HÜNERLOPEDİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HÜNERLOPEDİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Haziran 2011

Ceviz

Ceviz (Hünerlopedi)

YİYELİM, ZEKİLEŞELİM :)
Hünerlopediyi unuttum sandınız değil mi? Haklısınız…
Ama inanın unutmadım, sadece “hayatta ne yapıyorsan, onu en iyi şekilde yapmaya çalış” felsefem yüzünden biraz kağnı şeklinde ilerliyor. :)
Blogumdaki tariflerin, sadece sayıca çok olmasını önemseyip, içime sinen sinmeyen her tarifi yayınlamak gibi bir alışkanlığım yok biliyorsunuz. Az olsun, öz olsun ama işe yarar olsun diye düşünürüm her zaman… Aynı şey Hünerlopedi içinde geçerli.
Bir konuya karar verince günlerce internette gözüm çıkana kadar araştırma yapıyorum, derliyorum, toparlıyorum. Daha sonra hazırladığım dosyayı; sevgili Özge Kelebek’e gönderip onun uzman onayını alıyorum.
Sonra sizinle paylaşmaya hazır hale geliyor.

Aslında kışın portakalı hazırlamaya başlamıştım ama yazılarımda satır aralarında bahsettiğim malum nedenlerden dolayı bir türlü tamamlayamadım. Zaten ben tamamlayana kadar portakalın mevsimi de geçti :)
O yüzden Hünerlopedi konularını artık mevsimsiz seçmeye karar verdim. Biraz düşününce ilk aklıma gelende ceviz oldu!
Cevizi kullanmadığım yer yok gibi. Sadece kurabiyelere, keklere, tatlılara değil, tuzlulara ve salatalara da çok yakıştırırım. Bir tek yoğurtlu mayonezli salatalara değil, çoban salataya bile serperim :)
Bence peynir ve cevizin yakışmadığı, uyum sağlamadığı lezzet hemen hemen yok gibi…

Her şeyin olduğu gibi cevizinde bizlere çok yararlı olduğunu az çok tahmin ediyordum ama derinlemesine araştırınca emin oldum.
Özellikle beyin ve kalp sağlığı için gerçekten mucizevi bir meyve. Doğru miktarlarda tüketildiğince ise adeta bir ilaç…
Pek çok yerde ceviz ile yapılan diyet kürlerine de rastladım. Ama bu konuda sevgili Özge ne derse benim için o :)
Bu yüzden kendisine diyet ve ceviz ile ilgili sorularda sordum, sağ olsun hemen yanıt verdi.
Aşağıda onları da bulacaksınız.

Siz şimdi yazıyı okumaya başlayın, ben mutfağa gidip, aklımdaki cevizli krokan ve cevizli truf tariflerini test etmeye koyulayım :)

HÜNERLOPEDİ - CEVİZ
Cevizin meyvesi sert kabuklu meyveler içinde yer almaktadır. Meyve, ağaç üzerinde yeşil kabuk, sert kabuk ve iç cevizden oluşur. Kabuk kalınlığı yönünden çok değişik özellikler sunar. Çok ince kabuklu cevizlerin yanı sıra kalın ve sert kabuklu ceviz tip ve çeşitleri de bulunmaktadır.
Cevizin bitkisel özellikleri ise şu şekilde sıralanabilir; bileşik yapraklıdır, boyunlu, düğme ve nokta şeklinde 3 adet tomurcuk yapısına sahiptir. Çiçekleri bir evciklidir. Erkek ve dişi aynı ağaçta fakat farklı yerlerde bulunur. Döllenme rüzgarla gerçekleşir. Erkek ve erkek dişi çiçekler farklı zamanlarda olgunlaşmaktadır. Meyveler yıllık sürgünlerde oluşur.

CEVİZ ÇEŞİTLERİ
Dünya üzerinde 18 ceviz türünün mevcut olduğu belirlenmiştir.
Bunlardan yurdumuzda; Juglans regia L. ile az miktarda Pikan,Carya, illinoensis yetiştirilmektedir.
Yerli Ceviz Çeşitleri;
Yalova 1-2-3-4, Şebin, Bilecik, Gültekin-1(KR-1), Yavuz-1 (KR-2), Kaplan-86, Şen-2, Tokat 1
Yabancı Ceviz Çeşitleri;
Payne, Hartley, Franquette, Serr, Ashley, Sunland, Trinta, Chico, Vina, Tehama, Amigo, Tulare, Pedro, Howard, Chandler, Cisco, Rego, UC77-102,

TARİHÇESİ
Kalın kabuğu sayesinde güneş ve nemden etkilenmediği için seyyahların yanlarından ayırmadığı, insan beynine olan şaşırtıcı benzerliğiyle dikkat çeken ceviz, en az insanlık tarihi kadar eski bir meyve.
Ceviz; tarihin en kadim tanığı...
Cevizin anavatanı, bazılarına göre İran’ın Ghilan bölgesi, bazılarına göre ise Çin’dir. Bunlara karşılık daha büyük bir çoğunluk ise cevizin anavatanı olarak çok daha geniş bir alanı göstermektedirler. Bunu savunan gruba göre ceviz Karpat dağlarından Türkiye, Irak, İran, Afganistan, Güney Rusya, Hindistan, Mançurya ve Kore' ye kadar uzanan geniş bir bölgenin doğal bitkisidir.
Jeolojik devirlerde özellikle üçüncü zamanda cevizin kapladığı alan bugünküne göre daha da geniştir. Grönland kazılarında ve Sibirya'da Obi nehri kıyılarında buzulların altında ceviz yaprak ve meyvelerine rastlanmıştır.
Cevizin doğal yayılma alanı ise doğuda Himalaya dağlarından Çin topraklarına, batıda Kafkas Dağları, Anadolu, Balkanlar ve Alp Dağlarına kadar uzanmaktadır.
M.Ö. 750 - 500 yıllarında Romalılar tarafından İran'dan Avrupa'ya getirildiğini bildirmektedir. Cevizin meyvelerini Romalılar bolluk sembolü ve konuk armağanı saymışlar, ağacın güzelliği, meyvesinin lezzetli ve besleyici oluşu ve ayrıca kerestesinin yüksek özellikleri dolaysıyla cevize Jüpiterin meyvesi veya kral ceviz adını vermişlerdir.
Eski medeniyetler sadece yemek yapımında değil, saçlarını ve giysilerini boyamak için de ceviz kullanmış.
Romalılar, kötülüğü kovması, sağlık ve bereket getirmesi için düğüne gelen konukların üzerine ceviz atarlarmış.
Orta Çağ Avrupası'nda cevizin yıldırımdan, sara nöbetinden, savaşlardan ve şeytani güçlerden koruduğuna inanılırmış.
Babil'in Asma Bahçeleri'nde kocaman ağaçlarda yetişen ceviz, Pers ülkesinde sadece saraylıların yiyebileceği bir meyveymiş. Fransız köylüleri, eve bereket getirsin diye tavana içi ceviz dolu bir çanta asarlarmış. Gelinler ise ileride doğacak bebeklerine emzirebilecek bol sütleri olsun diye şehrin en büyük ceviz ağacının etrafında dönerek dans ederlermiş.
Ceviz; uzun ince şekli ve tatlımsı aromasıyla ayırt edilen pecan cevizi ağaçlarının çevresinde kamp kuran Amerikan yerlileri için özel bir anlam taşırmış.

TÜRKİYE'DE CEVİZ ÜRETİMİ
Yakın bir geçmişe kadar ceviz yetiştiriciliğinde söz sahibi olarak Türkiye gelmekte, bunu Yunanistan, İtalya, Fransa gibi ülkeler takip etmekteydi ancak ceviz yetiştiriciliğine 1867’de başlayan ABD, bütün bu ülkeleri geride bırakarak ceviz yetiştiriciliğinde ve dış satımında en önemli ülke konumuna gelmiştir.
Meyvecilik kültürü oldukça eski tarihlere uzanan Anadolu, birçok meyve türünde olduğu gibi cevizin de anavatan bölgeleri arasında yer almıştır. Anadolu, günümüze kadar yapılan yetiştiricilik sonucunda, sayıları 4,5 milyonu aşan bir ceviz ağacı varlığına sahip olmuştur.
Türkiye’de en fazla ceviz ağacı Artvin, Aydın, Bitlis, Bursa, Çorum, Erzurum, İzmir, Kastamonu, Kahramanmaraş, Ordu ve Van’da bulunmaktadır. Kabuklu ceviz üretiminin en fazla olduğu iller ise Aydın, Bitlis, Bursa, Isparta, İzmir, Kastamonu ve Zonguldak’tır.
Her yöresi kıymetli ceviz tiplerine sahip olan ülkemizde bu zengin kaynağın başlıca iki önemli avantajı bulunmaktadır. Birincisi, sahip olduğu 5 milyondan fazla ağaçla elde edilen yaklaşık 120 bin tonluk ceviz üretimi, ülkemizi dünya sıralamasında üçüncü sıraya yerleştirmiştir. Fakat üretilen bu miktarın ancak %1- 2'sinin dış satıma gitmesi ve dolayısıyla ülkemizin dünya ceviz dış satım sıralamasında son sıralarda yer alması da olumsuz bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumun tek nedeni üretimimizin standart çeşitlerle değil de tamamen tohumdan yetişen ağaçlarla yapılması ve hiç bir kültürel uygulamanın yapılmamasıdır. Tohumdan yetişen her bir ağacın farklı özelliklere sahip olması, dolayısıyla standartlara uygun miktarda ürünün temin edilememesi dış satımımızı zorlaştıran en önemli neden olarak ortaya çıkmaktadır. Anadolu’nun mevcut ceviz varlığının ikinci avantajı ise, çok geniş bir genetik varyasyona sahip olduğundan ıslah çalışmaları için zengin bir kaynak olmasıdır. Bu varyasyon ıslah çalışmalarının uygun yöntemlerle daha kısa bir zamanda başarıya ulaşmasına imkan vermektedir.

BESİN DEĞERLERİ
Ceviz bir yağlı tohumdur ve diyetteki önemli yağ kaynaklarından biridir. Özellikle doymamış yağ asitleri açısından zengindir. İçerdiği en önemli yağ asidi balık yağınında temel yağ asidi olan omega-3 yağ asididir. Tiamin, vitamin B6, folat gibi birçok vitamini ve çinko, bakır, magnezyum, fosfor, potasyum gibi birçok minerali yapısında bulundurur.

100 gr. cevizdeki besin, mineral ve vitamin dağılımı;
• Besin enerjisi (Kcal); 654
• Protein (gr); 14.4
• Toplam yağ (gr); 62,5
• Toplam karbonhidrat (gr); 10,6
Mineraller (gr);
• Kalsiyum; 87 mg
• Demir; 2.5 mg
• Magnezyum; 130 mg
• Fosfor; 410 mg
• Potasyum; 544 mg
• Sodyum; 2 mg
• Çinko;2.7 mg
Vitaminler (mg);
• Vitamin C; 2,6 mg
• Thiamin; 0.30
• Vitamin E: 1,9 mg
• Folat: 77 mcg
• Vitamin-A ; 8 mcg

İNSAN SAĞLIĞI AÇISINDAN ÖNEMİ
* Cevizin doymamış yağ asidi içeriği özellikle kalp-damar sağlığı açısından oldukça önemlidir.

Omega-3 yağ asidi kandaki basıncı azaltarak, atardamarlardaki iltihaplanmayı, sertleşmeyi ve tıkanmayı, kan pıhtılaşmasını önler, kolesterolü düşürerek kalbi korur, bazı kanser çeşitlerine karşı vücudu güçlü kılar.

* Besin değeri oldukça fazla olan ceviz beyin için de oldukça yararlıdır. Özellikle göz sinirleri ve hafıza için oldukça önemlidir. Yine bunu içeriğindeki omega-3 yağ asidi sayesinde sağlar.

* Cevizdeki yağ profili, fitosteroller ve magnezyum, safra taşı oluşumunun önüne geçiyor.
Ceviz, bir yağlı tohum olması nedeni ilede ciltte kuruluklar oluşan sorunların ve egzemanın tedavisinde yardımcı olabilmektedir.

* İçerdiği fosfor, kalsiyum, potasyum, magnezyum açısından oldukça zengindir. Bu mineraller, sinirlerin uyarımı ve kas dokusunun çalışması için gereklidir.

* Cevizdeki fitosteroller sayesinde, bağışıklık sistemi güçlenir.
Aromatik kokulu yaprakları kabızlığa, iştahsızlığa, kan temizlenmesine ve hazımsızlığa karşı yararlıdır.

* Cevizin içeriğindeki omega 3 yağ asidi sayesinde deriniz nemlenir ve sağlıklı, parlak görünür.

Özellikle kalp sağlığı ve beyin gelişimi açısından ceviz yemek için, en önemli nedenler;


* Beyne benzeyen ceviz, kavrama ve anlamayı geliştiriyor. Asya’da ceviz hala beyin gıdası olarak kabul ediliyor, bu ülkelerde öğrenciler, sınavlardan önce ceviz yiyerek notlarını yükseltebileceklerine inanıyor.

* Cevizdeki melatonin, beyin bezesi tarafından salgılanan melatoninin insan vücudunun kullanıma hazır formunu içeriyor. Melatonin, gece çalışan ve zaman farkından dolayı uyku düzensizliği çeken kişilerde uyuma rahatsızlıklarını ortadan kaldırabiliyor.

* Omega-3 yağ oranı düşük çocuklarda daha yüksek hiperaktif olma özelliği, daha fazla öğrenim ve davranış bozuklukları, daha fazla huysuzluk ve uyku düzensizlikleri gözlemleniyor. Ceviz, bu sorunları önleyen omega-3 bakımından çok zengin.

* Cevizdeki l-arginin kan damarlarının iç tarafının pürüzsüz ve düzgün olmasını sağlayarak kan-damar sisteminin rahatlamasını sağlıyor. Cevizdeki yağ asitlerinin kalp hastalıklarını önleme etkileri var.

* Cevizin, antioksidan özelliği dolayısıyla kardiyovasküler ve sinir sistemine zarar veren parkinson ve alzheimer gibi çok kuvvetli hastalıkların gelişimini erteleyebileceği veya azaltabileceği ileri sürülüyor.

* Ceviz, damarlarda daha az pıhtılaşma özelliği olan kan tipinin üretimine ve iyi kolesterol oranının kötü kolesterol oranına göre artmasına yardım ediyor, kolesterolün damarları tıkama aşamasında önemli bir adım olan şişme ve kızarıklığı azaltabiliyor.

* Ceviz, antioksidan savunmada önemli olan birtakım enzimlerde zorunlu kofaktörler olarak görev yapan manganez ve bakır içeriyor.

SAKLAMA KOŞULLARI
Kabuklu halde iyi kurutulduğunda 1 yıl boyunca kolaylıkla saklanabilen ceviz pazarlama açısından gerek üretici ve gerekse tüccara sorun yaratmamaktadır.
Ceviz diğer sert kabuklular kadar dayanıklı değildir. Kabuklu cevizler %60-65 nemde (0) derece sıcaklıkta 12 ay, 10 derecede ise 6 ay dayanır.
İç ceviz ise daha kolay bozulur. Bunu önlemek için düşük sıcaklık ve düşük nemle birlikte antioksidan madde uygulanması, vakum koşulları (düşük oksijen) ve karanlık gereklidir. Bu koşullarda 18 ay renk ve lezzetini korurlar.

DİKKAT!!
* Hazmı zor olduğundan, karaciğeri rahatsız olanlar ceviz yememelidir.
* Şeker hastalarına ve böbrek rahatsızlığı olanlara da önermemek gerekir.
* Özellikle böbrek hastaları için çok sakıncalıdır çünkü fosfor ve potasyumu çok yüksek ve çoğu şeker hastasında böbrek hastalığı gelişme riski çok yüksektir.

Dyt.Özge KELEBEK'in Notları;
* Cevizin diyette yeri; Ceviz her gün tüketilmesi gereken bir atıştırmalık aslında... Her gün cevizle omega-3 alarak damar sağlığımıza katkıda bulunabiliriz.

* Ne kadar tüketmeliyiz; Her gün 3-4 adet veya 6-8 yarım ceviz içi tüketebiliriz. Özellikle kolesterol sorunu olanlara öneririm.

* Ceviz kürleri; En çok bilineni 1 su bardağı suda, 1 gece bekletip suyunu içince kolesterol düşüyor derler. Şöyle ki yağ suda çözünmez. Cevizde yağ kaynağı olduğu için suda bekletme pek işe yaramaz. Cevizin kendisini tüketiniz.


*******
Tüm görseller internetten alıntıdır...
Kaynaklar;
www.kelebekdiyeti.net
Hürriyet
http://www.ito.org.tr/Dokuman/Sektor/1-17.pdf

11 Kasım 2010

Elma

Elma Dosyası

GÜNDE BİR ELMA YE, DOKTORU UNUT :)
Beni ve eşimi birazcık tanıyan herkes, Hünerlopedi’de patates dosyasının olmasının ne kadar doğal olduğunu bilir. :)
Aynı şekilde, belki de yer alacak, son konunun elma olacağını da…
Elma ile daha doğrusu pişmiş elma ile çok aram yoktur. Çoğu insanın kokusu ile büyülendiği; elma, ceviz ve tarçın üçlüsü beni hiç cezbetmez.
Çiğ elma severim, hatta birkaç yıl öncesine kadar bir oturuşta iki üç elma rahatlıkla yeme kapasitem vardı :) Ama nedense son yıllarda neredeyse hiç yemez oldum.
Sanırım bir şeyi ne kadar çok severseniz sevin, üst üste ve çok fazla yiyince ufak bir soğuma yaşıyorsunuz, bende de öyle oldu.
Annem bir ara elmalı kurabiyeye deyim yerinde ise; sardırmıştı, o kadar çok yaptı ki evde pişmiş elma kokusundan fenalık gelmişti. Çok sevdiğim çiğ elmadan bile böyle uzaklaşmıştım.
Ama bir şeyi çok yiyince soğuduğum gibi, geri dönmesini de bilirim. :)
Bir dönem yıllarca balık yemedim mesela, şimdi apartmanda balık kokusu duysam, utanmasam gidip komşunun kapısını çalıp, sofralarına oturuvereceğim :)
Elma ile de yavaş yavaş barışıyoruz tekrar.
Altın günümüzde :) kızlara yaptığım; Elmalı Üzümlü Çörek’in bu konuda etkisi büyük.
Elma dosyası için çeşitli tarifler hazırlarken de arayı epeyce ısıttık :)

Elma için; “cennetten çıkma” deniyor hep, tarihçesi için araştırma yapmadığım kaynak kalmadı ama doğru dürüst bir şey bulamadım, hep mitolojik; Adem ve Havva’ya dayanan öyküler…
Efendim, 1500 bilmem kaç yılında şurada keşfedildi, şu kral tarafından bu ülkeye getirildi, gibisinden hiçbir bilgi bulamadım, affınıza sığınıyorum :)

Sağlığımıza yararlarını okudukça ise; gerçekten bir “cennet meyvesi” olduğuna karar verdim. Tamam, yaradan hiçbir şeyi nedensiz yaratmaz ama bu meyve hakikaten bir mucize!
Kanseri önlemesinden tutunda, nefes yollarını açmasına, doygunluk hissi vererek kilo kaybında yardımcı olmasına kadar onlarca faydası var bu lezzetli meyvenin.
Bilgileri toparlarken, gidip gelip dolaptaki bütün elmaları bitirdim, bundan sonrada evden eksik etmem o derece!

Dosyayı hazırlarken; her zaman olduğu gibi sevgili Dyt. Özge Kelebek çok yardımcı oldu bana. Hatta bu sefer olayı abartıp, bulduğum her bilgiyi önce ona gönderip, onayını aldım. Kendisinin önerileri, düzeltmeleri ve gönderdiği makaleler olmasaydı, sadece internetteki bilgiler ile çok da güvenilir bir araştırma olmayacaktı. Sayesinde oldukça ciddi ve doğru bilgiler içeren bir dosya oldu.
Bir kez daha kocaman teşekkürlerimi sunuyorum sevgili Özge’ye…

HÜNERLOPEDİ - ELMA
Elma (Malus domestica), gülgiller (Rosaceae) familyasından, kültürü yapılan bir meyve türü.
En yakın akrabaları armut ve malta eriğidir. 5-12 metreye kadar uzanan, yaprak döken, tacı geniş küçük bir ağaçtır.
Çiçekler yapraklarla birlikte açar. Beyaz olan çiçekler genellikle ilk açtığında açık pembedir.
Meyve sonbaharda olgunlaşır, ekseriya 5-8 cm çapındadır.
Elma, ılık ve serin iklim ile yağış ister. -35° C soğuğa dayanabilir.
Kurak ve sıcaktan hoşlanmaz, taşlı ve kireçli toprağı sevmez.

TARİHÇE ve ÜRETİM
İnsanlar elma yetiştiriciliğine M.Ö. başlamışlardır. Elmanın anavatanı; Anadolu’yu da içine alan Güney Kafkaslardır.
Kültür elması (Malus communis Lam.) yetiştiriciliği ülkemiz genelinde yapılmaktadır, Kuzey Anadolu, Karadeniz Kıyı Bölgesi ile İç Anadolu ve Doğu Anadolu yaylaları arasında ki geçit bölgeleri ve son yıllarda Güneyde Göller Bölgesi elmanın önemli yetiştiricilik alanlarını oluşturmaktadır.

Dünyada üretilen 66 milyon ton elmanın 2,5 milyon tonu ülkemizde üretilmekte ve bu hali ile Türkiye elma üretiminde dünyada Çin, A.B.D. ve İran’dan sonra 4. sırada yer almaktadır.
1961-1965 dönemi ortalamasına göre; 20,7 milyon ton olan dünya elma üretimi 2,8 kat artış göstererek 1996-2000 dönemi ortalamasında yaklaşık 58 milyon ton’a, 2007 yılında ise üretim 66 milyon ton’a yükselmiştir.
Ekolojik şartların uygun olması nedeniyle yurdumuzun hemen hemen her yerinde yetiştirilebilmekle birlikte son yıllarda belirli bölgelerde yoğunlaşmış durumdadır.
Ülkemizde 1950 yılında elma üretimi 110.000 ton civarlarında iken 1980 yılında 1.350.000 ton, 1990 yılında 1.900.000 ton, 2000 yılında 2.400.000 ton ve 2008 yılında 2.504.000 tona yükselmiştir.
Türkiye 2008 yılı verilerine göre 2,5 milyon ton elma üretiminin yaklaşık % 61’i; Isparta, daha sonra sırasıyla, Karaman, Niğde, Denizli, Antalya illerimizde gerçekleşmiştir.

ELMA ÇEŞİTLERİ
Bugün dünyadaki elma çeşitlerinin sayısı 6.500’ü aşmakta olup, Türkiye’de ise bu sayı 460’ı bulmaktadır. Bunlar arasında kalite, verim yönünden yüksek ve ticari anlamda yetiştiriciliği yapılanların sayısı çok azdır.

Bazıları;

• Starking Delicious, Golden Delicious, Amasya, Beacon, Black Stayman Improved 201, Breaburn, Crowngold, Fuji, Granny Smith, Hüryemez, Jonagored, Jonathan, Mondial Gala, Mutsu, Pinova, Red Chief, Santana, Stark Earlyeast, Starkrimson Delicious, Starskpur Golden Delicious, Summered, Topred…

Amasya;
Türkiye'nin neresinde olursanız olun, eğer mevsimiyse, mutlaka Misket elması "Amasya Elması" olarak karşınıza çıkar. Kışın yenilen önemli bir çeşittir. Meyvesi orta irilikte, sap tarafı biraz genişçedir. Sapı uzunca ve kahverengidir. Kabuğu yapışkan, ince, yeşil üzerine açık kırmızıdır. Etli kısmı tatlı, sulu, güzel kokulu ve gevrektir. Çekirdekleri parlak kahverengi ve dolgundur. Ortalama ağırlığı 90 gramdır.
Amasya adıyla bütünleşen Misket, özelliğini yine Amasya'nın coğrafi yapısında alır. Söylendiğine göre Amasya vadisi, misketin yetişmek için tam aradığı ortammış. Boğazın esintisi, elmaya ayrı bir tat verir. Kokusu da burada gizlidir.
Amasya Misket'inin en büyük özelliği bir yıl meyve verirse diğer yıl vermemesidir. Bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarı ila yeşilimsi bir renk taşır. İnce kabuklu, hoş kokuludur. Sert ve dayanıklıdır. Uzun süre saklanmaya elverişlidir.
Amasya elmasının iki türü vardır. Daha küçük ve tatlı olanına Misket elması denir. Daha iri ve aşılı olanına ise kabak elması adı verilir.
Demir;
Kışlık çeşittir. Kabuğu ince, yeşil üzerine koyu kırmızı çizgili ve seyrek beneklidir. Eti gevrek, kokusuz ve mayhoştur. Çekirdekleri ufak, dolgun ve uzuncadır. Ortalama ağırlığı 125 gramdır.
Starking delicious;
Kışlık çeşittir. Meyvesi iri, sarı üzerine kırmızı, seyrek noktalı ve parlaktır. Eti sarımsı, yumuşak, tatlı, sulu ve kokuludur. Ortalama ağırlığı 208 gramdır.
Golden delicious;
Kışlık çeşittir. Meyvesi orta iri, yuvarlak koniktir. Sapı çok uzundur. Kabuğu donuk sarı-yeşil, çok paslı ve seyrek beneklidir. Eti sıkı, az mayhoş, çok sulu ve hoş kokuludur. Ortalama ağırlığı 136 gramdır.
Jonathan;
İri, silindirik ya da konik biçimdedir. Kabuğu düzgün ve kırmızıdır. Eti açık sarı sulu ve tatlıdır.
Hüryemez;
Kışlık çeşittir. Meyvesi çok iri, basıktır. Sapı uzun ve kalındır. Kabuğu sarı-yeşil, seyrek kahverengi beneklidir. Eti gevrek, çok sulu ve çok mayhoştur. Çekirdekleri kısa dolgundur. Ortalama ağırlığı 300 gramdır.

BESİN DEĞERLERİ
100 gr. taze elmanın, kabuğu ile birlikte içerdiği besin değerleri şöyle sıralanır;
51,9 kalori… 85.1 gr. Su… 0,3 gr. Protein… 11,4 gr. Karbonhidrat…0,4 gr. Yağ… 2 gr. Lif… 11 mgr. Fosfor… 7 mgr. Kalsiyum… 0,5 mgr. Demir… 3 mgr. Sodyum… 144 mgr. Potasyum… 6 mgr. Magnezyum… 90 IU A vitamini… 0,03 mgr. B1 vitamini… 0,02 mgr. B2 vitamini… 0,1 mgr. B3 vitamini… B6 vitamini… 0,1 mgr. folik asit… 7 mgr. C vitamini … 12 mg ve 0,5 mgr. E vitamini...
Ayrıca A vitamini… 8 mcg , B6… 0,1 mg , çinko… 0,1 mg.

MEYVELERİN SULTANI :)
Günümüzün şifalı bitkiler uzmanı M.Messegue; 'Eğer bir tek ağacınız olacaksa, onun elma ağacı olmasını tercih edin” diyerek elmayı soframızdan eksik etmememizi tavsiye etmektedir.

Kabuğu ile birlikte, Vitamin ve Antioksidan deposudur!
Elmanın sağladığı vitaminlerin en önemlisi C vitaminidir.
Özellikle kabuğunda ve kabuğun hemen altında güçlü antioksidan aktiviteye sahip olduğu da bilinmektedir.
Bu nedenle iyi yıkanmış ve organik bir elmanın kabuğuyla tüketilmesi en doğrusudur.

Her gün en az bir elma yemek için neden çok !
Her bir elma çekirdeğine, koskoca kimya fabrikalarının 10 mikrona küçültülen şifreleri yerleştirilmiştir. Elma; içerdiği bikarbonat iyonları sayesinde, sindirimi kolaylaştıran tek meyvedir.

• Çalışırken devamlı olarak oturanlara, şişmanlara, kanı fazla koyu olanlara elma son derece faydalıdır.
• Elma ayrıca yüksek tansiyon, kas ağrıları, böbrek taşlarına karşı birebir ve idrar yollarını açıyor.
• Elmada bulunan; suda çözünen lifler, bağırsak hareketlerini tetikler ve hızlandırır. Bağırsak sorunu çeken kişiler için dengeleyici ve normalleştirici bir besindir. İçinde bulunan pektin sayesinde; ishale iyi gelir, dışkıyı katılaştırır. Çözünür posanın sindirimi düzenlemesi nedeni ile bağırsak kanserlerini önleyici etkisi vardır. 180 gr.da, 5 gr. gibi yüksek bir lif zenginliğiyle sindirim sisteminde büyük rol oynar, sindirim sistemini düzenler.

Araştırmalar; elmanın, prostat, kolon ve özellikle akciğer kanseri riskini azalttığını göstermiştir.
Diğer birçok meyve gibi elma da yüksek miktarda C vitaminine eş değer olan fenolik bileşenler ve kanser riskini ve DNA hasarını azaltan değerli antioksidanlar içermektedir.

Bu güçlü antioksidanlar ile kanserli hücrelerin çoğalmasını engelleyici ve nefes yolları ile ilgili rahatsızlıklara -astım gibi- iyi gelme özelliği de bulunur.
ABD de yapılan bazı araştırmalarda; özellikle, akciğer kanseri ile elma tüketimi arasında bağlantı bulunmuştur. Hawaii'de yapılan ve 582 hastanın değerlendirildiği bir çalışma sonucu; elma ve soğan tüketiminin; kadın ve erkeklerde, akciğer kanseri riskini azalttığı tespit edilmiştir.

• Zengin lif içeriği ile kalp hastalıklarında da etkilidir.
• Kolesterolü düşürmeye yardımcı olur.
• Yüksek potasyum içeriği ile yüksek tansiyona karşı savaşta önemlidir.
• Gut hastalığı ve buna bağlı eklem iltihaplarına karşı güçlendiricidir.
• İdrar yollarındaki problemlere yardımcı olur.

Yemeklerden sonra yenen elma, çoğu zaman diş fırçalamak gibi etki yapar, içerisindeki ksilitol dişlerde bakteri üremesini azaltır. Elma çiğnenirken dişlerin arasını çok iyi bir şekilde temizler ve diş etlerini güçlendirir, yatmadan önce yenirse dişlerin beyaz kalmasını sağlamaya yardımcı olur.

• Yatmadan önce yenirse; yatıştırıcı etkisinden dolayı uykuyu kolaylaştırır, baş ağrısına iyi gelir.

Elmanın besleyici özelliği, bu meyveyi özellikle spor yapanlar için vazgeçilmez yapar…

• Spor öncesinde tüketildiğinde; enerji verir.
• Spor sırasında tüketildiğinde; organizmaya çeşitli mineral ve vitaminler yükler.
• Spor sonrasında tüketildiğinde; %85 oranındaki su içeriğiyle organizmanın ihtiyacı olan suyu tamamlayarak toksinlerin vücuttan atılmasını kolaylaştırır.





Kür olarak;
• Elma + kereviz/maydanoz yorgunluğa iyi gelir.
• Elma+kızılcık suyu veya elma+ananas+üzüm suyu gribe ve idrar yolları iltihabına iyi gelir.
• Elma+armut suyu ishale iyi gelir.

Dikkat !
Ülser ve Gastrit hastalarına elma önerilmez, asitlik yüzünden yanma yapabilir.

***Bilgiler ve görseller internetten alıntıdır.

06 Ekim 2010

Patates

Patates (hünerlopedi)

EVİMİZİN YEGANE BESLENME KAYNAĞI :)
Gerçekten öyle… Eşimin patates tutkusu dillere destandır. Hele de patates kızartması.
Bizi tanıyan herkes bilir bunu. Kimin evine yemeğe ya da kahvaltıya gitsek, onlarca çeşit bile yapılmış olsa masada mutlaka patates kızartması da olur :)
Neredeyse her akşam patates kızarır evimizde, bazen değişiklik olması açısından patates salatası yaparım, bazen de patatesli börek.
Bu anlattığıma kesin inanmayacaksınız ama patatesli börek yaptığım bir akşam, hem böreği hem de iç harcını yemiş arkasından “birde kızartması olsa şahane olurdu” demişti! :)
Hünerlopedi’nin yeni konusu patates dediğimde, Yaso; “çok şaşırdım ben ilk konu patates olur sanıyordum” demişti :)
Ama ben kendime torpil yaptım, ilk konuları kendi sevdiklerime ayırdım :)
Diğer konularda olduğu gibi, patates içinde, deyim yerinde ise geniş çaplı bir araştırma yaptım.
Yani bu Hünerlopedi projesi ile; kaynak arayanlara çok büyük iyilik yaptım diye düşünmekteyim.
Herhangi bir konuda araştırma yaptığınızda o kadar fazla bilgi hatta bilgi kirliliği var ki kafa karıştırması çok doğal.
Hünerlopedi’deki bilgiler, aranmış, taranmış, okunmuş ve ayıklanmıştır efendim, afiyetle okuyunuz :)

HÜNERLOPEDİ - PATATES
Patates (Solanum tuberosum), patlıcangiller (Solanaceae) familyasından, yumruları yenen otsu bitki türü. Boyu 70-80 cm. e varan, beyazımsı-pembemsi çiçekler açan, yumruları hariç, zehirli otsu bir bitkidir. Patates tohumuna milva denir.
Bitkinin; toprak altında kalan yumruları; “patates” olarak bilinir. Bu yumrular nişasta bakımından zengin olduğundan önemli bir besin maddesidir.
Bitkinin toprak üst kısımlarında zehirli alkaloidler bulunmasına karşılık yumruları zehirli değildir.
Patates yumrularında bulunan nişasta taneleri, yumurta veya armut şeklinde olup, 70-100 mikron büyüklüğünde tanelerden ibarettir.
Patates dış kabuk rengine göre sarı ile kırmızı, etine göre beyaz ve sarı olarak ayrılır. Sarı patates makbuldür.
Tek yıllık bir kültür bitkisi olan patates, çeşitli iklim bölgelerine kolaylıkla uyum sağlayabildiği için, dünyanın hemen yer yerinde başarıyla yetiştirilmiş ve besin kaynağı olarak değişik şekillerde kullanılarak tüketimi hızlı bir şekilde artmıştır.
Yumrularında; nişasta halinde karbonhidrat, protein, vitaminler ve Demir gibi önemli besin maddelerini içeren patates, insanlar tarafından doğrudan mutfaklarda tüketildiği gibi, işlenerek değişik şekillerde (cips, parmak patates vs.) tüketilmektedir.
Ayrıca, ekmek ununa %3-5 oranında patates unu karıştırıldığında, ekmeklerin lezzetini artırmakta ve bayatlamayı geciktirmektedir.
Yüksek oranda nişasta içeren çeşitleri, endüstride hammadde (nişasta, alkol, vs.) olarak ve bir kısmı da hayvan yemi olarak değerlendirilmektedir.
Patates nişastası, salam ve sosis yapımında oldukça yaygın kullanılmaktadır.

TARİHÇE
Alçakgönüllü sebzemiz patates nasıl olduysa ilk olarak Amerika kıtasında yeşermiş. İnkalar ona tanrısal bir anlam yüklemişler. İspanyol istilacılar Güney Amerika kıtasında bugün Peru olarak bildiğimiz ülkeyi işgal ettiklerinde İnka hazineleri kadar patates de dikkatlerini çekmiş. Keşif ve istilanın başındaki kumandan Pizzaro, 1535 yılında patatesi İspanya kralına takdim etmiş. Ne var ki kral hazretleri bu tanıştırmadan pek hoşlanmamışlar.
Bundan yaklaşık elli yıl sonra, bu kez bir İngiliz soylusu, Sir Walter Raleigh, Virginia'da patatesi yeniden keşfetmiş. İngiltere'ye getirmiş. Patates burada halk arasında ciddi bir ilgi görmüş.
Patatesi 1590'da ilk olarak botanik literatürüne geçiren İsviçreli botanist Gaspard Bauhin'dir.
1739 yılında, İskoçya' da patates tarımına başlanılmış, ancak protestan dinine mensup ileri gelen kişiler, kutsal kitap "Tevrat" da patatesle ilgili bir bilgiye rastlamadıklarını beyan ederek; patatese karşı olumsuz bir tepki göstermişler ve patates yemenin günah olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Patates; 1745 yılında İtaya'dan Almanya' ya ve Avusturya'ya girmiş ve tarımına başlanmıştır.
1780' li yıllardan sonra Avrupa'nın Almanca konuşan ülkelerine (Hollanda, Belçika) getirilen patates, bu ülkelerde yetiştirilmeye başlanmış, ancak bu ülkelerde patates tarımı 19. asırdan sonra büyük gelişme göstermiştir.
Zamanla önce İtalya'da, sonra da Almanya, Rusya ve Fransa'da patates tarımı başlamış. Ancak İngiltere'nin aksine, buralarda patatese bir hayvan yemi muamelesi layık görülmüş. Bir de patates yetiştirilen bölgelerdeki köylüler yemeklerini yapmışlar patatesin.
Patates Rusya'ya 1764 'lü yıllarda Hollanda'dan girmiştir. 1765 yılından sonra tüm Rusya 'ya yayılmaya başlanmıştır.
Patates 1769 yılında Fransız gemicileri tarafından Yeni Zelanda' ya götürülmüş ve 1840'lı yıllardan sonra bu ülkede patates tarımı hızla gelişmiştir.
Patatesi bugünkü burjuva mutfaklarına kabul ettiren adam; bir Fransız kimyacısı, Antoine Augustin Parmentier'dir. Aynı zamanda Fransız ordusunda subay olan Parmentier, patatesin faydaları üzerine ciddi araştırmalar yapmıştır.
O dönemlerde Avrupa'nın kıtlık tehlikesiyle karşılaşmış olması, Parmentier'i patatesi savunma konusunda daha da cesaretlendirmişti. Patatesin yararları üzerine bilimsel kitapçıklar yayınlamıştı. Bu çalışmaları geniş yankı uyandırdı. Sonunda Fransa Kralı kendisine Paris civarında tarlalar tahsis etti ve Parmentier oralarda patates yetiştirmeye başladı.
Fransızlar önceleri, patatesi yalnızca çiçeklerinden yararlanmak için süs bitkisi olarak yetiştirdiler. 16.Louis ve Marie Antoinette; balolarda, üstleri elmas dolu giysilerine patates çiçekleri takarlardı.
Yüzyıllar sonra Avrupa, patatesi bir kez daha ve bu kez Amerikalılar aracılığıyla keşfetti ve sebzemiz fast food adı verilen kültürün başrol oyuncusu oldu.

Antoine Augustin Parmentier’in Öyküsü
Çok incelenmiş olmasına rağmen 1789 Fransız Devrimi içinde hala hayret verici nice öykü gizli.
Bunlardan biri de patatesin öyküsü.
Paris’te metroda bir heykel vardır. Bu heykel on sekizinci yüzyıl sonlarında yaşamış eczacı ve tarım uzmanı’nin heykelidir. Kendi adını taşıyan metro istasyonunda taşımacılıkta atların kullanıldığı dönemden kalma bir adamın, elektrikli vagonlar arasında ne işi var diye düşünmeden edemez insan. Parlak bir ışıkla aydınlatılmış beyaz çinili bir tünelde bu tozluklu, pudralı peruklu adam ne arıyor?
Bulunduğu ortamla tam bir tezat oluşturan bu adam, kolunun altında bir sepet patates tutar ve bunlardan birini bir çiftçiye uzatır. Yerin bu kadar altında hiçbir şeyin büyümeyeceğini bilen çiftçi kendisine bu adamın neden ısrar ettiğini merak eder gibidir.
Parmentier; patatesin zehirli bir Yeni Dünya bitkisi olduğunu ve cüzzama neden olduğunu sanan çağdaşlarına bunun tersini kanıtlayıp insanları açlıktan ölmekten kurtaran bir ulusal kahramandır.
On sekizinci yüzyılın büyük çalkantıları sırasında, defalarca büyük kıtlık yıllarıyla karşılaşan Fransız köylüleri, yine de buğday lapasından başka bir şeye güvenmiyordu.
Fransız Devrimi’nin karıştırdığı ülkede halkın açlıktan ölmesine bir çare bulmak isteyen l’Académie de Besançon, ekmeğin fırın raflarından kalktığı 1769 yılında bir yarışma açtı.
Yarışmayı kazanan Parmentier; bundan sonra kendini yaptığı inanılmaz patates promosyonları ile patatesi sevdirmeye adadı.
Kral 16. Louis’ye patatesi sevdirmek için patatesin zarif çiçeklerini sunarak işe başladı. Ardından soylulara ve aralarında Amerikan elçisi Benjamin Franklin’in de bulunduğu konuklarına patates temalı yemeklerin sunulduğu ziyafetler vermeye başladı.

TÜRKİYE'DE PATATESİN TARİHÇESİ
Patatesin; Türkiye' ye girişi ile ilgili farklı görüşler ileri sürülmektedir.
İlisulu (1957)'ye göre patates; 1850 yılında Rusya'dan Kafkasya yolu ile Türkiye 'ye girmiş ve ilk olarak Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgesi yaylalarında yetiştirilmiştir.
Zhukovsky (1933)'e göre ise; patates, Türkiye'ye 1853 yılında girmiş ve çiftçiler tarafından 19. yüzyılda tüketilmeye başlanmıştır.
Patatesin, Adapazarı bölgesinde yetiştirilmesinde Hüdevandigar valisi Ahmet Vefik Paşa'nın büyük rolü olmuştur. Patates, toprak kokan bir ürün olduğu için köylüler tarafından fazla ilgi görmemiş, ancak daha sonra 15 yıl süreyle öşürden muaf tutulmak suretiyle bölgeye yayılmasına çalışılmış ve 15 yıl sonra ancak, tarla ziraatı halinde yetiştirilmeye başlanmıştır. 1908 -1910 yıllarında Marsilya'dan sağlam ve hastalıksız patates tohumlarının getirilmesiyle verimde önemli artışlar elde edilmiş, kazançlı ve faydalı bir bitki olduğu anlaşılmıştır.
Bunun üzerine, patates üretimi ülkemizde hızla gelişmiş ve bugünkü seviyelere ulaşmıştır.
İlk ekim, Sakarya Nehri vadisinde Akova'da gerçekleştirilmiş. Boğaz'ın Karadeniz kıyılarında ekilmiş.
Alman uzmanlar, Adapazarı civarında bir deneme istasyonu kurmuşlar.
Burhan Oğuz, ''1895 yılında merkezi yaylada ilk patates kültürünün tecrübesine, Alman uzman Dr. Hermann memur edilmiş olup, şimdiki cinsleri o günlerin çalışmalarına borçlu oluyoruz'' diye yazıyor.

FAYDALARI
• Hava kirliliği, radyasyon, sanayi ve tarım ilaçlarının, kimyasal artıklarına karşı, kanı zehirlerden temizler ve hücreleri yeniler.
• Vücudun, karbonhidrat ihtiyacını büyük ölçüde karşılar.
• Patatesin yapısında su bulunduğu için; susuzluğu giderir.
• Mide gastritleri, ülseri ve onikiparmak bağırsağı ülserinde yararlıdır, mide gazlarını giderir.
• Karaciğer şişliğini giderir, karaciğerdeki yangıları iyileştirir.
• Bağırsak kurtlarının düşürülmesine yardımcı olur. Bağırsak şişliğini azaltır.
• Sindirimi kolaylaştırır.
• Böbreklere faydalıdır.
• Damar sertliğini giderir.
• Sert bir şey yutulduğu zaman yabancı maddenin vücuda zarar vermeden çıkartılmasını sağlar. • Basur, yanık ve çıbanların ağrılarını geçirir.
• Birinci ve ikinci derecedeki yanıklar için tedavi edici olarak kullanılmaktadır.
• Vücuda enerji verir, halsizliği ve yorgunluğu giderir.
• El ve ayak çatlaklarına iyi gelir. Normal ve kuru ciltler için yararlıdır.
• Patates nişastasının hazmı, tahıl nişastalarına göre daha kolaydır.
• Patates ishale iyi gelir çünkü nişasta suyu tutucu özelliğe sahiptir ve gaitanın bu özelliği ile sertleşmesini sağlar.
• Avusturyalı Doktor R.Bireuss, 1950 yılından beri patatesi kansere karşı doğal ilaç olarak uyguluyor ve kanserli hastalarına patates kürleri yaptırıyor.

Dikkat !!
Patates nişastalı bir besindir ve sıcakken özellikle nişasta çok kolay şekere dönüşür ve kan şekerinde ani dalgalanmalara neden olur. Bu yüzden özellikle sıcak patates ve bunun ile yapılmış yemekleri diyabet hastası olanların ve zayıflamak isteyenlerin tüketmeleri oldukça sakıncalıdır.

TÜRLERİ
• Adora, Agata, Agria, Anna, Carlita, Cosmos, Cycloon, Fabula, Felsina, Fianna, Granola, Hermes, Impala, Jaerla, Konsul, Lady Olympia, Lady Rosetta, Latona, Marabel, Maranca, Marfona, Mondial, Morene, Panda, Provento, Ranger Russet, Remarka, Resy, Russet Burbank, Sante, Satina, Shepody, Slaney, Solide, Tomensa, Van Gogh, Velox, Victoria

Kabuğuyla haşlanmış 100 gr. patatesin içerdiği Besin Değerleri
Enerji: 71,2 kal... Su: 79,2 g... Protein: 2 g... Cho: 14,8 g... Yağ: 0,1 g... Vit c: 17 mg... Demir: 0,4 mg (ki oldukça az bir miktar patates kaynağı olarak gösterilemez)... Kalsiyum: 6 mg (oldukça az)... B1:0.1 mg... B2: 0 mg... B6: 0.3 mg... Lif: 2,3 g (çok az kaynak olarak gösterilemez)... Potasyum: 411 mg (patates genel kaynak olarak gösterilebilir)

ÇOK YARARLI...
Patatesin besleyiciliği hakkında spekülasyonlar çok. Fazla kilolu olan kişilere ''patates çuvalı gibisin'' denmesi basit bir benzetmeden kaynaklanmıyor. Bu sözlerde patatesin şişmanlattığı iması da yer alıyor. Oysa patates hiç yağ içermez. Orta boy haşlanmış ya da fırında pişirilmiş bir patates sadece 100 kalori verir. Bir C vitamini ve B6 vitamini deposudur. Demir de içerir.
Portakal ve domates kadar olmasa da patates elma, armut ve ayvadan daha fazla C vitamini içerir. Her gün 200-300 gram büyüklüğünde bir patates yenmesi halinde, vücudun günlük C vitamini ihtiyacı rahatlıkla karşılanabilir.
Son yapılan çalışmalarda patatesin bir nitrik asit ve çinko deposu olduğu da gösterildi. Dolayısıyla özellikle ishal veya mide-barsak sistemi bozukluklarında değerli bir diyet.
Patates ağırlıklı beslenenlerde beyin kanaması sıklığının %6 oranında azaldığı, akciğer kapasitesinin ise anlamlı artış gösterdiği bildirilmiş. Patatesin bayanlarda göğüs kanseri riskini azalttığına da inanılıyor.
Nadiren allerjik bazı reaksiyonlara yol açtığı da söyleniyor. Ciltte döküntü, kaşıntı gözlenebiliyor.

ÇOK BESLEYİCİ...
İçinde; su, karbonhidratlar, potasyum, magnezyum, fosfor, demir, bakır, sodyum, alüminyum, manganez, çinko, nikel ve kalsiyum gibi mineraller, B, B1, B2, B6, K, PP vitaminleri bulunan patates çok zengin bir besindir.
100 gr.lık patates yumrusu; normal bir insanın gereksinim duyduğu günlük proteinin minimum %7 sini, demirin %l0 unu, C vitamininin %20-50 sini, B1 vitamininin %10 unu ve enerjinin %3 ünü karşılamaktadır.
Bu değerler, patatesin beslenmedeki yerini ve önemini açık olarak göstermektedir.
İçinde çok sayıda mineral ve vitamin bulunduğundan, organizmanın mineral ve vitamin gereksinimini karşılar. Yapısında bulunan B vitamini bileşikleri sinir sistemini düzene sokar. Enerji verir, beden işçileri patates sayesinde daha az yorgunluk duyarlar.
Çiğ patates suyu içilirse bütün bu faydalı vitaminlerden istifade edilmiş olur.
Çiğ patates suyu karın ağrılarını dindirir, mide ekşimesini önler, safra kesesi taşını düşürür. Karaciğer şişkinliğini iyileştirir, iltihabı giderir, kansere karşı korur.

İLAÇ NİYETİNE !
• Karaciğer yetersizliği ve safra kesesi taşında; öğle ve akşam yemeklerinden evvel bir fincan patates suyuna bir miktar limon sıkılarak içilirse faydalıdır.
• Kabuğu soyulmuş patates suyundan sabahları aç karnına bir çay bardağı içilir, bir ay kadar devam edilirse çeşitli mide rahatsızlıklarında faydalı olur.
• Yüksek tansiyonda ve damar sertliğinde; üç bardak suya 30 gr. patates kabuğuyla beraber ince ince doğranır, 30 dakika kaynatılır, süzülür, günde 2 bardak içilir. Bir müddet devam edilmelidir. Bu su aynı zamanda bol idrar söktürür, taş ve kum dökmeyi sağlar, safra akışını kolaylaştırır, bağırsak kurtlarının düşürülmesinde yardımcı olur. Radyasyon ve kimyasal artıklara karşı kanı zehirlerden temizler, hücreleri yeniler.
• Albümin hastaları bol bol haşlanmış patates yerlerse şifasını görürler.
• Ülserde patates kabukları ile ezilir, püre hâline getirilir, bir miktar saf zeytinyağı ile karıştırılır, yemeklerden önce 2 veya 3 kaşık yenir.
• Aç karnına günde 1 veya 2 çay bardağı patates suyu içildiğinde ülseri tedavi eder. Bir müddet devam edilmelidir.

TÜRKİYE'DE PATATES ÜRETİMİ
Türkiye’de son yıllarda kaliteli tohumluk kullanımı ve üretim tekniklerinin iyileştirilmesi sonucunda artan verime bağlı olarak patates üretimi de gelişme göstermiştir.
Halen ortalama 200 bin hektar alanda patates tarımı yapılmakta olup, yıllık üretim miktarı 5 milyon ton civarındadır. Bir dekardan elde edilen ürün miktarı ortalama 2.500 Kg. dır.

TÜRKİYE'DE BAŞLICA ÜRETİM BÖLGELERİ
En fazla ekimi yapılan bölgeler; Orta Anadolu, Karadeniz, Ege ve Kuzey Doğu Anadolu bölgeleridir.
En fazla üretim yapılan iller ise; Niğde, Nevşehir, İzmir, Bolu, Afyon, Trabzon, Konya, Erzurum ve Ordu’dur.
Bu illerin; ekim alanı bakımından toplamı, Türkiye’nin toplam patates ekim alanının %59,5’inin oluştururken, bu illerin toplam üretimi ise; Türkiye’nin toplam patates üretiminin %68,8’ini oluşturur.
Verimin en düşük olduğu ilimiz hektara 2 ton ile Siirt’tir
Türkiye’nin 1994 ile 2001 yılları arasında patates ihracatını incelediğimizde; 1994 yılında 36 milyon
dolar olan ihracatımızın, 1997 yılında 47 milyon dolara yükseldiği, 1998-99 yıllarında da 14 milyon dolar civarına düştüğü görülmektedir. Bu iniş çıkışlara rağmen Türkiye’nin son on yılda en fazla ihraç ettiği ürünler incelendiğinde patatesin ilk 10 ürün arasında yer aldığı görülmektedir.
Bir şekilde ülkemize giren tohumluk patatesler genetik yapının bozularak düşük kaliteli patates üretiminin gerçekleşmesine sebep olmuştur 2001 yılında tohum ithalatında patates ilk sırayı almıştır. Daha sonraki yıllarda menşei belli olmayan tohumlukların ülkeye girişinin sınırlanması patates ithalatını önemli ölçüde düşürmüş, 2001 yılında yalnızca 821 bin dolar civarında patates ithalatı gerçekleşmiştir.

DÜNYADA PATATES ÜRETİMİ
Dünyada toplam 19 milyon hektar alanda patates ekimi yapılmaktadır.
Toplam dünya üretimi 308 milyon ton, ortalama dekara verim ise 1600 Kg. dır Patates üretiminde Dünyada önde gelen ülkeler sırasıyla; Çin, Rusya, Hindistan, Polonya, ABD ve Almanya olurken, hektara verimin en yüksek olduğu ülkeler sırasıyla ABD, Almanya, Türkiye, Hindistan, Polonya, Çin ve Rusya’dır.

Nasıl Satın Alacaksınız?
• Patates alırken yeşillenmemiş, yarık ve çatlakları olmayanların tercih edilmesi, çürüklerin ve filizlerin olmamasına dikkat edilmesi gerekir.
• Patatesin iki cinsi vardır. Birinci cinsin eti sarıdır, ikincisinin ise eti yeşile çalar. Eti yeşile çalan patates Avrupa’da hayvan yemi olarak kullanılır, satın almayınız.
• Makbul patates eti taze iken beyaz, bekletilmemiş iken san olan patatestir.
• Patatesin kabuğunu tırnağınızla kazıyın, kabuğu hafifçe kaldırın. İçi sarıysa düşünmeden satın alın. Hem lezzetli hem daha dayanıklıdır.

Nasıl Yiyeceksiniz?
• Patatesi çok iyi yıkayın. Zira toprak altında yetişir, kirli ve mikroplu sularla haşır neşir olur.
Tüm vitamin ve minerallerin büyük bir kısmı patatesin kabuğunda toplanmıştır. İyice yıkadıktan sonra, bir süre, içine sirke konmuş suda bekletirseniz bu değerli sebze tüm mikroplardan arınmış olur. İşte o zaman, kabuğuyla birlikte tüketmenizde büyük fayda vardır.
• Eskiler patatesi mangal, ocak ya da tandırlarda külün altına gömer, kabuğuyla birlikte yerlerdi. Ancak günümüzde patatesi soyarak tüketmek adet olmuştur. Bu takdirde suyun içinde soyulmuş patatesi fazla bekletmeyin. Minerallerin bir kısmı eriyip suya karışır.

Patates (Hünerlopedi)

Patates Kızartması ile ilgili bilgiler;
• Genellikle patates kızartırken bütün daireyi, hatta bütün apartmanı yağ kokusu kaplar. Bu kokuyu önlemek isterseniz tavanın içine bir dal maydanoz atın.
• Harlı ateş yağın en büyük düşmanıdır. Yapısını değiştirir, mideye zararlı hale getirir. Doğradığınız patatesleri çok kızgın bir yağ içine değil, normal yanmış yağın içine koyun. Yani yağ tavada cızırdayıp yanık kokusu çıkarmadan patatesleri içine atın.
• Patatesler biraz kızarınca çıkarın, bir tabağa alın. Birkaç dakika bekletin sonra yeniden yağa koyun. Bu sırada ince doğranmış bir diş sarımsak da eklerseniz kızartmanız daha lezzetli olur.
• Patates kızartmasında kullandığınız yağı yeniden kullanmak istiyorsanız içine bir havucu rendeleyerek koyun ve onu böyle bekletin. Rendelenmiş havuç kızarmış bir yağın zararlarını ortadan kaldırır.
• Patatesin bazı türleri pişerken siyahlaşır. Kar gibi beyaz olmasını istiyorsanız patatesi haşlarken ya da pişirirken tencereye bir çorba kaşığı sirke koyun. Sirkenin ekşimsi bir tat vereceği şeklinde bir endişeniz olmasın.
• Patatesi bir iğneyle uzunlamasına bir kaç yerden delerseniz daha çabuk piştiğini göreceksiniz.

Nasıl Saklıyacaksınız?
• Patates aydınlıkta yeşillenir, çimlenir. Bu nedenle serin, kuru ve ışıksız bir dolapta saklanmalıdır. Yapısında bulunan B1 ve K vitaminleri ışığa ve oksijene karşı duyarlıdır.
• Patatesin çeşitli kaliteleri var. En dayanıklısını şöyle anlayabilirsiniz. Bir kaç patatesi kaynayan suya atın ve suyun içine bir çorba kaşığı sirke koyun. Kaynama sırasında patatesler beyazsa dayanıklıdır. Rengi siyaha çalıyorsa dayanıksızdır. Eğer toptan almışsanız, bu tür dayanıksız patatesi bir an önce tüketmeye bakın, aksi takdirde filizlenir.

Patates ve Hormon !
• Şekilsiz ve yumruları birbirine yapışıktır. Patateste aşırı gübre ve hormon kullanılırsa içinde kararmalar görülür.

Dikkat !
• Kış aylarında stoklanan patates, havalar ısındığında, uygun nem ve ışık bulunca çimlenmeye başlar. Patateste çimlenmeyle ortaya çıkan yeşilimsi tabaka, insan sağlığı için son derece zararlıdır. Bu yeşillenmeyle birlikte ‘Solanin’ adı verilen toksin madde ortaya çıkar. Solanin içeren patatesin tüketilmesi de besin zehirlenmesine neden olur. Baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, karın ağrısı ile ishal gibi belirtiler görülebilir.

Kaynaklar;
http://tr.wikipedia.org/wiki/Patates
Dr. Serdar GÜNAYDIN - 23 Şubat 2000 (Hürriyet Agora-Köşe Yazısı)

Tüm bilgiler ve görseller internetten alıntıdır...

25 Mayıs 2010

Patlıcan

Patlıcan 3

PATLICAN İLE BARIŞMA ZAMANI ŞİMDİ :)
Bugüne kadar patlıcanı hep çekinerek yedik, "içinde nikotin var" dediler, "hiç bir besin değeri yok, yemek ile yememek arasında fark yok, boşuna neden yiyelim" diyenleri bile duyduk :)
Ama öyle değilmiş...
Eşim; "yaradılan hiç bir şey faydasız değildir, mutlaka ama mutlaka bir işlevi vardır" sözünü çok kullanır.
Patlıcan için de durum farklı değil... Hani "deprem öldürmez, kötü yapılmış bina öldürür" denir ya, o hesap...
Patlıcanı atarsak yağın içine, bir güzel kızartırsak - ki bana göre en güzel hali ne yazık ki bu :) - e zararlı olur tabi ama diğer kızartmalar ne kadar zararlı ise o kadar zararlı patlıcanda...
İnterneti bir güzel taradım yine, patlıcan ile ilgili çok güzel bilgiler topladım ve dediğim gibi bugüne kadar duyduğumuz efsanelerin doğru olmadığını öğrendim.
Patlıcan; mevsiminde tüketirsek eğer gayet faydalı bir besinmiş.
Mümkünse az kızartıp, bol közleyelim ya da zeytinyağlı yemeğini yapalım yanlız :)

HÜNERLOPEDİ - PATLICAN
Mavi sebzeler denilince akla gelen ilk isim elbette ‘patlıcan' oluyor. Patlıcangiller familyasından; kalın saplı, uzunca yapraklı, iri mor meyveli, bir yıllık otsu bir bitkidir.
Patlıcan bitkisinin tohumları, meyve etinin içine yerleşmiş durumda küçük, hafif yassı ve parlak sarımtırak kahverengidir. Bir patlıcanda, ortalama 500-5.000 adet tohum bulunur.
Bitkinin erselik özellik taşıyan mor renkli çiçekleri kendi kendisini döller. Ancak bal arısı ya da diğer böcekler aracılığıyla yabancı patlıcan çiçekleriyle de döllenebilir.
Sıcak iklim sebzesidir. Soğuk havayı sevmez ve sıcaklık -2, -3 olduğunda hemen ölür.
Tropik bölgelerde çok yıllık bitki özelliği gösterirken bu kuşağın dışındaki iklim kuşaklarında tek yıllıktır.
Patlıcanın fazla bir besin değeri içermediği gibi bazı yanlış bilgi vardır; meyvesinde yağ, karbonhidrat ve protein miktarları göz ardı edilebilecek değerlerde olduğu düşünülse de çok faydalıdır.
Latincesi; Solanum melongena
Yaygın kullanımlar; Badincan, Balcan

TARİHÇE
Patlıcanın anavatanı Hindistan’dır, beşinci yüzyıldan beri Çin’de ve Hindistan’da yetiştiriliyordu.
Yayılışı Hindistan’dan Afrika’ya doğru olmuştur. Avrupa’ya 16. yy. da İspanyollar tarafından getirilmiştir. İspanyollar, patlıcanı sevmişlerdi ama diğer Avrupa ülkelerinin bu yararlı sebzeyi benimsemeleri uzun zaman aldı. Nedense Avrupalılar, patlıcanın deliliğe yol açtığına, cüzzam ve kanser gibi hastalıklara neden olduğuna inanmışlardı.
Bugün durum çok farklı. Artık tüm dünya patlıcanın nimetlerini biliyor. Aslında patlıcan, zengin bir vitamin kaynağı değil. Ancak saponin adıyla bilinen bir fitokimyasal maddeyi içeriyor. Saponin, alerjilere ve iltihaplanmalara karşı vücudu koruyor. Ayrıca kandaki kolesterol oranının düşmesine de yardımcı oluyor.
Uzun yıllar süren çalışmalar sonucunda patlıcanın çok önemli bir özelliği daha ortaya çıkarıldı;
Patlıcan, meyve ve sebze ağırlıklı bir beslenme programına katıldığı zaman yaşlanma sürecini de geciktiriyor ve ciltte kırışıkların belirmesini geciktiren önemli bir unsur.
Strese, yaşlanmaya ve zihinsel sorunlara karşı patlıcan çok etkili bir silah.

İLGİNÇ :)
Doğada patlıcanı besin olarak tüketen tek canlı insandır.
Bunun nedeni; insan bünyesinde az miktarda nikotin bulunmasıdır.

Patlıcan 1

DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE ÜRETİMİ
Dünya patlıcan üretimi 1994 yılından itibaren düzenli olarak artarak, 2003 yılında %84 artışla 29,5 milyon tona ulaşmıştır
Bu artışta önemli patlıcan üreticisi ülkelerin payı olduğu görülmektedir. Nitekim dünyada önemli üretici ülkeler olan Çin, Hindistan, Türkiye, Mısır, İtalya ve İspanya’da patlıcan üretimi son on yılda %21 ile %118 arasında artmıştır.
Türkiye şartlarında patlıcan üretimi hem tarlada hem serada yapılabilmekte, fakat iklim ve toprak isteği yanında bakım şartları ve ekim nöbeti tercihinden dolayı her bölgede yetiştirilememektedir.
Türkiye’de patlıcan üretimi yapılan en önemli iller; İçel, Antalya, Şanlıurfa, Hatay, Aydın, Bursa, Adana ve Samsun’dur. Balıkesir’in Gönen ilçesinde patlıcan üretimi yüksektir. Bu yüzden nakliye firmaları arasındaki rekabet doruktadır.
Diğer yandan Türkiye’nin en fazla patlıcan ihraç ettiği ülkeler arasında; Almanya, Avusturya, Bulgaristan, Hollanda, Romanya, Rusya ve Belçika-Lüksemburg yer almaktadır
Patlıcan Akdeniz bölgesi için önemli bir sebze türüdür.
Başlangıçta serada alternatif tür olarak yetiştirilmekte iken bugün örtü altı yetiştiriciliğinde domates, salatalık ve biberden sonra dördüncü sırada yer almaktadır.
Ülkemizde en çok yetiştirilenleri; ince uzun kemer patlıcanı, orta boy ve ucu sivri Halkapınar patlıcanı ile yuvarlak ve küt olan bostan (topan) patlıcanı çeşitleridir.

FAYDALARI
Kalori değeri düşük bir besin olan patlıcanda A, C ve B vitaminleri ile kalsiyum, fosfor ve demir mineralleri bulunur. Uzmanlar; patlıcanın, A vitamini, fosfor ve kendine has bazı esanslara sahip olduğu için, bunlarla sinirleri teskin ettiğini ve kalp çarpıntısını giderdiğini vurguluyor.
Ayrıca;
• Sinirleri yatıştırır ve tansiyonu düşürür.
• Kalp çarpıntısını giderir ve kalbi sakinleştirir.
• Bağırsakları yumuşatır ve idrar söktürür.
• Kandaki kolesterol seviyesini düşürür ve damarları yüksek kolesterolün yarattığı kötü etkilerden korur, damar tıkanıklığına iyi gelir.
• Kansızlığı giderir, kanın artmasına yardımcı olur.
• Karaciğerin ve pankreasın çalışmasını düzenler.
• Böbrek ağrılarını ve yanmasını azaltır.
• Basura iyi gelir.
• İçerdiği yüksek orandaki lifiyle pekliğe (hazımsızlığa) iyi gelir.
• İstemsiz kas kasılmalarını önleyen maddeler içermektedir.
• Vücuttaki fazla suyu (ödemi) dışarı atar ve kilo vermeye yardımcı olur.
• Patlıcan yedirilen hayvanlarda, özellikle mide kanserine çok seyrek rastlandığı gözlenmiştir. İnsanlarda da aynı etkiyi yapıp yapmadığı araştırılmaktadır.
• Patlıcan lapa haline getirilip yanıklara konursa faydası görülür.

Patlıcan 2

DİKKAT !
• Olgunlaşmamış patlıcanda solanin adlı bir madde bulunur. Böyle patlıcanları çiğ olarak yemek, bu madde nedeniyle zehirlenmelere yol açabilir. Ancak patlıcan pişirildiğinde bu madde parçalanarak yok olur.
• Ayrıca, güç sindirilen bir besin olduğundan çocuklara, patlıcan yemesi için ısrar edilmemelidir.
• Cilt hastalıkları, şeker, mide, bağırsak ve karaciğer hastalıkları aşırı derecede olanlar patlıcan yememelidir.

BESİN DEĞERLERİ
100 gr. taze patlıcanın içerdiği önemli besin değerleri şunlardır;
• 24 kalori
• 1,1 gr. Protein
• 5,5 gr. Karbonhidrat
• 0 kolesterol
• 2 gr. Yağ
• 1 gr. Lif
• 37 mgr. Fosfor
• 15 mgr. Kalsiyum
• 1 mgr. Demir
• 1 mgr. Sodyum
• 15 mgr. Potasyum
• 30 IU A vitamini
• 0,05 mgr. B1 vitamini
• 0,04 mgr. B2 vitamini
• 0,05 mgr. B3 vitamini
• 0,081 mgr. B6 vitamini
• 5 mgr. C vitamini.

PATLICAN ve HORMON
Türkiye'de, hava sıcaklığının yeterli olmadığı aylarda ve seralarda; 13 derecenin altında soğukta tutulabilmesini ve döllenmeyi sağlamak amacıyla bir kısım üreticilerce, hormon olarak nitelendirilen 'bitki gelişimini düzenleyicileri” kullanılıyor.
Her ne kadar açık alan yetiştiriciliğinde hormon kullanılmıyor ise de örtü altında patlıcan yetiştiriciliğinde hormon kullanımı üreticiler tarafından neredeyse olmazsa olmaz olarak algılanmaktadır.
Bu durum; 15 Kasım ile 15 Mayıs arasındaki hasat edilen bütün patlıcanların hormonlu olduğu anlamına gelmektedir.
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü'nün; ''bitki gelişimini düzenleyiciler (bgd) hormonlar'' başlığı ile hazırladığı çalışmaya göre de, bitki büyüme ve gelişmesinde en önemli rol oynayan hormonlardan 5 ana hormon grubunun, bitkinin bünyesinde bulunduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmuş.
Bunlar; oxinler, sitokininler, gibberellinler, etilen ve aba.
Bakanlığa göre, Türkiye'de yalnızca domates, patlıcan ve kabakta zaman zaman kullanılıyor ve bu hormonlar insan sağlığına zarar vermiyor.
Sebze tarımında, hormonda doz aşımı söz konusu değil, gönül rahatlığı ile yenilebilir.
Hormon sadece havaların soğuk olduğu Aralık, Ocak ve Şubat aylarında kullanılıyor ve sebze 50-60 günde olgunlaşırken hormon parçalanıyor.
Havaların sıcak olduğu bu dönemde ise zaten kullanılmıyor.
İnsanlar, günlük kullanım miktarları ile kesinlikle risk altına girmiyor.

ATO ve TZD tarafından hazırlanan raporda yiyeceklerle ilgili dikkat edilmesi gereken noktalara göre;
• Patlıcan içi süngerimsi ve çekirdeksizse, hormonlu olduğu anlamına geliyor.
• Patlıcan; 15 Kasım-15 Mayıs tarihleri arasında yenilmemelidir.

Patlıcan 4

Kaynaklar;
http://bahce.biz/bitki/sebze/patlican.htm
http://www.lezzetvadisi.com/sebzelerin-faydalari/patlicanin-faydalari.html
http://www.tireboluforum.com/patlicanin-faydalari-yararlari-ve-zararlari-tirebolu.html

http://tr.wikipedia.org/wiki/Patl%C4%B1can

06 Mayıs 2010

Çilek

cilek2

HÜNERLOPEDİ...
Evet, yine uzun zamandır aklımda olan, blogumda olmasını istediğim bir konu başlığı daha bugün hayata geçiyor :)
Yemek dergilerinin, tarifler ve zevkli fotoğraflarından sonra en sevdiğim bölümleri; sebze ve meyvelerin yararlarını anlattıkları kısımdır, bir de gezi yazıları…
Bu arada bloguma en son 2007 de; mekan önerisi, 2008 de gezi yazısı eklemişim, en kısa zamanda o kategoriyi de hareketlendirmeyi planlıyorum, şimdiden duyurmuş olayım :)

Aslında, sebze meyveler ile ilgili faydalı bilgileri, ilgili yazılar ile birlikte yayınlamayı düşündüm önce.
Çilek ile ilgili bilgileri, çilekli pastanın altına eklemek gibi…
Sonra iflah olmaz, “düzenli arşiv” saplantım :) nedeniyle ayrı bir kategori oluşturmaya karar verdim.
Sonra isim düşünmeye başladım, benim ilk aklıma gelen de HÜNERPEDİA oldu.
Fikir fabrikası Yaso’cuğum ise; HÜNERLOPEDİ dedi…
Çevremde yaptığım mini anket sonrası :) bu isimde karar kıldık, bence de bu isim şahane oldu.

Hep söylüyorum, benim çenem düşük diye :) Çünkü ne zaman, tarif yazmak ya da herhangi bir konuda kısacık bir bilgilendirme için ekranın karşısına geçsem, uzun uzun yazmaya başlıyorum, tutamıyorum kendimi.
Sadece yazarken değil, konuşurken de öyle; “yazarken uzun sürüyor, videolu beş dakikada anlatıvereyim” dediğim tarif bile 21 dk. sürdü biliyorsunuz :)

İşte bu çilek araştırması da böyle oldu, ansiklopedik bilgiler içeren bir sayfaya girer, karşıma çıkanları kopyalar, yayınlarım diye düşünmüştüm.
Ama bu şekil beni memnun etmedi tahmin edersiniz, araştırdıkça araştırdım, ilgimi çeken her satırı bir dosyada toparladım ve düzenledim.
Sonuç, gayet tatmin edici oldu bence. Özellikle tarihçe kısmı ve çileklerin tohumlarının döllenmesi ile ilgili tarihçe kısmı oldukça ilgimi çekti :)
Yani bugünden sonra, benim gibi internette çilek ile ilgili bir şeyler arayan kişilerin, onlarca site dolaşmasına gerek kalmadı, burada hepsinin bir özeti var :)

Ayrıca bundan sonra ekleyeceğim “hünerlopedi” yazılarında böyle uzun bir giriş olmayacak söz :)
Bunu ilk yazının verdiği heyecanı sizler ile paylaşmak olarak kabul edin.
Ben şimdi sizleri bu güzel meyve ile baş başa bırakıp, çilekli pastanın tarifini yazmaya gidiyorum…

cilek3

ÇİLEK
Gülgillerden sapları sürüngen, çiçekleri beyaz bir bitkidir. Üzümsü meyveler grubuna giren türlerden en önemlisidir. Yemişi pembe renkli olup, kokuludur. Bitki ilkbaharda beyaz çiçeklerini açar. Bu çiçekler tozlaşmadan 30-35 gün kadar sonra olgunlaşıp bileşik, üzümsü ve minik çekirdekleri olan kırmızı, pembe ve bazen beyaz renkli meyvelere dönüşür. Çileğin yaklaşık 600 çeşidi olduğu biliniyor.

Tarihçesi;
M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış Romalı ozan Virgil bir yazısında; "eğilip çilek toplarken yılan saldırısına uğramamak için tedbir almak gerektiğini" belirtiyor. Bundan, o zamanlar da çileğin ormandan toplanıp, hemen yenen bir meyve olduğu anlaşılıyor.
14. yüzyılda, Fransa'da Louvre Sarayı'nın bahçesinde sadece kral sofrası için çilek yetiştiriliyor ama o dönemde de çilekle ilgili ıslah çalışmaları hakkında bilgi yok.
15. yüzyıla gelindiğinde, doğal ortamında yetişmiş olan çilek bolca tüketiliyor.
1560'da, üzerinde dövülmüş krema ile çilek yemek moda oluyor. Tıpkı bugün Wimbledon tenis turnuvasında, set aralarında tüketilmesi gelenek haline gelmiş kremalı çilek gibi.
Kuzey Amerika'dan Avrupa'ya 1600'lü yıllarda getiriliyor. Ancak soğuk, güneşsiz iklim koşullarında güneş almayan yanları beyaz ve ham kaldığından, çilek Avrupa'da bir türlü ticari başarıya ulaşamıyor.
1712'de Andre Frezier adlı Fransız bahriye subayı, bir rapor hazırlamak amacıyla Güney Amerika'nın Şili ve Peru kıyılarına bir inceleme gezisine çıktı.
İşte bu çileğin dönüm noktasıdır.
Aynı zamanda amatör bir botanikçi olan Frezier, halkın quelghen diye adlandırdıkları, günümüzde Şili çileği olarak bilinen bitkinin bir kaç fidesiyle, bir miktar meyvesini Avrupa'ya getirdi.
İki fide kralın bahçelerine, beş fide de Şili'deki benzer iklim koşullarına sahip, Brötanya bölgesine dikildi.
Ancak fideler gelişip serpildiği halde yıllarca meyve vermedi. Bahçevanlar nihayet Kuzey Amerika'dan getirilen iri kırmızı çilekleri Şili fidelerinin yanına dikince, karşılıklı tozlaşma etkisini gösterdi ve fideler hemen meyve vermeye başladı.
Frezier, çileklerin dişi ve erkeğinin olduğunu bilmediği için, üzerinde en çok ve en güzel meyvelerin bulunduğu fideleri seçmişti ve bunların tümü dişi çileklerdi.
Erkek Amerikan çilekleri ile tozlaşma gerçekleşince, ortaya bugün dünyanın en yaygın çilek türü, bizde Frenk Çileği ya da bahçe çileği olarak bilinen "fragaria ananassa" çıktı.

Türkiye’de Çilek;
Bizim ünlü Osmanlı ya da Arnavutköy çileğimize gelince; bu çileğin Aleksandros Ipsilantis adlı bir Osmanlı devlet adamı tarafından ilk kez 1798'de Arnavutköy sırtlarına dikildiği biliniyor.
Ülkemizde 6 çeşit çilek yetiştiriliyor.
Bunlar; Frenk çileği, turfanda yetiştirilen sera çileği, Arnavutköy çileği, reçel yapımında da kullanılan Bursa çileği, Ereğli Osmanlı çileği ve ormanlarda yetişen yabani çilek.
Bu arada Ereğli Osmanlı çileğinin desteklenmesi amacıyla her yıl haziran ayında uluslararası bir festival düzenleniyor.
Ayrıca, son yıllarda üretimi azalsa da İçel’in Tarsus ilçesinin de çileği meşhur.
Çilek yetiştiriciliğinde lider kent; şeftali, kestane ve ipeği ile meşhur Bursa.
DİE’nin verilerine göre Bursa, toplam çilek yetiştiriciliğinin %50’sinden fazlasını karşılıyor. Marmara ve Karadeniz’in kıyı kesimlerinde, akarsu vadilerinde, hafif kumlu topraklarda da yetiştiriliyor.
Doğal ortamda yetişen bu türe yaban çileği deniyor.
Ülkemizde soğuk iklimli Doğu Anadolu bölgesinden sıcak Akdeniz bölgesine kadar hemen hemen her yerde yetiştirilebilen neredeyse tek meyve türü çilektir.
Çilek bitkisi, -10 dereceye kadar düşen sıcaklığa kadar hiçbir önlem alınmadan yetiştirebilir. Daha soğuk yerlerde saman ve kuru yaprak gibi malzemeyle soğuktan korunması gerekir.
Çilek yetiştiriciliğinde iklim riski çok azdır.

cilek6

Çileğin cazibesindeki neden;
Çilek, ilkbaharda hiçbir meyvenin bulunmadığı bir zamanda olgunlaşması nedeniyle, tüketici tarafından aranılan bir meyvedir. Bu nedenle diğer meyveler pazara gelinceye kadar yüksek fiyatla alıcı bulabilmektedir.
Diğer bir çok meyve türünün henüz pazara sürülmediği aylarda pazarda bulunabilmesi, albenisi ve C vitamini içeriğinin oldukça yüksek oluşu, bu meyvenin son derece bilinçli hareket eden tüketicilere sahip ABD, Kanada, Japonya ve Avrupa pazarlarında çok tutulmasına ve yüksek fiyatlarla satılmasına neden olmuştur.

Besin Değerleri;
Çilekte bol miktarda demir ve fosfor bulunmaktadır.
Ayrıca C, B ve K vitamini açısından da zengindir.
100 gr. taze çileğin içerdiği besin değerleri şunlardır: 37 kalori… Protein; 8.4 gr. … Karbonhidrat: 0… Kolesterol; 0,5 gr. … Yağ; 1,3 gr. … Lif- 21 mgr. … Fosfor; 21 mgr. … Kalsiyum; 1 mgr. … Demir: 1 mgr. … Sodyum; 164 mgr. … Potasyum: 12 mgr. … Magnezyum; 60 IU… A vitamini; 0,03 mgr. … B1 vitamini; 0,07 mgr. … B2 vitamini; 0,6 mgr. … B3 vitamini: 0,055 mgr. … B6 vitamini; 4,6 mcgr. … Folik asit: 77 mgr. … C vitamini; 0,2 mgr.

Çileğin Sağlığımıza Yararları;
  • Mide ve bağırsak tembelliğini giderici özelliğe sahiptir. Mideyi kuvvetlendirir.
  • Vücuda zindelik verir.
  • Hastalıklara karşı bağışıklık kazandırır. Bedenimize sızmış olan bazı virüsler için öldürücü etkiler taşır, bunlar arasında çocuk felci, bazı ağız ve deri yaralarını oluşturan virüsler sayılabilir.
  • Karında biriken suyun boşaltılmasına yardımcı olur.
  • Böbrek ve mesane hastalıklarının iyileşmesine yardımcı olur.
  • İdrar söktürür, ayrıca romatizma ve gut hastalığı yangılarını azaltıcı etkileri vardır.
  • Yüksek tansiyonu düşürür.
  • Bağırsak parazitlerinin dökülmesine yardımcı olur.
  • Safra ifrazatını arttırır ve safra taşlarının dökülmesine, safra hastalığının iyileşmesine yardımcı olur.
  • Karaciğerdeki şişliklerin inmesini sağlar.
  • Karaciğer yetmezliğini giderir.
  • Ateş düşürücü özellik taşır.
  • Diş taşlarının eritilmesinde kullanılır.
  • Cildi güzelleştirir, geleneksel olarak halk hekimliğinde çileğin akneye (sivilcelere) iyi geldiği kabul edilir.
  • Damar sertliğinden şikayetçi olanlara önerilir.
  • Romatizma, mafsal iltihabı ve nikriz hastalıklarına şifa verir.
  • Sinirleri kuvvetlendirir.
  • Çileğin kansere yakalanma ve kanserden ölme riskini azalttığı, son zamanlarda yapılan araştırmalar sonucu kabul görmektedir.
  • Çilek içinde çok bol A,B,C vitaminleri olduğu için özellikle çocukların ve bluğ çağındaki gençlerin can dostudur.

cilek5

Doğal İlaç;

Kabızlık problemi olanlar için;
Çilek bitkisinin kök gövdesi, içerdiği tanen nedeniyle peklik vericidir. Bunun için kök gövdesi suyla kaynatılarak elde edilen sudan günde 1-2 bardak içilir.

İştahsızlık problemi olanlar için;
Çilek yapraklarından ve köklerinden 20 gramı, 1 litre suda çay gibi haşlanır ve yemeklerden önce bu sudan birer fincan içilirse çok faydalıdır.

Güzellik;
Yüz güzelliği için; bir avuç olgun çileği iyice ezip de bir tülbentten süzerek aynı ölçüde sütte üç saat bekletirseniz, cilt için harika bir "güzellik sütü" elde edilir. Akşamları makyaj temizlendikten sonra yüz bu sütle iyice silinir. Sonra bolca temiz soğuk su ile yıkanır. Yüz canlılık kazanır.
Çileğin kurutulmuş yaprakları ile fide kökleri havanda dövülür. Bu elde edilen unla fırçalanacak dişler inci gibi parlayıverir.
Yine bir avuç çilek yaprağı ile fide kökü 1 litre suda kaynatılır. Bu su ile eller ve ayaklar ovuldukça güzelleşir.

Dikkat !!
Çilek çok güçlü bir besin olmasından dolayı bazı bünyelerde kurdeşen tipi alerjiye neden olabilir.
Bu tip bünyeye sahip olanlar çilekten uzak durmalıdır.

Hormonlu çilek var mı?
Çilek kesinlikle hormon kabul etmez.
Yediğiniz çilek ve salatalıkların büyük veya küçük olması o meyvenin cinsindendir. Bu iki bitkide kesinlikle hormon olmaz.
Örneğin; domates ve patlıcan kışın seralarda yetişir. Hormon vermezseniz bu meyveleri elde etmeniz mümkün değil ancak hormonun dozu çok önemlidir. İşte ziraat mühendisleri bunu çok iyi bilirler ve hiçbir mühendis bu dozu fazla kullanmaz. Burada kanser tehlikesi hormondan değil, aşırı ilaçlanmadan kaynaklanıyor olabilir.
(Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Sn.Sedat SOYKAN’ın açıklaması)

Satın alırken;
Canlı kırmızı renkli, lekesiz, hoş kokulu ve çilek formunda olanları seçin. Paketlerde satılanları kontrol ederek alın. Satın aldıktan hemen sonra tüketin. Buzdolabında 1-2 gün saklayacaksanız saplarını koparmadan ve yıkamadan geniş bir kase içinde saklayın.

Dondurma işlemi;
Çileği bir yıl süreyle dondurarak saklayabilirsiniz. Bunun için taze, sert ve olgun olanları buzlu suda iyice yıkayın. Saplarını temizleyip kağıt havlu ile kurulayın. Havası mümkün olduğunca alınmış bir kap veya poşetlere doldurup derin dondurucuya yerleştirin.

cilek4

Kaynaklar; vikipedi, ekoloji magazin , Sn. Ahmet Örs'ün 25.04.2010 tarihli Pazar Sabah köşe yazısı ve çeşitli internet sayfaları...

LinkWithin

Blog Widget by LinkWithin