Diyaloglar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Diyaloglar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Şubat 2014 Salı

Bu işte bir yanlışlık var!

- Anne babam bir gün gidip dönmezse ne olacak?
- Nasıl yani oğlum? Avdan gidip dönmezse mi diyorsun?
- Hayır yani gidip de dönmezse... Başkasının yanına giderse...
- Ha başkasını sevip giderse diyorsun yani?
- Evet. Onunla yaşamak isteyip bizimle yaşamazsa...
- Nereden çıktı oğlum şimdi bu? Bilmem ki? Başkasını sevip, onunla yaşamak isterse onu engelleyemeyiz ki! Ama seni görmeye mutlaka gelir.
- Yok ama o giderse bize bakkaldan ekmek, meyveyi kim alacak onu merak ediyorum!!!
- !!!!!!!


iç ses: tatlım bu işte bi terslik yok mu sence?
ben: var var... da nasıl düzelteceğimize dair hiç bir fikrim yok şu anda. gülmekle meşgulüm!!!
iç ses: ben de... ben de... :))))))

28 Ocak 2014 Salı

Külah

- Anneeee! Sen bir şeyler karıştırıyorsun ama du bakalım!
Anlarız nasılsa!!! :)
- ?????


Biz külahları ne zaman değiştik yahu?

Bu işte bir terslik var ama!
Du bakalım, anlarız nasılsa!

:))

7 Ekim 2013 Pazartesi

Çözümü kendi bulan bilge!

Siz de düşünüyor musunuz arada bir benim gibi?
Çocukluğumla bağımı nerede kopardım acaba?
Ne zaman "büyüdüm!"?
Yaşça büyüdükçe olgunlaştım mı gerçekten, yoksa aslında kendimi kandırıyor muyum?

Çocuklar kadar olamıyoruz çoğu zaman... Sorunlar karşısında onlar kadar dik duramıyoruz aslında... en azından ben!

Karşıma bir sorun çıktığında, hele ki sevdiklerimle ilgiliyse elim ayağım dolanıyor birbirine. Elimin ayağımın dolanması yetmiyor, kafam da duruyor sanki. Düşünme yetimi kaybediyorum. ve beraberinde sakinliğimi... dinginliğimi...

Yerini panik, endişe, korku alıyor ve çok doğal olarak bu duygular düşünmemi engelliyor...
Karanlığın içine gömülüyorum... Elbet toparlıyorum ama toparlanana kadar ben kendimden geçmiş oluyorum maalesef...

Çocuklar öyle mi?

Tibet okulla ilgili sorununu kendi çözdü. Hem de öyle güzel çözdü ki; çözümü suratımda tokat gibi patladı!

ve yine aynı soruyu sordurttu bana: "Ben çocukluğumla bağımı ne zaman kopardım!?"

"Anne sana çok güzel bir haberim var! Bugün okula girerken hiç ağlamadım, derste de hiç ağlamadım. Çünkü okula girerken ananeme sarılıp huzur topladım!"...


30 Eylül 2013 Pazartesi

Ödev!

Aslında uyarılmıştım.

"Hayatın çok zor olacak!", "İlk yıl çok zorlu geçer!", "Allah kolaylık versin!" gibilerinden...

Ama bu kadarını da beklemiyordum...

İlk iki hafta bitti, tam her şey süper, çok güzel derken, bizimki sabahları okula girerken başladı ağlamaya: "Ben korkuyorummm, okuldan da korkuyorum, öğretmenden de korkuyorummmm!" 
Ama asıl mesele hep son cümlede gizliymiş meğer: "Derslerden korkuyorummmm!"

Ders yaptırmak tam bir işkence!

- Oğlum hadi yap şu ödevini!

Bizimki iki çiziktiriyor dönüyor bir ton anısını anlatıyor.

- Evet oğlum, çok güzel ama şu dersini bitir sonra anlatırsın olmaz mı?
- Olur anne!

İki saniye sürmüyor, tekrar dönüp bir sürü şey anlatmaya devam! Kısa bir süre sonra ben cinnet geçirme noktasına geliyorum; bu kısmını hızlı geçeyim :/

Bizimkinin ödevle ilgili güzide sözleri oluştu bu arada ki; bu dönemin en keyifli kısmı bunlar...

- Anasınıfı çok daha güzeldi! Eve geliyordun, ödev mödev yok, ooohhh sırtını yastığa dayıyordun, çizgi film, sohbet, oyun, gel keyfim gel!!!






- Anaokulu meğer ne güzelmiş de haberim olmamış!!!

***

- Anne!
- Efendim.
- Şimdi ben ders yapmayı seven bir çocuk olsaydım, hiç tatil gelsin istemezdim hep ders yapmak isterdim di mi?
- Evet oğlum.
- Tatilde bile ders yapmak isterdim di mi?
- Evet oğlum. Çok isterdim öyle olmanı.
- Ama maalesef değilim işte anne, ne yaparsın!?
- !!!!




- Anne benim kolum çok yoruldu, bunu yarın yapsam olmaz mı?
- Olmaz oğlum, onu bugün bitirmen gerekiyor!
- Offf anne, hiç acımıyorsunuz bana!!!



Lütfen... Lütfen... Sen de bana acı oğlum!
Bir anlasan ödevlerini yaptın mı oynayacak zaten çok vaktinin kalacağını, hayat çoook daha kolay olacak! :) <3 br="">

17 Eylül 2013 Salı

Okul yolunda...

Bizim için yeni olan bu dönemi kayıtlara geçmeden olmaz...

Tibet artık 1. sınıf öğrencisi... :)

Aslına bakarsanız ondan çok ben heyecanlıyım.
Okulunu, öğretmenini sevecek mi, arkadaşlarıyla iyi geçinecek mi, okulda başına bir iş gelir mi, kendi başının çaresine bakabilir mi, dersleriyle arası iyi olur mu, bizi dersleri konusunda çok zorlar mı, sabah uyanma faslı nasıl olacak? vs... vs...

Kendisine "Heyecanlı mısın?" diye soranlara "Gitmek istemiyorum ki heyecanlı olayım!" diye cevap vermişliği var haspamın...

Hatta geçenlerde aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Anne bu okul ne kadar sürecek?
- Yaza kadar oğlum.
- Yok yani ben kaç yaşına kadar okuyacağım?
- Üniversiteye vaktinde girdiğini varsayarsak; 22-26 arası bitirmiş olursun.
- Offf anneee! Bittim ben!!! (Bu arada ayasıyla alnına vuruyor).

Varın gerisini siz düşünün...


Okul öncesi kendisi adına da büyük bir adım attı cesur oğlum.

Tibet sinemaya gitmez çünkü sinemada ışıkların kapatılması ve yüksek sesten ürker, hoşlanmaz. Bu zamana kadar bu konuda çok netti: "Sinemaya gitmem!"
Her nasıl olduysa okula alıştırma haftası teyzesi onu ikna etti sinemaya gitmeye. Biz kapıda vazgeçer diye düşünüyorduk ama o inanılmayacak derecede kararlı görünüyordu. Seçtiği film "Turbo Salyangoz"du.

Bileti alırken, kapının açılmasını beklerken ve hatta içeri girerken bile "Ben vazgeçtim" demesini bekledik itiraf ediyorum. İlk 15 dakika sorunsuz geçti, çok keyif aldı ama her ne işse, domatesin düşme aşaması onu ürküttü, çıkmak istedi... Üstelik çıktıktan sonra "Bir daha sinemaya gitmeyeceğim!" yerine "Başka bir zaman tekrar deneyelim olur mu?" dedi.

Bu Tibet için o kadar büyük bir adım ki...
Teyzesi ve benim mutluluğumuzu görmeliydiniz :)


Kuzusu okula başlayan herkesin yeni eğitim - öğretim yılının kolaylıkla, başarıyla geçmesini diliyorum. Umarım hem öğrenciler, hem öğretmenler, hem de biz ebeveynler için hayırlı bir yıl olur...

16 Temmuz 2013 Salı

AŞK dediğin


- Anne biz Helin’le birbirimizi çok sevdik.

- Öyle mi nasıl bir sevgi ki bu mesela?

- Helinle aramızda öyle harika bir bağ kuruldu ki; büyüyünce kesin evleniriz! Aşık olduk biz!

- Öyle mi?

- Evet, düğünümüzü de cumartesi günü yaparız.

- Yaaa! Peki Helin’in de bunu istediğinden emin misin? O da sana aşık mı ki acaba, seninle evlenmek isteyecek mi?

- Annecim görmedin mi? Nasılda neşeli kahkalar atıyordu, görmedin mi?!

- Oğlum Helin geçen sene de gelmişti bize. Geçen sene aşık olmamıştınız birbirinize?

- Evet, geçen sene birbirimizi iyi tanıyamamıştık çünkü de ondan!

- Aaa, evet... Birbirini tanımak önemli tabii :)))))))



Ah kuzum... AŞKla dolu bir hayatın olsun... Sev ve sevil inşallah... :)


Not: Fotoğraf geçen seneden. Bilseydim böyle bir konuşma geçecek aramızda, ikisini bir arada muhakkak fotoğraflardım :))))

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Sana bunu öğretmemeliydim!


Bir gece uyku öncesi sohbetteyiz. Ertesi gün ona dondurma alma sözü vermişim.
Bana sarılıp “Hemen uyuyayım ki; çabuk sabah olsun, seninle beraber dondurma yiyelim!” diyor... Benimle birlikte olmanın ve dondurma yemenin heyecanı onun uykuya çabuk teslim olmasını sağlıyor...

Bu aralar bana olan aşkı yine dorukta... “Seni çok seviyorum!” demek, bana sarılmak için bin türlü bahane üretiyor. Akşamları bensiz uyumak istemediği için ananesinde bile kalmıyor...

Benden mutlusu yok!

Aradan zaman geçmiş... Yine uyku öncesi sohbetteyiz.
Öpüşüp, koklaşmalar arasında ertesi gün yine dondurma yemek istediğinden bahsediyor ama hafta içi ve ben çalışıyorum. Dondurmayı ananesiyle alması gerekecek... Üzgün ama dondurmanın onu heyecanlandırmaması mümkün değil. “Eğer hemen uyursan, sabah çabuk olur ve sen de ananenle gidip dondurma alırsın.” diyorum... Dönüp yüzüme bakıyor ve hüzünlü bir gülümseyiş yerleşiyor suratına: “Sana bunu öğretmemeliydim anne!”....

Şaşkınlıkla yüzüne bakıyorum, sonra beraber kahkahalarla gülmeye başlıyoruz... ve birbirimize sıkı sıkı sarılıp, beraber uykuya dalıyoruz...


Senin kahkalarınla benim kalp çarpıntım doğru orantılı...
Bunu biliyor musun?

29 Nisan 2013 Pazartesi

Facebook notları

Gecikme

Her sabah Tibet'i okula arkadaşıyla birlikte bırakıyoruz. Sabahları benim işe yetişmem gerektiği için Tibet alıştıktığından beri onlarla birlikte öğretmenini bekliyor, ben işe gidiyorum.

Bir sabah Gülay'ın işi olduğu için benim bırakmam gerekti doğal olarak. Kapıda beklerken ben;

- İnşallah öğretmenin gecikmez oğlum. O gecikirse ben de işime gecikirim.
- İnşallah gecikir anne. O ne kadar çok gecikirse ben de seninle o kadar çok kalmış olurum!
- !!!! :(((((




Hiç yakışıyor mu?! 

Geçenlerde bir akşam eşimin canı çekmiş , gidip etsiz çiğ köfte aldı. Mutfakta hazırlıyor.
Tibet'te başında onu seyrediyor.

Mustafa bir dürüm hazırladıktan ve ısırık aldıktan sonra, bizim ufaklık :

- Sana inanamıyorum baba!
- Neden oğlum, ne oldu?
- Gidip çiğ köfte alıyorsun, gelip hazırlıyor, yiyorsun ve oğlunla paylaşmıyorsun öyle mi?
- !!!!! yok oğlum hiç paylaşmaz mıyım seninle? hazırlayacaktım şimdi sana da!
- İnanamıyorum baba, gerçekten inanamıyorum!!!! cık cık!!!
- !!!!! :/ :)))))))




Kötü haber 

Geçenlerde Galatasaray'ın maçı vardı. Bizimki bunca zaman dayısından (kuzenim) sebep bir Fenerbahçe, babasından sebep bir Galatasaraylı. Hatta araya Beşiktaş'lılığı bile sokuşturmuşluğu vardır. Nihayet en yakın arkadaşının da Galatasaraylı olmasının etkisiyle, GS'ye karar verdi.

Normalde o saatte yatmış olması gerekliydi ama o
akşam babası söz vermiş; maçın ilk 5 dakikasını beraber izleyecekler.

Heyecanla oturmuş babasının kucağına maçın başlamasını bekliyor.
O sırada da aralarında şu konuşma geçiyor.

- Babacım.
- Efendim oğlum.
- Sana kötü bir haberim var.
- Neymiş oğlum o kötü haber?
- Ben her gün başka bir takım tutuyorum
- !!!!!


:D



4 Nisan 2013 Perşembe

İş mi meslek mi? Bu ne ki?


Anladığım kadarıyla “Meslek” ve “Oyun” kavramı prensim için aynı anlamı ifade etmekte. Henüz!!!

Mevzu şudur ki;

- Anne, sen büyüyünce ne olmak istiyorsun?
- Reklamcıyım ya işte oğlum. Grafikerlik yapıyorum :)
- Ama o iş. Sen ne olmak istiyorsun?

İç ses: Ne olmak istediğin mevzusuna girme bence... 
İnsan kaç yaşına gelirse gelsin büyüyemediği konularını da geç, çocuğun beynini bulandırma!

- Ben büyüdüm artık oğlum, grafiker oldum. Çalışıyorum, her gün işime gidip geliyorum :)
- Ben büyüyünce çalışmayacağım.
- Öyle mi ne yapacaksın peki?


- Futbolcu olacağım! Arada bir futbol oynamaya gideceğim.
- Ama futbolu iyi oynamak için her gün antreman yapman gerekecek.
- Babamla antreman yapıyorum ya anne!
- Evet ama büyüdüğünde iyi bir futbolcu olmak için antrenörle çalışman gerekecek. Sana nasıl iyi oynanacağını o öğretecek. Baban antrenör değil ki. O şimdi sadece sen futbol oynamak istediğinde sana eşlik ediyor.
- Olsun. Ben büyüyünce futbolcu olacağım, çalışmayacağım!!!
- E, peki. Madem öyle istiyorsun :)))))))


Futbolculuğu meslek sananlar heyyy! Kendinize gelin!!! :)))

3 Nisan 2013 Çarşamba

Facebook notları


1. 

Evi arıyorum... Kimse cevap vermiyor!...
Hani bir şey olacağından değil ama... Şimdiye eve dönmüş olmaları gerekirdi...
merak işte...

Annemin cep telefonunu çeviriyorum hemen! Açılıyor:

- Anne! Neredesiniz? Merak ettim.
- Bugün okuldan yürüyerek dönelim dedik, hava güzeldi...

Arkadan bücürün sesi geliyor bana hitaben:

- Anneeee! Yürüdük yürüdükkkk! iyi geldi valla, ayaklarım açıldııı!!!

:)))))))

2.

- Tibettttt! hadi kalk artık, geç kalacağız!
- Anne ben bugün okula gitmeyeceğim...
- Öyle mi? ama baban bugün şirket arabasıyla gelmiş, onunla götürecekti seni okula?
(cingöz anne modeli)
- Al işte kalktım, istediğin oldu mu şimdi? Mutlu oldun mu bakalım???!!!
(Yataktan apar topar ayağa kalkan ama tükürdüğünü de yalamak istemeyen evlat modeli)

3.

- Anne, ben bugün kendimi pek iyi hissettmiyorum, galiba okula gidemeyeceğim!
- Tamam canım. Madem öyle hissediyorsun, sen yat dinlen o zaman.
- Sen? Kalmayacak mısın?
- Gerek yok ki tatlım, anneannen burada.
- Aman anneee! Sen de hemen inandın! Şaka yapmıştım! Ben iyiyim, okula gidebilirim. Hadi hazırlanalım!
- ????

4.

- Ohhhhh! yarın benim özgürlük günüm!
- Ne özgürlüğü oğlum?
- Bilgisayarrrr! Bilgisayar özgürlüğüüüü! yipppiii!!!
- :)))

6 Mart 2013 Çarşamba

BANA KORKUNUN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN ABİDİN?


Nihayet!
Nihayet annemler bizim semtte ev buldular :) Çok sevinçliyim bu yüzden :) Annem için zor oluyordu hafta içi bizde kal, hafta sonu evine git...

Buldukları evin ufak tefek tamiratları olduğu için annem birkaç gündür Tibet ve evle beraber ilgilenmek durumunda kalıyor. Evle ilgilenmesi gerektiği ve Tibet’in onunla evine gitmek istemediği zamanlar bücürcan alt komşumuza bırakılıyor, sağolsun o sürede Serap ilgileniyor Tibet’le.

Dün yine anneannesiyle gitmek istemeyince, aynı çareye başvurmuş annem ve Tibet’i Serap’a bırakmış. Bıraktığı saat Serap’ın oğlunun okul çıkışına denk gelince, Tibet arkadaşını okuldan almaya gitmiş doğal olarak ve kader ağlarını örmüş :)

Küçük bir kaza atlatmışlar. Bizimki sanırım çok korkmuş. Ben akşam eve geldiğimde etkisi azalmıştı ama heyecanı aynen devam ediyordu.

Yatma saati geldi, yatakta sohbet ederken kaza anında ne hissettiğini sordum. Bana korkusunu öyle güzel tasvir etti ki, çok etkilendim :)

Aramızda geçen konuşmayı olabildiğince aktarayım size de...


- Arabaya çarptığımız anda beynim örgü ördü anne!
- Nasıl yani oğlum? Biraz anlatır mısın tam olarak neler hissettiğini?
- Anne böyle kalbim renk değiştirdi, griye döndü.
- Yaa, başka ne oldu?
- Böyle kanım koyulaştı, (elini karnına götürüyor) böyle içim titredi! Böyle titredim çok!
- Ahh canım benimmm! Çok korkmuşsun belli ki ama artık geçmiştir herhalde değil mi?
- Hayır anne (elini havaya kaldırıp, gözüme sokuyor) bak hala kanım koyu, bak!!!
- Canım benim, olur böyle şeyler, ufak tefek kazalar yaşanır. Arabaya binmemezlik etme sakın bu yüzden (az çok oğlunu tanıyan anne modeli).
- Yok canım bineceğim, babam güzel araba kullanıyor.
- İyi bari. Benim kullanacağım arabaya da bineceksin değil mi?
- Bilmiyorum anne. Bunu düşüneceğim!!!
- !!!

Namkör evlat! Sanırsın sanki hep babasıyla geziyor! Hıhh!!!

19 Şubat 2013 Salı

Su gibi

Bir süredir düşünüyorum, buraya yazmaktansa facebookta notlarına günlüğümüzü geçmeyi.
Düşündüm ki, artık Tibet'i yakalamak zor. Yakaladıklarımda kısa anlardan ibaret. Buraya sadece diyalog yazmak daha doğrusu kısa anekdotlar aktarmak sanki uygun değil gibi. O şekilde devam edersem, burayı bir nevi twitter gibi kullanacakmışım hissine kapıldım ve dün bunun ilk adımlarını attım... Facebookta ilk notumu yazdım...

Yazmasına yazdım da... Bu sefer içimi bir hüzün kapladı. Sanki sevdiğim birini ihmal etmişim duygusu sardı... Kendimi kötü hissettim...

Yahu blog! Sen bana ne yapmışsın böyle!!! Bir türlü kopamıyorum senden!

Bu duygularımın üstüne bir de bu sabah Tibet'le o kadar güzel bir diyalog yaşandı ki... Bunu blogla paylaşmasam olmaz dedim...

Ama bu yaşananları anlatmadan önce, olayın bir geçmişi var. Kısaca ondan bahsedeyim.

Uzun zamandır takip edenler bilir Tibet'in bilgisayar merakını. Yaklaşık 1,5 yaşlarına denk gelir, mausela istediği programı istediği gibi açabilmesi. Derken derken, bir baktık ki; oğlumuz bilgisayarın başına oturdu mu, kalkmak bilmiyor! Eh... Bunun önlemi alınmalıydı ve doğal olarak evde bilgisayar oynaması yasaklandı. Ancak ananesine, kocaannesine veya amcasına gittiğinde oynayabilmesine izin var. Bu da iki haftada bire denk geliyor gelse gelse...

Bu fotoğraflar geçen seneye ait sanırım. 
Şimdilerde yasak olduğundan pek bilgisayar başında fotoğrafı yok elimde :)

Geçtiğimiz hafta sonu gazetenin biri Caillou oyun cdsi veriyormuş. Bizimki de bunu dedesine sipariş vermiş. Dedesi de bir dediğini iki etmez, yememiş içmemiş, almış getirmiş.

Getirmesine getirmiş ama; ortada bir sorun var. Bizimkinin evde bilgisayar oynaması yasak!

Dün gelip sordu bana oynayıp oynayamayacağını. Ben de babası izin verirse, bir kereliğine mahsus bu hafta sonu oynayabileceğini söyledim.

Bu sabah okula doğru giderken, sordu babasına...

Bugünü, bu konuşmayı hiç unutmam inşallah...

- Babacım, izin verirsen sana bir şey soracağım.
- Sor oğlum.
- Dedem bana Kayyu oyun cdsi almış. Bir kereliğine, bu hafta sonu bilgisayarda oyun oynayabilir miyim? (Babamız dikiz aynasından benden onay istiyor.)
- Tabi oğlum oynayabilirsin ama sadece bir kereliğine ve sadece bir saat. Kalk dendiğinde kalkacaksın.
- Tamam babacım, siz bana kalk der demez, su gibi kalkacağım bilgisayarın başından, su gibi!...
- !!!

:))))))

Su gibi aziz ol oğlum! SU GİBİ!!!

28 Ocak 2013 Pazartesi

Affettin mi beni?


- Anne, şimdi sana seni mutlu edecek bir şey söylesem beni affeder misin?
- Bilmiyorum Tibet! Ne söyleyeceğine bağlı.
- Hımmm, acaba ne desem ki?... Aaaa, anne! Sana şuradan bot alsak?!
- Nasıl alacaksın oğlum o botu?
- Senin paranla?
- Sence benim paramla bana bot alırsak seni affeder miyim?
- Olmaz di mi?
- Olmaz canım.



- Peki şimdi ben sana desem ki “Anne ne kadar mutlusun böyle?!”
- Sence bu söylediğin beni mutlu edecek bir şey mi?
- Yok... beğenmedim... Anne biliyor musun ben büyüyünce sana çok güzel araba alacağım!...
- Seni affetmem için rüşvet teklif eder gibisin Tibet! (bu annenin kendini tutamayıp seslendirdiği iç sesidir.)
- Peki anne, sana kendi paramla çiçek alıp gelsem, beni affeder misin?
- :)))))
- Gülüyorsunnnn! eveeettttt, affedersin di miii? eveeettt, affedersinnnn!
- :))) ben seni çoktaaannn affettim bile bi’tanem benim... çoktan affettim! :D

16 Ocak 2013 Çarşamba

Bilgilendirme


Bana herhangi bir konuda sinirlendiğinde işi vurmaya kadar götürenle,
trafik ışıklarında camı silmelerine izin vermediğim için beni
“Bak o buralarda senin camını silmek için bekliyor, ne kadar düşünceli. Sense ona izin vermeyerek onu üzüyorsun! Lütfen bir daha bunu yapma!”
diyerek azarlayan çocuk aynı çocuk mu?


Bizim oralarda bu gibi durumlarda
“Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!” derler canım.

Hani bilgin olsun diye söylüyorum! ;)

3 Aralık 2012 Pazartesi

Ödev meselesi

Anlaşılan o ki; bizim bücür pek ödev adamı değil... Aslında sanırım sınıfındaki hemen hemen çoğu bücürün ödevle pek alakası yok...

Öğretmenleri başlangıçta ödev verdiğini söylemiyordu, sorumluluk bilinçleri gelişsin diye... Ama baktı gördü ki olmayacak "Ben çocuklara ödev verdim ama ne olduğunu ben söylemeyeceğim, onlar evde size söylesinler." diyerek bizleri uyarmaya başladı...

Başlamasına başladı ama bu sefer her bücürden başka ses çıkmaya başladı. Baktık ki; hepsi olayı farklı algılıyor, bizler de ne yapacağımızı şaşırdık haliyle...

Mesela en son verilen ödevle ilgili görüşler şöyle:

1.görüş: En sevdiğimiz sebzenin ya resmini çizeceğiz ya kendisini götüreceğiz.

2.görüş: En sevdiğimiz sebzenin ya fotoğrafını bulup yapıştıracağız bir kağıda ya da resmini çizeceğiz.



3.görüş olan Tibet'le ödevin ne olduğuna dair yaptığımız konuşma da aynen şöyle:

Ben: Oğlum öğretmeniniz ne ödev verdi?
Tibet: En sevdiğimiz sebze ve meyvenin ne olduğunu bulup, çözümleyeceğiz.
Ben: Nasıl yani tatlım, anlayamadım. Mesela senin en sevdiğin meyvelerden biri muz. Ben sana şimdi bir muz versem ne yapacaksın yani?
Tibet: Yiyeceğim!
Ben: !!!????

Endişeliyim... Çok endişeliyim! :)))))

27 Kasım 2012 Salı

Espritüel

- Baba biliyor musun? Ben istersem 2'den 100'e kadar sayabilirim.

- Sahi mi? Say bakalım.

- İkiiii....

- ....

- Yüzzzzzz!

- !!!!!

- ehehehuuheeee!

- Puhaaahhhaaaahhh!

Kazıyın bizi yerden! :D


Nesquik ve bisküvi keyfi.
Espritüel olduğumuz kadar da keyif adamıyız anlayacağınız :)

12 Kasım 2012 Pazartesi

Yorumsuz!






- Anne biliyor musun? Atatürk Dolmabahçe’de ölmüş.

- Biliyorum oğlum. Peki sen biliyor musun? Şu anda Ankara’da Anıtkabir’de yatıyor.

- Artık uyanmayacak mı anne?

- Hayır oğlum, uyanmayacak.

- O hep içimizde değil mi? (Bunu sorarken elini kalbine götürüyor.)

- Evet oğlum içimizde.

- ... Peki ama anne, şimdi bizi düşmanlardan kim kurtaracak?!!!

- ..........................

7 Kasım 2012 Çarşamba

Pamuk Prens dediğin...


Naziktir, kadın dilinden anlar!

- Arkadaşına bir hediye alsak mı Tibet?
- Arkadaşım kız mı erkek mi anne?
- Kız.
- O zaman çiçek alalım!
- :))))


Sevdiğini hep görmek ister!

- Anne, Demir’lere gidelim mi?
- Oğlum daha dün bizdeydiler!
- Olsunnn. Gidelim biz yine de, hatta her gün gidelim!

Kaybedip, bulduklarının kıymetini bilir!

- Annecim, kaç yıldır arıyordum bunu. Şuraya koyayım da gözümün altında olsun!

Özlenmek ister!

- Anne, hiç zamandır metroya binmemiştik. Özlemiştir di mi beni?

Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncıdır!

- Anne kızgın mısın?
- Evet!
- Kime kızgınsın, bana mı?
- Hayır!
- Babama mı?
- Evet!
- Ohhh beee! İyi ki bana kızgın değilsin!
(Artık kızınca nasıl kızıyorsam :P)


Birini nasıl sakinleştireceğini iyi bilir!

1.
- Anne gel de sana sıkıca sarılayım. Sarılınca kendini iyi hissedersin!
İç ses: Canımmmmm! Sen sarılınca kendimi iyi hissetmemem mümkün mü? Ah oğlum! Hep böyle sevgi dolu ol inşallah!!! :)))

2.
- Haaahhaaahhaaahhhaaaa!
- Ne oluyor oğlum, ne gülüyorsun kendi kendine?
- Sen mutlu ol diye komiklik yapıyorum anne. Mutlu oldun di mi? Bak oldun, bak, gülüyorsun!
- :)))))


Kendi ismini hiç bir yere bakmadan kendi kendine yazabilir! Üstelik yazım şekline kendi yorumunu bile katabilir!

- Bu B’leri özellikle böyle değişik yaptım anne, güzel olmuş di mi?


Kendine has bir stili vardır!

- Anne bak! Nasıl çizmişim?
- Çok güzel olmuş bebeğim :))))
Dip: Resimdeki çiçek anne çizimidir :)

31 Ekim 2012 Çarşamba

Takıntı


Oğluma bazı şeyleri anlatmakta zorlanıyorum. Kafayı bir şeye taktı mı, onun olmazlığını anlatmak imkansızlaşıyor. Şimdi bana bütün çocuklar böyle diyeceksiniz biliyorum... ama değil...
Tibet bir başka!

Dilerseniz en son yaşadığımız olayı olduğu gibi anlatayım, siz verin kararınızı tüm çocuklar aynı mı yoksa bu Tibet’e özgü bir durum mu?


Bir türlü başımdan atamadığım kısırdöngülerim var benim... Bir şekilde kendimi kurtarıp, sonra nasıl oluyorsa tekrar içine düştüğüm...

Her ay yinelenen küçük bir ritüel vardır belki siz de bilirsiniz. Dolunayda, istemediklerinizi bir kağıda yazar, o kağıdı yakar ve “Allah’ım beni bunlardan kurtar, yerini sevgiyle doldur!” der, diler üfleyerek havaya, dilerseniz akıp giden suya bırakırsınız...

Kardeşimin hatırlatmasıyla bu ritüeli yapmaya karar verdim. Aldım elime kağıdı kalemi, yazıyorum. Bizim bücür de başımda. “Ne yapıyorsun anne?” diye sordu anlattım. “İstemediğim, beni üzen şeyleri benden alsınlar ve yerlerine güzellikler versinler diye meleklere mektup yazıyorum.” dedim. “Ben de yapmak istiyorum.” dedi. “Tamam” dedim, “Ben bitirince senin için de yaparız.”


Yazdım, yaktım, dolunay saatine niye edip, balkondan havaya saldım istemediklerimi...

Sıra bizim bücüre geldi doğal olarak. Aldı kağıdı kalemi eline; “Hadi yapalım!” dedi.
“Tamam, sen şimdi ne yazmak istiyorsan yaz o halde kağıda oğlum.”
“Ama anne, ben aynı senin gibi yazmak istiyorum.”
“Sen yazmayı daha bilmiyorsun ki tatlım. Sen içinden geçirdiklerini oraya yazıyormuş gibi yap, melekler seni zaten anlarlar!”
“Olmaz anne! Ben aynı senin yaptığın gibi yapacağım!”
“Tamam o halde, ben senin elini tutayım, beraber yazalım...”
“Hayır anne! Senin gibi yazacağım bende!”
“Ama oğlum nasıl yapacağız onu? Bak istersen resim de çizebilirsin, melekler onu da anlarlar.”
“Bana neeeee! Ben aynı senin gibi yazmak istiyorummmm!!!”

Şu yukarıdaki konuşma sırasının yaklaşık 5-6 kez tekrarlandığını düşünün... ve bu tekrar sonrasında Tibet’in avaz avaz ağladığını benim sinirimden onun yanında duramayıp, ağlayıp bağırmamak için terasta saçlarımı yolduğumu...

Tibet'le yaptığımız sanatsal çekimler :)

Kardeşim “Ben bir melek resmi yollayıp güya onların ağzından bir mesaj atayım en iyisi, belki bu şekilde onu sakinleştiririz.” dedi. Ne yalan söyleyeyim, pek tutacağını düşünmedim, çünkü mesajlarda atan kişinin resmi görünüyor telefonda ama o anda ne çözüm önerilse üstüne atlayacak haldeydim zaten...

Nasıl oldu bilmiyorum, kardeşimin attığı mesajı gerçekten meleklerden geldi sandı Tibet ve resim çizmeye karar verdi...

Böylece içinde güneş, bulut, örümcek, çiçek, kapısına kadar özel bir yolu olan bir ev ve bir insan olan bir resmimiz oldu. Şimdi o resmimizi itinayla saklıyoruz. Ne de olsa melekler için yaptık :)

Buyrun bu şarkı da oğlumun son takıntısı...


Bu şarkıyı dinlemeden okulun kapısından içeri girmiyoruz :)))

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Dersimiz.....


Hayattan ders almak için illa olumsuz olaylarla muhatap olmamız gerekmiyor aslında....
Bazen gözünüzün önününde büyüdüğüne şahit olduğunuz bücürünüzün kurduğu cümleler, verdiği tepkiler isteseniz de istemeseniz de öğretiyor size bir şeyler...........

Ders 1: Hayat bazen oğlunun hangi arada bu kadar büyüdüğünü farketmeyişini sorgulatabilir!... :)


- Oğlum ne olacak senin halin böyle? Kışın dondurma yemeden nasıl duracaksın çok merak ediyorum!
- Baba, kışın dondurma istemeyecek ki canım. Hava kışın serin olduğu için canımız dondurma çekmez, yazın ferahlamak istediğimiz için dondurma yeriz!

Ders 2: Kurduğun cümlelere dikkat et! Kastettiğin değil, içerdikleri anlamlarıyla anlaşılma ihtimali %100!!!... :)


- Oğlum, ananen bugün biraz hasta. Onu çok yorma tamam mı?
- Tamam anne, az mı yorayım?!

Ders 3: Her şeyi kendin halletmek zorunda değilsin. Bazen işini bilenlerin yardımını da istemen gerekir!... :)


- Ananeeee! Anneme söyler misin? Şimşek McQuinn arabam düştü. Çekici çağırıp, kaldırtsın!!!...


Ders 4: Zaman her şeyin ilacıdır. Ama şu anda yaşadığın duygularını kabullenmek, yükünü hafifletir!... :)


- 9/10 yaşında olsam korkmam ama dede, şimdi küçüğüm ya, tedirgin oluyorum biraz!

Not: Uzun zamandır yazmadığımın farkındayım ama oğlumla aramız burada yazdığım kadar ballı börek değil. Son zamanlarda aramızdaki aşktan fazla çekişme yaşıyoruz. Sanırım kişiliğini oturtma dönemleri. Bu dönemde ben kendi adıma fazla yorulduğumu söyleyebilirim ve bu süre zarfında çok fazla yazamayabilirim... Neticede burası onun bloğu ve geriye dönüp okuduğunda güzel şeylerin paylaşılmış olmasını tercih ederim. Gülsün, eğlensin... en fazla hüzünlendirsin bu blog onu, üzmesin, kırmasın yeter ki...