31 Aralık 2013 Salı

Michael Connelly | Kara Buz ★★★☆


Ben bu adamı sevdim! Hatta serinin ikinci kitabı olan Kara Buz'da daha çok sevdim! 

Harry Bosch serisinin ikinci kitabı olan Kara Buz, serinin ilk kitabı olan Tünel Fareleri'ne göre çok daha heyecanlı, aksiyonlu, merak uyandırıcı ve hızlı. İki kitabın, bence, sadece iki ortak noktası var. Bunlardan birincisi Harry Bosch karakterinin asi, sınır tanımaz ve otorite karşı tavırları; ikincisi ise ters köşeye yatıran sonu. Bu ters köşeye yatıran sonların Connelly'nin tarzı olduğunu artık kesin bir şekilde öğrenmiş oluyorum. Sanırım seride ilerledikçe hep o son 50 sayfayı ağzım bir karış açık okuyacağım.

Kara Buz, uyuşturucu ticareti ve ardı arkası kesilmeyen cinayetlerin etrafında dönen bir kurguya sahip. Öteki yandan çok hızlı akıyor; hatta o kadar hızlı gidiyor ki kitabın üçte birine geldiğimde kitabı kapatıp bir sigara yaktım ve o ana kadar ele geçirilen ipuçlarını sıralamaya çalıştım. Sanki hazmetmek için bir liste yapmam gerekiyordu. Derken sayfayı çevirdim ve aynı şeyi Harry Bosch'un da yaptığını gördüm. Boş yere FBI beni istihdam etmeyerek çok şey kaçırıyor demiyorum! :)

Kara Buz'la ilgili biraz olumsuz yaklaşacağım tek nokta Bosch'un Meksika ziyaretleri sırasında geçtiği her sokağın, her dönüşün, her kavşağın adının verilmiş olması. Aynı şeyi Grange da çok yapar; sanki kişiyi kitabın içine sokmak için sokak isimlerini bir bir vermeleri gerekiyor gibi davranırlar. Öteki yandan kitabın orijinal dilini bilmeyen okuyucu, hele ki söz konusu dil İspanyolca veya Fransızca ise o sokakların arasında kaybolur. Dolayısıyla, sokak adıyla yapılan betimlemelerle kıyaslandığında sadece çevrenin görünüşüne dair betimlemeleri tercih ediyorum çünkü o zaman o dünya benim dünyam oluyor.

Şimdi sırada serinin üçüncü kitabı olan Betondaki Sarışın / Concrete Blond var. Öteki yandan, sanırım, bu konuyla ilgili yardımınıza da ihtiyacım var. Betondaki Sarışın artık basılmıyormuş; dolayısıyla kitabı hiçbir yerde bulamıyorum. İstanbul'a da yeni taşındığım için nokta atışı sahaf da bilmiyorum. Sağınızda solunuzda gördüğünüz sahaflara belki benim için sorar ve serinin üçüncü kitabına ulaşmama yardımcı olursunuz.

Şimdiden teşekkürler,

Buzlar, Böcekler, Kovboy Botları.
Amalth.

Tünel Fareleri hakkındaki yazım için tık.

30 Aralık 2013 Pazartesi

Nora Roberts | Bataklıkta Gece Yarısı ★★★★★

Ne çarptı bana!?

İlk defa Nora Roberts okudum. Daha da okurum. Kesin okurum! Hatta iş çıkışında kendimi bir Migros'a atacak ve indirimde, 7.5 TL'ye satılan Nora Roberts kitaplarından toplayabildiğim kadarını toplayacağım. Her bunaldığımda bir kitabını açacak ve ara vermeksizin okuyacağım. Durmadan alıntı fotoğrafları paylaşacağım. Aklınızı alacağım! Aklınızı!

Bataklıkta Gece Yarısına gelince...

Perili Köşk + Aşk = Bataklıkta Gece Yarısı.

Bu kadar net. Ne daha azı ne de daha fazlası var. Yağmurlu bir Pazar günü battaniye altında, elinizin altında mırıldayan bir kediyle okumalık bir kitap. Cumartesi akşamı başladığım kitabı koltuğa kıvrılıp ayaklarımın altındaki minik ve siyah bir mırıldanma makinesi eşliğinde Pazar akşamı bitirdim. Perili köşkle ilgili kısımlarda sayfaları nasıl çevirdiğimi bilemedim, ilişkiye dayalı kısımlarda ise daima kendimden ve yaşadıklarımdan bir şeyler buldum. Buldukça daha fazla okudum, heyecanlandıkça geçen saatlerin farkına varamadım. 

Bataklıkta Gece Yarısı, "fırtınalı" bir aşk, mistik ve gizemli olaylar ve 1900'lü yıllarından başından kalan bir Malikane etrafında dönen olayları konu alıyor. Geçmişe ve şimdiki zaman dönüşler harikulade. Hatta yazar, bir kişiden diğer kişiye geçerken öyle bir üslup kullanıyor ki savrulup duruyorsunuz. Bir sayfada üç karakteri sanki tek bir karaktermişçesine yaşıyorsunuz. Bu bağlamda çevirmenin rolü de çok büyük; kitap, küçük imla hataları haricinde çok başarılı bir çeviriye sahip. Zaten su gibi akmaya meyilli olan hikaye, saçma sapan çeviri hatalarıyla da baltalanmayınca mis gibi ilerliyor.

Kitaptaki aşktan ziyade karakterlerin iç konuşmalarından çok etkilendim. Zor bir hayat yaşamış olan her kadının da çok etkileneceğinden eminim. Zor hayat derken... Sevgilisinden 2 saat boyunca mesaj gelmedi diye zırlayan kız çocuklarından, tırnakları kırıldı diye mızıldayan prenseslerden ya da kocasına şoförü gibi davranan hanımlardan bahsetmiyorum. Hayatını kendi çabasıyla kurmuş, ayakta durmaya çalışan ve mümkün mertebe topluma karşı gelen ve dolayısıyla korkularını dışarı sezdirmeden içinde yaşayan kadınlardan bahsediyorum. Güçlü kadınlardan... Bir şey hissederse paramparça olacağını bilen ve bu nedenle durmadan kaçan kadınlardan. Ve her dokunduğunda, dokunduğu adamın canını acıtacağından korkup dokunduğuna pişman olan kadınlardan.
Böyle işte.
Aşklar, korkular, bağışlanmalar.
Amalth.
Not: Migros çok güzel; gelsenize!

23 Aralık 2013 Pazartesi

Michael Connelly | Tünel Fareleri ★★★☆

Bir noktadan bir noktaya sadece bir şekilde, tek bir yoldan gidilmez. Tercih edilebilecek bin bir yol, yapılabilecek milyonlarca hata, yaşanabilecek binlerce deneyim vardır. O yollardan sadece birini seçer ve onu takip ederiz. Bir bakarız beraber yola çıktığımız insanlar artık yanımızda değil; aslında onlar da varış noktasına ulaşır ama başka yollardan geçerek, başka deneyimler yaşatarak.

Geçtiğimiz haftasonu bir kere daha bunun farkına vardım. 

-

Sonunda Michael Connelly okumaya başlayabildim. Büyük bir sabırsızlıkla beklediğim kitaplar Perşembe günü geldi ve Cuma akşamı, Connelly'nin Harry Bosch serisinin ilk kitabı olan Tünel Fareleri'ne başladım. Haftasonlarımı evde, kucağımda dünyanın en yaramaz kedisiyle, kahve içip kitap okuyarak geçirmeyi tercih ettiğimden okuma keyfim hiç bölünmeden Pazar akşamı kitabı bitirmiştim. 

Tünel Fareleri'nin En İyi Polisiyeler Listesinin ikinci sırasında olmasından dolayı kitaba başlamadan önce çok heyecanlıydım. James Patterson gibi çok sevdiğim bir yazarın ancak 8. sıradan girebildiği bir listenin yarısından fazlası Connelly kitaplarından oluşuyordu. Dolayısıyla kitabın ilk sayfasını bile çok büyük bir beklentiyle çevirdiğimi söyleyebilirim. Beklentilerim karşılığını buldu mu? Hem evet, hem hayır.

En azından ilk kitabına dayanarak Connelly'nin çok akıcı ve doğal bir tarzı olduğunu söyleyebilirim. Sakin bir ırmak gibi. İlk sayfası itibariyle o akıntıya kapılıyor, tatlı tatlı ilerliyor ve sonunda sizi oldukça şaşırtacak kocaman bir şelaleden düşüyorsunuz. James Patterson gibi yazarlarda ise durum genellikle tam tersi. James Patterson ilk sayfadan itibaren sizi yakanızdan tutar, bir o duvara bir bu duvara vurur. Ve kitabın sonuna geldiğinizde oraya buraya vurulmaktan o kadar hissizleşmişsinizdir ki o son düşüşü hissetmezsiniz bile. Bu şu demek; Michael Connelly hayatın her anında karşılaşabileceğimiz suçları yazıyor, her şey doğal akışında, heyecandan nefesiniz kesilmiyor ama sürüklenip gidiyorsunuz, bir Law & Order bölümü gibi. Patterson ise performans tadında cinayetleri ele alıyor, katillerin her biri manyak, heyecandan nefesiniz kesiliyor, daha ziyade bir Criminal Minds ya da Following bölümü gibi. Bu nedenle Connelly'nin tarzının, gerçekçi polisiye arayışında olan okurlara daha uygun olduğuna inanıyorum.

Tünel Fareleri, Connelly'nin Harry Bosch karakterini kullandığı ilk kitap. Harry Bosch, yalnız ve karanlık bir ruha sahip. Çok iyi bir dedektif ancak otoriteyle ilgili sorunları var. Dolayısıyla bir aileye bağlı olmaktansa tek kişilik bir ordu gibi savaşmayı tercih ediyor. Şans eseri atandığı bir davada kurbanın Vietnam'daki arkadaşlarından biri olduğunu fark eden Bosch, olayı nispeten kişisel bir hale getirip davayı çözmek için elinden gelen her şeyi yapıyor. Kurbanı ses getiren bir soygunla ilişkilendirdiği zaman ise her şey bir anda Arap saçına dönüyor. Hem avı, hem de avcıyı oynamak zorunda kalıyor. Bu sırada arka planda Vietnam'daki savaşa dair yeterli bilgi ediniyorsunuz. Soruşturma oldukça doğal olaylar çerçevesinde devam ediyor ve sürpriz bir sonla bitiyor. 

Polisiye okumaktan zevk alıyor ancak daha gerçekçi kurgular arıyorsanız, eskiden çeşitli gazetelerde polis muhabirliği yapmış olan Connelly'nin tarzı tam size göre olabilir. Benim gibi performans kıvamında işlenen cinayetlerden keyif alanlar ise Connelly'ye kesinlikle bir şans vermeli.


Ancak.
Harry Bosch serisinin ilk kitaptan başlanarak okunmasında fayda var. İlk kitapta bile Bosch'un eski davalarına göndermeler yapan Connelly'nin sonraki kitaplarda ilk olaylara sıklıkla döndüğüne dair çeşitli yorumlar okudum. İkinci kitabın ise henüz ikinci sayfasında çok ciddi bir gönderme vardı.

Sonuç olarak, Connelly de Patterson da Brown da Gerritsen de aynı yere varıyorlar. Bir cinayet yaratıp sonrasında onu çözüyorlar ancak her biri başka bir yoldan gitmeyi tercih ediyor. Kimi o yolda çok narin bir şekilde ilerliyor, kimi ise ortalığı toza dumana katıyor. Aralarından size uygun olanı yine siz belirleyeceksiniz. Öteki yandan, gittiğiniz yoldan gerçekten keyif alıp almadığınızı görebilmeniz için arada geri dönüp farklı bir yolu denemenizde de fayda var.


İyi okumalar,
Amalth.

Bu arada Goodreads hesabıma ulaşmak için tık.






19 Aralık 2013 Perşembe

James Patterson | Kedi ve Fare ★★★

Bir süre James Patterson'a ara verip başka bir yazara odaklanacağım. Hatta siparişini verdiğim kitaplar bugün elime geçti bile! Dolayısıyla bir süreliğine yeni bir James Patterson yazısıyla karşılaşmayacağınızı garanti ediyorum:)

Kedi ve Fare, Alex Cross serisinin 4. kitabı. Jack & Jill'den sonra geliyor ve Kedi ve Fare'yi Pop Goes The Weasel takip ediyor. Ardından Roses Are Red, Violets Are Blue... vs şeklinde devam ediyor. Dolayısıyla Kedi ve Fare'yi okumak aslında benim için Alex Cross serisindeki büyük bir boşluğu doldurdu. Kendi zevkim için olmasa bile tamamlanmış hissetmem için okumam gerekiyordu.

Kitabın arka kapak yazısı her ne kadar heyecan verici olsa da "Yoksa Alex Cross ölecek miydi?" diye bitiyor. Sonuçta 1997'de yazılmış bir kitaptan bahsediyoruz. Çıktığı dönemde okusak Alex Cross'un hikayesinin gerçekten sonlanıp sonlanmayacağı konusunda şüpheye düşebilirdik. Öteki taraftan, Alex Cross serisinin halen devam etmekte olduğu ve hali hazırda 21 Alex Cross kitabı olduğu göz önünde bulundurulduğunda Alex Cross hikayesinin bitmesinden korkmadan ve dolayısıyla heyecan yaşamadan okudum.

Yarısını.
Sadece kitabın yarısını.

Kitapta iki farklı katilden bahsediliyor ve bu nedenle, bir hikaye kitabın yarısında sonlanırken diğeri başlıyor. İlk kısmında daha önceki kitaplarda bahsi geçen Gary Soneji hortluyor; zaten temel olarak "Cross ölecek miydi?" sorusunun sorulmasının nedeni de o. İkinci kısımda ise Mr. Smith'e geçiyoruz. Son 150 sayfada. Ah, o son 150 sayfada... Bir çırpıda okudum! Heyecanlı ve Patterson'un tarzı yüzünden şaşırtıcıydı! Bu adamın kelimelerle oynamasına; sağ gösterip sol vurmasına bayılıyorum!

Bayılıyorum!

Sonejiler, Smithler, Crosslar.
Amalth.

Jack & Jill için tık.
Pop Goes The Weasel için tık.
Roses Are Red için tık.
Violets Are Blue için tık.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Gülten Dayıoğlu │ Ölümsüz Ece ★★★★★

An itibariyle benden hiç beklemediğiniz bir şey yapıyor ve onca cinayet ve kan içeren romanlardan sonra ilk defa bir çocuk kitabı hakkında yazıyorum. Öteki yandan Ölümsüz Ece'nin sadece bir çocuk romanından ibaret olduğunu söylemek çok büyük bir haksızlık olur. Ölümsüz Ece, her yaştan okuyucunun okuyabileceği bir bilim kurguya giriş kitabı niteliğindedir. Heyecanlıdır, sürükleyicidir, mitolojiktir, gizemlidir.

Çocukken muhakkak Ölümsüz Ece'den önce çeşitli kitaplar okumuşumdur ancak okuduğumu ve deliler gibi etkilendiğimi hatırladığım ilk kitaptır Ölümsüz Ece. Bana okumayı sevdiren, sayfalar arasında kaybolmamı sağlayan ve bunu benim için inanılmaz bir deneyim haline getiren çok özel bir romandır. Çoğu okuyucu çocukluk dönemini düşündüğünde Gülten Dayıoğlu'nun Yeşil Kiraz gibi bence keyifsiz romanlarını hatırlarken Ölümsüz Ece'yi, Parbat Dağı'nın Esrarı'nı veya Midos Kartalı'nın Gözleri'ni hatırlamıyor. Ve ben buna çok üzülüyorum! Bahsettiğim kitapların her biri bilim kurgu öğeleri içeren, inanılmaz sürükleyici kitaplarken öğretmenlerin çocukları Ayşegül serisine yönlendirmeleri hiç de aklımın aldığı bir şey değil!

Ece, çok eski zamanlarda yaşamış ve halkı tarafından çok sevilen bir kralın en küçük kızıdır. Toplumunu her alanda geliştirmeye çalışan kral, ölümsüz olmayı ve gelecekte insanların hangi noktaya geleceğini görmek ister. Ancak bilim adamlarının krala ölümsüzlük bahşedebilmeleri için kralı öldürmeleri gerekmektedir. Bu duruma isyan eden halkın tepkisi üzerine Ece ayağa kalkar ve babası için bunu yapabileceğini söyler. Ve geri sayım başlar. Ece, 3000 yıl boyunca farklı kültürlerde tekrar tekrar doğacak ve her defasında 17 yaşında ölecektir. 3000 yılın sonunda babasının mezarını bulmalı, babasının ruhuyla buluşmalı ve babasına 3000 yıl boyunca insanlığın geçirdiği değişimleri anlatmalıdır. Ancak zaman tükenmektedir.

En az 20 sene önce okuduğum kitabın konusunu ve hatta cümlelerini işte bu kadar iyi hatırlıyorum! O denli güzeldi. 

Bu nedenle, lütfen kaç yaşında olduğunuzu unutun ve sadece zevkiniz için okuyun Ece'nin hikayesini. Çocuklarınıza okutun; hem kitap okumayı sevsinler hem de dünya tarihini öğrensinler. Zira, Ece 3000 yıl boyunca farklı kültürlerde dünyaya geldiğinden Fransız İhtilali'nden de bahsediyor, Nil kenarındaki Mısır yerleşimlerinden de, kölelikten de... 

Bu yazıyla aslında Gülten Dayıoğlu'na olan borcumu ödüyorum. Hem bana okumayı bu kadar sevdirdiği için hem de hayalgücünün kimi zaman gerçeklikten daha değerli olabileceğini öğrettiği için.

Eceler, Ölümsüzlükler ve ne yazık ki Ölümler.
Amalth.


17 Aralık 2013 Salı

James Patterson | Balayi / Honeymoon ★★★★★

Kaliteli bir polisiye arayışında olup bulamayanlardansanız en acilinden bu yazının başlığına tıklamanız gerekiyor. Aynı anda, kitap almak için kullandığınız web sitelerinden birini de sağ tıklamak suretiyle yeni bir sekmede açıp arama kutucuğuna tıklayabilirsiniz. Zira, doğrudan kitabın adını o arama kutucuğuna yazmanızı ve sepete ekle düğmesine basmanızı öneriyorum. Hem de öyle böyle bir şiddetle değil.

Balayı, bundan altı ay kadar önce sadece James Patterson'a ait olduğu için arka kapak yazısını bile okumadan aldığım bir kitaptı. Hatta üzerinde James Patterson adını görünce öyle hızlı atmışım ki sepete, kitabın adını bile evde fark ettim. Honeymoon... Balayı... Neydi bu şimdi! Balayı diye kitap mı olurdu!? James Patterson da mı romantik bir kitap yazmıştı!? Yoksa ben halüsinasyon mu görüyordum!?

Bir şekilde Balayı'nı aradan çıkarmak için elime aldım. Üçüncü sayfasında gözlerim fal taşı kadar açılmıştı. Altıncı sayfasında "Yok artık!" diyordum. Yirminci sayfada "Lan!!" demeye başladım. O sayfalar ilerledikçe benim de ettiğim küfürlerin dozu arttı. Her bölümün sonunda kendimi bir o duvara bir bu duvara vurulmuş gibi hissettim.

Balayı, bir polisiyenin sahip olması gereken her şeye sahip. Heyecan verici, şaşırtıcı, okuması kolay, içinde ağır hiçbir meramdan bahsedilmiyor. İşlerimin yoğunluğundan iki günde okuduğum kitabı, zamanım olsaydı hiç sıkılmaksızın tek bir günde okuyabilirdim. Hatta keşke zamanım olsaydı ve bir solukta bitirebilseydim. Kitabı o derece sevdim ki aylar önce okumuş olmama rağmen Balayı'nı nasıl anlatacağımı bilemediğimden incelemesini yazmayı hep erteledim. Derken son incelemelerime gelen "Kaliteli polisiye bulamıyorum." yorumlarını görünce doğru zamanın geldiğine karar verdim.

Kitabı fazlasıyla övdüğümün farkındayım. Belki bu kadar olumlu davranıp beklentilerinizi çok da yükseltmemem gerekiyor. Sonuçta, bir kitaptan aldığımız zevk en yalın haliyle okuduğumuz bir önceki kitaba, içinde bulunduğumuz ruh haline ve hatta o gün telefonumuzun kaç defa çaldığına bile bağlı. Öteki yandan Balayı, Patterson hakkında hiçbir fikri olmayan bir polisiye okuyucusuna hiç çekinmeksizin önereceğim kitapların başında geliyor. Dolayısıyla olsun varsın, beklentileriniz yükselsin. Eminim ki Balayı'nı sevecek ve Patterson'un geçtiğimiz aylarda yazdığı Second Honeymoon'u benim gibi deli divane arayacaksınız.

Ama şu konuda anlaşalım.

John O'Hara benim!

Keyifli okumalar, öpücükler, O'Hara'lar.
Amalth.

Kitabın Goodreads'deki sayfası için tık.


14 Aralık 2013 Cumartesi

Kitap Oburları 1. Yıl Şenlikleri | Enginlik Serisi Çekilişi


Kitap Oburları olarak 1. yılımızı devirdik bile. Nice güzel geçecek yıllara, güzel turlara diyelim.

Bir sene önce bir gün Elenda bana ulaşıp, böyle bir oluşum var, yurt dışında çok yapılan bir olay ama bizde daha yeni yeni yapıyoruz sende katılır mısın demişti. Önce ne olduğunu pek kestiremeyip, katılmasam mı diye düşünürken, sonra biraz araştırınca güzel bir olay olduğunu anladım. Hakikaten de öyle.

Tur sayesinde çok değerli önce 5, sonra 8'e çıkan blogcu arkadaşlarımı tanımış oldum. Hepsi gerçekten çok değerli, sağlam kritikler yapan, bloglarını takip etmeyi sevdiğim insanlar olunca, bu tur olayı daha keyifli oldu.
En güzel şey ise bir kitabı hep beraber okuyup, kritiğini yapmak çok hoş oluyor. Hepimizin bakış açısı bir farklı oluyor ve kritikleri okumak çok eğlenceli. Hele logomuz, obur baykuşumuzu pek bir seviyorum. Her turda konsepte uymasının hastasıyız. Sonra kitap konsept fotoğraflarımızı, herkesin kitabı nasıl okuduğunu fotoğraflamasını da ayrı bir seviyorum.

Enginlik serisi turumuz ise benim şimdiye kadar çok fazla okumadığım bir tarz oldu ve açıkçası bu kitapla daha çok bilim kurgu okumaya başladım, şimdi elim hep o tür kitaplara gidiyor.

Devam kitabı Caliban'ın Savaşı raflarda yerini aldı. Bir kişi çekilişle Enginlik Serisi seti kazanacak. Bence kaçırmayın, şahsen ben daha almadım yeni kitabı, resmen kıskandım şimdi. İlk kitap Leviathan Uyanıyor'un kritiklerine bir göz atmanızı tavsiye ediyorum.

1 Mayıs 2013 | Kitap Yorumu - Çekiliş
4 Mayıs2013  | Kitap Yorumu - Ön Okuma





 İthaki Yayınları ile Leviathan Uyanıyor ve Yolun Sonundaki Okyanus turlarını beraber çok hoş bir şekilde yaptık. İki kitabı da ben kendi adıma çok sevdiğim için ayriyeten mutlu oldum. Umarım daha nice güzel kitapta beraber çalışırız.
 İlk yılımızın son günlerinde bize yardımlarını esirgemedikleri için çok teşekkür ediyoruz. 



Hepinizin bu yılı bol kitaplı geçmesini dileriz. Mutlu Yıllar ^^ 

 -Sycorox-

James Patterson | Jack & Jill ★★★★

Bir suredir farkli yazarlara ait kitaplar okuyor ve kendimi James Patterson saplantisindan kurtarmaya calisiyordum zira, James Patterson'un tarzina o kadar alismistim ki kitaplari uzerimde gerekli etkiyi yaratamiyordu. Bu nedenle ture bagliligimi korumak kaydiyla farkli yazarlara yonelmistim. Ancak gecen gun Kadikoy'de yururken ve kitapcilari gezerken birden Patterson'un en az bir senedir aradigim kitaplarina denk geldim. Hem de ikinci el. Hem de tanesi 7,5 TL! Sonuc? I am back to Patterson!

Jack & Jill, benim icin bir cok acidan bir ilk oldu. Oncelikle Turkce okudugum ilk James Patterson romaniydi. Cevirisi her ne kadar okunabilir olsa da beni cok rahatsiz eden bazi hatalar da vardi. Kendini sadece kitaba veren ve benim gibi mesleki deformasyona ugramamis kisiler icin bu durum cok onemli olmayabilir ama benim icin 100 km hizla giderken duvara carpip geri sekmek gibiydi.

Ikincisi, Alex Cross serisinde ilk defa bu kadar geriye gittim. Cross'un karakterinin nereden nereye geldigini gormek, James Patterson'un Cross'u nasil hazmettigini gormek keyifliydi. Hani insan annesinin de gecmiste cocuk olduguna inanamaz da cocukluk fotograflarini gorunce bir garip olur. Iste oyle bir histi.

Jack & Jill'de iki ayri cinayet senaryosu donuyor. Bir ona, bir buna gidiyor ve arada Alex'in kendi agzindan yaptiklarini ve dusuncelerini okuyoruz. Oteki yandan, Patterson iki hikayeyi bir arada gotururken bence bazi stratejik hatalar yapmis. Ornegin, cocuk katili vakasina gecmeden once Jack & Jill olayinin biraz durulmasini saglamis. Bu nedenle sayfalari isik hizinda ceviremedim ama yine de haksizlik etmek istemem. Guzel bir polisiyeydi. Okuma suresi en fazla 3 gun olanlardan. Sehrin bir bolgesinde kucuk cocuklar vahsice oldurulurken kendilerine Jack ve Jill adini veren iki katil de unluleri hedef aliyor. Her cinayet mahalinde bir siir birakan ikili, Amerika'nin devlet sistemini kokunden sarsacak bir plan yapiyor. Ve tabii ki Alex Cross bu iki dava arasinda bir oraya bir buraya savruluyor.

James Patterson'un Alex Cross serisiyle ilgili ilk yazimda seriyi siraya bagli kalmadan okuyabileceginizi soylemistim. Hala fikrimi degistirmis degilim. Ancak bu kitabi okurken gordum ki siraya bagli kalinmasi ayri bir zevk verebilirmis. Iki kitap sonra Alex'in hayatinda neler olacagini bilmek okuma zevkini biraz baltaliyor gibi.

Ama sonucta Alex Cross'tan bahsediyoruz.
James Patterson diyoruz.
Okuma zevki ne kadar alt ust edilebilir ki?

Huzurlu Pazar okumalari!
Sevgiler.
Amalth.




12 Aralık 2013 Perşembe

Tess Gerritsen | Kan Gölü ★★★★

Gecen gun, son zamanlarda siklikla Tess Gerritsen okudugumu ve her ne kadar yenileri arasinda begendigim kitaplari olsa da her seferinde "Tess bu degil!" diyip durdugumu fark ettim. Bunun uzerine daha once okudugum ancak burada incelemedigim saglam kitaplarindan birine gitti elim. Bir sure kitap kapagiyla bakistiktan sonra aci itiraf geldi: kitabin cok acayip oldugunu hatirliyordum ama icerige dair gram fikrim yoktu cunku... cunku kitabi okumamin uzerinden 7 sene gecmisti! 7. Resmen hicbir sey hatirlamadigimi fark ettigim an kitabi yeniden okumaya basladim. Sayfalar ilerledikce parca parca canlanmalar, hatirlamalar basladi tabii ki ama yine de "konu buydu, sonu da buydu" diyemedim. Ve dolayisiyla neredeyse ilk okudugum zamanki kadar keyif aldim.

Kitaba gelince... Her ne kadar bu sefer oldukca olumlu bir anlamda soyluyor olsam da "Tess bu degil!" :) Cerrah ve Cirak gibi kitaplarda polisiye konusundaki becerisini konusturan Tess, Kan Gölü'nün buram buram Stephen King kokmasini da saglayabilmis. Kocasinin ölümünün ardindan oglunun kotu arkadaslar edinmesiyle sehirden ayrilip Maine'in bir kasabasina yerlesen Doktor Claire'in hikayesini okuyoruz Kan Gölü'nde. Ancak bir anda bir seyler ters gitmeye ve kasabanin gecmise dayanan sirlari ortaya cikmaya basliyor. Sadece tarih tekerrur etmiyor artik, cinayetler de geri geliyor.

Bu kitapla ilgili vurgulamak istedigim iki nokta var. Bunlardan birincisi Tess Gerritsen'in son zamanlarda cok soylendigim romantik halleri. Kan Gölü'nü yeniden okuyunca gordum ki bu kadinin kitaplarinda hep romantik bir yan varmis; ama 400 sayfalik kitabin sadece 10 sayfasinda bahsedilince bana cok batmamis. 

Ikinci konu ise tamamen kitabin uzerimde yarattigi etkiyle alakali. Bir polisiyeden ziyade Stephen King'in gizemlerini andiran kitap, bana hep The Reaping / Hasat isimli filmi hatirlatir. Kitabi elime aldigimda 7 sene oncesine dair hatirlayabildigim tek sey de buydu. Belki konusu, belki de kitabin ogeleri yuzunden... Tam olarak neden oldugunu bilemesem de Kan Gölü ile The Reaping'in uzerimde ayni etkiyi biraktigini soyleyebilirim.

Polisiyenin yani sira gizem de seviyorsaniz eminim bu kitabi da begeneceksiniz.
Simdiden iyi okumalar.

Amalth.

8 Aralık 2013 Pazar

P. J. Parrish | Ölüm Şarkısı ★★★☆

Kitap Fuari'ndan edindigim nimetlerin bir digerini gectigimiz gunlerde bitirdim. Kitabi, standlar arasinda dolasirken gorup arka kapak yazisi ve fiyat kombinasyonu hosuma gittigi icin almistim. Tam bir kor dalisiydi anlayacaginiz. Hatta yazarin adini bile duymamistim! Daha sonra ogrendim ki P.J. Parrish adiyla un kazanan iki kiz kardesin kitabiymis. Her ne kadar iki kisinin bir kitabi nasil yazabilecegini tasavvur edemesem de coktan almistim kitabi bir kere!

Ölüm Şarkısı, kiz kardesi oldurulen ve kardesinin iPod'una katil tarafindan yuklenen bir sarkinin pesinde kardesinin katilinin izini suren bir gazetecinin hikayesini anlatiyor. Attigi her adimda yeni bir cinayetin ortaya cikmasina neden olan Matt, bir sure sonra katilin hedefi haline geliyor. Katil ise bir Cellist ve henuz calinmamis notalarin canini aliyor.

Kitabi arada sirada katilin ama genellikle Matt'in agzindan okuyoruz. Betimlemeler guzel, dili sade, cevirisi cok basarili. Kitap, ozellikle benim gibi Klasik Rock sevenlere daha cok hitap edecektir zira bahsi gecen sarkilarin sozlerini kitaptan okumaya gerek kalmaksizin bilmem kitabin icine daha kolay girebilmemi sagladi. Hele bahsi gecen ilk sarki Rolling Stones'un bir sarkisi olunca daha da bir keyiflendim.

Ölüm Şarkısı yalinligina karsin bir oturusta bitirilebilecek bir kitap degil ama yine de merakla okudum. Her ne kadar bazi kisimlarin ustun koru gecildigini dusunsem de kitabin temposu hic dusmediginden soz konusu durumdan cok da rahatsiz olmadim. Sonuc olarak bu kitap bir basyapit degil ancak gercekten guzel bir kitap. Hele benim mevcut durumda icinden gectigim gibi yogun ve yorucu bir donemden gecenlere ilac gibi gelebilir. Sayfalari cevirdikce zihninizin takili kaldigi yerden kurtuldugunu hissediyorsunuz.

En azindan en iyi terapinin okumak olduguna inanan ben, boyle hissettim.

Keyifli okumalar!
Amalth.


Tess Gerritsen | Bicak Sirti ★★★☆

Uzun zamandir hicbir sey yapmadan ve hatta yataktan cikmadan kitap okuyabilecegim bir gunun hayalini kuruyordum. Kosusturmacadan yorulan bedenim ve zihnim bu istegimi bugun hayata gecirmem konusunda oldukca israrci davrandi ve sonuc olarak, sabah basladigim 400 sayfalik Tess Gerritsen romanini gece yarisi bitirdim.

Bicak Sirti, belki size komik gelecek ama yaprak sarmasi gibi bir kitap. Aslinda icinde cok matah bir sey yok ancak sarmasi / yazmasi o kadar uzun bir seyin boylesine kisa bir surede tuketilebilmesi de cok sasirtici. Henuz yemeye / okumaya basladiginiz tencereyi / kitabi bir anda yariladiginizi fark ediyor ancak kendinizi durduramiyorsunuz. Oysa ki konusu oldukca siradan; bir anestezi uzmani ameliyat sirasinda hastasini kaybediyor ve kendisine mesleki suistimalden dava aciliyor. Meslegini kaybetmemek icin savas veren doktor bir anda kendini seri cinayetlerin arasinda buluyor. 

Tess Gerritsen'in okudugum en son romanindan buyuk bir hayal kirikligiyla ciktigimi hatirlarsiniz. Anatomik gerilimin kralicesi olarak adlandirilan Gerritsen'in bir ask romani yazmasi aklimin alabildigi bir sey degildi. Bicak Sirti'ni da belki bu nedenle keyifle okudum; beklentim dusuktu. Ancak okumaya basladigim zaman oldukca keyiflendim. Bu kitap oyle aklimi basimdan alacak, nefesimi tutmama neden olacak bir roman degildi lakin su gibiydi. Zihnimi yoracak herhangi bir unsur icermiyordu, akiciydi, gereksiz detaylarla doldurulmamisti. Ote yandan, Gerritsen'in son donem kitaplarinda neden romantizme bu kadar girdigini bir turlu anlamiyorum. Rizzoli & Isles serisinde inanilmaz yetenegini gosteren Tess neden birden romantizmli aksiyon yazmaya basladi, bilemiyorum. Hos... Dozunda oldugunda cok sorun edilecek bir durum degil ancak kitabin tumune yayilinca beni bir gerilim romanindan daha cok geriyor. Kahrolsun romantizm! :)

Uzun sozun kisasi, Bicak Sirti'ni keyifle okuyabilirsiniz. Gerilimden ziyade aksiyon icerdiginden okuyuculari illa turunun hayranlari ile kisitli kalmak zorunda da degil. Okuyun, okuyun da inanilmaz meramlarla, alintilarla karsilasmayi beklemeyin. Emin oldugum tek sey, sizin de bu kitabi bir cirpida okuyacaginiz!

Opucukler, cicekler, bocekler.
Amalth

Not: Kitabi okumaya baslamadan once yeterli kahve stogu edinmenizi oneririm. Kitap boyunca "odayi dolduran kahve kokusundan" o kadar cok bahsediliyor ki bir bagimlinin yoksunluk cektigi gibi kendimi mutfaga atip fincan fincan kahve yaptim.


5 Aralık 2013 Perşembe

[Blog Tur] Ada - Tracey Garvis Graves



Kitap: Ada
Yazar: Tracey Garvis Graves
Orijinal Adı: On The İsland
Yayıncı: Epsilon Yayınları
Sayfa Sayısı: 391
Tür: Chick Lit, Romantik
Puanım: 4

"Otuzlu yaşlardaki İngilizce Öğretmeni Anna Emerson, Maldivlerdeki bir yazlıkta T.J. Callahan'a özel ders vermesi teklif edildiğinde bir an bile tereddüt etmeden bu yaz işini kabul eder.

 Kütüphanenin yerine tropik bir adada çalışmayı kim istemez ki? 

 Kimse onun fikrini almış olmasa da, T.J.'in şehri terk etmeye hiç niyeti yoktur. On yedi yaşında olan T.J, kanseri daha yeni alt etmiştir. Bu dertlerden kurtulduktan sonra ilk yazını ailesiyle değil, arkadaşlarıyla beraber geçirmek ister. 
 Anna ve T.J. Maldivler'deki yazlık eve doğru yola çıkmışken, bindikleri deniz uçağının pilotu kalp krizi geçirir ve uçak köpekbalıklarıyla dolu Hint Okyanusu'na çakılır. Zorlukla kıyısına vardıkları ıssız adada, ilk düşünceleri hayatta kalmaktır. Su, yiyecek, ateş ve barınak bulmak için beraber çalışmak zorunda kalırlar. Günler, haftalara, aylar yıllara dönerken, kazazedeler şiddetli tropik fırtınalar, denizin içindeki tehlikeli canlılar ve T.J.'in kanserinin tekrarlama ihtimali de dâhil birçok sıkıntıyla karşılaşırlar.

 Ancak en büyük tehlike adada herkesten çok uzakta, iki kişi yaşamaktır. T.J. adada bir doğum günü daha kutlarken, Anna da, yavaşça yetişkinliğe adım atan bu genç adamla yaşamanın eskisi kadar kolay olamayacağını anlamaya başlar."

Ekibimizle turlarımız birinci yılını doldururken Epsilon yayınlarından çıkan, enteresan kurgulu Ada blog turunun da bugün bize konuksunuz.

Kitaba başlarken Survivor tarzı adada kalma olayını pek sevimli bulmadığımdan çok şey beklemiyordum. Ama okurken en çok adada geçen bölümleri sevdim. Hatta geri döndüklerinde geri gitseler dedim.

Survivor'a gidenler genelde kendi isteği ile giderken, burada tamamen istem dışı bir şekilde hayatta kalma mücadelesini okuyoruz.

Yeri geliyor susuzluktan ölecek kıvama gelip, ne olduğu belli olmayan gölden su içiyorlar, günlerce balık yedikten sonra tavuk görünce avlayıp ziyafet çekiyorlar. Börtü böcekle mücadele edip, yunuslarla yüzüyorlar hatta köpek balığı ile bile karşılaşıyorlar.

Eğer uçağın enkazındakiler olmasaydı yanmışlardı. Anna'nın valizinde olanlarla 3 yılı geçiriyorlar. Kaldı ki o valizin içindeki temizlik malzemesi, diş fırçası, şampuanın 3 yıl gitmesi bana tuhaf geldi. Hatta her banyo yapışlarında nasıl bitmez o sabun, şampuan diye diye bir hal oldum. (Evet küçük ayrıntılara takıldığım da doğrudur)

Anna ve T.J'in ilişkisine gelirsek, ben yazarın yerinde olsam çok büyük bir dostluk yaratırdım. Hatta en eleştirdiğim yer burasıydı. Çünkü bu şekilde sadece kadınlara hitap eden romantik basit bir kitap olmuş. Lakin bir dostluk ve hayatta kalma hikayesi olsaydı, daha geniş bir okuyucu kitlesi olabilirdi.

Ha romantizm yanına gelirsem şayet; bana aradaki yaş farkı çok batmadı. Hatta T.J karakteri bakımından Anna'dan daha olgun ve ayakları yere basar bir karakterdi. Öğretmeni olmasını düşünmezsek, Anna T.J ile yaşıt davranışları olan bir kadındı. Öyle olmasa bile, bu yaş farkı olayı -kendim dışında- çok önemsediğim ve gözüme batan bir şey değildir.

Ada'da bir süre sonra iki insanın birbirine aşık olması ise normal bir durum olsa gerek. Sonuçta günlük hayatta insanlar o kadar büyük tehlikelerin içinde, hayatta kalma mücadelesi vermiyor. Orada her şeyden sıyrılmış bir şekilde, eşit bir durumda yaşıyorsunuz. Rütbe, yaşınızı bir kenara bırakıp daha bir birey olarak yaşama tutunuyorsunuz. Ve orada en yakınınızda kim varsa ona büyük bir sevgi duymak çok normal. Tabii bir kadın, bir erkek, hormonlar ve yapacak bir şeyin olmaması da işin içine girince, aşk kaçınılmaz.


Eğer Issız Ada'ya düşseydim; öncelikle yanıma ıvır zıvır alacağım için valizim karaya vurunca ıslanmış kitaplar ve not defterleri bulurduk. Aynı zamanda Anna gibi çok ağlardım. Bir yandan bedava kilo vereceğim diye sevinip, diğer yandan böcekler, fareler, yılanlar, akrepler yüzünden uyuyamayıp korkulardan korku beğenip, balık yemeyi hiç sevmemem, deniz, güneş, kum olayına hiç gelememem, yanıyorum kapkara oldum diye çileden çıkmış ruh durumum ile her gün sızlanıp T.J'in benden ciddi anlamda nefret etmesini sağlardım muhtemelen.

Gerçekten adam bana bırak aşık olmayı gördüğü yerde kaçardı. 

Neyse, son derece sürükleyici, hızlı okunan bir kitap. Özellikle tavsiyem yazın deniz kenarında okumak çok gider. Yada yağmurlu bir günde. Ben kendisine 4 puan verip, pek beğendim. Tavsiye ederim. 

Tur Programı;
2 Aralık: ​mirielenda.blogspot.com- Çekiliş
 3 Aralık: sssuigenerisss.blogspot.com - Ön Okuma 
 4 Aralık: kutsalyorumcu.blogspot.com - Kitap Kapakları 
6 Aralık: pinucciasbooks.blogspot.com - Alıntılar 
7 Aralık: thcodex.blogspot.com - Yazar Tanıtımı 
8 Aralık: ​segesegese.blogspot.com - Bunları Biliyor Musunuz?

İyi Okumalar...

-Sycorox-





24 Kasım 2013 Pazar

John Verdon | Aklindan Bir Sayi Tut ★★★★

"Seni o kadar iyi taniyorum ki ne dusundugunu biliyorum."

Cok tehditkar degil mi? En temiz gecmise sahip olaniniz bile aniden kapinizda bir mektup bulsaniz, mektupta 1'den 1000'e kadar bir sayi tutmaniz istense ve tuttugunuz 658 gibi sacma bir sayi mektubun sahibi tarafindan bilinse dehsete dusmez miydi?

Ben duserdim. Net.

Mark Mellery bir gun boyle bir mektup aliyor. Onu takip eden olaylar neticesinde oyle bir dehsete dusuyor ki uzun yillardir gormedigi, emekli dedektif David Gurney'den yardim istiyor. Devam eden mektuplar, cinayetler ve katilin her biri bir bulmacayi andiran akil oyunlarinin buyusune kapilan Gurney tehlikeli bir girdabin icine cekiliyor.


Kitabi gercekten cok buyuk bir zevkle okudum. Bunun en buyuk nedenlerinden biri henuz ilk kitabi olmasina ragmen boylesine akil dolu bir hikayeyi kurgulayabilen yazar. Her seyin dozunda oldugu, ic catismalari fazla uzatmadan anlatan, heyecandan kalbimin kut kut atmasina neden olmayan fakat o sayfalari nasil cevirdigimi anlamadan cevirmeme neden olan bir kitapti. Cunku akiciydi; cunku akil doluydu. Okuma keyfimin had safhada olmasinin diger nedeni ise kitabin cevirisinin guzelligiydi. En buyuleyici kitaplarin ceviri sirasinda kaybolabildigini, okunmaz hale geldigini bildigimden bu duruma cok takiliyorum. Ve gercekten, cok uzun zamandir bu kadar guzel bir ceviri okumamistim. Bunun icin Cemile Ozyakan'a tesekkur etmek gerekiyor.

Bu kitapla ilgili bahsetmek istedigim bir konu daha var. Beni taniyanlar kisisel gelisim konulu kitaplardan ne kadar rahatsiz oldugumu bilir. Oteki yandan Verdon'un karakterlerinden biri Ruhani Yenilenme Enstitusu'nun basinda oldugundan kitap icinde cok dozunda bu tur pasajlar geciyor. Sanirim Verdon'u en cok bu yuzden sevdim; cunku bana hic sevmedigim bir yemegi bile afiyetle yedirdi.

Velhasilkelam.

Aklindan Bir Sayi Tut, kalp krizi riski tasimadan surukleyici bir kitap okuyup kitabin sonunda bir seyler ogrenmeyi dileyen polisiyeseverler icin keyifli bir tercih. Dean Koontz'un Hiz / Velocity isimli romanini okuduysaniz ve sevdiyseniz buyuk bir zevkle aklinizdan bir sayi tutacaginizdan da eminim. Hiz'dan farkli olarak kitabi bitirdiginizde "Ne manyak kitapti lan!" demeyeceksiniz ama bir an once yazarin ikinci ve ucuncu kitaplarini da edinmek isteyeceksiniz. Zira ben de tam olarak bunu planliyorum:)

Opucukler, kahveler, kediler.
Amalth.


11 Kasım 2013 Pazartesi

[Blog Tur] Yolun Sonundaki Okyanus - Neil Gaiman | Ön Okuma


Bir kelebeğin kanatları kadar narin ve hüzünlü. 
Karanlıktaki bir bıçak kadar tehditkâr ve korku verici.

Kitap: Yolun Sonundaki Okyanus
Yazar: Neil Gaiman
Orijinal Adı: The Ocean at the End of the Lane
Çeviri: Zeynep Heyzen Ateş
Yayıncı: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 182
Tür: Fantastik, Korku, Yetişkin
Puanım: 4

Lettie omuz silkti. "Kimsenin içi dışı bir değildir. Senin de değil, benim de. İnsanlar bundan daha karışıktır. Herkes için geçerli bir kural bu."

"Sen de canavar mısın? Ursula Monkton gibi misin?"

Lettie göle bir çakıl taşı attı. "Sanmıyorum," dedi. "Canavarlar çeşit çeşittir. Bazıları insanları korkutur. Bazıları insanların uzun zamandır korktuğu şeylere  benzer. Bazı canavarlarsa insanların korkması gereken ama korkmadıkları şeylerdir. 

Yine bir blog turundan merhaba. Neil Gaiman'ın son çıkan kitabı İthaki Yayınlarından çıkınca göz ardı etmedik.

Öncelikle kitapta en ilgimi çeken yer teşekkür yazısıydı. Tabii teşekkür ettiği altını çizdiği insanların çoğu bildiğim ve sevdiğim kişiler olunca büyük bir ilgi ile okudum. Tori'nin evinde kitaplarını yazıyor olması hoşuma gidiyor.


Kitabın çok başka masalsı bir anlatımı var. Önce bana baya bir karışık geldi hatta ondan puan kırdım. Ama sonra o dünyadan, Hempstock'ların evinden çıkmak istemedim. 

Kitap cenaze dolayısıyla tekrar eskiden yaşadığı yere gelen adam ile başlıyor. Sonra birdenbire komşularına uğruyor ve çocukluğuna 7 yaşındaki haline gidiyoruz. Çocuk gözüyle o dönemde yaşadığı dünyaya giriyoruz. 

O zamanlar kahramanımız kitap kurdu, her çocuk gibi karanlıktan korkan, yetişkinlerin dünyasını anlamaya çalışan, bir şekilde yalnız, ürkek. Hangimiz değildik ki? 

Hayatı 11 yaşındaki Lettie Hempstock ile tanıştıktan sonra değişiyor. Kahramanımızın hiç arkadaşı olmadığından Lettie daha bir önemli onun için. Kızın, ailesinin tuhaf  farklı açıklayamadığı bir tarafları var. 

Kitabın anlatımını, masalsılığını sevdim. Özellikle sonu beni çok etkiledi. Ama Lettie'yi bekledim ne yalan söyleyeyim. Halen bekliyorum. Filmini dört gözle beklediğim gibi. 




Kitabın kapağına gelirsek ben orijinal kapağın kullanılmasını çok isterdim. Hatta onun ciltli versiyonu muhteşem olup, mutlak olarak kütüphanemin en nadide parçası olarak saklardım. Bizde çıkan kapağı ilk gördüğümde yaşadığım hayal kırıklılığını anlatmam mümkün değil. Akıllara hemen Nevermind albüm kapağını getiriyor. 


Sizde bambaşka dünyaları kalbinizde taşıyanlardan biriyseniz şayet, altını çizdiğim gibi gerçek hayattan kaçıp kitaplara sığınıyorsanız öncelikle ön okumaya alalım sizi. 
Ön okuma bana yetmedi, kitabı çok merak ediyorum diyorsanız o zaman çekiliş sayfamıza alalım sizi. İthaki yayınlarının desteğiyle 2 kişiye bu güzel kitabı hediye ediyoruz. Bizi takipte olmaya devam edin. 


10 Kasım segesegese.blogspot.com | Kitap Yorumu - Çekiliş 
11 Kasım raflarinarasindan.blogspot.com | Kitap Yorumu - Ön Okuma 
12 Kasım sssuigenerisss.blogspot.com | Kitap Yorumu - Bunları Biliyor musunuz? 
13 Kasım kutsalyorumcu.blogspot.com | Kitap Yorumu - Alıntılar
 14 Kasım pinucciasbooks.blogspot.com | Kitap Yorumu - Yazar Tanıtımı 
15 Kasım thcodex.blogspot.com | Kitap Yorumu 
16 Kasım mirielenda.blogspot.com | Kitap Yorumu - Kitap Kapakları



İyi Okumalar

-Sycorox-

8 Kasım 2013 Cuma

Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı Çekiliş Sonucu

Melda Uytun'un çok sevdiğimiz kitabı Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı turumuzun çekilişi sonuçlandı. 

Kazanan 3 talihli; 
 Asabi Bakire 
Emel Ergene 
Çağlasu Saatçi 

 Kendilerini tebrik ediyoruz. 48 saat içinde tam adınızı, telefon numaranızı ve adresinizi kitapoburlari@gmail.com mail adresine yollamayı unutmayın.





1 Kasım 2013 Cuma

[Blog Tur] Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı - Melda Uytun | Kitap Yorumu - Çekiliş


"Hayallerimiz için çabalamayı bıraktığımızda kendimizi iyileştirme şansını da kaybettik."

Kitap: Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı
Yazar: Melda Uytun
Yayıncı: Potkal Kitap
Sayfa Sayısı: 143
Tür: Fantastik
Puanım: 5

Düşlerle örülü özel bir roman: Yağmurdan Kaçmayanların Şarkısı

Hayalleriniz yoksa ne siz ne de dünya var, diyor bu romanda bize Melda Uytun. Hayallerinizle kurduğunuz bir dünyada tek başına yaşamak ile hepimizin birlikte kurduğu bir hayalle şekillenmiş dünyada yaşamak arasında sıkışıp kalsaydık ne olurdu? İnsan hayalinde yalnızlığı değil "hayal" arkadaşını arar. Bir ortak düşe onları da çağırır, çağırmak ister. İşte bunun için hep birlikte bir sinema salonunda korkudan titrer, sevinçten güler, ıstıraptan ağlarız. İşte bunun için bir tiyatro sahnesinde oyuncunun bir tek repliği bizi günlerce güldürür. İşte bunun için kitaplar okur ve o kitapları yazarız. Ortak bir hayale çağrı için...

"Biz sanatçı olup insanları iyileştirebilecekken herkese boyun eğip korkak davrandık, istediklerini onlara verdik, mutsuz ve yalnız olduk."

"Asıl büyük problem ne biliyor musun?" dedi Estelwen, -pencere kenarından ayrılıp Ireth'in yanına oturdu onu teselli etmeye çalışır gibi- "Hayallerimiz için çabalamayı bıraktığımızda kendimizi iyileştirme şansını da kaybettik."


Yine güzel bir blog tur ile karşı karşıyayız. Öncelikle bu kitabın çıkmasını, çıkarken geçirilen süreci çok iyi bilen biri olarak benim için çok özeldi. 
Yazarı Melda Uytun çok hoş bir blogger, önce onun harika yazılarını takip etmiştim sonra onu tanıdıkça daha çok sevdim. Kitap çıkmadan önce yollayayım mı, okur musun tekliflerine ısrarla "Hayır çıktığında okuyacağım" demiştim, şimdi düşünüyorum iyi yapmışım. 
Melda Uytun'u tanımasaydım bu kitabı yine çok severdim. 

Kitabımız Ireth ile başlıyor. 25 yaşında yazar olma hayallerinden vazgeçmiş, sevmediği işinde idare eden, çok okuyan, hayalci bir kızımız Ireth. Bir süre sonra hayal kuramamaya başlıyor. Hayal kuramadıkça uyuyamıyor ve bunu ciddi anlamda etkiliyor. 
İşinden bir hafta izin alıyor, evinde yere yatıyor tavanı seyrediyor. Bir süre sonra gözlerini tekrar açtığında kendini bambaşka bir mekanda buluyor. Karşısında ondan gözlerini ayırmadan bakan bir kuzgun. 

Kuzgun tepesinde hayalleri uğruna savaş vermenin yanında kendi gibi hayalci insanları buluyor. Estelwen, Lona, Daeron ile kısa sürede anlaşıyorlar. 
Bu fantastik dünyada neler var derseniz şayet; Kuzgunlar, darkspurlar, Büyücü Ugmar, anka kuşu ve ejderha ve tabii hayalcileri tehdit eden ezeli ve kötü düşman Modric var. 

Bu kitabı okumadan önce mutlaka güzeldir diyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Beklentimin çok üstünde çıktı, karakterleri o denli sevdim ki sonunda bir damla yaş süzüldü istemsiz. Özellikle kitabın yer belirtmeden yazılması, karakterlerin isimlerinin elf isimleri olması çok hoş bir ayrıntıydı. Kitapta bölüm başlarında olan müzikler ve White Rabbit beni ihya etti. Bitince biraz daha olsa, devamı olsa dedim tabii. 

en sevdiğim sözüydü
Kitabın kusurları yok mu? tabii var. Öncelikle kapağını ilk gördüğümde farklı bekliyordum sevimli demiştim. Ama o zaman okumamıştım. Okuduktan sonra açıkçası böyle bir kitaba bu kapak mı dedim. Potkal Kitap hoş bir yayıncı sosyal medyadan takip ediyorum severek Yitik Ülke'yi. Lakin lütfen kitap kapaklarını ayarlarken ismine göre değil, bütününe göre olmasına dikkat ederseniz, bizler de böyle hayal kırıklılığına uğramayız. 

Kapağa puan kırsam bile açıkçası kitabı çok sevdiğimden tam not aldı benden. O kadar çok ilham verdi ki, kuzgun yapma fikri oluştu kafamda. Ve kuzgun tepesinden bir sakin kondu evime. Benim gibi bir hayalciye böyle kitaplar yazarsanız olacağı bu. Kendisinin ismi Lou, numarasını Melda verir artık. 


İnce bir kitap olduğuna bakmayın, oldukça dolu dolu. Yani elinize aldığınızda başka bir dünyaya götürüyor. Onun için bir akşamınızı ayırın, kahvenizi yapıp sıcacık bir yere kıvrılıp okuyun derim. 

Fantastik tarzda böyle güzel kitaplar yazan genç arkadaşlarımız umarım çoğalır çünkü onları okudukça daha bir mutlu oluyorum. 

Şimdi gelelim çekilişe. Potkal Kitap'tan çıkan bu -yazardan imzalı- harika kitabı 3 kişiye vereceğiz. Onun için yapmanız gereken tek şey katılıp şansınızı denemek. Bu büyülü atmosferi olan kitabı kaçırmayın derim. 




İyi şanslar, iyi okumalar...

-Sycorox-

22 Ekim 2013 Salı

[Blog Tur] Kağıttan İtiraflar - Elizabeth Wein | Ön Okuma



İKİ HAFTAM VAR...
VE NE YAPARSAM YAPAYIM BENİ VURACAKSINIZ!

Kitap: Kağıttan İtiraflar
Yazar: Elizabeth Wein
Orijinal Adı: Code Name Verity
Yayıncı: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 405
Tür: Tarihi Kurgu
Puanım: 4

"Ölüm sanki karşımda duran, tesadüfen tanıştığım bir adam gibiydi. Biraz soğuktu, içine kapanıktı, pek konuşmuyor, sadece bekliyordu. Dikkatliydi, sürekli beni izliyor, her adımımı bir dedektif gibi not ediyordu." 

 11 Ekim 1943. Bir İngiliz casus uçağı Nazi işgalindeki Fransa'ya düşer. Pilotu ve yolcusu en yakın iki arkadaştır. Kızlardan birinin hayatta kalmak için bir şansı vardır. Diğeri ise daha oyunu başında kaybetmiştir.

Yeni blog turumuz Code Name Verity/ Kağıttan İtiraflar'da bugün bize konuksunuz.

Kitabımız ikinci dünya savaşında geçiyor. Karakterlerimiz cesur, ayakları yere sağlam basan kadınlar. Öyle ki esaret altında bile zeki ve komik olabiliyorlar.

İlk başlarda çok sıkıldığımı söylemesem olmaz, hatta öyle ki kitabın içine bir süre giremedim. Lakin ortalara doğru o havadan eser kalmadı, heyecanla, üzüntüyle okudum. Ve sonu, ah o son! spoiler olmasın diye fazla bir şey yazamayacağım ama sonunda ağlıyorsunuz onu diyebilirim.
Zaten savaş kitabı olup üzülmemeniz elde değil.


Julie yani Verity iyi eğitimli, başarılı bir telsiz operatörüdür. İskoç genlerinden gelen çılgınlığı, çekici havası ona kraliçecik lakabını takmalarına neden olur. Kitabın en sevdiğim karakteri o oldu, kah üzücü, kah eğlenceliydi. Ve son derece güçlü, zeki bir karakter.

Kitabın başları önce Verity'nin ağzından yani kaleminden, itiraflarından oluşuyor. Esir alındığı otelde türlü işkenceler sonunda işbirliği yapmaya başlar ve bildiklerini, kodları yazar. Esasen onun yazıları bir nevi günlük gibi geliyor. Tabii işbirliği yaptığı için hain gözüyle bakılır diğer mahkumlar tarafından. Lakin Julie ne yaptığını biliyordu.

Maddie namı diğer KittyHawk pilotluğa merak salmış sıradan bir genç kızdır. İkinci dünya savaşında bu konuda açık olduğundan dolayı bu avantajı iyi değerlendirir. Çok eğitimi olmamasına rağmen iyidir ve bu konuda yükselir. Bir süre sonra Julie ile çok yakın arkadaş olurlar. Kitabın ikinci bölümünü ise Maddie'nin kaleminden okuyoruz. En zor tarafları ondaydı açıkçası. Birinin esaret altında mı zorluk yaşadığını, yoksa onu merak eden, öldü mü sağ mı diye kafayı yiyen taraf için mi çok zor kestiremedim.




En beğendiğim şey dediğim gibi kadınların ön planda olmasıydı, aşka fala çok yer vermeyişleriydi. Neredeyse steampunk bir atmosfer içinde ilerledi kitap. Zaten baktığımızda o dönemde kadın pilotların hem ülkemizde hem de dünyada çok önemli rol oynadıklarını görüyoruz.

Kitabın adı bence orijinali gibi çevrilse daha vurucu bir etki yaratabilirdi. Kod Adı Verity yani. Kapağını ise beğendim, dikkat çekici. İlk başlardaki sıkıcılığına çok puan kırdım.

Tarihi romanları ve ikinci dünya savaşı dönemini seviyorsanız bu kitap tam size göre derim. Uçaklar, kod adları, casuslar, ama bir yandan da savaşın zor yüzü ve çok güzel bir dostluk hikayesi sizi içine alacaktır.



Bu turda bize destek veren Martı yayınları'na ayrıca bir teşekkür ederken sizi tadımlık ön okumayla baş başa bırakayım.







Eğer çok merak ettim diyorsanız sizi çekiliş sayfamıza alalım. İki şanslı takipçiden biri olmak isterseniz şayet katılmanız yeterli.

İyi okumalar...

-Sycorox-


21 Ekim: Çekiliş - http://sssuigenerisss.blogspot.com/ 
22 Ekim: Ön Okuma - raflarinarasindan.blogspot.com/ 
23 Ekim: Bunları Biliyor Musunuz? -http://pinucciasbooks.blogspot.com/ 
24 Ekim: Alıntılar - http://mirielenda.blogspot.com/ 
25 Ekim: Kitap Kapakları - http://thcodex.blogspot.com/ 
26 Ekim: Yazar Tanıtımı -http://sohbetedecekkimseyok.blogspot.com/
Related Posts with Thumbnails