürmekte olan, yeni başlayan sonların- yazarı olmak: Beckett olmaktır.

Modernliğe bağlı umutların olduğu kadar, modernlik-karşıtı umutların da yıkıldığı bir çağda, görüntü, gürültü ve hız çağın­da suskunluktan ve kımıltısızlıktan başka ne kalır "karşıt" olabilecek? Görüntü, gürültü ve hız bir yanılsama değil midir aslında suskunluğu ve kımıltısızlığı gizleyen? O halde nedir gerideki "hiç"ten başka? Böyle bir zamanda, hiçliğin içini oymak dışında, sesteki sessizliği ve sessizlikteki se­si, kımıltıdaki kımıltısızlığı ve kımıltısızlıktaki kı­mıltıyı yazmak dışında nedir yazarı yazar yapan, Beckett yapan?

Görüntü, gürültü ve hız çağı: Teknolojinin, ikti­sadın ve her alandaki iktidarın ezdiği insan, iki dünya savaşı ve bölgesel savaşlar, katliamlar ve toplama kampları, insan yaşamının anlamını açık­lamakta yetersiz kalan din ve felsefe, onca bel bağlanan Batı uygarlığının -ve simgelediği modern değerlerin- çözülmesiyle birlikte değeri en aza in­dirgenen insan, "ölen tanrı" nın hayaletinin yeryü­züne saçtığı kötülük... İronik bir "altın çağ" paro­disi.

1984 yılında sorulan bir soruya, "Beklentiler: Sıfır; Umutlar : Sıfır" cevabını verir Beckett. Yaşa­mının her evresinde verebilirdi bu cevabı. Yine de var olunan, yaşamın üstlenildiği ve eserler verilen bir yerdir "sıfır" noktası. İnsanın -ve Beckett'in ­muamması bu olmalı. "Hep denedin, Hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil."

SAMUEL BECKETT / ASAL SAYILAR MATRİKSİ – WATT VE MURPHY ÜZERİNE

ASAL SAYILAR MATRİKSİ – WATT VE MURPHY ÜZERİNE

Samuel Beckett / A New Aproach / 1970 Çeviren: Zeynep Çiftçi


1942'de Beckett ilk romanı Murphy'i Fransızcaya çevirdi ve 5 yıl sonra Murphy Fransızca olarak yayınlandı.1942-45 yılları arasında İngilizce olarak Watt'ı yazdı. Ama bu roman ancak Beckett'i üne kavuşturan Godot'yu Beklerken'in başarısından sonra 1953'te yayınlandı. Bu ikinci romanda ilk romanda ele alınan temalar da geliştirilmiştir.

W'att ölmeden önce Murphy'nin dönüşmüş olduğu şizofren­dir. Watt ile Murphy'nin özdeşliği Watt: "bir zamanlar Londra' da olduğu sıralar­da, adlarına varıncaya dek yakından tanı­dığı takımyıldızlara" göndermede bulunduğu zaman da belirginleşir. Başka yazar­ların daha önceki eserlerinde ölen kahramanlarını yeniden canlan­dırdıkları görülmektedir. Ama, Murhpy hakkında söylenecek daha çok şeyi olan Beckett Üçleme ( Mollay, Malone Ölüyor, Adlandırılamayan) okuyucusunun daha açık seçik anlayabileceği bir manevrayla, ona yeni bir isim vermeyi tercih etmiştir.

Romanın başlangıcı Murphy'nin at­mosferini andırır. Bir daha karşılaşmaya­cağımız üç karakter arasında geçen ko­mik ve açık sohbet ile açılır Watt… Bu romanda Murphy'nin aksine, İrlandalı dörtlünün maceraları gibi bir yan olay ör­güsü ile karşılaşmayız.