RSS
FİLİSTİN ŞİİRİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FİLİSTİN ŞİİRİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2010 Pazar

TEVFİK EL ZEYYAT /

TEVFİK EL ZEYYAT

Filistin kavga şiirinin öncülerindendir. 1940 yılında doğdu. Halk şiir geleneklerinin benimsenmesi geliştirilmesi konusunda şairleri uyardı. Onun şiiri, halk şiir geleneğinin sesini ve anlatım biçimini sürdürür ve Filistin Arap söyleyişinin özelliklerini taşır. Politikayla çok yakından ilgili bir şairdir. Hristiyandır. Hikayeleri ve tiyatro eserleri de vardır. El Zeyyat birçok şiir kitabı yayımladı, bu kitaplar Suriye ve Lübnan’da da basıldı.

1958’de hapsedildi. Hapiste de şiir çalışmalarını sürdürdü. Bir süre Celile’den çıkması yasaklandı. Nezaret Belediye başkanlığı da yaptı.




Başlıca şiir kitapları:

Ellerini Sıkıyorum
Ölülerinizi Gömün
Ayağa Kalkın.









DİŞLERİMLE


Dişlerimle
savunacağım yurdumun her karış toprağını,
dişlerimle.

Başka yurt istemem onun yerine,
assalar damarlarımdan beni
istemem gene.

Burdayım hâlâ.
Aşkımın tutsağı .. Evimin çevresinde.
Yurdumun peşinde.
Burdayım hâlâ.
Yıkamazlar beni
ne kadar çarmıh yükleseler
omuzlarıma.

Burdayım hâlâ...
Tutarak sizi... tutarak ... tutarak
avuçlarımda.

TEVFİK EL ZEYYAT / BİR ZEYTİN AĞACININ GÖVDESİNE

Yün dokumadığım için,
ha bugün ha yarın
tutuklanma buyruğunu beklediğim için
- evim her an hazır
baskınına polisin-,
kağıt bile satın alamadığım için,
kazacağım
bütün başıma gelenleri,
ve tüm sırlarımı
zeytin ağacının gövdesine,
evimin bahçesine dikili.
Kazacağım tüm
hayatımın öyküsünü,
kanlı günlerimi dilim dilim,
naralarımı, çığlıklarımı,
portakal ağacının gövdesine
ve mezar taşların.a ölülerimin.
Damla damla emdiğim
bütün acıları
silmeye yetecek
onda biri bile
gelecek tatlı günlerin.
Kazacağım bir bir
topraklarımızdan çalınan
her parçanın numarasını,
sınırını ve yerini köyümün,
köyümde eğleşenlerin yıkılmış evlerini,
kökünden sökülmüş ağaçları.
çiğnenmiş kır çiçeklerini.

TEVFİK EL ZEYYAT / BİZİM ÂŞIK ÖLDÜ

Birinci Ses:

Bizim aşık öldü.
Devrildi asfalta,
elinde ekmek,
sırtında kazma,
vın diye geldi üç kurşun,
havalardan doğru üç kurşun
buldu onu,
göremedi bizim âşık
ak şimşeğini tabancanın.
Düşünüyordu yağmuru.


İkinci Ses:

Yürekliydi, efendiydi ve de namuslu.
Aç gözlü toprağı besledi durdu,
döktü alnının terini toprağa,
döktü olanca gücünü.

Üç kurşun
geldi çakıldı ona,
sendeledi, yere düştü.


Üçüncü Ses:

Gülmeyi severdi ve çocukları,
bir de yerli tütünü,
düğünlerde dans etmesini bir de,
bir de demli çayı,
atı ve atlı hikayelerini bir de,
siyaseti, rakıyı,
bir de insanların anlattığı masalları,
kuşaktan kuşağa.
Bizim âşık, bir kaya gibi çöktü.
Bir öküzü haklayabilirdi bir yumrukta.
Ama okuması yazması yoktu.
Güzel şiirler bilirdi ama,
güzel ata sözleri.
Bir varmış bir yokmuş,
vakti zamanında ..
Vın diye geldi üç kurşun,
havalardan doğru.

TEVFİK EL ZEYYAT / GİTMEYECEĞİZ BURADAN

Bin kere daha kolay, daha olanaklı
geçirmek bir iğne deliğinden
bir kocaman fili,
balık avlamak göklerde,
toprak sürmek denizlerde sabanla, traktörle,
zır zır konuşturmak bir timsahı
bin kere daha kolay, daha olanaklı.
Ama zorbalığınıza, baskılarınıza güvenip
düşünme gücünün ışığını söndürmek
ve kendimize çizmiş olduğumuz yoldan
ayırmak halkımızı bir kıl payı,
işte bu olanaksız.

TEVFİK EL ZEYYAT / GÖZYAŞLARI VE RÜZGÂR

1

Bu gözyaşları ne?
Doğudan esen bu rüzgâr ne?
Yakınmalarıyla yüklü
benim yitik insanlarımın
ve yurt özlemiyle boğazlanmış
ve kaskatı
bu rüzgâr ne?
Toprağı ve ufku doyuran
bu sesler ne?
Ovanın umutsuzluğunu döken,
çırılçıplak,
bu sesler ne?
Yüzüme, gözüme,
yüreğime, boğazıma
çiy gibi, kan gibi yayılan,
kölelik kokusunu boşaltan
bu sesler ne?
Bu gözyaşları ne?
Doğudan esen bu rüzgâr ne?

TEVFİK EL ZEYYAT / İSTERDİM ELİMDEN GELSE

İsterdim, elimden gelse, bir çırpıda
ters yüz etmek bütün dünyayı,
kazımak kökünü zalimlerin, zorbaların,
yakmak bütün saldırganları diri diri,
isterdim körüklemek
bu köhne, bu yaşlanmış dünyanın altında
homur homur yanan cehennemi.
Altın tabaklarda yemesini isterdim
yoksul insanların en yoksulunun,
isterdim yemesini pırlantalı tabaklarda.
Kuşansın isterdim ipekli, sırmalı giysiler.
İsterdim yerle bir etmek kulübesini onun
bir saray kurabilmek için bulutların üstünde ona.

TEVFİK EL ZEYYAT / HAPİSHANEDE GECE SOHBETLERİ

Hatırlamadan olur mu,
hatırlamadan Damon'u, (*)
o zehir zıkkım geceleri,
o dikenli telleri,
duvara asılan adaleti,
çarmıha gerilen ayı,
parmaklığın demirinde?
Hatırlamadan olur mu,
hatırlamadan Damon'u,
hücrede sohbetimizi,
vururken yüzümüze
karanlığın soluğu?
İç çekerdik hani,
hatırlamadan olur mu,
yitik Damon'da
aşktan konuşuldu mu!
Nasıl kalkardık ayağa,
nasıl isyan ederdik
dinlerken soygunları
ve yağmaları.
Sığmazdık kabımıza
halk başkaldırdığı vakit
ve kurtulduğu vakit.

TEVFİK EL ZEYYAT / ACI ŞEKER

Senin yaranı çağırıyorum yardıma, senin ülser yaranı,
üstüne tuz serpilmiş yaranı,
ey benim Filistin'im,
cevap versene!

Yardıma çağırıyorum, bağırıyorum avaz avaz,
erit beni, erit beni yaranın içinde,
dök beni, serp beni!

Oğlunum ben senin,
bıçak altındaki boyun!

Tatlı esintisi altında yaşıyorum,
ereğin, gelecek günlerin.
Yaşıyorum
zeytinliklerimde, ormanlarda.

Yazıyorum eşkiyalar için
şiirlerin en şekerini.
Yazıyorum mutsuzlar için,
yoksullar için .
Batırıyorum kalemimi
nişan tahtasına yüreğimin,
batırıyorum damarlarıma.
Çelik duvarları kemiriyor,
ekim rüzgârlarını içiyorum,
yudum yudum.

Parçalıyorum şiirlerle,
bıçak gibi keskin,
parçalıyorum suratlarını
beni ezenlerin.

Sırtımdaki bu yük
bir gün çökertirse omuzlarımı,
atacağım sırtıma
kayalardan koparılmış
bir yüklük.

Ey Filistin!
Ağzına kadar
yeşil soluğumla dolu,
durmadan çalan
zurnam benim!

Şarkılarım,
çöllerde dikilmiş
kara çadırların
direği.
Ve raksımın tatlı iniltisi,
duyduğu özlem
kendi insanlarına
toprağın.
Orada.
Karşı kıyıda.



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

TEVFİK EL ZEYYAT / BÜYÜCÜLERİN ALEVLERİ

Ağır ağır.
Çekiyorum ışığı
sislerinden gecenin, karanlıklarından,
çekiyorum
ince iplikler gibi.
Sabır veriyorum düş limonluklarına,
sellerin fışkırdığı.
Kurutuyorum
bir göz yaşı mendiliyle
kardeşlerimin çığlığını.
Dikiyorum
en seçkinlerini bitkilerin
kızgın kumların ortasında,
dikiyorum
berduşlar için,
evsiz barksızlar için,
yurtsuzlar için,
mutluluğun, özgürlüğün ağacını
ve eşitliğin.
Bir gün eğer
yürüdüğüm yollarda gelirsem
kayalarla, dikenlerle burun buruna,
belki başım düşer,
ama yankım
devam eder yoluna.

TEVFİK EL ZEYYAT / ÇARMIHA GERİLMİŞ

Kardeşlerim benim!
Kardeşlerim benim!

Güller ve çiçeklerle, şekerler ve tatlılarla,
eksiksiz tüm aşkımla
bekliyorum.

Ben toprak, ben ay ışığı.
Ben çeşme, ben lâle, ben zeytin.
Susamış tarlalarla, yollarla
ve bağlarla.

TEVFİK EL ZEYYAT / DÖNÜŞ KÖPRÜSÜ

Kardeşlerim benim!
Kardeşlerim benim!

Kaşlarımla
döşeyeceğim dönüş yolunuzu.
Kaşlarımla.

Basacağım yaranızı yüreğime
bir damga gibi,
bağlayacağım dikenlerini yolunuzun
kirpiklerimle,
kirpiklerimle.

İBRAHİM TUKAN / GERİLLACI

Kurtulacak mı? Hiç sormayın.
Taşır canını avucunda,
o korkunç saati bekleye bekleye,
döndü sıkıntıdan yastık yüzü kefene.
İnsana nasıl acı vermez
onu böyle boynu bükük görmek.
Bir çarpıntı dolanırr durur
göğsünde ve karnında,
hep amaç uğruna.
Kim görebilir
kendi aleviyle yanan
gecenin kömürünü?
Cehennem geceye göçermiş
En büyüğünü ödevin.

Bekler bir kapı ardında
keserek soluğunu.
Ölüm bile korkar ondan.
Susun fırtınalar!
Utanın cesaretinden!

Gerillacı susar.
Bir konuşsa
fışkıracak boğazından
ateş ve kan.
Sövmeyin sessizliğini yüzüne vuranlara:
Cesaret dilsiz doğdu.
Dilinden tez davranır
zulüm görenin eli.
Kınamayın gerillacıyı.
Adaletin yolunu gördü o
kapkaranlık.
Gördü yıkıldığını
sevgili yurdunun.
Gökyüzünü gördü ve kara toprağı.
Düşmanlarını gördü
alkış tutarlarken acısına.
Uzun anlar geçti,
sonsuzluk kadar uzun.
Öldürdü öldürecek
umutsuzluk onu.
Ama bekledi sabırla kapının ardında,
ölümü bile korkuttu.

Susun fırtınalar!
Utanın cesaretinden!



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

İBRAHİM TUKAN / SİZLER

1905 yılında doğdu; 1942 yılında öldü. Fatva Tukan'ın ağabeysidir. Devrimci Filistin şiirinin öncülerindendir.

Kitabının adı:
Kapalı Kapının Önünde.







Sizlersiniz bağlı olanlar toprağa,
sizlersiniz dayanan
acıların bütün yüküne.
Sizlersiniz çalışanlar karıncalar gibi, sessiz sedasız.
Tanrı güçlü kollarınızı
her daim
kutsal kıla!
Bedeldir sizin bir konuşmanız
tam donatımlı bir orduya.
Sizin bir toplantınız
geri getirir bize
Emeviler zamanındaki
fetihlerin bütün şânını.
Kurtuluş haberleri işte
çalmakta kapılarımızı,
çiçekli bayramların kokusu
okşar burnumuzu.
Hepimizin tek bir isteği var:
Vatanın bir küçük parçası elinizde,
sıkı durun üstünde, sıkı durun,
tüm vatanı çaldıkları gibi çalmasınlar onu da!



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

SALİM JABRAN /

SALİM JABRAN


1938 yılında Hayfa'da doğdu. İşgâl altındaki Filistin'de yeni şiir akımının başlıca öncülerindendir. Hıristiyandır. Hayfa'da yayımlanan Al Gad dergisinin yöneticisidir. Şiiri önemli olmakla birlikte, işgal altında yaşadığı için, ünü fazla yaygınlaşmamıştır.

1970 yılında yayımlanmış ilk şiir kitabı Kalbin Sözcükleri, öğrenciliği sırasında yazdığı şiirleri kapsar.

1967' deki yedi günlük savaştan sonra yazdığı şiirleri Belirli Yurtsuz Şiirler adlı kitabında toplamıştır.

Öbür Filistinli şairler gibi hapse girmiş çıkmıştır.

SALİM JABRAN / ÇADIR KUŞAĞI

istersem gülümserim,
kolay ne var bundan.
Ama karanlığı kalacak gözlerimde
mezar çiçeklerinin,
bir yaşlı selvinin karanlığı kalacak,
alt üst olmuş yurdumun köylerinde,
acı sessizlikle kuşatılmış yurdumun köylerinde,
yıkıntılar arasında güçbela ayakta duran
bir yaşlı selvinin.

Hangi halkı parçalamıştır tarih,
parçaladığı kadar benim halkımı?
Halkım toprağından oldu benim
saçıldı dört bir yana halkım benim.
Daldı yurdum uykuya
iç çekişleri arkasında ufkun.
Bense burdayım,
gözlerim kapkara, zifir gibi,
çadırların karanlığını taşır gözlerim.
Çocuk dudakları değil bu dudaklar artık,
analarını çağıran dudaklar değil,
döndüler kuru bir ekmeğe,
çağırmazlar hiç kimseyi.

Siz orda barıştan dem vurun hâlâ,
ben burda durayım köksüz.
Ben burda boşluğa asılmış bir tavan.
Çadırlarda büyüyen bir kuşağım ben,
ben, çadırlarda çoğalan.

Bir daha kulak verin,
bir daha dinleyin beni:
Büyüyen ve çoğalan bir kuşağım
ben kara çadırlarda.
Kalsın sizin ekmeğiniz sofranızda.
Uyuyayım ben burda aç ve susuz.

Ama tarih dört açsın gözünü
bizim çadır kuşağına.




(Çev. : A. Kadir - Afşar Timuçin)

SALİM JABRAN / UTANÇ

Bileklerime kelepçe vururken
“Artık yazarsın şiirlerini!” diyen polise ...



Kelepçe vurdular bileklerime.
Güneş alnıma dayandı
batıya yönelmeden önce.
Baktım surat gene o surat.
gözler iki yılandı.
“Merhaba Salim!
Gene aramızdasın demek?
Nefret eder misin hâlâ Yahudilerden ?
Buralara ne zaman geldin?
Dir Hanna olayı mı yoksa?
Büyük deneylerden çıkar şiir dediğin.
Otur, mahpuslar için şiirler yaz sen de.”

Yazacağım elbette.
Taşıyacağım zincirlerimi.
Mahpuslara şiirler okuyacağım,
hani şu, bağıra bağıra söylediğim şiirleri
alanlarda, sokaklarda.
Bağlasın varsın ellerimi zincirler,
bir utanç duygusu yakacak vicdanları,
benim vicdanımı değil ama,
o zalim karanlığı yakacak.
seni ortalığa fırlatan o karanlığı,
seni,
pis uşak.


(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

SALİM JABRAN / YAFA'DAN ZAFER HABERİ

Alınca zafer haberini
cıgara dağıttın mahpuslara
ikişer paket.
Savaş şarkıları söyledin avaz avaz.
Başladın zincirlerinle, gardiyanlarınla alaya.

Halkımdır görünen parmaklıklar ardından.
Kükreyen dalgalarıyla çalkalanan okyanus.
Işıltılı yüzünü öperim. ey kızıl Yafa!

Ey, birbiri ardından gelen kutlu haberler!
Daha ilk hasattır bu.

Tarlaların olgun başaklarla tıklım tıklım.
Kalk, halkım, kalk!



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

SALİM JABRAN / ASILMIŞ ADAM

(Bazı İsrail panayırlarında yeni bir çeşit
oyuncaklar satılıyor... Asılmış bir Arap.)



Asılmış bir adam.
Çocuklara en güzel oyuncak
çarşıda pazarda satılan.

Ama satılmıyor artık,
boşuna aramayın onu.
Söyleyin çocuklara,
tükeneli epey oldu.

Ey, nazi kamplarında
ölenlerin ruhları!
Berlinli bir Yahudi değil
bu asılmış adam,
benim halkımdan
bu asılmış adam,
benim gibi Arap.
Asanlar kardeşleriniz!
Yanlış söyledim,
afedersiniz,
onu nazi subayları
astılar Sion'da.

Ey, nazi kamplarında
ölenlerin ruhları!
Bilmem nasıl anlatmalı!
Bilmem nasıl anlatmalı!



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

SALİM JABRAN / SÜRGÜN

Güneş sınır mınır tanımaz,
güneş aşar sınırları.
Ateş açmaz bir tek nöbetçi.

Öter bülbül sabah akşam.
Çeker deliksiz bir uyku
Yahudi kibutzlarının kuşları gibi.

Yolunu şaşırmış bir eşek
otlar keyifli keyifli
ateş hattında .
Ateş açmaz bir tek nöbetçi.

Bir de ben,
senin sürgün oğlun
- ey yurdumun toprağı -
ufuklarınla gözlerimin arası
upuzun,
bir aşılmaz duvar.



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)

SALİM JABRAN / SAFAD (*)

Ben miyim sana yabancı,
yoksa sen misin bana, ey Safad?
Evler ses eder:
"Merhaba! Merhaba!" içindekilerse:
"Çek arabanı! Çek arabanı!”

Neden dolaşırsın sokaklarda
aylak aylak,
neden,
ey Arap?
Neden selâmını almazlar
selâm verince sen onlara?
Anan babandı
bir vakitler oturanlar buralarda,
kardaşların,
hısım akraban.
Hepsi çekti gitti..
Kalmadı kimsecikler.

Ölüm marşıdır
dudaklarımızdan dökülen.
Kırılmış onurudur bir arslanın
gözlerimizde kalan.

Hoşça kal, Safad,
hoşça kal!



(Çev. A. Kadir - Süleyman Salom)