RSS

9 Kasım 2017 Perşembe

RAINER MARIA RILKE VE Malte Laurids Brigge'nin Notları

Özdemir İNCE
Malte ve Rilke


"Malte Laurids Brigge'nin Notları" üzerine


BİR dergi ile bir kitaptan söz edecektim. Değerli dostum Tahsin Yücel, sözünü etmek istediğim dergide (Sözcükler) sözünü etmek istediğim kitabı (Rainer Maria Rilke'nin "Malte Laurids Brigge'nin Notları") yazmış.

Sözcükler, iki ayda bir yayınlanan çok önemli bir edebiyat dergisi. Edebiyat severlere ve doğru Türkçe yandaşlarına hararetle salık veririm.


* * *

Tahsin Yücel, "Rainer Maria Rilke'nin 'Malte Laurids Brigge'nin Notları'nı nice yıllar sonra yeniden okuyorum. Daha üçüncü, dördüncü sayfada incecikten bir mutluluk doluyor içime, kendimi esenlik ve güzellik ortamında buluyorum. ’Bunda şaşılacak bir şey yok', diyorum içimden: ’Rilke'nin bu yapıtı daha önce de bayağı büyülemişti beni" diyor. Gerçekten "Büyük" bir romancı tarafından yazıldığı için son derece önemli bir değerlendirme. ("Malte"nin yeni basımı Can Yayınları tarafından yapıldı.)


Ancak, Tahsin Yücel'in mutluluk ve esenlik duygusu yalnızca Rilke'nin şair derinliğinden gelmiyor. Onun kadar önemli bir başka öğe var: Büyük şair Behçet Necatigil'in, metni bir çeviri başyapıtına dönüştüren Türkçe'si. Yunus Emre'ye, Karacaoğlan'a, dilimizin büyük şairlerine ulanan bir Türkçe...

Dostum Tahsin Yücel, ardından sözü, günümüz yazarlarının, gazetelerinin, televizyonlarının sefil ve kirli Türkçe'sine getiriyor.

* * *

Tahsin Yücel'in yazısı yayınlanmamış olsaydı... Yazımın bu giriş bölümü olmayacaktı. "Malte"nin Türk edebiyatının altın kuşağının kutsal kitabı olduğunu yazacaktım. Bu "Altın Kuşak" tanımı ilk kez kullanılıyor. 1930 doğumlu, yani 1930-1940 arasında doğmuş (bir-iki yıl inip çıkabilir) öykücülerimiz için kullanıyorum: Leyla Erbil, Füruzan, Bilge Karasu, Muzaffer Buyrukçu, Erdal Öz, Onat Kutlar, Demir Özlü, Ferit Edgü, Sevgi Soysal... Bu adlara biraz daha yaşlı Nezihe Meriç, Tarık Dursun K. ve Sevim Burak'ı da katabiliriz.

Çağdaş Türk şiirini nasıl 1910-1920 doğumlular kurduysa, çağdaş Türk düzyazısını da 1930 kuşağı kurdu.

Bu kuşağın Türkçe'si bir denek (mihenk) taşıdır. Üstelik bu kuşağı aşmış bir başka öykücü kuşağı da gelmedi. Bu kuşak Türkçe'yi Necatigil'in "Malte" çevirisinden çıkardı diyebiliriz.

* * *

"Malte" bizim kuşağın kızları için de geçilmesi gereken bir sınavdı. Sevgili adaylarımıza okusun diye "Malte"yi verirdik. Kızlar için birbirimize sorardık: "Malte'yi okudu mu?"

Traugott Fusch bendeki ilk baskı (1948) önsözünde, "Bu kitaba el atan ona karşı kayıtsız kalamayacaktır; kim olursa olsun bu kitabı tutan, tutuşur; çünkü şairin kanıyla yazılmış, çünkü ateş çemberinden geçmiştir" diye yazıyor. "Malte" bir anlatı, bir roman!"

Elli yıllık sevgilim Ülker'e, "Malte"yi şu yazıyla vermişim: "28 Aralık 1957'nin getirdiği mutluluklara 1958'den en güzel merhabalarımızla. 20.12.1957, Ankara"

Ülker sınavı geçmekle kalmadı, üstelik yarım yüzyıllık bereketli mimarım, öğretmenim oldu!Bir adam ölür ... Öldüğünü fark ettiğinde, Tanrı'nın elinde bir çanta ile kendisine yaklaştığını farkeder. Tanrı ile adam arasında şöyle bir konuşma geçer:




NOT:
Malte Laurids Brigge’nin Notları, kitabının tanıtımından…


'Dostoyevski düzeyinde düşünceler.'' Edmond Jaloux Rainer Maria Rilke' nin (1875 - 1926) ilk kez 1910 yılında iki cilt olarak yayımlanan bu romanı, içe dönük bir günce niteliğindedir. Kitabın baş kişisi, genç aydın Laurids Brigge, aslında Rilke'nin kendisidir. Tek başına ve çoğu kez hasta yaşayan Brigge, Paris'e gider, sefalet, korku, terkedilmişlik, Tanrı'yı arama gibi deneylerden geçer. Çoğu kez geçmişini düşünür. Bir bakıma yitirdiği kişileri gözünün önüne getirerek, yaşadığı akıl almaz olayları belleğinde canlandırarak, çocukluğunu bir kez daha yaşar. Önem verdiği edebiyatçıları ve tarihsel kişileri anar. Duyarlığı aşırı bilenmiştir. En ufak izlenim, bu duyarlığı harekete geçirir. O zaman da, eşsiz bir şiirsel atılımla varoluşa engin ve derin yorumlar getirir. Raslantıyla karşılaştığı bir kişiyi düşsel olarak izler, acılarını duyacak kadar onun kalıbına girer. Bazen en sıradan nesneler acıma duygusunu ve garip düşlerini harekete geçirir. Rilke'nin sayfalarında şiirle, çocuklukla, uykusuzlukla, korkuyla ilgili çok yerinde gözlemlere rastlanır. Ama kitabının ana sorunu ölümdür.



MALTE LAURİDS BRİGGE’NİN NOTLARI’NDAN BÖLÜMLER

Bazılarının sandığı gibi mısralar duyguların değil, yaşanmış deneylerin sonucudur. Tek bir mısra yazmak için birçok şehirleri, insanları ve nesneleri görmüş olmak, hayvanları tanımak, kuşların nasıl uçtuğunu duymak ve sabahları çiçeklerin açılırken nasıl titrediğini öğrenmek gerekir.

Bilinmez yerlerdeki yolları,beklenilmeyen karşılaşmaları ve uzun zamandır yaklaştığını sezdiğimiz ayrılışları, esrarı daha aydınlatılmamış olan çocukluk günlerini, size anlayamadığınız sevindirici bir haber verdikleri zaman kalplerini kırdığınız ana babaları, derin ve tehlikeli değişmelerle garip bir şekilde başlayan çocukluk hatalarını, kapalı odalarda geçen sessiz günleri,deniz kıyılarındaki sabahlamaları, denizin kendisini, denizleri, yükseklerde çağıldayan ve yıldızlarla uçuşan yolculuk gecelerini yeniden, yeniden yaşamak gerekir. Bunları bile yaşamak yetmez. Biri ötekine benzemeyen sayısız aşk gecelerini, doğum sancılarıyla kıvranan kadınların çığlıklarını, odalarından bir türlü çıkamayan süzülmüş lohusaları hatırlamak gerekir. Ama ayrıca, ölenlerin yanında bulunmak; pencereleri açılmış, içine gürültülerin dalga dalga dolduğu odalarda bir ölünün yanı başında oturmuş olmak gerekir. Anıların olması da yetmez. Pek çoksalar onları unutabilmek ve geri dönmelerini bekleyebilmek için büyük bir sabır gerekir. Çünkü sorun anılarda da değildir… Anılar ancak bizde kan haline geldikleri, bakış ve davranış oldukları, adlarını yitirdikleri, kendimizden ayırt edilmedikleri zaman; işte yalnız o zaman, pek seyrek bir anda, bir dizenin ilk kelimesi onların arasından doğuverir.

Rainer Maria RİLKE

(Türkçesi: Suut Kemal Yetkin)



MALTE LAURİDS BRİGGENİN NOTLARI’NDAN BÖLÜMLER


••• Ve şimdi bir de, bana hep böyle garip görünen bu hastalık. Eminim, bu hastalığa gereken önemi vermiyorlar. Başka hastalıkları nasıl gözde büyütüyorlarsa; belli nitelikleri yok bu hastalığın, yakaladığı insanın özelliklerine uyar. İnsanın ruhundan bir uyurgezer şaşmazlığıyla, kaybolmuş gibi gözüken en derin tehlikelerini bulup çıkarır; çok yakınına, en yakın saatine koyar onları. Okul çağında, zavallı, sert çocuk ellerinin aldatılmış sırdaşlığında, çaresiz günahları denemiş erkekler, kendilerini tekrar o günahları işlerken yakalarlar; yahut çocukken yendikleri bir hastalık teper yeniden, yahut kaybolmuş bir alışkanlık, yıllar önce yapmakta oldukları çekingen bir baş hareketi, gene ortaya çıkmıştır. Ve beliren şeyle birlikte, batık bir eşya çevresindeki ıslak yosunlar gibi, ona yapışık şaşkın anılar kargaşalığı baş kaldırır. Başka zamanlar hiç haberdar olmadığımız hayatlar yüze çıkar, gerçeklerin arasına karışır; biliyorum sandığınız geçmişi iter bir yana, yerine kendi geçer: çünkü yükselende dinlenmiş, dinç bir kuvvet vardır; her zaman var olansa, sık sık hatırlamalar sonucu yorgun düşmüştür.”

Türkçesi: Behçet Necatigil)


****


"… Hem bir ölüm ânının tanımlanmasını, cüzdanımızın derinlerinde, yıllar boyu taşımak ne demektir, şimdi iyi anlıyorum. Olağanüstü bir ölüm aramak gereksiz; bütün ölüm dakikalarında bambaşka bir şey var âdeta. Mesela, Felix Arvers’in nasıl öldüğünü kopya eden biri düşünülemez mi? Hastanedeydi. Sakin, sessiz, kendi halinde ölüyordu, ve rahibe, belki de Felix Arvers'in, olduğundan daha ilerde bulunduğunu sanıyordu. Yüksek sesle, falan filan şeyler, şurda burda gibilerden bir direktif verdi. Oldukça cahil bir rahibeydi bu; o anda kullanmak zorunda “koridor” kelimesini yazılı görmemişti ömründe; bu yüzden doğrusu öyle sanarak "kolidor" dedi. Arvers, o anda ölümü bir yana itti. Önce bunu aydınlatmayı gerekli görmüştü. Tam bir zihin açıklığı içinde, rahibeye, kelimenin "koridor" olduğunu açıkladı. Sonra öldü. Bir şairdi ve “yarım”dan, “yaklaşık” tan nefret ederdi; ya da gerçek için çırpınırdı sadece; ya da dünyanın bu kadar ihmal içinde gidişini, beraberine son izlenim olarak almak, onu rahatsız ediyordu. Burasını kestiremeyiz artık. Yalnız, bu bir ukalalık sanılmamalı. Sonra aynı töhmet, can çekişmelerinin kapalı gerginliğine şaşılacak şekilde sızan haber karşısında, ölüm döşeğinden fırlayıp bahçede kendisini henüz aşmış olanın ipini kesmeye güçbelâ yetişen Jean de Dieu için de geçerli olur. O da yalnız “gerçek” için çırpınıyordu.

(Türkçesi: Behçet Necatigil)



*****

Hiç yorum yok: