27 Temmuz 2010 Salı

Komadaki Sevgilim uyansa da bir uyanmasa da...

"Yiyemeyeceğin boku kaşıklama" diye bir laf vardır, seviyeli blog'umuzun seviyesine bu pek seviyesiz girizgahla gölge düşürmek istemezdim ama Douglas Coupland'a tavsiyem bu. Neden ama neden olgunlaşamıyor bu Yeni Dünya yazarları? Kitabın eleştirisinden yine kıtanın eleştirisine kayma tehlikesi içindeyim, tutamıyorum kendimi. Kuzey Amerika, bu lafım sana: İşin gücün lafı sakız gibi çekip çekip uzatmak, kendince espiri saydığın absurd benzetmelerle bezemek, gerçek bir duygunun kıyısından dahi geçemeden eveleyip gevelemek, büyük beklentiler yaratıp hiçbirini tatmin edemeden mıymıy sönmek gitmek. Çok sevilen bir kitap vardır, bence Kuzey Amerika edebiyatının ve bütün bu saydıklarımın özeti: Parfümün Dansı. Tamam, çok ilginç başlayan, hoş bir hikaye. Ama ben yarısından itibaren fenalıklar geçirmeye başlamış ve o "en orijinal ben olucam" takıntısından kusma noktasına gelmiştim çoktan. Sanki tamamı kötü bir amerikan filmi türkçesiyle konuşuyordu kitabın: Hey dostum, yorgun görünüyorsun, kendine bir içki almak istemez misin?

Lafım çeviriye değil, yanlış anlaşılmasın, içeriğe. Bu kıtanın edebiyatında bana hiç uymayan, pek plastik ve pek yapay kaçan bir ton, bir tarz, bir bi şey var. Aha Douglas'ın sorunu da bu. Daha doğrusu onun bir sorunu yoktur herhalde de benim onunla sorunum bu. Hadi bu kitabı Vancouverlılar beğensin,  Connecticutlılar beğensin, ama Ege from Turkey nasıl beğensin? Kanadalı sıradan bir liseli genç olan Richard'ın kız arkadaşı geleceğe dair çok kötü şeyler gördüğünü mırıklanıp sonra da çat diye komaya girer ve 17 yıl mı ne komada kalır. Üstelik bu arada Richard'la ilk ve son sevişmelerinden bir de çocuğu olur. Sonraki chapter'lar boyunca, geride kalan sıradanötesi arkadaş grubunun tüketim kültürü, showbiz, alkol, uyuşturucu ve kendini bilmezlikle mücadelesini okuruz. Ama etkilenir miyiz bilmem. Sonra bütün dünya vatandaşlarını öldürüp bizimkileri sağ bırakan bir felaket olur ve bütün bunların neden ama neden olduğunu açıklar kitap. Orda artık küfür etmek isteriz. Paranormal soslu varoluşçu felsefe esanslı sevgi pıtırcıklanması şeklinde bir yemin edilmesiyle biter bu lüzumsuz eser. Dünya eski haline döner ve bizimkiler de bundan böyle duyarlı bireyler olacaklarına ve sistemi yıkacaklarına and içerler. Aferin, ne mutlu onlara.

Acaba diyorum bu Kuzey Amerikalılar sadece kötü eğitim sistemlerinin ve cehaletlerinin kurbanı mı, yoksa harbi harbi "düşünce romanı" yazmayı teenager bir buhran olarak mı yaşıyorlar hala? Hani yazarın gençliğine vereyim desem adamın epey sonraki bir kitabını da geçen yaz okumuştum: "All families are psychotic" Onun da bundan geri kalır yanı yoktu. Galiba o taraflardaki aile, sevgi, dostluk, fedakarlık gibi genel kavramların tanımlarıyla derdim var benim. Bütün bunların içini gerçek duygularla yeterince dolduramadıklarını düşündüğüm için en baba karakterler bile çok karton kalıyor gözümde. Sevgileri yapay, mutlulukları yapay, acıları yapay. En nihayetinde yersiz bir şaka patlatarak veya bir içki alarak bütün her şeyi unutmayı başarabiliyorlar. Kendi kendileriyle, kendi insanlıklarıyla bağlantıları kopmuş sanki. İnanmıyorum hiç bir şeylerine. İnanmayınca empati duyamıyorum. Empati olmayınca da edebiyat bitiyor benim için.

Eser: Komadaki Sevgilim
Yazar: Douglas Coupland
Çeviri: Zeynep Akkuş
Yayınevi: Parantez
262 Sayfa

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Gökyüzünden dev bir pasta gelseydi...

İtalyan çocuk edebiyatının babası Gianni Rodari'den muhteşem bir çocuk romanı! Zaten isim süper: Gökyüzünden Gelen Pasta. 30 yaşında olmama rağmen hemen tavlandım, atlayıp aldım. 2 günde de bitirdim. Uzun zamandır okuduğum en "gerçek" çocuk kitabı. Şöyle ki yeni çocuk edebiyatında (ve tabi yeni pedagojik gidişatta) çocuklara gösterilen -bence- gerçekdışı hürmet ve nezaketten eser yok içinde. Annelerin söz dinlemeyen çocuklarına tokadı bastığı, babaların bağırıp çağırdığı ve çocukların altı delik spor ayakkabılarla kırda bayırda koşup oynayarak gerçekten çocuk olduğu bir hikaye Gökyüzünden Gelen Pasta. Bu bakımdan biraz daha bizim jenerasyona hitap eden bir kitap bence.

Hikaye, Roma'nın Trullo mahallesinin tepesinde bir sabah vakti peydah olan tuhaf bir "uzay gemisiyle" başlıyor. Marslıların saldırmak üzere olduğuna inanan devlet büyükleri hemen acil durum alarmı veriyor. Kimse evinden çıkamıyor. Elbette kahramanlarımız Paolo ve Rita kardeşler dışında! Paolo uzay gemisi teorisine inansa da Rita bunun bal gibi de pasta olduğundan emin. İddiaya girip birlikte Trullo'nun en yüksek tepesine, pasta-gemiyi kontrol etmeye gidiyorlar. Hatta yanına gitmekle kalmayıp içine bile giriyorlar ve olaylar gelişiyor.

Kitabın bize tanıdık gelecek bir diğer noktası da devlet büyüklerinin otoriter, paranoyak ve beceriksiz tabiatları. Her sorunun bir kriz masasıyla daha da büyütülerek ölçüsüz tepkilerin geliştirilmesine vesile olması. Bir çocuk romanı olmakla birlikte, politikanın ve bilimin araçsal akla teslim oluşunu çok iyi anlatıyor Gökyüzünden Gelen Pasta. Bir meselesi var yani. Bu bakımdan da suya sabuna dokunmayan çocuk romanlarından hemen ayrılıyor.

Kardeşlere, kuzenlere, yeğenlere mutlaka alınması gereken bir eser.


Gökyüzünden Gelen Pasta
Yazar: Gianni Rodari
Çeviren Eren Cendey
Yayınevi: Can / Çocuk
104 sayfa
7 TL

Ayrıca 1970 Andersen ödülü sahibi...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Kocanızı Afrika Usulü Nasıl Pişirirsiniz?

Bu ilginç isme ve yazarı Afrika kökenli Calixthe Beyala'nın Fransız Akademisi roman ödülü sahibi olmasına rağmen Kabalcı'nın 1 TL'lik kitaplar bölümünden almış Mehmet bunu zamanında. Ben de isme vurulup okudum. Romanın kahramanı Aissatou, kendini "beyaz bir zenci" olarak tanımlayan genç bir zenci kadın. Ama beyaz, çünkü ırkının kadını değil, kuru kemçik Avrupalı kadınlar gibi çok zayıf kalmaya çalışarak çekici olduğunu düşünüyor. Kilo alırım korkusuyla geleneksel yemeklerin yanından bile geçmiyor. Beyaz adamlarla başarısız ilişkiler yaşıyor ve vücudu gibi kuru bir hayatı var. Ta ki üst komşusu Bay Bolobolo'ya abayı yakıncaya kadar.

Aissatou gibi zenci olan Bolobolo, manyak anasıyla birlikte yaşayan, çapkın bir adam. Aissatou kızımız adamı tavlama derdine düşüyor ve annesinden yaptığı Afrika bilgeliği taşıyan quote'lar doğrultusunda kendini ve hayat algısını baştan aşağı yeniliyor. Bu arada yol göstersin diye ziyaret ettiği yaşlı Afrikalı büyücü ise "Aşırı zayıfsın" diyor, "Bu halde kimse sana aşık olamaz. Ah bugünün kızları yemek yapmayı bile bilmezler! Bunun için kadın olmak gerek!" Kızımız böylece önce insan gibi yemek yemeğe başlıyor - tabi Afrikalı insan, yani timsah, kirpi, yılan filan da serbest- sonra haliyle daha kadınsı ve çekici hale geliyor. Pişirdiği envai çeşit geleneksel yemeğin kokusu apartmanı sarınca da Bay Bolobolo tarafından nihayet farkediliyor. Sonrası zaten asıl dert.

Aissatou'nun annesi kitabın gizli kahramanı, eski tip kadınlığın feriştahı:
"Bir insanın tek zenginliği yaşamdaki küçük zevklerdir: yemek, içmek ve sevişmektir. Gerisi boştur."
"Üzüntüyü işe yaramaz hale getirmelisin, çünkü o, bedelini ödeyemeyeceğin bir lükstür."
"Kadının yaşamında evliliği kocadan daha çok sevdiği bir an gelir."
"Bir erkeğin başka bir kadını sevmesini, hiçbir kadın asla engelleyemez" ve benzeri laflarla hem kızının hem de bizim kalbimizde müstesna bir yer ediniyor. Kadın gibi kadın olmanın inceliklerine dair hoş ipuçları, ilişkilere dair hem hayalperest hem gerçekçi yaklaşımı ve bölüm aralarına serpiştirilmiş geleneksel Afrika yemek tarifleriyle, kitap lezzetli bir hikaye sunuyor.

Ama bütün bunlara rağmen yine de 1 TL'likler rafında olmasının bir sebebi var elbette. Yazarın sıradışı olmak adına öylesine kopuk kopuk bir dili var ki, hikaye yer yer korkunç yorucu bir hal alıyor. Zaten konun hoş, karakterlerin bomba, yemek tariflerin ilginç, e daha ne kastırıyon be Calixthe Abla?

Ah bu üslup sorunları...


Kocanızı Afrika Usulü Nasıl Pişirirsiniz / Calixthe Beyala
Çeviren: Sevgi Tamgüç
İstiklal Kitabevi
152 sayfa

21 Haziran 2010 Pazartesi

Sarı Köpek / Georges Simenon

Yıllaaar yıllar önce, Sait Faik'in çevirisiyle "Yaşamak Hırsı" adlı romanını okuyup mest olduğum Georges Simenon'dan ikinci kitabı okumak bu zamana kısmetmiş. Yaşamak Hırsı'ndaki suçlu, meşhur Kees Popinga, hala aklımdan çıkmayan derinlikte bir Simenon karakteridir. Bu derinlikten olsa gerek, Simenon'u kafamda oku-unut ucuz polisiye yazarı kategorisine koymamışım hiç. Simenon, anlı şanlı, gerilimin hakkını veren bir polisiye yazarı. Sarı Köpek de aynı dehanın bir ürünü.

Her şeyden önce bu bir Komiser Maigret romanı. Piposu ve kendine özgü yöntemleriyle polisiye dünyasının en nevi şahsına münhasır karakterlerinden biri olan Maigret, Sarı Köpek'te de yanına verilen toy müfettişe tek laf etmeden pek çok ders vermeyi başarıyor. Kendi halindeki fransız kasabasına korku salan cinayet girişimlerini adım adım çözüyor ve elbette hepimiz sağ beklerken sol vuruyor.

Polisiye merakım ortaokulda kaldı. Güncel polisiyeleri takip etmiyorum. Ama bu janrın babalarından biri olarak Simenon'u herkese tavsiye ederim. Polisiye klasiği diye bir kategori varsa oraya altın harflerle yazılası bir isim Simenon.

Merak edenler Simenon'un yazarlığı hakkında ilginç bir yazı için şuraya buyursun.
Müessesemizin ikramı :)

eser: Sarı Köpek
yazar: Georges Simenon
yayınevi: Metis Polisiye
çeviri: Şadan Karadeniz
sayfa sayısı: 120

18 Haziran 2010 Cuma

Melissa P. Vakası

Meröp birkaç zaman önce konuya değinmişti ama ben bu kitabı daha yeni okudum ve üzerine 2 çift laf etmeden geçmek istemedim. Artık popüler günleri geride kaldığı için D&R'dan 3 kuruşa alınabiliyor Yatmadan önce 100 fırça Darbesi. 2 günde de okunuyor ve ister inanın ister inanmayın az önce bahsettiğim Richard Bach'tan kat be kat daha edebi. Bir kere çok akıcı. Kızın yazmaya doğal bir yeteneği olduğu ortada. Gereksiz tasvirlere girmiyor, hatta gerekli olduğu zaman bile o kadar az giriyor ki kitap böylece porno kategorisinden diskalifiye oluyor. Neden yayınlandığında o kadar olay yaratmış, anlamadım. Aynı kitabı yazan bir erkek olsa esamesi okunmazdı. Erkeklerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan bir kadın, sadece bir erkeğin hayalgücünde meşru kabul ediliyor sanırım. Hele de kızımızın yaşı küçükse o ancak bir fantezi nesnesi olabilir. Heyhat a dostlar, devir değişti. Artık el kadar kızlar çatır çatır yazıyor ne hayal ettiyse / yaşadıysa.

Bence Melissa P. kanı kaynayan milyonlarca ergenden biri sadece. Hormonlar fazla, aile ilgisi ve iletişimi de az olunca, kişilik ve özdeğer sorunlarıyla cebelleşen Melissa kızımız kendini sekse veriyor. İmkanı olan herkesin yaptığını yapıyor aslında, sadece daha cesur davranıyor, epey daha ileri gidiyor kendi sınırlarında. Ayrıca sırf grup seks yapıyor diye ruh hastası, seks kölesi mi diyelim yani kızcağıza? Kocasının / erkek arkadaşının gönlü olsun diye istemediği birçok şeyi yapmaya razı olan kadınlar Melissa'dan daha mı ahlaklı? Üstelik kızın bu işlerin ucunda adamlardan en ufak bir çıkarı / beklentisi de yok. Ne yüzük peşinde, ne elbise, ne para-pul. Bağımsız bir insan. O bakımdan nice namus kumkuması kadından çok daha tutarlı ve ahlaklı buldum Melissa'yı. Sağa sola epey bi çarptı, kanadı, ama yıkılmadı, kimseyi kandırmadı, herkese dersini verdi gitti. Helal olsun.

Eser: Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi
Yazar: Melissa P.
Yayınevi: Okuyanus




Güvenlikten Kaçış: Biip Biip Biip!

Ehehe öyle bi kaçış değil, rahat olun. Zaten kaçan Richard Bach olunca en asil duygularla kaçıyor elbette. Bir martı gibi!

Olay şu: Richard Bach abi, küçük self'ine bir söz vermiş, yaşamı boyunca öğrendiklerini bir gün ona anlatacakmış. Kitap o önemli anın gelip çatmasıyla başlıyor, minik RB büyük RB'nin karşısında bitiveriyor, anlat bakalım babalık diyor bi nevi. Çanak çömlek patlıyor, apışıp kalan büyük RB başlıyor anlatmaya... Kitap yanımda olmadığından altını çizdiğim birkaç çarpıcı yeri şu anda buraya yazamıyorum. En kısa zamanda inşallah.

Bu kitaba dek sadece Martı adlı eserinden bildiğim bu abimiz, ruhaniyet basamaklarını ikişer üçer çıkmış, tekamüle ermiş bir insan. Böyle hafiften alaycı bir tonda yazıyorum ama sanmayın ki söylediklerinde doğruluk payı bulmuyorum. Güvenlikten Kaçış'ta da bir çok kayda değer tespit ve yönlendirme vardı. Kitabı bana hediye eden Meröp'çüğüme burdan kucak dolusu sevgiler!

Asıl olay şu: Transandantal okumalarım çok arttı ama allaha şükür ayaklarım hala yere basıyor, edebiyatla maneviyatın arasındaki farkları görebiliyorum: Bu tip eserlerdeki genel sorun, roman sanatının, abdala malum olan birtakım gerçeklerin biz henüz aymamış kitlelere aktarılması için kullanılmasında. Yani Güvenlikten Kaçış olsun, Martı olsun, bunlar edebiyatsa, pardon da, Suç ve Ceza ne o zaman? Güvenlikten Kaçış'a yakından baktığımız vakit ortada bi kurgu yok, gerilim yok, karakter derinliği yok, sadece ve ille de mesaj kaygısı... Hani Martı'dan ben de vakti zamanında etkilenmiştim ama 13 yaşındaydım. 30 yaşımda hala best of'um Martı olacaksa atsınlar zaten beni bu blog'dan.

Eserimiz: Güvenlikten Kaçış
Yazarımız: Richard Bach
Yayınevimiz: Epsilon Yayınevi

PS: Satış dışıymış bu arada, iyi mi! İsteyene bendeki kopyayı gönderebilirim.


13 Nisan 2010 Salı

Ali ile Ramazan

Perihan Mağden'i severim. Ama eski köşe yazılarından severim, daha önce kitabını okumamıştım hiç. Bu ilk oldu. Önce şunu söylemem gerek: Bu kadının dilini en çok eleştirenlerin, en hocaanım ve de yaratıcılıktan en nasiplenmemiş Türkçe'ye sahip olduklarına inanırım. Onlar hala annelerinin margarinini kullanadursunlar, dil tam da Perihan Mağden gibi insanlığa ve varoluş hallerine dair bi derdi olan, zeki yazarların kalemiyle şekillenmeye açık olmayacaksa hiç olmasın daha iyi. Hepimize TDK baksın, beynimizde değil ağaç, ot bile bitmesin, sen sağ ben selamet.

Ali ile Ramazan, bir üçüncü sayfa haberinin romana dökülmüş hali. Birkaç dakikada okuyup cıkcıkladığımız ve sayfayı çevirince unutmayı tercih ettiğimiz hayatların arkasına bakma, ordaki gerçek tutkuyu ve gerçek acıyı görme çabası. Bir oturuşta okunabilecek kadar sürükleyici, kalbinizi unufak edecek kadar acı ve bir o kadar da gerçek bir hikaye. Okurken iliklerinizde hissediyorsunuz kötülüğü, kadersizliği, çaresizliği ve aşkın yakıcı/yıkıcı gücünü. Türkiye'nin en çok kanayan yerleri bu kitapta. Dili bazılarına çok küfürlü gelebilir. Bana hiç rahatsızlık vermedi. Ali ile Ramazan olup payına düşenle başka türlü konuşmak mümkün olamazdı. Onlara sürekli çelme takan bu dünya bütün küfürleri de dibine kadar hakediyor zira. Bu kitabı okuyup küfürlere takılmak, okuduğundan hiçbir şey anlamamış olmakla eşdeğerdir bana göre.

Du bakiyim sözlük'te neler demişler diye bir göz attım, sanırım medyada eşcinsel aşk romanı diye ön plana çıkartılmış. Aylar var ki gazete okumuyorum, haberim yok bunlardan - Zaten de content'in düzeyi bu olduğu için gazete okumuyorum. Siz bunlara takılmayın. Önyargılarınızı bir kenara bırakıp Ali ile Ramazan'ın dünyasına girin. Çok pişman olacaksınız ve en çok da kendi önyargılarınızdan utanacaksınız.

Dağıttın beni Perihan, ne diyim...


Doğan Kitap / 12 TL / 162 Sayfa

3 Nisan 2010 Cumartesi

Popüler Çocuk Edebiyatından Seçmeler

Blog'umuzun kapsama alanına giriyor mu emin değilim ama geçen hafta okuduğum 2 popüler çocuk kitabını tanıtmadan geçmeyeyim dedim.

İki kitabı da çocuk edebiyatı eleştirmeni ve yazar arkadaşım Tülin Kozikoğlu'ndan aldım. Türk çocukları bu kitapları pek seve seve okuyormuş dostlar: Biri ingiliz yazar Chris Riddell'dan Ottoline ve Sarı Kedi, diğeri ise İsveçli yazar Asa Lind'den Kumkurdu.

Önce Kumkurdu'ndan başladım. Çevirinin kötülüğünden mi, yoksa kitap mı akmıyor nedir, 1 haftada güç bela yarıladım - Nal kadar yazıları olan 120 sayfalık bir çocuk kitabından bahsediyorum. Sonra belki daha eğlencelidir umuduyla Ottoline ve Sarı Kedi'ye başladım. İşe giderken ve dönerken deniz otobüsünde okuyup bitirdim tek günde. Akşam o gazla oturup Kumkurdu'nu da bitirdim.

Kumkurdu'nun çevirisi, dediğim gibi, epey sorunlu. İsveççe çeviri yapan milyon tane Türk olmadığını tahmin ederim. Muhtemelen çeviriyle pek haşır-neşir olmasa da isveççe bilen ilk tanıdığa kitabı emanet etmekte bir sorun görmemiş yayınevi. DAAART! Yanlış! Nasıl olsa çoluk çocuk okuyacak diye çevirisine dikkat edilmeyen kitaplar yüzünden, kötü sinema tercümesi gibi konuşan, de'yi da'yı ayırmayı bilmeyen, tuhaf cümleler kuran nesiller yetişiyor.

Eleştirimizi yaptıktan sonra gelelim kitabın konusuna: Zackarina deniz kenarında bir evde anne ve babasıyla yaşayan küçük bir kız. Bir gün sahilde ilginç bir hayvanla tanışıyor, kumda yaşayan bir tür kurt, kumkurdu. Bundan sonra evde ailesiyle ne zaman bir arıza çıksa yavrumuz soluğu Kumkurdu'nun yanında alıyor. Kumkurdu da ona çaktırmadan hayata dair dersler veriyor, olaylara bakış açısını genişletip yumuşatıyor diyelim.

Sıkıldım. Çocuklar bunu neden beğenmiş anlamadım. Buna benzer bir milyon kitap var, dolayısıyla Kumkurdu'nun külliyata yeni bir şey eklediğini düşünmüyorum.

Ama ah o Ottoline, bayıldım! Bir kere çizimler süper. Yazarın aynı zamanda karikatürist olmasından kelli, detaylar muhteşem. Karakterler tuhafötesi ve hikaye de su gibi akıyor. 170 sayfayı toplam 1 saat gibi bir sürede okudum gitti.

Ottoline kocaman bir dairede Bay Munroe adındaki bakıcısıyla birlikte yaşayan bir kız çocuğu. Anne ve babası sürekli uzak ülkelerde seyahat halindeler. En büyük hobileri de eve bu uzak ülkelerden sürüyle garip gurup eşya taşımak. Hikaye, anne ve babası yine uzaktayken şehirdeki esrarengiz bir durumu çözmeye çalışan Ottoline ve Bay Munroe'nun baş rolleriyle ilerliyor. Tahmin edersiniz ki o pek esrarengiz olayı bir yetişkinin çözmesi 5 dakika bile almıyor. Buna rağmen ilgiyle ve merakla okudum kitabı. Zekice kurgulanmış, zekice resimlenmiş, çok keyifli bir kitap. Yeğeniniz filan varsa alın bunu mutlaka!

Kumkurdu
Yerdeniz Yayınları

Ottoline ve Sarı Kedi
İş Kültür Yayınları

8 Mart 2010 Pazartesi

Ani kararların arkasında ne var?

Blink / The power of thinking without thinking adlı kitabı takriben 3 haftadır yanımda sürüklüyordum. Aslında çok kolay okunan, sular seller gibi akan bir kitap ama elimdeki diğer kitaplar parazit yaptığından bitirmek anca kısmet oldu. Uzun yıllar bilim muhabirliği ve gazetecilik yapan yazar Malcolm Gladwell küçük ama fena halde akılda kalan hikayelerle konuyu süper iyi anlatmış. Nerdeyse her bölüm yaşanmış bir olayla başlıyor ve kitabın asıl derdine katkı sağlayacak şekilde inceleniyor. Kitabın derdi de şu: Hani düşünmeden düşündüğümüz ve anlık kararlar verdiğimiz durumlar vardır ya, hah işte o durumlara dikkat! Çünkü eğer karar verdiğiniz konuyla ilgili bilgi ve deneyiminiz varsa ve yazarın thin-slicing tabir ettiği, ince farkları okuyabilme yetisine sahipseniz anlık kararlar ve içgüdüler sizi başarıya, doğru yerlere ve sonuçlara götürebilir. Ama her anlık kararınıza da güvenmeyin, konuyla ilgili önyargılarınızın veya şartlı reflekslerinizin kurbanı olabilirsiniz.

Olayın özeti bu, ama kitap bütün bunları inanılmaz ilginç örnekler ve hikayeler üzerinden anlatıyor. Gladwell'in gazetecilik geçmişi, yıllarca bilimsel konuları başı kıçı belli şekilde Amerikan halkına anlatma yetisini kazandırmış kendisine. Bu kitapta da gayet bilimsel konulara parmak atmasına rağmen asla kafa bulandırmıyor, hatta ara sıra geriye dönük tekrarlarla konuyu okurun kafasına adeta tatlı tatlı kazıyor.

Kitapta en çok ilgimi çeken kısım thin-slicing hakkında detay veren, evlilik analisti psikolog John Gottman'la ilgili kısımdı. Adam, Washington Üniversitesi'nde bildiğin aşk laboratuarı kurmuş, geleni geçeni konuşturup röntleyerek bir sonuçlara varmış ki küçük dilinizi yutarsınız valla. Hatta kitabın bu kısmı son dönemdeki favori dizim Lie to Me'yi hatırlattı bana fena halde. Gottman abi, bir çiftin diyalog halindeyken ortaya koyabileceği 20 değişik duyguya referans olan her surat ifadesine bir numara vermiş. Çiftleri laboratuarda ilişkileriyle ilgili bir konu hakkında kısaca tartışmaya davet edip kaydediyor. Daha sonra da kaydı izliyor ve her mimiği ilgili duygunun numarasıyla kodluyor. Böylece sonuçta ilişkiyi domine eden bütün duygular kabak gibi meydana çıkıyor... Gottman böylece "aha bu çift bir yastıkta kocar" veya "sizin biletiniz zaten kesilmiş canlar" diyebiliyor. Tabi çiftlere söylemiyor bunu da zaten elinde istatistikler varmış, tuttura tuttura ilerliyormuş yıllardır! Evet valla, şaka gibi. Ve bir çiftin ayrılacağına veya ilişkiyi sürdürürse mutsuz olacağına dair en büyük belirti de neymiş biliyor musunuz? Contempt. Yani aşağılama. Gottman diyor ki, herkes en büyük günahın eleştirmek olduğunu düşünür. Oysa aşağılamak/küfür/hakaret, karşınızdaki kişiyi sizden daha aşağı bir duruma sokar ki en büyük yıkım budur.

Ay bir de yine zekada sınır tanımayan Amerikan ordusuyla ilgili bir bölüm vardı ki çok güldüm! (aramızda Amerikalı varsa kusura bakmasın pliiz) Amerikan ordusu stratejik anlamda hatasız bir savaş yönetim sistemi kurmak için bir deney yapmış. Önce savaş durumuyla ilgili çok zengin bir database oluşturmuşlar, öyle ki her durumda karar almak için eldeki verileri giriyorsun, sistem sana manevranı söylüyor gibi bir şey. Bu sistemi denemek için de bir savaş simülasyonu yaratmışlar. Hayali düşman ordusunun başına ise Amerikan ordusunda yıllarca çok önemli askeri başarılar elde etmiş ve birçok askeri harekatta bulunmuş bir generali koymuşlar. General, yani düşman ordusu, her ahval ve şeraitte bu çakma sistemi defalarca çatır çatır yenmiş, Amerikan Savunma Bakanlığı da çok kötü fena error vermiş :p

Çekirdek fıstık gibi okunan, epey ilginç ve aslında ciddi bir kitap. Bitirince eş-dost sohbetlerine meze olacak birçok bilimsel ukalalık kazanmış oluyorsunuz!

Ben orijinal Penguin baskısını okudum ama Türkçesi de mevcutmuş:

Türkçe ismi: Düşünmeden Düşünebilmenin Gücü
Yazar: Malcolm Gladwell
Yayınevi: Salyangoz
Çeviri: Burcu Sipahioğlu
262 sayfa

21 Şubat 2010 Pazar

Amcam Oswald ya da 'Size amca diyebilir miyim?'

Kancık'taki Oswald Amca öykülerinde upgraded bir Christian Troy tadı yakalayan meraklı okur, bu kitabı bitirdikten sonra ilk iş bu güzide amcayı daha yakından tanımak üzere Amcam Oswald'ı okuyacaktır elbette. Troy'a gönderme yapıyorum ama sanmayın ki Oswald'ın tek olayı non-stop seks. Troy'un libidosunu alın, zıpırlıkta sınır tanımayan bir zekayla karıştırıp rafineleştirin, sonra da yatak odasından çıkartıp hayatın bütün alanlarına uyarlayın. hah, işte Oswald Amca böyle bir fenomen. kitaptaki tanımıyla 'bütün zamanların en büyük çapkını, en büyük ahlaksızı, zevk ve çılgınlık düşkünü'. her anı ayrı bir macera olan hayatını, tuttuğu günlüklere bir nakış edasıyla işleyen bu amcamız, ilk gençlik yıllarındaki bir keşfiyle manyak gibi zengin olmuştur. öyle ki nerdeyse el kadar bebeyken ciddi business yapmaktadır. ama neyin business'ı! sudan kabarcık böceği olarak bilinen ve kurutulduğunda elde edilen tozla teneşir paklar dönemindeki dedecikleri bile ateşli birer romeo'ya dönüştüren naneyle :) ve başlar kendi şeytanca amaçları için zamanın tüm ünlülerini baştan çıkarmaya. tufaya gelenler arasında kimler yoktur ki: Einstein, Freud, Picasso, Stravinsky, Proust, Monet...

okuyunca siz de takdir edeceksiniz ki Oswald aslında son 10 yılda pıtrak gibi çoğalan sperm bankası fikrinin bal gibi de babasıdır :) ama asıl numara yukarda adını geçirdiğim isimlerden ve daha nice yiğitlerden nasıl da çaktırmadan sperm almayı becerdiğidir.

nedense Roald Dahl'ı özellikle erkeklere tavsiye edesim var. çapkınlara, mangalda kül bırakmayanlara, zeki çocuklara. ve o işler öyle değil böyle oluyor yavrum demek isterim dudaklarımda acı bir gülümsemeyle :p


artık biliyorsunuz: Roald Dahl
yayınevi: Can
çeviren: Zennur Kocataş
kaç sayfa: 216
fiyat yine meçhul.

ps: ya şimdi düşündüm de hollywood nasıl olur da film yapmaz bu Oswald Amca'yı, hayret ettim. yemin ediyorum bunu akıl eden prodüktör 7 sülalesini geçindirecek parayı tek seferde garantiler.

Zeka fışkırtan bir yazar: Roald Dahl

blogun en tembeli ödülünü kucaklamama az kaldığına kanaat getirerek az önce bir telaşla kütüphaneme koştum. elimdeki kitapları bitiremiyorum, bari eskilerden bir best of yapayım dedim. geçen seneki en büyük keşfim Roald Dahl'a gitti hemen elim. bugün Dahl'dan 2 kitap tanıtayım, siz kopa kopa okurken hayır duanızı alayım :)

suyunun suyu bir arkadaş evinde tuvalete girerken elime gelen ilk kitabı kaparak tanıştım Dahl'la. elbette yazarı tanıyordum zira her gurme velet gibi çarli'nin çikolata fabrikası'nı okumuştum ve belki de doğal olarak bu adamı kafamda çocuk kitabı section'ına fişlemiştim. o gün aman zaten işim uzun sürmez, 2-3 sayfa okuyayım diye aldığım kitaba o kadar kaptırdım ki, ordan çıkışta yarım bırakmış olmanın  burukluğuyla koşa koşa gidip satın aldım: evet, ilk kitabımız Kancık.

Kancık toplam 4 uzun öyküden oluşuyor, her biri ayrı lezzetli, ayrı dumur. sadece ilk öykü feci şekilde üzücü, hatta regl öncesinde filansanız oturup hüngür hüngür ağlayabilirsiniz bile. diğer 3 öykü de şoklardan şok beğendiren cinsten ama ilk öykü kadar buruk değil. diyebiliriz ki yazar bu kitabındaki 3 öyküde kadın-erkek ilişkilerine alaycı bir bakış atıyor. ama öyle böyle değil, yuh-çüş-oha dedirtiyor. bu kitabı bitirince hemen adamın başka bir kitabını okuma isteğiyle kıvranmaya başlıyorsunuz. hele 2. ve 4. öyküde edebiyat gündeminize bir oswald amca giriyor ki tadından yenmez! bir daha asla unutamayacağınız bir karakter. zeki, şaşırtıcı, macera dolu bir hayatı ve akla hayale gelmez fikirleri var.

hem konulardan örnek vermek istiyorum hem de ucundan dahi olsa kopya vermek istemiyorum. ama şöyle bir parmak bal çal diyorsanız buyrun madem: çok sevdiği kocası öldükten sonra intihara karar veren bir kadının ilk aşkıyla karşılaşması nasıl bitebilir? çölün ortasında misafir edildiği bir evde 2 nefis kadından hangisinin gece koynuna girdiğini bilemeyen bir adam en fazla ne kadar şaşırabilir? karılarını karılarından habersiz değiş tokuş etmek suretiyle fantaziye koşma heveslisi adamları neler bekliyordur? herkes üzerinde cinsel uyarıcı işlevi gören bir kokuyla neler yapılabilir?

içinize bir merak düştü değil mi! ama şimdilik oswald amca'yı aklınızda tutun, bir sonraki kitabımız tam 216 sayfa boyunca ona odaklanıyor zira ;)

yazarların kralı: Roald dahl
kaç sayfa: 164 sayfa - su gibi okunuyor.
nerden çıkmış: can yayınları
çeviri: tülin nutku
kaç para: yazmıyor ama taş çatlasın 10'dur 15'tir.
tavsiye eder miyim: hem de nasıl!

5 Şubat 2010 Cuma

Delilik bu kadar matah mı?

Siz de kendinize ara sıra bu soruyu soruyorsanız 1- ergenlikten çıkmışsınız demektir, ya da 2- aklınızın sınırlarını dert edinmişsiniz demektir.

Hep denir ya “ay o çok manyak bi insan”, “bu kız çok deli”, “şu sanatçıya hayranım, psikopat!”, Adam Phillips bize "Akıl Sağlığı Üzerine" adlı eserinde şunları soruyor: Deliliğin (ya da muhtelif açılımlarıyla otantikliğin, dengesizliğin, tekinsizliğin, sanatçı ruhun) bu kadar çekici ve yaratıcı, akıl sağlığının ise sıradan ve sıkıcı algılanmasında bir tuhaflık yok mu? Ya da deliliğin binbir tane tanımı oluyor da akıl sağlığı dendi mi niye tık yok! Oysa “Çağdaş mutsuzluğun vardığı ciddi boyutlar dikkate alınacak olursa, makul bir yaşamın neye benzeyeceği hakkında hiçbir açıklamanın bulunmaması, üzerinde düşünmeye değer bir konu” diyor Phillips.

Kitap önce uzun uzun deliliğin tanımlarının bir tarihçesini veriyor. Daha sonra ise neden akıl sağlığını özenilecek bir şey olarak görmediğimize dair başlıyor içimizi deşmeye! Cinsellikten giriyor, paradan çıkıyor, bam tellerimize bam bam dokunuyor. Zira kendisinin de belirttiği gibi “deliliği etkileyici bulmayanlarımızın önünde şaşırtacak kadar az seçenek yer alıyor.” Kitap boyunca akıl sağlığını, bizi kendi karakterimize ve seçimlerimize dair yüzleşmeye zorladığı sorular üzerinden değerlendirmeye davet ediyor. Son bölümde ise tam bir aklıselim şöleniyle ödüllendiriyor okurunu. Tekrar tekrar okunası, hayata dair anlamdan anlama koşulası tanımlarıyla bir bardak soğuk su gibi ferahlatıyor, “yalnız değilim ve de şükürler olsun ki aklım fikrim yerinde” dedirtiyor.

Psikanalize meraklı olanlar kadar, hiç ilgisi/bilgisi olmayan ancak bir başlangıç yapmak isteyenlere de tavsiye ederim bu kitabı. Adam Phillips genel olarak okunması kolay bir psikanalist/yazar. Büyük cevaplar almak için değil de, beyninizi ve kalbinizi rendeleyen büyük sorular sormak için doğru bir isim. Ee cevaplar zaten sizden çıkacak bebişler!

Yine bir alıntıyla bitirelim: “ İnsan, davranışları başkalarını acizleştirdiğinde, deli olarak tanımlanır. Diğer bir deyişle, başkalarının çaresiz hissetmesine neden olmamak sağlıklıdır.”


Yazarı: Adam Phillips
Adı: Akıl Sağlığı Üzerine
Orijinal Adı: Going Sane
Çeviren: Emre Ağanoğlu (çeviri hiç fena değil)
Sayfa Sayısı: 165
Tür: Düşünce
Kaç günde okudum:  valla ben 1 aya yaydım yüzsüzce, elimde başka kitaplar da vardı.
Kaç kuruş: arkasında 12 TL yazıyor ama alalı oldu epey
Öneririr miyim:  düşünmekten sıkılmıyorsanız mutlaka


Related Posts with Thumbnails