OSHO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
OSHO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2013 Pazar

Izdırabını Anlamaya Çalış

228. Gün (Izdırabını Anlamaya Çalış)

Bir şeyi anlamak zorundasın: Aydınlanmak acıdan kaçmak değil, acıyı anlamaktır, ıstırabını
anlamaktır, mutsuzluğunu anlamaktır; üstünü örtmek, bir şeyin yerini tutmak değildir ama, "Niçin mutsuzum, niçin çok fazla kaygı var, niçin çok fazla ıstırap var, içimde bunları yaratan nedenler nedir?" diye sorduğun derin bir kavrayıştır. Ve bu nedenleri net bir şekilde görebilmek onlardan özgürleşmek demektir.

Istırabına ilişkin bir kavrayış acıdan özgürleşmeyi getirir. Ve geride kalan şey aydınlanmadır.
Aydınlanma sana gelen bir şey değildir. O, acının ve mutsuzluğun ve ıstırabın ve kaygının
mükemmelen anlaşıldığı ve buharlaştığı zamandır çünkü artık sende var olmalarına gerek yoktur; bu hal aydınlanmadır. O ilk kez sana gerçek doyumu, gerçek saadeti, hakiki coşkunluğu getirecektir.

Ve ancak o zaman karşılaştırabilirsin. Önceden "doyum" olarak adlandırdığın şey doyum değildi. Önceden "mutluluk" olarak adlandırdığın şey mutluluk değildi. Fakat tam şu an onu karşılaştırabileceğin hiçbir şey yok. Bir kez aydınlanma sana gerçek olanı tattırdığında, tüm zevklerinin, tüm mutluluklarının, en basitinden, hayallerin yapıldığı şeyden yapıldığını; onların gerçek olmadığını göreceksin. Ve şimdi gelmiş olan şey sonsuza kadar gelmiştir.

Gerçeğin tanımı budur: Sana gelen ve asla seni bir daha terk etmeyen hoşnutluktur gerçek
hoşnutluk. Sana gelen ve tekrardan giden bir hoşnutluk ise hoşnutluk değildir, o sadece iki
mutsuzluk arasındaki boşluktur. Tıpkı bizim iki savaş arasındaki boşluğa "barış zamanı" dememiz gibi; o barış dolu bir zaman değildir, o sadece yeni bir savaş için hazırlıktır. Şayet savaş pozitif bir savaşsa, iki savaş arasındaki zaman bir negatif savaştır, bir soğuk savaştır. Alttan altta devam eder, sıcak bir savaşa hazırlanıyorsun.

Gelen ya da giden bir şey bir rüyadır. Bırak bu bir tanım olsun. Gelen ve asla gitmeyen bir şey ise gerçekliktir. Izdırabını anlamaya çalış. Onu yaşa, onun en derinine in, nedeni bul, niçin orada? Bırak anlayış senin meditasyonun olsun. Ve hoşnutluklarını da, mutluluklarını da anlamaya çalış ve onların yüzeyselliklerini göreceksin. Bir kez mutluluğunun yüzeysel ve ızdırabınınsa çok derin olduğunu anladığında - ve bu senin elindedir - tüm bilinçliliğinin tarzını değiştirebilirsin. Hoşnutluğun senin tüm varlığın haline dönüşebilir; hoşnutsuzluk için küçücük bir boşluk dahi kalmaz.

Sevgin hayatının kendisi haline gelir. Ve kalır. Zaman geçer ama edinmiş olduğun şey derinleşmeye devam eder. Daha çok ve daha çok çiçek ve daha çok ve daha çok şarkı doğar ondan. Bizim "aydınlanma" dediğimiz şey budur. Sözcük Doğuludur ama deneyimin Doğu ya da Batıyla hiç alakası yoktur.

OSHO – Coşku kitabından alıntıdır.



Renk Kodu: C: 27 M:100  Y: 0 K: 38

29 Kasım 2013 Cuma

Niye olduğun gibi yeterli değilsin?

219. Gün (Niye olduğun gibi yeterli değilsin? )

Chuang Tzu'dan bir hikâye:

Adamın biri kendi gölgesinden ve kendi adımlarından o kadar rahatsızmış ki, ikisini de hayatından çıkarmaya karar vermiş. Bunun için de bir yöntem bulmuş; onlardan kaçıp kurtulacakmış. Ayağa kalkıp tabana kuvvet koşmaya başlamış. Ama ayağını her yere vuruşunda, yerde bir adım daha oluyormuş ve gölgesi de hiç zorlanmadan onu takip etmekteymiş. Adam da yeterince hızlı koşmadığı için başaramadığına karar vermiş ve daha hızlı koşmaya başlamış; hiç durmadan koşmuş, koşmuş, en sonunda ölüp yere yığılmış. Bir gölgelikte dursa gölgesinin kaybolacağı, öylece orada otursa adımlarının da olmayacağı hiç aklına gelmemiş.


İnsan kendi karmaşasını, sırf kendini reddetmeye, suçlamaya, kabul etmemeye devam ettiği için kendisi yaratıyor. Bunu da bir dizi karmaşa, içsel kaos, sefalet izliyor. Niye kendini olduğun gibi kabul etmiyorsun? Yanlış olan ne? Bütün varoluş seni olduğun gibi kabul ediyor ama sen etmiyorsun. Ulaşmak istediğin bir ideal var. O ideal her zaman gelecekte - öyle olmak zorunda - hiçbir ideal şimdide olamaz. Ve gelecek de ortada yok daha doğmadı. Ama o ideal yüzünden sen gelecekte yaşıyorsun. Bu da sadece bir hayal... O ideal yüzünden şimdi burada yaşayamıyorsun. O ideal yüzünden kendini suçluyorsun. Bütün ideolojiler, bütün idealler suçlayıcıdır çünkü zihninde bir imaj yaratırlar. Ve sen kendini o imajla karşılaştırmaya devam ettiğin sürece bir şeylerin eksik olduğunu düşünürsün. Hiçbir şey eksik değil. Mükemmellik ne kadar mümkünse, sen de o kadar mükemmelsin. Bunu anlamaya çalış çünkü ancak o zaman Chuang Tzu'nun hikâyesini anlayabilirsin. Bu gelmiş geçmiş en güzel hikâyelerden biri ve insan zihninin mekanizmasının çok derinine iniyor. Niye zihninde idealler taşımaya devam ediyorsun? Niye olduğun gibi yeterli değilsin?

OSHO – Yakınlık kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 0 M: 31  Y: 100 K: 0

13 Kasım 2013 Çarşamba

Cesaret Nedir?

203. Gün (Cesaret Nedir?)

Başlangıçta korkak ile cesur insan arasında pek bir fark yoktur. Aradaki tek fark: Korkak korkularını dinler ve onları izler. Cesur ise korkularını bir kenara koyup, ileri adım atar. Cesur insan, bütün korkularına rağmen bilinmeyene adım atandır.
Cesaret, bütün korkulara rağmen bilinmeyene adım atmaktır. Cesaret korkusuzluk demek değildir. Korkusuzluk, sürekli cesur ve daha cesur olunca ortaya çıkar. Cesaretin en uç deneyimi korkusuzluktur. Korkusuzluk cesaretin sonsuz olduğu zaman ortaya çıkan güzel kokudur. Ama başlangıçta korkak ile cesur arasında pek bir fark yoktur. Tek fark: Korkak korkularına kulak verir ve onları izler. Ve cesur, onları bir kenara atıp ileri adım atar. Cesur insan, korkularına rağmen bilinmeyene adım atar. O, korkuyu bilir.

Korku oradadır. Kolomb gibi keşfedilmemiş denizlere açıldığın zaman, bir korku vardır, yoğun bir korku. Çünkü kimse ne olacağını bilemez. Güvenliğin kıyılarını terk ediyorsun. B i r anlamda hiçbir sıkıntın yoktu. E k s i k olan tek bir şey vardı: macera. Belirsizliğe adım atmak sana heyecan verir. Kalp tekrar atmaya başlar, tekrar canlanırsın; yaşadığını hissedersin. Varlığındaki her hücre canlanır. Çünkü bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmişsindir.
Bütün korkulara rağmen, bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmek cesarettir. Korkular oradadır. Ama eğer sen tekrar tekrar bu meydan okumayı kabullenirsen, yavaş yavaş o korkular kaybolur. Bilinmeyenin getirdiği o sonsuz keyfi yaşamak, bilenmeyen ile duymaya başladığın heyecan, seni güçlü yapar. Zekânı keskinleştirir.
Belirli bir bütünlüğe ulaşmanı sağlar. İlk kez hayatın bir sıkıntı değil, macera olduğunu hissetmeye başlarsın. Sonra yavaş yavaş korku kaybolur. O zaman sürekli macera peşinde koşmaya başlarsın.

Kısacası cesaret, bilinmeyen için bilineni riske etmektir; tanıdık olmayan için, tanıdık olanı; konforsuzluk için, konforlu olanı; bilinmeyen bir varış noktası için, herkesin bildiği göç yollarını terk etmek demektir.
İnsan başarıp başaramayacağını asla bilemez. Bu bir kumardır. Ama hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir.

OSHO – Cesaret adlı kitabından alıntıdır.

Renk Kodu: C: 2 M: 79  Y: 100 K: 38

30 Ekim 2013 Çarşamba

Kalbin Şiirselliği

189. Gün (Kalbin Şiirselliği)

Kafanın zekâsına zekâ bile denemez; o bilgili olmaktır. Kalbin zekâsı ise zekâdır, mevcut olan yegâne zekâdır. Kafa yalnızca bir toplayıcıdır. O her zaman eskidir, o asla yeni değildir, hiçbir zaman orijinal değildir. O belirli amaçlar için iyidir: Dosyalamak için mükemmeldir! Ve hayatta kişi buna gereksinim duyar; pek çok şeyin hatırlanması mecburidir. Zihin, kafa biyolojik bir bilgisayardır. Ona bilgi yüklemeye de devam edebilirsin ve ne zaman ihtiyaç duyarsan onu oradan çıkarabilirsin. O matematik için, hesap yapmak için iyidir, günü birlik hayat, ticaret hayatı için iyidir. Ama şayet bunun hayatın tümü olduğunu düşünüyorsan aptal olarak kalacaksın. Hiçbir zaman hissetmenin güzelliğini ve kalbin lütuflarını bilemeyeceksin. Sadece kalp aracılığıyla hayat bulan zarafeti, kalp aracılığıyla gelen Tanrısallığı bilmeyeceksin. Asla duayı bilmeyeceksin, asla şiirselliği bilmeyeceksin, asla sevgiyi bilmeyeceksin.

Kalbin zekâsı hayatında şiirselliği yaratır, adımlarına bir dans bahşeder, hayatını bir keyfe, bir kutlamaya, bir kahkahaya, bir şenliğe dönüştürür. Sana espri anlayışı verir. O sana sevme ve paylaşma kapasitesi verir. Gerçek hayat budur. Kafadan yaşanan hayat mekanik bir hayattır. Bir robota dönüşürsün; belki çok verimli olursun. Robotlar çok yararlıdır. Makineler, insandan daha verimlidir. Kafanla çok daha fazla kazanırsın ama daha çok yaşamazsın. Belki daha yüksek bir yaşam standardın olur ama hiç hayatın olmayacak.

Hayat kalbe aittir. Hayat sadece kalbin içinden yeşerir. Sevginin yeşerdiği, hayatın yeşerdiği, ruhun yeşerdiği toprak kalbe aittir. Güzel olan her şey, gerçekten değerli olan her şey, anlamlı, önemli olan her şey kalpten gelir. Kalp senin tam merkezindir, kafa ise sadece senin çeperindir. Kafada yaşamak merkezin hazinelerinin ve güzelliklerinin hiç farkına varmadan çeperde yaşamaktır. Çeperde yaşamak aptallıktır. Kafada yaşamak ahmaklıktır. Kalpte yaşayıp ne zaman gerekirse kafayı kullanmak zekâ ister. Fakat merkez, efendi varlığının tam merkezindedir. Efendi kalptir ve kafa ise sadece bir hizmetkârdır; zekâ budur. Kafa efendi haline gelip kalbi tamamen unuttuğu zaman ise bu aptallıktır.

OSHO - Zeka kitabından alıntıdır.

Renk Kodu: C: 20 M: 41  Y: 62 K: 13

25 Ekim 2013 Cuma

Masumiyet

184. Gün (Masumiyet)

Masumiyet zengindir, tamdır, saftır.

Cahillik yoksuldur, o bir dilencidir; şunu ister, bunu ister, bilgili olmak ister, saygın olmak ister, varlıklı olmak ister, güçlü olmak ister. Cahillik arzunun yolundan ilerler. Masumiyet bir arzusuzluk halidir. Ama her ikisinin de bilgisiz olması nedeniyle onların doğası hakkında kafalarımız karışmış olarak kaldık. Aynı olduklarını farz ettik.

Yaşama sanatındaki ilk basamak masumiyet ve cahillik arasındaki ayrımı anlamak olacaktır. Masumiyet desteklenmelidir, korunmalıdır çünkü çocuk en muhteşem hazineyi, hikmet sahibi kişilerin ancak çok çetin gayretler sonucu bulduğu hazineyi beraberinde getirmiştir. Hikmet sahipleri tekrardan çocuk olduklarını, yeniden doğduklarını söylemişlerdir. Hindistan'daki gerçek Brahman, gerçek bilen kendisini "dwj"—iki kez doğan olarak adlandırmıştır. Neden iki kez doğan?  İlk doğuma ne oldu? İkinci doğuma neden ihtiyaç var? Ve ikinci doğumda eline ne geçecek?

İkinci doğumda eline geçecek şey ilk doğumda sana sunulmuş olandır ama toplum, ebeveynler, onu çevreleyen insanlar hepsini parçaladı, yok etti. Her çocuk bilgiyle tıkıştırılır. Onun sadeliği bir şekilde ortadan kaldırılmak zorundadır çünkü sadelik bu rekabetçi dünyada ona yardımcı olmayacaktır. Çocuğun basitliği dünyaya onu sanki bir avanakmış gibi gösterecektir; onun sadeliği her şekilde sömürülecektir.

Toplumdan korkarak, kendi yarattığımız dünyadan korkarak tüm çocukları kurnaz, uyanık, bilgili yapmaya çalışırız; güçlülerin sınıfında olmalarını isteriz, güçsüzlerin ve mazlumların değil. Ve çocuk bir kez yanlış yönde gelişmeye başlarsa, bu yolda ilerlemeyi sürdürür; tüm hayatı bu yönde ilerler.

Hayatı ıskaladığını anladığın anda geri getirilmesi gereken ilk prensip masumiyettir. Bilgini bırak, felsefelerini bırak. Yeniden doğ, masum hale gel ve bu senin elindedir. Kendin tarafından bilinmeyen her şeyi, ödünç alınmış her şeyi, gelenekten, kültürden gelen her şeyi zihninden temizle. Başkaları —ebeveynlerin, öğretmenlerin, üniversitelerin— tarafından sana verilmiş olan her şeyden kurtul. Yeniden, bir kez daha basit ol, bir kez daha bir çocuk ol.

OSHO – Olgunluk kitabından alıntıdır.

Renk Kodu: C: 57 M: 87  Y: 0 K: 0



4 Ekim 2013 Cuma

Yaşam ve Ölüm Çarkı

163. Gün (Yaşam Ve Ölüm Çarkı)

Ezilenlerden misiniz?

 “ 'Mutluluk nedir? O, sana; senin bilinçlilik durumuna ya da bilinçsizliğine, uykuda mı yoksa uyanık mı olduğuna bağlıdır. Murphy’ nin meşhur bir özdeyişi vardır. Der ki, iki tip insan vardır: Biri sürekli insanlığı iki tipe ayırır ve diğeri de insanlığı hiç ayırmaz. Ben ilk tipe aidim: İnsanlık iki tipe ayrılabilir, uyuyanlar ve uyanmış olanlar. Ve elbette ikisinin arasındaki küçük bir grup...

Mutluluk, bilincinin neresinde olduğuna bağlıdır. Şayet uyuyorsan, o zaman zevk mutluluktur. Zevk duyu demektir, beden aracılığıyla elde edilemeyecek olanı bedenle elde etmeye çalışmaktır; bedeni onun yapamayacağı bir şeyi elde etmesi için zorlamaktır. İnsanlar her şekilde bedenleriyle mutluluğa ulaşmaya çalışıyor.

Beden sana sadece anlık zevkler verebilir ve her zevk aynı miktarda, aynı derecede acı ile dengelenir. Her zevk kendi zıddı tarafından takip edilir çünkü beden zıtlıkların dünyasında var olur. Tıpkı günün gece tarafından takip edilmesi ve hayatın ölüm tarafından takip edilmesi ve de ölümün hayat tarafından takip edilmesi gibi; bu bir kısırdöngü. Zevkin acı tarafından takip edilecek, acın zevk tarafından takip edilecek. Fakat sen asla huzur bulmayacaksın. Bir zevk hali içerisindeyken onu kaybedeceğin için korkacaksın ve bu korku seni zehirleyecek. Ve acının içinde kaybolmuşken elbette ıstırap çekiyor olacaksın ve onun dışına çıkmak için mümkün olan tüm gayretinle çabalayacaksın; sırf yeniden onun içine düşmek için.

Buda buna yaşam ve ölüm çarkı der. Bu çarkla birlikte, ona yapışarak döner dururuz ve tekerlek dönmeye devam eder. Bazen zevk yukarı gelir ve bazen de acı yukarı gelir ama biz bu iki kayanın arasında eziliriz.' ”

OSHO


Renk Kodu: C: 99 M: 13  Y: 0 K: 0


23 Eylül 2013 Pazartesi

Dayanılmaz Olan...

152. Gün (Dayanılmaz Olan)

Dün bir söz okudum Kafka’dan ve çok beğendim. Paylaşayım sizlerle.
“Dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış.” 

İnsanların o iğneli dilleri kalplerimize saplanmasın diye uzak duruyoruz. İnsanlar içlerinde kanayan yaralarının acısını başkalarını acıtarak azalttığı için onlarla olmayı tercih etmiyoruz. Bence korktuğumuz için değil bu uzak duruşun nedeni. Her yeni yarayı kendi başımıza onarmaya çalışmaktan yorulduğumuz için uzak duruyoruz. Ben öyle yapıyorum mesela. Laf arasında laf sokan biri ile karşılaştığımda hayatımdan çıkarıyorum. Anlıyorum ki başkasını iğneleyerek kendini onarıyor. Peki aldığım yarayı kim onaracak? Ben başkasını sözlerimle dövmeyi seçmediğime göre bu insanların da hayatımda yeri yok. Yaş ilerledikçe artık ruhum bu insanları yük olarak taşımak istemiyor. Bunun nedeni korku mu? Bence değil sadece insanlar arasında seçim yapıyoruz. Ruhunu seveni, seni sözüyle yaralamayanı kalbimize konuk ediyoruz... Bu kadar basit bir seçim işte…

Yakınlıkla ilgili Osho ustanın bir yazısına rastladım. Çok beğendim. Kendi düşüncelerimle bir bağlantısı olup olmadığını düşündüm. Yoksa yanlış mı düşünüyorum? Yoksa yanlış mı davranıyorum seçim yapmakta?

“Herkes yakınlıktan korkuyor; bunun farkında mısın, değil misin, o ayrı bir konu. Yakınlığın anlamı kendini bir yabancının önünde açığa vurmaktır. Ve hepimiz yabancıyız; kimse kimseyi tanımıyor. Kendimize bile yabancıyız çünkü kim olduğumuzu bilmiyoruz. Yakınlık seni bir yabancıyla yan yana getirir. Bütün savunmaları bırakman gerekir ancak o zaman mümkündür yakınlık. Ve korkuyorsun; eğer savunmaları, maskeleri bırakırsan kim bilir o yabancı sana ne yapacak? Bin bir türlü şey saklıyoruz; sadece başkalarından değil, kendimizden de. Çünkü her türlü baskı, çekingenlik ve tabuyla hasta düşmüş bir insanlık tarafından yetiştirildik.

Korkuyorsun; o yabancıyla aranda biraz savunma, biraz mesafe tutmak sana kendini daha güvenli hissettiriyor. Ya senin zaaflarını, kırılganlığını, incinebilirliğini sana karşı kullanırsa? O insanla otuz-kırk yıl birlikte yaşamış olsan bile fark etmiyor, yabancılık hiç kalkmıyor ortadan.
Herkes yakınlıktan korkuyor.

Bu karmaşık bir sorun, çünkü herkes yakınlık istiyor. Herkes yakınlık istiyor, aksi halde bu evrende yapayalnızsın; arkadaşsız, sevgilisiz, güvenip yaralarını açabileceğin hiç kimse olmadan. Yaralar da acıtmazlarsa asla iyileşmezler. Gizlendikçe daha tehlikeli olur, kansere dönüşürler.
Yakınlık temel bir ihtiyaç; herkes onun özlemini çekiyor.

Bir taraftan karşındaki insanın sana yakın olmasını, savunmaları bırakmasını, kırılganlığını ve yaralarını göstermesini, maskelerini ve sahte kimliğini bırakıp çıplak kalmasını istiyorsun. Öbür taraftan da yakınlıktan korkuyorsun; yakın olmak istiyorsun ama kendi savunmalarını bırakmıyorsun. Dostlar, sevgililer arasındaki çelişkilerden biri bu: Kimse savunmayı bırakıp çıplak ve içten olmak istemiyor, ama herkes yakınlık istiyor.”

OSHO – Yakınlık kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 0 M: 33  Y: 47 K: 0

15 Eylül 2013 Pazar

Gölge

144. Gün (Gölge)

Chuang Tzu'dan bir hikâye:
Adamın biri kendi gölgesinden ve kendi adımlarından o kadar rahatsızmış ki, ikisini de hayatından çıkarmaya karar vermiş. Bunun için de bir yöntem bulmuş; onlardan kaçıp kurtulacakmış. Ayağa kalkıp tabana kuvvet koşmaya başlamış. Ama ayağını her yere vuruşunda, yerde bir adım daha oluyormuş ve gölgesi de hiç zorlanmadan onu takip etmekteymiş.Adam da yeterince hızlı koşmadığı için başaramadığına karar vermiş ve daha hızlı koşmaya başlamış; hiç durmadan koşmuş koşmuş en sonunda ölüp yere yığılmış.
Bir gölgelikte dursa gölgesinin kaybolacağı, öylece orada otursa adımlarının da olmayacağı hiç aklına gelmemiş.

OSHO – Yakınlık kitabından alıntıdır.


Gerçekten de duygularımızla mücadele ediyoruz. İçimizden ağlamak geliyor ama ağlamamak için direniyoruz ve bu duygunun içimizde bir irine dönüşmesine neden oluyoruz. Bu yüzden içimizde akıtamadığımız onlarca irinle yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Oysa sadece o an sessizce ağlasak bu duygunun gelip geçmesine izin versek hiçbir sorun yaşanmayacak. Durmadan hissettiklerimizin tersi ile mücadele etmekteyiz. Bu yüzden hem kendimizi tanımaktan hem de ruhumuzun ihtiyacı olan zamanı ona vermekten uzaklaşıyoruz. Galiba bu konuda onu rahat bırakmak lazım…


Renk Kodu: C: 0 M: 50 Y: 18 K: 0

12 Eylül 2013 Perşembe

Tek Olmak

141. Gün (Tek Olmak)

Gerçekten yakın mıyız sevdiğimizle dostlar?






******
İki sevgili gerçekten birbirlerine açık olduklarında,
birbirlerinden korkmadıklarında, bir şey gizlemediklerinde bu yakınlıktır.
Diğerinin kızacağından ya da incineceğinden korkmadan
her şeyi söyleyebildiklerinde... Eğer bir sevgili diğerinin kızacağından
korkuyorsa, o zaman yakınlık yeterince derin değildir.
O zaman, bu bir tür anlaşmadır ve herhangi bir şeyle bozulabilir.
Ama iki sevgili gerçekten saklanacak bir şey olmadığını hissettiklerinde ve
her şey söylenebildiğinde; güven öyle bir derinliğe ulaşmıştır ki,
bir şey söylenmese de diğerinin anlayacağı bilinir.
O zaman, tek olmaya başlamışlardır.

OSHO - Yakınlık kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 87 M: 26 Y:0 K: 0


10 Eylül 2013 Salı

Büyük İskender ve Sannyasin

139. Gün (Büyük İskender ve Sannyasin)

Büyük İskender'in, Hindistan'da olduğu zamanlar Dandamis adında bir Sannyasin, bir mistik yaşıyormuş. Arkadaşları İskender'e Hindistan'a sefere çıkarken, dönüşte bir Sannyasin getirmesi söylemişler. Çünkü o nadir çiçek sadece Hindistan'da filizleniyormuş. "Dönüşte pek çok şey getireceksiniz ama lütfen Sannyasin 'i unutmayın, biz onun ne olduğunu görmek istiyoruz, Sannyasin'in ne olduğunu tam olarak bilmek istiyoruz" demişler.

Savaşlar ve mücadeleler yüzünden o kadar meşgulmüş ki, bunu neredeyse unutmuş. Geri dönerken, tam Hindistan sınırını terk etmek üzereyken birden aklına gelmiş. Hindistan'ın son köyünden ayrılmak üzereymiş. o yüzden askerlerine köye gidip, bu civarda bir Sannyasin olup olmadığını sormalarını istemiş. O sırada tesadüf eseri Damdamis köyde, nehir kıyısındaymış. İnsanlar "Tam vaktinde geldiniz. Birçok Sannyasin vardır; ama gerçek Sannyasin her zaman çok nadir bulunur. O şu anda burada. Gidip onu ziyaret eder, ders alabilirsiniz" demişler. İskender gülmüş. "Ben buraya ders almaya gelmedim. Askerlerim gidip onu alacak ve ben de onu ülkemin başkentine götüreceğim." demiş.

Köylüler " Bu o kadar kolay değil." diye yanıtlamış. İskender, kulaklarına inanamamış; ne tür bir zorluk olabilirdi? O, imparatorları, büyük kralları dize getirmişti. O yüzden bir dilenciyle, bir Sannyasiri’ e, nasıl bir zorluk yaşardı? Askerleri Damdamis'i görmeye gitti. Damdamis, nehrin kıyısında çırılçıplaktı. "Büyük İskender seni ülkesine davet ediyor. İhtiyacın olan her şey sana sunulacak. Kraliyet konuğu olacaksın" demişler. Çıplak fakir gülmüş ve: "Sen git ve ustana söyle; kendine büyük diyen bir insan büyük olamaz. Kimse beni bir yere götüremez. B i r Sannyasin bulut gibi hareket eder. Tam bir özgürlük içinde. Ben kimsenin kölesi değilim." demiş.

"İskender'i duymuş olmalısın; o çok tehlikeli bir adam. Eğer ona hayır dersen, bunu kabul etmez. Kafanı kestirir" demiş askerler. Sannyasin onlara: "Belki de en i y i s i sizin onu buraya getirmenizdir, o benim ne demek istediğimi anlayabilir." Demiş. İskender onu görmeye gitmek zorunda kalmış. Çünkü geri dönüp askerler ona şöyle demişti: "O çok eşsiz
bir adam. Sanki ışıldıyor. Etrafında bilinmeyenden kaynaklanan bir şey var. Çıplak, ama onun yanında çıplaklığı hissetmiyorsunuz, daha sonra hatırlıyorsunuz. O kadar güçlü ki , onun varlığında bütün dünyayı unutuyorsunuz. B i r çekiciliği var. Etrafını büyük bir dinginlik kuşatmış. Ve sanki çevresindeki her şey onun varlığından mutluluk alıyor. Görülmeye değer biri. Ancak gelecekte onu tehlikeler bekliyor. Çünkü zavallı adam kimsenin onu bir yere götüremeyeceğini, kimsenin kölesi olmadığını söylüyor." İskender, elinde kınından çıkmış kılıcıyla onu görmeye gitti. Damdamis güldü ve konuştu: "Kılıcını indir,
burada bir işe yaramaz. Onu kınına sok. Burada bir işe yaramaz; çünkü sadece bedenimi kesebilirsin. Ve ben onu uzun zaman önce geride bıraktım. Kılıcın beni kesemez, o yüzden onu indir; çocukluk etme." Söylenenlere göre, İskender hayatında i l k kez bir başkasının emrini yerine getirdi. Çünkü bu adamın huzurunda k im olduğunu bile unutmuştu. Kılıcını kınına soktu ve "Hayatımda bu kadar güzel bir adamla karşılaşmadım" dedi. Kampa geri dönünce, düşüncelerini anlattı. "Ölmeye hazır olan birini öldürmek çok zor. Onu öldürmek anlamsız. Savaşan birini öldürürsün; o zaman öldürmenin bir anlamı var. Ama ölmeye
hazır olan, işte kafam burada, onu kesebilirsin diyen bir adamı öldüremezsin."
Damdamis aslında şöyle demişti: " B u benim kafam. Onu kesebilirsin. Kafam düştüğü zaman, onu kumların üstüne düşerken göreceksin. Ben de aynı şeyi göreceğim. Çünkü ben bedenim değilim. Ben bir tanığım." İskender, bunu arkadaşlarına anlattı. Ve şöyle dedi: "Buraya getirebileceğim Sannyasiriler vardı, ancak onlar Sannyasin değildi. Sonra gerçekten eşsiz olan bir adamla karşılaştım ve siz doğru duymuşsunuz: B u çiçek gerçekten eşsiz. Ama kimse onu zorlayamıyor çünkü ölümden korkmuyor. B i r insan ölümden korkmadığı zaman, ona nasıl zorla bir şey yaptırabilirsiniz?"

Seni köle yapan şey kendi korkuların; senin korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Aslında başkalarını, onlar seni köle yapmadan köle yapmaya zorlayan güç senin kendi içindeki korkudur.
Korkusuz bir insan, ne kimseden korkar, ne de başkalarını korkutur. Korku tamamen ortadan kaybolur.

OSHO - Cesaret Kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 0 M: 87 Y: 58 K: 0

8 Eylül 2013 Pazar

Mistik ve Hırsız

137. Gün (Mistik ve Hırsız)

Bir hırsız bir mistiğin barakasına girmişti. Bir dolunay gecesiydi ve o yanlışlıkla girmişti; yoksa bir mistiğin evinde ne bulabilirsin ki? Hırsız bakınıyordu ve hiçbir şey olmadığını görüp şaşırdı. Ve ansızın elinde bir mumla gelen adamı gördü. "Karanlıkta ne arıyorsun? Neden beni uyandırmadın? Tam ön kapının yakınında uyuyordum ve sana tüm evi gösterebilirdim" dedi adam. Ve o kadar basit ve masum görünüyordu k i, sanki hiç kimsenin h ı r s ı z olabileceği aklına bile gelmiyormuş gibiydi. Böylesi bir masumiyet ve basitliğin karşısında hırsız, "Belki de benim bir hırsız olduğumu bilmiyorsunuzdur" dedi.

Mistik, " B u önemli değil, herkes bir şey olmak zorunda. Esas nokta şu k i, ben otuz yıldır evdeyim ve bir şey bulamadım, öyleyse hadi beraber arayalım! Ve şayet bir şey bulabilirsek ortak olabiliriz. Ben bu evde bir şey bulamadım; o bomboş" dedi. H ı r s ı z biraz korkmuştu; bu adam biraz garip görünüyordu! Ya çıldırmıştı... Kim bilir ne tür bir adamdı? Kaçmak istedi. Yanında önceki i k i evden getirmiş olduğu şeyleri evin dışında bırakmıştı.

Mistiğin sadece bir battaniyesi vardı —sahip olduğu tek şey buydu— ve soğuk bir geceydi, o yüzden hırsıza, " B u şekilde ayrılma, beni bu şekilde aşağılama; aksi taktirde gece yarısı evime gelmiş zavallı bir adamı eli boş gönderdiğim için kendimi hiç affedemeyeceğim. Bu battaniyeyi alıver. Ve böylesi i y i olacak; dışarıda hava soğuk. Ben evin içindeyim, burası daha ılık " dedi.Hırsızı battaniyeyle sardı. Hırsız aklını kaçırmak üzereydi! "Ne yapıyorsunuz? Ben bir hırsızım!" dedi.

Mistik, " B u önemli değil. Bu dünyada herkes b i r i s i olmak, bir şey yapmak zorunda. Belki sen çalıyorsun, bu önemli değil; meslek meslektir. Sen onu i y i yap yeter, seni kutsuyorum. Onu mükemmelen yap, yakalanma; yoksa başın derde girer" dedi. "Sen garipsin. Çıplaksın ve hiçbir şeyin yok..." dedi hırsız. Mistik, "Endişelenme çünkü ben de seninle geliyorum! Sadece battaniye beni bu evde tutuyordu; yoksa bu evde hiçbir şey yok ve battaniyeyi de sana verdim. Seninle geliyorum; beraber yaşayacağız! Ve anlaşılıyor ki senin pek çok şeyin var; bu i y i bir ortaklık. Ben her şeyimi sana verdim, sen bana birazcık verebilirsin; bu adil olur" dedi. H ı r s ı z buna inanamadı. Sadece bu yerden ve bu adamdan kaçmak istedi. "Hayır, seni götüremem. Benim karım var, çocuklarım var. Ve komşular evime çıplak bir adam götürürsem ne der?" dedi. "Bu doğru. Seni utanılacak bir duruma sokmayacağım. O zaman sen gidebilirsin, ben bu evde kalacağım" dedi mistik. Ve hırsız giderken mistik bağırdı, "Hey! Geri gel!" H ı r s ı z hiç bu kadar güçlü bir ses duymamıştı; tıpkı bir bıçak gibi çıkmıştı. Geri dönmek zorunda kalmıştı. Mistik, "Biraz nezaket öğren.

Sana battaniyeyi verdim ve sen bana teşekkür bile etmedin. O yüzden önce teşekkür et; bunun sana epey bir yardımı olur. İkincisi, içeri girerken kapıyı açtın... Dışarı çıkarken kapıyı kapa! Gecenin çok soğuk olduğunu göremiyor musun ve sana battaniyeyi verdiğimi ve çıplak olduğumu göremiyor musun? B i r h ı r s ı z olmanda bir şey yok ama davranışlar konusunda ben zor bir adamımdır. Bu tür davranışları kaldıramam. Teşekkür et!" dedi. H ı r s ı z , "Teşekkür ederim efendim" demek zorunda kaldı ve kapıyı kapatıp sıvıştı. Olanlara inanamadı! Tüm gece uyuyamadı. Tekrar tekrar hatırladı... Hiç bu kadar güçlü bir ses, böylesi bir kudret görmemişti. Ve adamın hiçbir şeyi yoktu!

Ertesi gün araştırdı ve onun eşsiz bir Usta olduğunu öğrendi. İ y i bir şey yapmamıştı; bu yoksul adama gitmek çok çirkindi, hiçbir şeyi yoktu. Ama o çok büyük bir ustaydı.
"Çok garip bir adam olduğunu kendi kendime bile anlıyorum. Hayatım boyunca en zengininden en fakirine kadar her türden, çeşit çeşit insanla temas kurdum ama hiç... Hatırlamak bile bedenimde bir ürperti oluşturuyor. Beni geri çağırdığında kaçıp gidemedim. Kesinlikle özgürdüm, eşyaları alıp koşarak uzaklaşabilirdim ama yapamadım. Onun sesinde beni geri doğru çeken bir şey vardı" dedi h ı r s ı z kendi kendine. Birkaç ay sonra h ı r s ı z yakalandı ve mahkemede hâkim ona sordu: " B u civarda seni tanıyan birisinin adını söyleyebilir misin?"

O da, "Evet, bir k i ş i beni tanıyor" dedi ve Ustanın adını söyledi. Hâkim de, "Bu yeterli; Ustayı çağırın. Onun tanıklığı on bin kişinin tanıklığına bedeldir. Onun senin hakkında söyleyeceği şeyler yargıda bulunmak için yeterli olacaktır" dedi. Hâkim Ustaya, " B u adamı tanıyor musunuz" diye sordu. "Tanımak mı? B i z ortağız! O benim arkadaşım, hatta bir seferinde gecenin bir yarısında beni ziyarete bile geldi. O kadar soğuktu ki ona battaniyemi verdim. Onu kullanıyor, görebilirsiniz. Bu battaniye tüm ülkede meşhurdur, herkes onun benim olduğunu b i l i r" dedi mistik. Hâkim, "O sizin arkadaşınız mı? Peki, o hırsızlık yapar mı?" diye sordu. Usta, "Asla! O hiçbir zaman çalamaz. O öylesine nazik bir adam k i, battaniyeyi ona verdiğimde bana, 'Teşekkür ederim efendim' dedi. Evden dışarı çıktığında sessizce kapıyı kapadı. O çok kibar, hoş bir adam" dedi.

Hâkim, "Eğer siz öyle diyorsanız, onun bir h ı r s ı z olduğunu söyleyen tüm tanıkların ifadeleri iptal oldu. O özgür" dedi. M i s t i k dışarı çıktı ve h ı r s ı z da onu takip etti.
Mistik, "Ne yapıyorsun? Neden benimle geliyorsun?" diye sordu. "Artık seni asla terk edemem. Beni arkadaşın olarak adlandırdın, bana ortağım dedin. Kimse bana hiçbir saygı göstermemişti. Benim nazik bir adam, hoş bir insan olduğumu söyleyen ilk kişisin Senin dizlerinin dibinde oturacağım ve senin gibi olmayı öğreneceğim. Bu olgunluğu, bu kudreti, bu direnci, bu her şeyi tamamen farklı bir şekilde görebilmeyi nereden edindin?" dedi, o da.

"O gece ne kadar kötü hissettiğimi biliyor musun? Gitmiştin; battaniyesiz uyumanın mümkün olmadığı kadar çok soğuktu. Pencerenin kenarında dolunayı seyrederek oturuyordum ve bir ş i i r yazdım: 'Yeterince zengin olsaydım, yoksul bir adamın evine karanlıkta gelip bir şeyler arayan bu zavallı adama şu mükemmel Ay'ı verirdim. Yeterince zengin olmuş olsaydım Ay'ı verirdim ama ben kendim de fakirim.' Sana şiiri göstereceğim, benimle gel.

Hırsızların bazı şeyleri öğrenmesi gerekir diyerek ağladım o gece. Benim gibi bir adama geleceklerinde en azından bir ya da iki gün önceden haber vermeliler ki, bu sayede bizler de onları elleri boş göndermeyeceğimiz bir şeyler ayarlayalım. Ve mahkemede beni hatırladığın iyi oldu; yoksa bu adamlar tehlikelidir, sana kötü davranabilirlerdi. O gece seninle birlikte gelmeyi ve ortak olmayı teklif ettim ama sen beni reddettin. Şimdi de sen benimle gelmek istiyorsun! B i r sorun yok, gelebilirsin; neyim varsa seninle paylaşacağım. Ama o maddi bir şey değil, o görünmez bir şey" diye yanıtladı mistik. Hırsız , "Bunu hissedebiliyorum; o görünmez bir şey. Ama sen benim hayatımı kurtardın ve hayatım senindir. Onunla ne yapmak istersen yap, ben onu heba edip duruyordum. Seni gördükçe, gözlerine baktıkça, bir şey kesin; beni tamamıyla dönüştürebilirsin. O geceden beridir sevdalandım" dedi. Olgunluk bana göre manevi bir olgudur.

R U H U N OLGUNLUĞU, İ Ç İ N D E K İ G Ö K Y Ü Z Ü N E DOKUNUYOR. B i r kez içindeki göğe yerleştin mi, bir yuva buldun mu, eylemlerinde ve davranışlarında muhteşem bir olgunluk yükselir. O zaman yaptığın her şeyde bir zarafet vardır. O zaman yaptığın her şeyin ta kendisi bir şiirdir. Şiiri yaşarsın; yürümen dans olur; sessizliğinse müziktir.

OSHO - Olgunluk kitabından alıntıdır.


Renk Kodu: C: 46 M: 100 Y: 0 K: 25

7 Eylül 2013 Cumartesi

Aşık Olmak

136. Gün (Aşık Olmak)


Aşk öğrenilemez. Aşk geliştirilemez. Geliştirilmiş aşk, aşk bile olmayacaktır. O gerçek bir gül olmayacaktır, o plastik bir çiçek olacaktır. Bir şeyi öğrendiğinde, bu onun dışardan gelen bir şey olduğu anlamına gelir o içsel bir gelişme değildir. Ve şayet aşk hakiki ve sahici olacaksa, o senin içsel gelişiminle olmak zorundadır. Aşk yegâne dindir, yegâne Tanrı’dır. Yaşanması, anlaşılması gereken yegâne gizemdir. Aşk anlaşıldığında sen tüm ermişleri ve dünyanın tüm mistiklerini anlamış olacaksın. O zor bir şey değildir. O senin kalp atışın ya da nefesin kadar basittir. O sana gelir, o sana toplum tarafından verilmez. Ve vurgulamak istediğim nokta budur: Aşk doğuştan gelir

OSHO


Renk Kodu: C: 50 M: 0 Y: 27 K: 0


4 Eylül 2013 Çarşamba

Ne Gelirse Gelsin İçine İşler

133. Gün (Ne Gelirse Gelsin İçine İşler)

Okudum ve sonunu çok beğendim…

Kendimizi başkalarından nasıl koruyacağımızı bilmiyoruz. Gergin biri yanından geçtiğinde, senin her yanına gerginlik okları fırlatmış oluyor. Bunları özellikle sana yönlendirdiğinden değil, sadece onları zaten etrafa saçıyor olduğundan. O bilinçli değil kimseye bunu bilerek yapmıyor. Bu yükten kurtulmazsa delirir. Onu üzerinden atmaya karar verdiğinden de değil, sadece taşıyor bu gerginliği... O kadar fazla ki, adam onu içinde taşıyamıyor ve gerginlik de taşıp durmaya devam ediyor. Biri yanından geçiyor ve sana bir şeyler atıyor. Açıksan ve koruyucu bir auran yoksa… Yalnız olduğunda bu iyi bir şeydir. Meditatif insanlarla çevrili olduğunda bu çok iyidir. Ama dünyada, piyasanın içinde, iş dünyasında olduğunda, etrafındakiler de meditatif değil, son derece gergin ve endişeli, akıllarında bin bir türlü şeyle gezinirken, onlardan bir şeyler kapmaya başlarsın. Savunmasızsındır. Bu yüzden ne gelirse gelsin içine işler…

OSHO


Galiba bu yüzden yüzümüzü başkalarına döndürmek yerine önce kendi içimize çevirmemiz lazım… Nelerin bizi yaraladığını bulup bunlar üzerine düşünmemiz ve gerekiyorsa bunların bize az hasar verecek hale getirmemiz gerekir. Kimi zamanlar olur ya buluttan nem kaparız. Eğer bu devamlılık arz eden bir durum olursa zannedersem oldukça zor zamanlar yaşamak kaçınılmaz olur. O yüzden öncelikli mücadelemiz kendimizle olmalı diye düşünüyorum. Kimseyi değiştirme hakkımız olmadığına göre kendimizi değiştirmekle başlamalıyız. Hayattan ne istediğimize eminsek, bizi yoracak insanlara hayır demeyi becerebiliyorsak inanıyorum ki tercih ettiğimiz hayatı yaşayacağız… Bu da bize huzur getirecek… Ve o zaman ne gelirse gelsin içimize işlemeyecek ve acıtmayacak...


Renk Kodu: C: 27 M: 100 Y: 85 K: 38