31 Aralık 2013 Salı

Özgürlüğümüz Dışında Hiçbir Şeyimiz Yok


251. (Özgürlüğümüz Dışında Hiçbir Şeyimiz Yok) 
Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş, tıpkı benimki gibi, hiçbir şeyiniz yok, hiçbir şeye sahip değilsiniz, hiçbir şey sizin malınız değil, özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir. ...

Özgürlüğümüz dışında hiçbir şeyimiz yok. Size kendi özgürlüğünüzden başka verecek bir şeyimiz yok. Bireyler arasında karşılıklı yardımlaşma dışında hiçbir yasamız yok, hükümetimiz yok, yalnızca özgür birlik ilkemiz var. Devletlerimiz, uluslarımız, başkanlarımız, başbakanlarımız, şeflerimiz, generallerimiz, patronlarımız, bankerlerimiz, mülk sahiplerimiz, ücretlerimiz, sadakalarımız, polislerimiz, askerlerimiz, savaşlarımız yok başka da pek fazla şeyimiz var sayılmaz. Biz paylaşırız, sahip olmayız varlıklı değiliz. Hiçbirimiz zengin değiliz, hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz. Eğer istediğiniz, aradığınız şey buysa o zaman ona eli boş gelmeniz gerektiğini söylüyorum, ona yalnız ve çıplak gelmeniz gerekiyor, tıpkı bir çocuğun dünyaya, geleceğine, hiçbir geçmişi olmadan, hiçbir malı mülkü olmadan, yaşamak için tümüyle başka insanlara dayanarak gelmesi gibi. Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrim'i satın alamazsınız. Devrim'i yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya sizdedir, ya da hiçbir yerde değildir.

Ursula K. Le GUIN, Mülksüzler Kitabından alıntıdır.

Renk Kodu: C: 75 M: 0 Y: 6 K: 0





30 Aralık 2013 Pazartesi

Salt Sevginin Huzuru

250. (Salt Sevginin Huzuru) 

Almitra konuştu, 
“bize sevgiden bahset” 
ve o müthiş sesiyle konuştu, 
sevgi sizi çağırınca onu takip edin, 
yolları sarp ve dik olsa da 
ve kanatları açıldığında bırakın kendinizi 
telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da 
ve sizinle konuştuğunda ona inanın 
kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, 
sesi tüm hayallerinizi darmadağan etse de... 
çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer 
sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de... 
en yükseklere uzanıp, güneşle titreşen en hassas dallarınızı okşasa da, 
köklerinize de inecek ve onları saracaktır, toprağa tutunmaya çalıştıklarında... 
mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker, çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; 
kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler... 
bembeyaz olana kadar öğütür sizi; esnekleşene kadar yoğurur; 
ve Tanrı’nın ilahi sofrasına ekmek olasınız diye, sizi kendi kutsal ateşine savurur... 
sevgi bütün bunları, kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar... 
ve bu biliş, hayatın kalbinin bir cüzzünü yaratır... 
ancak korkunun kıskacında, salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsınız. 
o zaman örtün çıplaklığınızı, ve sevginin harman yerine adım atın... 
adım atın, kahkahaların tümünün olmadığı, 
sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya, 
ve ağlayın ama tüm gözyaşlarınızla değil... 
sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini... 
hiçbir şey kabul etmez kendinde olandan gayrı... 
sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de... 
çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir tümüyle... 
sevdiğinizde “Tanrı benim kalbimde” yerine, 
şöyle deyin, “ben kalbindeyim Tanrı’nın” 
ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, 
çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda... 
sevgi bir şey istemez tamamlanmaktan başka... 
fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, 
bırakın bunlar sizinde arzularınız olsun... 
erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali... 
şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, kendi sevgi anlayışınla yaralanmak, 
ve kanamak, yine de istek ve coşkuyla... 
şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak, 
ve bir sevgi gününe daha teşekkürle uzanmak... 
sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, 
akşamın çöküşüyle de eve huzurla dönmek... 
ve uyumak kalbinde sevgiliye bir dua, 
ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...

Halil Cibran


Renk Kodu: C: 0 M: 51 Y: 66 K: 32

29 Aralık 2013 Pazar

Aşk Bir Hastalıktır.

249. (Aşk Bir Hastalıktır.) 
Hükümdar o gece rüyasında aşkı gördü. Rüyasında yine Bağdat Halifesi Harun Reşid idi, tebdili kıyafetle bu kez Espanbur şehri sokaklarında dolaşıyordu. Fakat, birden bire her yanını tedavisi mümkün olmayan bir kaşıntı sardı. Hemen Bağdat'taki sarayına döndü, dönerken altı fersahlık yol boyunca kaşım kaşım kaşındı ve saraya varır varmaz, eşek sütüyle yıkandı, gözde odalıklarına tüm vücudunu balla ovdurdu. Halâ çıldıracak gibi kaşınıyordu ve neredeyse ölecek hale gelene kadar vücuduna hacamat vurmalarına ve sülük yapıştırmalarına rağmen, hiçbir hekim derdine deva bulamadı.
Bu şarlatanları başından savan Harun Reşid gücüne kavuşunca, düşünüp taşındı, geçmek bilmez kaşıntıdan kurtulmanın tek çaresinin onu fark etmeyecek hale gelene kadar, başka şeylerle oyalanmak olduğuna karar verdi.

Kendisini güldürsünler diye ülkesinde ki en ünlü meddahları, zihninin sınırlarını zorlasınlar diye en bilgili âlimleri çağırttı. Şehvani rakkaseler arzularını uyandırıyor, maharetli odalıklar uyanan arzularını yatıştırıyorlardı. Fakat kaşıntısı hiçbir iyileşme alameti göstermeden, aynı şiddetiyle devam ediyordu. Kaşıntı illetini kökünden kazımak için Espanbur şehrini tecrit ettirerek bütün olukları ve su yollarını kaynar buharla temizletti, fakat kendisi gibi şiddetli kaşıntı marazından şikayet eden başka kimse yoktu. Başka bir gece yüzünü saklayarak Bağdat sokaklarında dolaşırken, üst kat pencerelerinden gelen bir ışığı fark etti ve başını kaldırınca bir mum aleviyle aydınlanan, yüzü altından yapılmışa benzeyen bir kadına gözü ilişti. Bir an için kaşıntısı tamamen geçti, fakat kadın o anda pencere kepenklerini kapatıp, mumu üfleyince kaşıntı geri döndü, şimdi eskisinden iki kat beterdi. Kaşıntısının tabiatı o anda Halife'ye malum oldu. Espanbur'da dolaşırken, aynı yüzün benzerinin bir an boyunca başka bir pencereden baktığını görmüş, kaşıntı ondan sonra başlamıştı. "Bulun onu " diye buyurdu vezire, "zira bana nazarı dokunan odur."
Muhafızlar yedi gün boyunca aradılar ama bulamadılar, sekizinci gün peçeli bir kadın kendiliğinden saraya geldi ve huzura kabul edilmeyi talep etti, Halife'nin acısını dindirebileceğini iddia ediyordu. Harun Reşid, huzura getirilmesini buyurdu. "Demek o cadı sensin!" diye haykırdı. "Ben o işlerden anlamam dedi" kadın, "fakat Espanbur sokaklarında dolaşan bir adamın yüzünü gördüğüm andan itibaren dur durak bilmeden kaşınıyorum. Istırabıma çare olur diye Bağdat'a taşındım, fakat ne çare. Sonra Bağdat Halife'sinin de kaşındığını, kaşıntısına neden olan kadını aradığını duydum ve bilmecenin cevabını buldum."
Bunları söyledikten sonra hiç çekinmeden yüzündeki örtüyü açtı ve onun suretini gören Halife'nin bir anda kaybolan kaşıntılarının yerini bambaşka bir his aldı. "Seninki de geçti mi" diye sorunca, kadın başıyla onayladı. "Artık kaşınmıyorum, ama yerine bambaşka bir şey hissediyorum."

"Bu da çaresiz bir hastalıktır" dedi Harun Reşid, "hiçbir adamın tedavi etmeye gücü yetmez."
Halife ellerini çırptı ve yakında evleneceğini ilan etti, hanımıyla birlikte sonsuza dek mutlu yaşadı, taki.. Günleri Yok Eden Ölüm çıkagelene dek…


Salman Rushdie/ Floransa Büyücüsü kitabından alıntıdır.

Formun Üstü
Formun Altı

Renk Kodu: C: 26 M: 75  Y: 11 K: 0



28 Aralık 2013 Cumartesi

Yedi İklim Dört Köşeyi Dolandım

248. (Yedi İklim Dört Köşeyi Dolandım ) 

Yedi iklim dört köşeyi dolandım 
Meğer dünya her tarafta bir imiş 
Ben dünyayı Al\'Osman\'ın sanırdım 
Meğer dünya yüz sultanlık yer imiş 




İrili ufaklı insan piç oldu 
Onlar doğdu geçinmesi güç oldu 
Altı Arap atı şahbaz niç\'oldu 
Mamur sandım yalan dünya çürümüş 

Okuduğun tutmaz oldu âlimler 
Kalktı da adalet arttı zulümler 
Terlemeden mal kazanan zalimler 
Can verirken soluması zor imiş 

Kulak verdim dört köşeyi dinledim 
Meğer gıybetimi eden çoğ imiş 
Çok yaşayıp mihnet ile ölmeden 
Az yaşayıp dem sürmesi yeğ imiş 

Dadaloğlu\'m der ki sözüm vasiyet 
Benim sözümü dinleyene nasihat 
Besmelesiz kazanılan piç evlat 
O da dünyada ziyankâr imiş. 


DADALOĞLU


Renk Kodu: C: 20 M: 30  Y: 65 K: 47





27 Aralık 2013 Cuma

Gökkuşağı

247. (Gökkuşağı) 
Dünyanın bütün renkleri bir gün bir araya toplanmışlar ve hangi rengin en önemli en özel olduğunu tartışmaya başlamışlar:
 
Yeşil demiş ki: “Elbette en önemli renk benim… Ben hayatın ve umudun
rengiyim… Çimenler, ağaçlar, yapraklar için seçilmişim.. Şöyle bir yeryüzüne bakin, her taraf benim rengimle kaplı...”

 
Mavi hemen atılmış: “Sen sadece yeryüzünün rengisin. Ya ben? Ben hem gökyüzünün hem denizin rengiyim. Gökyüzünün mavisi insanlara huzur verir ve huzur olmadan siz hiçbir ise yaramazsınız”
 
Sarı söz almış: “Siz dalga mı geçiyorsunuz?Ben bu dünyaya sıcaklık veren rengim... Güneşin rengiyim.. Ben olmazsam soğuktan donarsınız hepiniz”
 
Turuncu onun sözünü kesmiş: “Ya ben? Ben sağlık ve direncin rengiyim… İnsan yaşamı için gerekli vitaminler hep benim rengimde bulunur... Portakalı, havucu düşünün. Ben pek ortalarda görünen bir renk olmayabilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzel rengi veren de benim unutmayın”
 
Kırmızı daha fazla dayanamamış: “ Ben hepinizden üstünüm! Ben kan rengiyim! Kan olmadan hayat olur mu? Ben tehlike ve cesaretin rengiyim! Savaşın ve ateşin rengiyim! Aşkın ve tutkunun rengiyim! Bensiz bu dünya bomboş olurdu!!!”
 
Mor ayağa kalkmış: “Hepinizden üstün benim… Ben asalet ve gücün rengiyim. Bütün krallar, liderler beni seçmişlerdir… Ben otorite ve bilgeliğin rengiyim, insanlar beni sorgulamaz... Dinler ve itaat ederler”
 
Bütün renkler hep bir ağızdan kavgaya tutuşmuşlar... Her biri diğerini itip kakıyor “en büyük benim” diyormuş derken bir anda şimşekler çakmış ve yağmur damlacıkları gökten düşmeye başlamış... bütün renkler neye uğradıklarını şaşırmış korkuyla birbirlerine sarılmışlar..
 
Ve Yağmur’un sesi duyulmuş... “Sizi aptal renkler… Bu kavganızın anlamı ne? Bu üstünlük çabanız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz kendinize özelsiniz... Şimdi el ele tutusun ve bana gelin” Renkler bunun üzerine kendilerinden çok utanmışlar... El ele tutuşup birlikte gökyüzüne havalanmışlar ve bir yay seklini almışlar...
 
Yağmur onlara “Bundan böyle demiş. Her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü halinde gökyüzünden yeryüzüne uzanacaksınız ve insanlar sizi gördükçe huzur duyacaklar, güç bulacaklar... İnsanlara yarınlar için umut olacaksınız… Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size Gökkuşağı diyecekler.. Anlaştık mı?”
 
Bu yüzden ne zaman dünyamız yağmurla yıkansa, ardından gökyüzünde Gökkuşağı belirir...

Renk Kodu: C: 0 M: 81  Y: 100 K: 25



26 Aralık 2013 Perşembe

Haz ve Izdırap

246. (Haz ve Izdırap) 
Sonra bir kadın konuştu: 
'Bize haz ve ıztıraptan bahset.'

Ve o cevap verdi: 



'Hazzınız, ızdırabınızın maskesiz halidir.
Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu,
sık sık gözyaşlarınızla dolar.

Başka türlü olabilmesi mümkün müdür?
Izdırabın içinize kazıdığı alan ne kadar
derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.

Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında
yanan ayni kadeh değil midir?

Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce
bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir?

Kendinizi neşeli hissettiğinizde
kalbinizin derinliklerine inin.

Fark edeceksiniz ki, size bu sevinci veren,
daha önce üzülmenize neden olmuştu.

Üzgün olduğunuzda, tekrar kalbinize dönün.
Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan
bir şey için ağlıyorsunuz.

Bazılarınız, 'Haz, ızdıraptan daha anlamlıdır' der;
diğerleri ise, 'Hayır, ızdırap daha anlamlıdır'.

Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.

Onlar beraber gelirler.
Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken,
unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.

Gerçekte siz, hazzınızla ızdırabınız
arasında bir terazi konumundasınız.
Sadece bos olduğunuzda, hareketsiz
ve dengede kalabilirsiniz.

Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için
sizi kullandığında, haz ve ızdırap kefeleriniz,
ister istemez, yükselip alçalacaktır.'
Halil Cibran 
Renk Kodu: C: 0 M: 51  Y: 66 K: 71



25 Aralık 2013 Çarşamba

Kış, Boza, Leblebi, Tarçın...

245. (Kış, Boza, Leblebi, Tarçın...) 
Sevgili dostlar kış gelirde boza keyfi yapılmadan geç gitmesine izin verilir mi? Elbette olmaz diye düşünmeden edemiyorum. Eeee hele bir de yıllarca okuduğunuz okulun bir sokak altında ülkenin en ünlü “VEFA BOZACISI” olursa… Dostlar, okuldaki arkadaşlarla toplanıp toplanıp tarihi bozacıya giderdik. Bugün gitmem mümkün olmasa da marketlerden aldığım boza ile kış keyfime devam edeyim diyorum.
Yerini tutar mı? Elbette tutmuyor ama Bodrum’dan ancak bu kadarını yapabiliyorum. Biraz bilgi topladım boza ile ilgili inşallah hoşunuza gider…
BOZACI
Boza, Mısır ve Kuzey Afrika sahilleriyle Akdenizli tüccar gemiciler aracılığıyla batıya, Hazar Denizi güneyinden doğuya, Asya içlerine ve Çin’e; İran ve Afganistan’a, Kafkaslar’ dan kuzeye, Volga havzasına doğru geniş bir coğrafyaya yayılır. İbn Battuta isimli Arap gezgini, 14. yüzyıl başlarında yazdığı seyahatnamesinde Türklerin bulunduğu Deşt-i Kıpçak bölgesini anlatırken Türklerin içtiği bir şıra olan bozayı anlatmaktadır.
"Tattığında ekşilik hissettiğim için hemen bıraktım. Yemekten çıktığım zaman bunun ne olduğunu araştırdım, anlattılar; Duki (düğ = ince bulgur) tanelerinden yapılan bir nebizdir bu. Onlar Hanefi mezhebindendir ve nebiz onlar nezdinde helaldir. Buralılar dukiden yapılmış bu nebize buza (boza) adını veriyorlar."
Evliya Çelebi 17. yüzyıl ortalarında İstanbul'da 300'den fazla bozacı dükkânının bulunduğunu, bu dükkânlarda 1100 kadar bozacının çalıştığını aktarmıştır. Osmanlı'da fazla mayalandırılarak, içine afyon katılan bozahanelerin, 19.yüzyıla doğru ortadan kalktığı biliniyor.

Boza özellikle kış aylarında tüketimi tercih edilen bir içecektir. Özellikle kışa denk gelen Ramazan aylarında tüketimi oldukça yüksektir. Boza, sokakta ve dükkânlarda bozacılar tarafından satılır. Eski yıllarda akşamları yeni hazırlanmış sıcak bozalar, sokaklarda bozacılar tarafından bağırılarak da satılırdı. 2000'li yılların başından itibaren ambalaj sanayiindeki gelişme ve hızlı tüketim alışkanlıklarına paralel olarak +8 C'de 25 gün dayanan bozalar marketlerde satışa sunulmuştur.

NOT: Yazıyı yazmaya karar verdiğimde eve gelmeden markete uğrayıp boza, leblebi, ve tarçın aldım. Yazarken canımın çekeceğini biliyordum.:)))) Herkese mutlu, sıcak ve ailesi ile birlikte geçen güzel kış akşamları diliyorum.


Renk Kodu: C: 35 M: 50  Y: 30 K: 0





Tarihi VEFA BOZACISI


24 Aralık 2013 Salı

Öğret O'na

244. (Öğret O'na) 
Zaman alacak biliyorum, fakat eğer öğretebilirsen O'na,
Kazanılan bir liranın, bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğret O'na ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt O'nu. Eğer yapabilirsen.
Sessiz kahkahaların gizemini öğret O'na.

Bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...

Eğer yapabilirsen, O'na kitapların mucizelerini öğret.

Fakat O'na sessiz zamanlarda tanı,
Gökyüzündeki kuşların, güneşin altındaki arıların ve yemyeşil yamaçtaki
çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceği..

Okulda hata yapmanın, hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret O'na...

O'na kendi fikirlerine inanmasını öğret.
Herkes O'na yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Tüm insanları dinlemesini öğret O'na,
Fakat tüm söylediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini,
Ve sadece iyi olanları almasını da öğret.

Eğer yapabilirsen, üzüldüğünde bile nasıl gülümseyeceğini öğret O'na...

Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

O'na kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,
Fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.

Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret O'na.

Ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa, dimdik dikilip savaşmasını öğret.

(Abraham Lincoln Tarafından Oğlunun Öğretmenine Yazılmış Mektup)

Renk Kodu: C: 62 M: 30  Y: 0 K: 0



23 Aralık 2013 Pazartesi

Kendim Ettim Kendim Buldum

243. (Kendim Ettim Kendim Buldum) 
Nasıl severim bu türküyü. Bir derin işler insanın içine… Önce okuyalım sonra da dinleyelim dostlar aziz usta Neşet Ertaş’ı…







Karadır şu bahtım kara
Sözüm kar etmiyor yara
Sen düşürdün beni dara
Eyvah eyvah eyvah ey

Kendim ettim kendim buldum
Gül gibi sarardım soldum
Eyvah eyvah eyvah ey

Bilmez yar derdimden bilmez
Akar gözyaşlarım silmez
Bir kere yüzüme gülmez
Eyvah eyvah eyvah ey


Neşet Ertaş


Bir de Cem Karaca'dan dinleyelim...

http://www.youtube.com/watch?v=TSFIkcbF0kM

Ben en çok Cansu Koç ve Murat Göğebakan'dan  dinlemeyi seviyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=YJxn3RVjw9Y

Renk Kodu: C: 87 M: 87  Y: 0 K: 0




22 Aralık 2013 Pazar

Hastalık Deyip Geçmeyelim

242. (Hastalık Deyip Geçmeyelim) 
Sevgili dostlar oldukça zor bir hafta sonu geçirdim. Hastalıkla boğuştum durdum. 18 saat aralıksız uyudum diyebilirim. Kafamı yastıktan kaldıramadım. Aldığım ilaçların yanı sıra bir sürü bitkisel çay içtim diyebilirim. Bitkisel çayları içmeyi çok seviyorum. İnternette biraz araştırma yaptım. Benim gibi bu kış aylarını zor geçiren arkadaşlarım olabileceğini düşünerek güzel bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim.  Bilgi kirliliğinin yaşandığı günümüzde yazının akademik bir çevreden açıklanmış olması güzel…


Gribe karşı doğal kalkan

Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tıbbi Bitkiler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yüksel Kan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kış çayı olarak kullanılan tıbbi ve aromatik bitkilerin; mevsim değişikliği ve soğuk kış günlerinde azalan vücut direncini güçlendirdiğini söyledi. Ancak bu bitkilerin gelişigüzel satın alınıp tüketilmemesi gerektiğini vurgulayan Kan, doğru özellikteki bitkinin tercih edilmesi için bazı noktalara dikkat edilmesini önerdi.

''BU YILIN HASADI OLMALI''
Eczane ya da aktarlardan alınan bitkilerin üzerinde, öncelikle, ''bitki ismi ve üretici sertifikası'' bilgilerinin yer almasına dikkat edilmesini isteyen Kan, şunları kaydetti:
''Kış çayı olarak kullanılacak bitki, mutlaka bu yılın hasadı olmalı... İkinci yılında da kullanılabilir ancak hasadının üzerinden 2'den fazla yıl geçmiş olan bitkiler tüketilmemelidir. Çünkü, hasadının üzerinden 2 yıldan fazla geçmiş olan tıbbi ve aromatik bitkiler özelliğini kaybeder. Ayrıca, yanlış şekilde kurutulmuş bitkilerde aflatoksin üremektedir. Bu nedenle kış çaylarında usulüne uygun kurutulmuş bitkiler kullanmak çok önemli. Aflatoksinli bitki çayları ciddi sağlık riskleri oluşturabilir. Grip ve nezle gibi kışın sık görülen hastalıklara karşı vücut direncini artırmak için ekinezya, tıbbi nane, melisa, adaçayı ve dağ çayı öneriyoruz. Bu bitkiler tek başlarına olduğu gibi birbirleriyle karıştırılarak da tüketilebilir. Düzenli olarak sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde 3 çay bardağı tüketilmesi idealdir.''



KAYNATMAYIN, DEMLEYİN!
Doç. Dr. Yüksel Kan, kış çaylarının demleme şeklinin de itina istediğini belirterek, ''Bu bitkiler, tıpkı siyah çay demler gibi demlenmelidir. Yani bitki, kaynama işlemi bitmiş suyun içine bırakılmalıdır. Kaynatmak ise kesinlikle yanlıştır. Sıcak suyun içine atılıp 3-5 dakika bekletilen bitki, daha sonra demleme kabından süzülerek alınmalıdır'' dedi.
Kış çaylarının, ümmin sistemini geliştirerek grip ve benzeri hastalıklara sebep olan mikroplara karşı vücudu koruduğunu aktaran Kan, bu çayların vücuda çeşitli şekillerde alınan toksiklerin de atılmasını sağladığını sözlerine ekledi.”


Yazının alındığı adres:



Renk Kodu: C: 0 M: 69  Y: 43 K: 13




21 Aralık 2013 Cumartesi

Mevlana Dokunuyor Yine Yüreğimize

241. (Mevlana Dokunuyor Yine Yüreğimize) 

Çok söze gerek yok. Bir cümleye sığdırmış dünyaları...
Renk Kodu: C: 0 M: 50  Y: 30 K: 0








20 Aralık 2013 Cuma

Küçük Prens

240. (Küçük Prens) 

Kitabın en sevdiğim ve okurken yüreğimi sızlatan bölümü…




"-Sizin orada insanlar, dedi Küçük Prens , 
bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar;
ama yine de aradıklarını bulamıyorlar.
-Doğru, bulamıyorlar, dedim.
-Aslında aradıkları tek bir gül de 
ya da bir damla suda bulunabilir.
-Evet, haklısın, dedim.
-Ama kördür gözler. 
İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçekleri görebilir..."

Antonie de Saint- EXUPERY, Küçük Prens’den alıntıdır.
Renk Kodu: C: 36 M: 80  Y: 40 K: 0




19 Aralık 2013 Perşembe

Eğer Aşıksan

239. (Eğer Aşıksan) 

Unutamadığım kitaplardan biridir. Herkesin mutlaka okuması gerektiğini düşünüyorum.
“Eğer aşıksan ve sevdiğin kişiden telefon bekliyorsan, belki bütün akşam boyunca onun aramadığını işitirsin. Her an farkına vardığın şey telefonun çalmadığıdır.

Onu istasyonda karşılayacaksan ve perondaki yığınla insan arasında bir türlü göremiyorsan, o zaman bütün o insanları da görmezsin bile. Senin için hiç bir önem taşımazlar, sadece rahatsız ederler. Hatta çirkin ve tiksindirici bulabilirsin onları. Öyle her tarafı kaplarlar boşuna. Tek bildiğin onun ortalıkta görünmediğidir.”

Jostein Gaarder,  Sofi'nin Dünyası kitabından alıntıdır.
Renk Kodu: C: 63 M: 0  Y: 100 K: 0


18 Aralık 2013 Çarşamba

Kimse Kendi Yüreğinden Kaçamaz

238. (Kimse Kendi Yüreğinden Kaçamaz.) 

-Öyleyse neden yüreğimi dinlemek zorundayım?
-Çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın. Hatta onu dinlemiyormuş gibi yapsan da o gene oradır, göğsündedir; hayat ve dünya hakkında ne düşündüğünü sana tekrarlamayı sürdürecektir.
-Bir hain olsa da mı?
-İhanet, senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini dinleyecek olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece, kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana.
Paulo Coelho, Simyacı’dan alıntıdır.
Renk Kodu: C: 0 M: 77  Y: 100 K: 13