GEZİ ve FOTOĞRAFLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GEZİ ve FOTOĞRAFLAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
08 Eylül 2011
Minik Bir Erdek Rehberi
MERAKLISINA ERDEK NOTLARI :)
Efendim biliyorsunuz, bilmiyorsanız da şimdi öğrendiniz :) benim babam Erdek’li…
Yani bende Erdek’li oluyorum bu durumda.
Benim gibi İstanbul’da doğmuş ve İstanbul’da yaşayan kişiler için çok sancılı bir soru vardır; “nerelisiniz?” :)
Bu soru, o kadar ucu açık bir sorudur ki, mutlaka uzun bir muhabbet açar, muhabbet etmek istemediğiniz bir kişi sorduysa da vay halinize :)
Çünkü bu soruya verilen; “İstanbulluyum” yanıtı karşı tarafı asla kesmez, devamı gelir.
“Nasıl yani, e babanız nereli, köken neresi, kütük nerede?” vs. vs.
Dolayısı ile ben kendimi bildim bileli bu soruya aynı fiks yanıtı veririm; “ben İstanbul doğumluyum ama babam Erdek’li, dolayısı ile bende Erdek’liyim”…
Tabi bu sözleri okuyunca bu yanıtı zorla verdiğimi aslında İstanbulluyum demek istediğimi ama mecburen Erdek’liyim dediğimi sanmayın sakın. Tam tersi…
Ben tam bir Erdek aşığıyımdır, göğsümü gere gere gururla söylerim bunu :)
Erdek’e karşı beğenilerimde taraflıdır haliyle, çoğu insanın beğenmediği bir şeyini, ben dünyanın en güzel şeyi gibi anlatabilirim :)
Çok şükür Türkiye’nin hemen hemen tüm tatil yörelerini gezmeme rağmen hala Erdek’in sınırlarından girince bile kalbim hızla çarpar, sokaklarında dolaşmak bile başka insanlara göre kat kat keyif verir.
Kendimi bildim bileli, her yaz üç ayımı geçirdiğim, inanılmaz keyifli yaz arkadaşlıkları yaşadığım bir yerdir benim için.
Benim yaş grubum bilir o zamanlar cep telefonu, internet, mail hak getire. Yaz arkadaşlarımız ile kışın mektuplaşırdık biz ve bu keyif şu an hiçbir iletişim aracında yok.
Heyhat! İtina ile konuyu dağıtmaya başladım, toparlayalım :)
Kısacası benim için Erdek; hiçbir zaman tarafsız yaklaşamayacağım, her taşında, her kum tanesinde hatıram olan bir yerdir…
Erdek’e çok taraflı yaklaştığımı ilk ne zaman fark ettim biliyor musunuz? Evlendikten sonra :)
Eşimle ilk gittiğimiz yıl, deyim yerinde ise öyle yerden yere vurdu ki canım vatanımı, ben bile soğumaya başlayacaktım neredeyse :)
Tüm tatil boyunca her cümlesi; “işte şurasını beğeniyorsun ama şöyle kötü, buranın nesini beğeniyorsun şurası şöyle” diye başlıyordu :)
Sonraki yıllarda çok yalvarmama rağmen hiç gitmedik, bir türlü kandıramadım onu…
Ta ki geçen yaza kadar.
Geçen yaz Erdek o kadar değişmiş ve güzelleşmişti ki eşimin de tüm fikirleri değişti :)
Hatta geçen yılın etkisi ile bu yaz tam bir haftayı Erdek’te geçirmeyi kabul etti…
Erdek tatillerimi; bu yaşa kadar hep evde yemek yiyip, dışarıya yürüyüşe ya da eğlenceye gitmek şeklinde yaşadığım için, nerede ne yenir kısmı ile ilgili hiçbir fikrim yoktu :)
Bu yıl Erdek’i hayatımda ilk defa turist gibi yaşadım, evde hiç yemek pişirmeden, bulaşık yıkamadan :)
Dolayısı ile sizlere önerebileceğim adresler oluştu aklımda.
Kalınacak yer konusunda ise hala çok geçerli bir kaynak değilim ne yazık ki :)
KONAKLAMA
“Erdek’te konaklama” deyince akla gelen ilk şey; ev pansiyonlardır hala…
Önceden rezervasyona da çok gerek yoktur, hangi esnafa ya da emlakçıya sorarsanız size yardımcı olur.
Ev pansiyon sisteminde; kalacağınız yatak sayısına göre evin bir odası ya da evin tamamı size verilir.
Kaldığınız süre boyunca evin mutfağı, banyosu, her şey size ait olur.
İstediğiniz gibi kullanırsınız ve her hangi bir fatura ödemezsiniz.
Sadece bir kişi/bir gece yatak ücreti üzerinden hesaplanır.
Eğer kalabalık bir aile iseniz ve yemekleri de evde kendiniz pişirirseniz bir haftalık tatil bile inanılmaz ekonomik hale gelir.
Hatta bu yıl sadece evlerin değil iki katlı, üç katlı villalarında bu şekilde pansiyona verildiğini öğrendim. Tüm villanın bir haftalık kiraya verildiğini ve bir villada rahatlıkla dört kişilik iki ailenin kalabildiğini düşünürseniz konaklamayı son derece ucuza halletmiş olursunuz.
“Ben ev ortamı değil otel ortamı istiyorum” derseniz de, dört kilometrelik sahil boyunca yirmiden fazla otel seçeneği olduğunu, hepsinin denize sıfır manzaralı olduğunu çoğunun fiyatlarının da yine çok ekonomik olduğunu belirteyim…
Konaklamadığım için sizlere isim vererek yanlış yönlendirmek istemiyorum ama Agrigento Otel pek çok kişiden duyduğum kadarı ile oldukça lüks ve güzel bir seçenek...
Konaklama için sadece Erdek’in içi değil civarı da çok caziptir.
Bandırma –Erdek arası 20 km.lik bir sahil şeridi vardır ve sakinliği ile çok cezbedicidir…
Bu civarda ilk aklıma gelen; Pınar Otel... Sakin sahili ve güzel bir ortamı olan bu otel, rahmetli Vehbi Koç’un ölene kadar her yıl gelip tatil yaptığı hatta tek tatil yaptığı yer olması ile de çok ünlü :)
Yine bu bölgede özellikle Tatlısu bölgesinde pek çok motel ve pansiyon bulabilir, şehrin kalabalığından uzak sakin bir tatil yapabilirsiniz.
DENİZ & PLAJ & AKTİVİTE
Kalabalık plaj ortamından hoşlanıyorsanız; Erdek’in içindeki sahil şeridi tam size göredir :)
Jet ski, muz vs. gibi deniz oyuncaklarının da bolca bulunduğu bu sahil hareketli tatil isteyen özellikle çocuklu aileler için çok cazip.
Daha sakin bir ortam isterseniz; Bandırma yolu üzerinde, Erdek’e 5 km. mesafede olan kamplar bölgesini bizim deyimimiz ile Gedeve-Düzler bölgesini öneririm.
Plajlar çok sakin, deniz sanki size ait gibidir.
Araç ile gitmemiş bile olsanız Bandırma minibüslerini kullanarak yol kenarında istediğiniz bir yerde inip, beğendiğiniz yerde denize girebilirsiniz.
Aynı şekilde araç olmasa bile rahatlıkla minibüs ile gidebileceğiniz; Ocaklar, Narlı ve Turanlı köyleri hem plaj hem de deniz temizliği açısından çok iyidir.
Eğer aracınız var ise bu köylerin arasındaki bakir koylarda da denize girebilirsiniz. Çoğunda sadece siz olursunuz, tam bir kişiye özel plaj durumu :)
Denize girmek için;” seçeneklerinin, en güzelini en sona sakladım. :)
Kurbağlı'daki; Ice Sun Beach...
Hem ortam hem de deniz şahane. Kendinizi Erdek’te değil de Bodrum’da hissediyorsunuz. :)
Erdek’in içindeki halk plajında da bir beach var; Cowboys Beach...
Evet ortamı güzel ama sağınız solunuz yine halk plajı yani çok izole olmuyorsunuz…
Bu nedenle “bedava güneşlenmek varken neden giriş parası ödeyeyim” diye düşünüyor insan :)
Ama Ice Sun öyle değil.
Erdek’in en uç noktasında, Seyitgazi – Kurbağlı bölgesinde.
Üç tarafı deniz, önünüzde nefis bir koy manzarası arkanız dağ…
İskeleden girilen deniz tertemiz, sürekli çalan müzik, renkli kocaman minderleri, genel ortamı, her şeyi ile çok güzel bir mekan.
Üstelik gün batımını en güzel şekliyle izleyebileceğiniz bir konumda.
Biz bu yıl her gün 12:00 – 20:00 arası günde sekiz saati orada geçirerek kendi çapımızda bir rekor kırdık :)
Rekorun asıl konusu ise benim tam bir hafta boyunca halk plajı tarafına bir kez bile gitmemem!! Gedeve’ye ise Ice Sun ı henüz keşfetmediğimiz için sadece ilk gün gittik :)
Yani Ice Sun başka hiçbir yeri aratmadı bize, bir hafta daha kalsak yine her gün buraya gelirdik diyorum başkada bir şey demiyorum :)
Erdek’te her şey olduğu gibi plaj giriş ücretleri de çok ekonomik; kişi başı 10 TL. Bu ücrete içeride bir içecek dahil…
Bu yıl Erdek dalış tutkunları içinde çok cazip bir yer haline gelmiş. Gün boyunca çok sayıda amatör dalgıcın, profesyonel eğitmenler ile dalış yaptığına şahit olduk.
Edindiğimiz bilgiye göre Türkiye’nin her yerinden, balık adam kursları öğrencileri Erdek’e geliyor ve belediye’nin verdiği hizmet ile dalış yapıyor.
Dalış yapmak için başvurmanız gereken yer; Artake Taş Resoran’ın yanında bulunan Balık Adam Merkezi…
YEME & İÇME
Öncelikle, Pazartesi günü Erdek’in pazarıdır ve evde bir şeyler yapacağım ya da sahilde meyve yemek istiyorum derseniz pazara mutlaka uğrayın derim. Satılan her şey kendi bahçelerinden toplanmış, günlük taptazeciktir. Aklınızda olsun :)
Kahvaltı için en iyi seçenek; Erdek’in adeta simgesi olan bizim deyimimiz ile gazino yani çay bahçesidir.
Şehir meydanında yan yana sıralanmış çay bahçelerinin hem ortam hem de fiyat açısından hiçbir farkı yok o nedenle gözünüze hangisi hoş gelirse orada oturun derim :)
Bizim tercihimiz bu yıl Tuana oldu.
Çay bahçesinde önerim; çay içmemeniz. :) Adı çay bahçesi ama ne yazık ki çaylar çok başarılı değil.
Onun yerine şiddetle faskomile yani Adaçayı içmenizi öneririm. Sürekli taze demlenen Adaçayı çok lezzetli…
Soğuk içecek olarak ise limonata ve yine buraya has; karadut, koruk suları şahanedir!
Tüm çay bahçelerinde kablosuz internet mevcut bu arada…
Çay bahçelerinde sadece içecek satılıyor yani kahvaltıda ne yemek istiyorsanız yanınızda götürmelisiniz.
Klasik kahvaltı etmek istiyorum derseniz; fırından tam buğday ekmeği, Doğa Süt Ürünleri’nden kelle yani mihaliç peyniri, Marmara Birlik’ten yağlı sele zeytini ve yeşil kırma zeytin, biraz da sızma zeytinyağı alın.
Meydanda el arabası ile satış yapan yerden de domates…
Bunları çay bahçesinde adaçayı eşliğinde yiyin ve kulaklarımı çınlatın :)
Diğer bir seçenek; Ögs de yapılan karışık tost. İsteğe bağlı olarak içine salça ya da ketçap konan karışık tostlarına bayılacaksınız.
Bir öneri de babamdan; çiğ börek. Adnan Menderes caddesi, Garanti bankası’nın karşısındaki Meşhur Erdek Çiğ börekçisi. Çiğ börek tarifi verirken babaannemden söz etmiştim sizlere yani babam bir çiğ börekçiyi öneriyorsa o konu tamamdır ve tartışmaya açık değildir :) Gönül rahatlığı ile bende sizlere öneriyorum…
Benim tartışmasız kahvaltı tercihim ise; Okul caddesindeki Saray Börekçisi…
Erdek’te çok sayıda kahvaltı fırını var hemen hepsi de aynı çeşitleri yapar.
Ama Saray’ınkiler bambaşkadır.. Kıymalı kol böreği, yağlı poğaçaları ve açması süper ötesidir.
Ben her sabah fotoğrafta gördüğünüz üzere hatırı sayılır süre sıra bekleyerek ulaştım böreğime.
Kıymalı kol böreği el açması ve milföy hamuru kıvamında yaprak yaprak.
Aynı şekilde yağlı poğaça diye satılan poğaçalarda öyle. Yağlı poğaçada da kıymalı şiddetle favorim…
Her sabah; “ya börekte çok ağır oluyor, bu sabah hafif bir şeyler desek” diye uyanmama rağmen ayaklarım otomatik olarak Saray’a götürdü beni...
Ağır mağır yiyin gitsin yahu tatildeyiz :)
Çay bahçesi seçeneği dışında açık büfe kahvaltı etmek isterseniz, önerim; yine Kurbağlı’nın sonunda, Ice Sun Beach in yanındaki Robinson Cafe…
Ortam çok şeker, çeşitler bol.
Ama bilindik, her yerde her zaman yapabileceğiniz bir kahvaltı, o nedenle ben; kıymalı börek, limonata ve çay bahçesi derim başka da bir şey demem :)
Akşam yemeği için en şiddetli önerim ise; Torun Pidecisi…
Burada yapılan, etli kaşarlı pide kadar lezzetlisini iddia ediyorum başka hiçbir yerde yemedim. Yedi akşamın üçünde yedim dersem sanırım ne demek istediğimi anlarsınız :)
Bir akşamda yine pideye çok benzeyen Cantık yedim. Onun farkı; yuvarlak ve daha küçük olması içinde kaşar ve etin yanı sıra biber ve mantarda olması. Bir nevi pizza yani. O da inanılmaz lezzetli…
Bir akşamda İskender yedim o da incecik dilimlenmiş eti, lezzetli salçalı sosu ile gayet başarılı idi. Ama Torun Pidecisinin spesiyali; etli kaşarlı pide…
Eğer deniz kenarında, nezih bir ortamda balık yemek istiyorsanız önerim; Kurbağlı-Seyitgazi bölgesindeki, Artake Taş Restoran…
Mezeleri çok zengin değil, kendilerine de söylediğim gibi bir deniz börülcesi, bir tuzlu balık, bir zeytinyağlı yaprak sarma yoksa ben o meze tabağında pek bir şey yok kabul ederim :)
O nedenle meze yemedim.
Ara sıcak olarak gelen kalamar pamuk gibi pişmişti ve tadı nefisti. Yanında gelen ve benim daha sonra bir kase daha isteyip ekmek banarak yediğim :) yoğurt sosu şahaneydi.
Balık olarak ise Levrek yedik yine o da mis gibi köz kokusu ile son derece başarılı pişirilmişti.
Taş restoranda; ortam sessiz ve nezih, manzara şahane, yemekler başarılı.
Fiyatlar Erdek seviyesinin biraz üzerinde ama İstanbul ya da Bodrum Gümüşlük vs. ile karşılaştırdığınızda gayet makul.
Tatlı önerim ise; yerken bana dua edeceğinize emin olduğum; Lokma tatlısı…
Çay bahçelerinin bitiminde, Mado’nun önünde duran telefon kulübesinden küçük bir el arabası dükkanı :)
Meşhur Bodrum Lokması yazıyor camında.
Sürekli taze taze kızartıp şerbetliyorlar. İnanın böyle bir lezzet yok!
Dışı kürdan batırmakta zorlayacak kadar kıtır içi boş ve pufidik. “Ay ağır olur ben iki liralık bir kase alayım” filan diye kibarlık yapmayın, direk dört liralık kase alın :)
Dondurma önerim; Halim Usta…
Günlük taze meyveler ile hazırladıkları dondurma ve sorbeler şahane!
Bu yıl yeni ekledikleri lezzetler olmuş. Ben içlerinde en çok neskafeliyi beğendim ve sonraki akşamlarda diğer çeşitler ile karıştırmadan sadece neskafeli yedim, o derece…
GÜN BATIMI
Bilenler bilir, Erdek’te gün batımı bir başka olur… Türkiye’de Side’den sonra ikinci sırada gelirmiş gün batımı manzarası. Dünya da sayılı yerlerdenmiş hatta yerlilerin verdiği bilgiye göre…
Gün batımı, nereden izlerseniz izleyin güzel.
İsterseniz kayaların üzerine oturup, çekirdek çitleyerek, isterseniz Kurbağlı tarafında banklara oturarak.
Benim önerim ise; Seyitgazi Tepesi. Belki biraz yokuş çıkıp yorulacaksınız ama inanın nefes kesen bir gün batımı izleyeceksiniz…
Biz bu yıl Seyitgazi tepesinde bir kez, diğer günler Ice Sun Beach’te minderlere gömülerek izledik. Sonuçta her iki yerde de aynı açıdan bakıyorsunuz gün batımına…
GECE HAYATI
Geçen yıl Erdek’te gece hayatı çok daha iyi idi. Gitarı ile harikalar yaratan Cenk ve sahnesi olağanüstü başarılı olan Nihan tek geçtiğimiz isimlerdi.
Bu yıl yine Nihan’ın hayalini kurarak ilk akşamdan Cowboys Bar'a koştuk ama hevesimiz kursağımızda kaldı :)
Nihan bu yıl için programını erken bitirmişti.
Bir akşam Ice Sun Beach'e gittik, Ceren adında bir şarkıcı hanım vardı ama açıkçası sahnesi çok zayıftı. Programın ortasında sıkılıp kalktık.
Seneye yine Nihan hayalini kurarak Cowboys a koşacağımıza eminim.
Sahilde geçen yıl canlı müzik yapılan yan yana pek çok bar vardı, taverna, pop, türkü ne isterseniz...
Çevreden gürültü nedeniyle şikayet etmişler sanırım, bu yıl hepsini kaldırmış yerine el sanatları, yöresel el işleri satan tezgahları koymuşlar.
Bu hali bana çok sıkıcı geldi açıkçası, öteki türlü o caddede yürümesi bile daha keyifli idi.
Eğlence yerleri tamamen mi kalkmış yoksa başka bir yere mi taşınmış bilemiyorum, sorabileceğim kimseyi bulamadım :)
Bu yıl bana göre, Erdek’in gece hayatındaki medarı iftiharı; Kaya the Rock…
Seyitgazi tepesinde dağın içine konuşlanmış, nefes kesici manzarası ve son derece şık iç dekorasyonu ile Erdek'e yaraşır harika bir mekan.
Bir Erdek’li olarak ben çok gururlandım açıkçası.
Saat 24:00 e kadar restoran olarak hizmet veren mekan, gece yarısından sonra dev bir diskoya dönüşüyor.
Zaman zaman ünlü şarkıcılarında gelip konser verdiği Kaya the Rock’ta, her gece, Hüseyin Karadayı, Berna Öztürk gibi ünlü Dj ler performans sergiliyorlar.
Bu yıl gece hayatı olarak tek tavsiye edebileceğim mekan; Kaya the Rock.
Evet, uzun bir yazı oldu farkındayım ama dediğim gibi söz konusu Erdek olunca kendimi tutamıyorum. Hatta bu yazı bence bir Erdek’li olarak geç bile kalınmış bir yazı…
Daha önce Kıbrıs’ı, Kilis’i, Alaçatı’yı anlattığım yazıları düşünürsek, Erdek böyle bir yazıyı çoktan hak etmişti bence :)
Şimdi sizlerden bir ricam, daha doğrusu bir Erdek’li olarak kurduğum bir hayalim var;
Blogumda yıllar sonra bile açıp okunabilecek, yazısı ve yorumları ile zengin bir Erdek rehberi olmasını çok arzu ediyorum…
İllaki benimde gitmediğim, bilmediğim yerler vardır Erdek’te…
Eğer daha önce Erdek’e gittiyseniz ya da Erdek’li iseniz; memnun kaldığınız konaklama yerlerini, yiyip de tadını unutamadığınız lezzetleri, “ben gördüm, çok beğendim, herkes gitsin” dediğiniz mekanları bu yazıya yorum olarak yazın lütfen…
Hem benim, hem de merak eden herkes için güzel bir kaynak oluşturalım birlikte.
Şimdiden çok teşekkür ediyor ve yazının yorgunluğunu atmak için biraz dinlenmeye çekiliyorum efendim :)
Gönderen
Müge Hüner
52
Yorum - Yorum Ekleyin
29 Kasım 2010
Yedigöller Gezisi / Kasım 2010
PASTORAL SENFONİ…
Biliyorsunuz Kurban Bayramı bu yıl denk geldiği günler itibariyle herkes için aynı zamanda uzun bir tatile vesile oldu :)
Benim için; bu bayram biraz buruk geçti, çünkü hemen hemen tüm akrabalar şehir dışında idi.
Bayram ziyaretlerimiz sadece iki gün sürdü :(
Bir günde anne babaları bize davet ettik, oldu üç gün, bitti gitti :)
Buna rağmen planımızı değiştirmedik, tatilimizi uzatmadık, sadece iki günlüğüne Yedigöller’e gittik.
Bilenler bilir, bende romantizm sıfırın altındadır, hiç anlamam :) Hele çoğu kişiye romantik gelen, kırmızı güller, mumlar vs. bırakın romantik hissettirmeyi, kahkaha ile güldürür beni.
Çok az şey beni büyüler, dilim tutulur, midemde kelebekler uçuşturur…
Onları da bilmesi gereken kişiye düzenli aralıklarla -başa kakma yöntemi ile- hatırlatırım. :)
Yedigöller; benim, içimdeki romantizm hissini tam anlamı ile tavan yaptıran bir yer oldu. Her dakikasında ayrı büyülendiğim, nefesimin kesildiği adeta dilimin tutulduğu bir doğa harikası…
Yedigöller; yeryüzünde yer alan cennetlerden biri, Allah’ın bize bir lütfu adeta…
Eşimin ve Selahattin Abi’nin tecrübeleri ve titiz çalışması sonucu Yedigöller’e bir yıl içinde gidilebilecek en doğru zamanda gittik diyebilirim.
Yapraklar henüz dökülmeye başlamıştı.
Etraf; kahverengi, turuncu ve yeşil renklerinin tüm tonları ile boyanmıştı.
Rüzgar estiğinde yaprakların kar gibi üzerimize yağması olağanüstü idi.
Henüz hiç araba geçmediğinden, yapraklar ile kaplanmış yolda ilerlerken, araba yaklaşınca yaprakların içinden uçan, limon büyüklüğündeki kuşlar düşünün mesela…
Her şey; gerçekten bir masal gibiydi!
Yedigöller’e gidiş epey bir zahmetli. Özellikle anayol bitip, 25 km.lik orman yoluna girdiğinizde, çile başlıyor diyebilirim.
Hele de benim gibi yolda midesi tutan biri iseniz :(
25 km.lik yolu neredeyse yürüme hızı ile tamamlıyorsunuz. Yolun genişletilmeyip, düzenlenmeyişinin nedeni; çok fazla insan gelsin istememeleriymiş. Ne diyebilirim, saygı duyuyoruz :)!!
Yol ile ilgili; işte “şuradan giderseniz şu kadar km.” ya da “yol üstünde şunlar bunlar var” gibi, çok fazla teknik bilgi vermeyeceğim, internette bu konu ile ilgili çok detaylı bilgiler veren, güzel gezi siteleri mevcut.
Sadece size bir kaç öneride bulunabilirim;
Gidiş yolu olarak genellikle; Yeniçağa, Mengen üzerinden gidilmesi öneriliyor. Bu yol belki etrafın güzelliklerini izlemek anlamında çok keyifli ama yolu neredeyse üç kat uzatmış oluyorsunuz.
Yani diğer yöntem olan; Bolu batı çıkışından çıkıp, biraz Ankara yönüne devam ettikten sonra henüz Bolu'yu terk etmeden kuzeye doğru ayrılan yoldan gitmek çok daha mantıklı. Yol daha az virajlı ve daha kısa sürüyor.
Nispeten daha konforlu bir yolculuk mu yoksa rüya gibi bir yolda yolculuk mu, kararı size bırakıyorum.
Araç olarak; mutlaka araziye uygun, yüksek bir araç ile gitmenizi öneririm. Hem sizin mide sağlığınız hem de aracınızın sağlığı açısından :)
Etrafınızdaki muhteşem güzelliklere rağmen, zorluğu nedeniyle; bir an önce yol bitsin istiyorsunuz.
Hele de yol bitip, karşınızda büyüleyici güzelliği ile Büyük Göl’ü görünce, “keşke buralara uçarak gelebilme şansım olsaydı” demeniz işten bile değil :)
Işık değiştikçe, göldeki yansımalarında dakika dakika değiştiği, yaprakların gölü tamamen kaplayarak kara ile bir olduğu, rüya gibi bir yer burası…
Yolunun zorluğundan mı bilemiyorum ama Yedigöller -neyse ki- çok kalabalık değil.
Herkesin elinde mutlaka bir fotoğraf makinesi var, burası; fotoğrafa gönül verenlerin buluşma noktası gibi…
Kalabalık olsa bile; deyim yerinde ise; “gürültü” yok. Herkes birbirine ve doğaya saygılı…
Sessizliğin en önemli faktörü; Yedigöller’de telefonların çekmemesi…
Artık, sinemada bile insanların telefonlarını kapatmadığı şu günlerde, etrafta hiç telefon zili sesi duymamak öyle huzur veriyor ki…
“Niyetimiz 14 Kasım Cumartesi günü Yedigöller bölgesini yaşamak, fotoğraflamak, akşam Bolu'da otelimizde kalıp, ertesi gün Mudurnu, Göynük Taraklı üzerinden dönmekti. Yol uzayınca Yedigöller'e varışımız saat 14:00'ü buldu. Günlerin kısalmış olması ve bölgenin bir vadi içinde yer alması nedeniyle hemen karanlık çöktüğünden bu tabiat harikasını yeterince yaşayamadığımızı hissedince, hemen B planı'na geçip ertesi gün de buraya tekrar gelmeye karar verdik.”
Bu paragraf; Selahattin Abi’nin blogundan bir alıntı…
Ayak İzleri grubu ile gerçekleştirdikleri gezileri, Picassa albümlerinde toplayıp, fotoğrafları minik notlar ile süslüyordu ne zamandır.
Kendisine; “seni okumak çok keyifli ama tadı damağımızda kalıyor, lütfen bir blog aç, yazılarını doya doya okuyalım” diye baskı yapıyorduk uzun zamandır.
Baskı sonuç verdi :)
Artık keyifli bir gezi ve fotoğraf blogu daha var; “Selahattin Tuncay”… Haberiniz olsun…
Selahattin Abi’nin de dediği gibi; bu doğa harikasını görünce, Mudurnu gezimizi iptal ettik ve ertesi gün tekrar Yedigöller’e geldik.
Böylelikle doya doya Yedigöller’i yaşamış olduk. Günübirlik Yedigöller gezisi gerçekten çok yorucu olur ve deyim yerinde ise ömrünüz yollarda geçer o nedenle bizim yaptığımız gibi Bolu konaklamalı bir gezi planlamanızı öneririm.
Yedigöller içinde Orman Bakanlığı’na ait bungalovlarda var ama aldığımız duyumlara göre en az bir yıl önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş ve fiyatları gerçekten abartılıymış. Bilginiz olsun…
Beyler fotoğraf çekme bahanesi ile ortadan kaybolunca, Serpil Abla ile hazırladık piknik soframızı. Sağ olsun, o da nefis şeyler hazırlamıştı, çok zengin bir soframız vardı ilk gün…
“Bu ortamda insan peynir ekmek yese, dünyanın en lezzetli şeyi gibi gelir” dediğinizi duyar gibiyim…
Gerçektende öyle.
Sanki bir yağlıboya tablonun içinde oturuyor gibisiniz burada, fon müziğiniz ise kuş cıvıltıları…
Beyler karınlarını doyurur doyurmaz, ok gibi kalktılar sofradan. Meğer akılları geldiğimiz yoldaki güzelliklerde kalmış. “Gün batmadan tekrar gidelim” dediler.
Açıkçası göreceğimiz şeyler ne kadar güzel olursa olsun, bize göl kenarında sakince oturup, çay içerek sohbet etmek daha cazip geldi.
Yedigöller Gezisi / Kasım 2010 (2) from hunerlibayanlar on Vimeo.
Aşağıda; yalnızca fotoğraf çekmeyip, videoya da kaydetmişler, böylelikle bende sizlerle canlı canlı paylaşabileceğim bu güzellikleri…Özellikle Selahattin Abi’nin manzara karşısında kendinden geçip, arabanın kapısı açık olduğu halde; “devam, devam” demesi bizi çok güldürdü… Eminim sizinde hoşunuza gidecek…
Akşam Bolu’da Yurdaer Mutfak Sanatları Merkezi’inde konakladık. Daha önce defalarca yemek yemek için uğradığımız bu mekanı konaklama içinde gönül rahatlığı ile öneririm sizlere.
Odalar tertemiz, hizmet güzel, fiyatlar uygun.
Yemekler ise birbirinden güzel, özellikle spesiyalleri olan vişneli yaprak sarma ağzınızda krema gibi eriyor… Keşli erişte, tereyağlı patates ise şahane…
Selahattin Abi’nin değişmez yemeği; Kaz eti… İncecik lavaş ekmeğine önce pekmez sürüp, ardından pilav ve kaz eti ile dürüm yapıyorsunuz ve mutlaka elle yiyorsunuz… :)
Ve benim değişmez yemeğim; Yurdaer usulü Hünkar Beğendi… Et sotesinde aynı zamanda mantar ve sivri biber de var ve krep ile birlikte servis ediliyor. En kısa zamanda evde de denemek istiyorum bu yemeği…
Ertesi gün Yurdaer’de kahvaltımızı yapıp, tekrar Yedigöller’e doğru yola çıktık. Bu kez tecrübeli olduğumuz için Yeniçağa yolunu kullanmadık ve nispeten daha rahat bir yolculuk yaptık.
Güneşinde etkisiyle iyice güzelleşen göllerin çevresinde uzun uzun yürüyüşler, öğleden sonra sucuk-ekmek, akşamüstü çay keyifleri yaptık…
Uzun ve zor! bir inişin ardından ulaşılan; Dilek Çeşmesi…
Zaten Yedigöller ve Yedigöller içinde ulaşmak istediğiniz her şey biraz zahmetli.
Ama sonuç her zaman bu zahmete fazlasıyla değiyor…
Fotoğrafların tamamını, büyük halleri ile görmek isterseniz; Flickr’da oluşturduğum albümü gezebilir ya da aşağıdaki slide show ile izleyebilirsiniz…
Gönderen
Müge Hüner
32
Yorum - Yorum Ekleyin
28 Eylül 2010
Reşadiye'de Hafta Sonu - Eylül 2010
2010'un SON YAZ KEYİFLERİ...
İstanbul’da, artık yazın son günlerini yaşıyoruz, hatta sonbaharı da iyiden iyiye hissetmeye başladık.
Evimizde teras keyfi bu yıl için, hemen hemen sona erdi, akşamları üşünüyor çünkü.
Her yıl, havalar ısınmaya başladı mı biz Gökay’a ufaktan yerleşmeye başlarız, fırsat buldukça hafta sonlarını orada geçiririz :)
Havalar tekrar soğumaya başladığında ise bizim evin sezonu açılır, film geceleri, dizi geceleri yaparız, patlamış mısır eşliğinde.
Geçenlerde Gökay; “havalar soğuyor, kışlık mekana geçmeden -yani bizim evi kastediyor :)- gelinde son bir kez keyif yapalım” dedi…
Bu yıl leyleği havada görüp, sık sık tatile çıkınca Reşadiye’yi epey ihmal etmiştik, hemen kabul ettik tabi bu daveti :)
Gökay’dan ve mini çiftliğindeki :) yaşantısından zaman zaman söz ediyorum size, dikkatli okuyucular hemen hatırlayacaklardır.
Her gittiğimizde beyler bahçe ile uğraşırken, biz hanımlar mutfak kısmı ile ilgileniyoruz. Özellikle ben, bahçeden topladığım sebzeler ile mezeler ve salatalar yapmaya, akşamüstü çayın yanına bir şeyler hazırlamaya bayılıyorum!
O hafta sonu topladığım cevizler ile acıbadem kurabiyesi yaptım mesela, dehşet bir şey oldu.
Geçtiğimiz hafta sonu ise; kurabiyeyi kayınvalidemin verdiği fındıklar ile denedim o da muhteşem.
Badem dışında her şey ile denemiş oldum yani kurabiyeyi :)
En kısa zamanda ölçüleri oturtup sizinle paylaşmak niyetim.
Reşadiye; insanı acıktırır :)
Akşamüstü çay keyfi yaparken, Makarnalı Börek ve kurabiyeleri bitiren, sanki biz değilmişiz gibi akşamda çeşit çeşit mezeler yapar, hepsini de bir güzel yeriz afiyetle :)
Bu salatada mesela; soğan ve zeytinyağı hariç her şey bahçeden… Limon dahil :)
Sahi Gökay; neden soğan yok, olmuyor ama :)
Yoğurtlu Patlıcan Salatası… Sadece yoğurt ve sarımsak marketten :)
Taze Fasulye Kızartması… Fasulyelerinde bahçeden olduğunu söylememe gerek yok sanırım :)
Bahçede taze soğan olmadığı için, maydanoz sapları ile bağladım, Közlenmiş Kırmızı Biber Sarması’nı…
Biraz zorlandım ama bağlamayı başardım, aklınızda olsun maydanoz sapları, kaynar suda bekleyince bile çok fazla yumuşamıyor :)
Her şey organik, her şey çok sevimli…
Başınızı hangi yana çevirseniz, bir fotoğraf objesi burada…
Ortancaların her biri neredeyse 25 cm. çapında, mavi ve leylak renklerinde…
Muhteşem görünüyorlar.
Fotoğrafları tam boyutu ile görmek isterseniz; EN GÜZEL ANI'ya tıklayabilirsiniz...
Gönderen
Müge Hüner
20
Yorum - Yorum Ekleyin
23 Eylül 2010
Büyük Ada - 18.09.2010
GÖZÜMÜZÜN NURU ADALAR; BÜYÜK ADA...
Büyük Ada’da dolaşmanın şimdi tam mevsimi, tam zamanı…
Ne sizi bunaltan ve bir an önce gölgelere kaçmanıza yol açan kızgın güneş var ne de üşüten ve gezinizi yarıda bırakmanıza neden olacak bir serinlik.
Lokum gibi lokum :)
İster bisiklete binin, ister yürüyüş yapın, meraklıysanız bol bol fotoğraf çekin.
Her yer, her detay ayrı bir obje burada.
Büyük Ada’nın; insana huzur veren sokaklarında, baktığınızda; “burada yaşayan ölmez herhalde” :) dedirten ya da o güne kadar bir satır bile karalamamış birini şair edebilecek güzellikte şahane evler var…
Sokaklarda keyfi kaçıran tek şey, faytonların daha doğrusu atların malum ürünlerinin kokusu :)
Onu da gülü seven dikenine katlanır diye sineye çekeceğiz :)
Kısacık bir sürede ulaşılan, İstanbul’dan kilometrelerce uzaktaymışsınız hissi yaşatan, mis gibi havası, bozulmayan dokusu, kendine has güzellikleri olan; Adalarımız, biz İstanbullular için gerçekten bulunmaz bir nimet…
Yüzlerce fotoğraf içinden seçebildiğim altmış iki fotoğrafı Flickr albümüme ekledim.
Aşağıda slayt gösterisi şeklinde izleyebilir ya da EN GÜZEL ANI’da büyük hallerini görebilirsiniz.
1.Bölüm; Ada’nın Şahane Evleri…
2.Bölüm; Detaylar…
3.Bölüm; Deniz Keyfi…
4.Bölüm; Bisiklet ve Fayton Keyfi…
5.Bölüm; Son Detaylar…
Keyifli Seyirler Dilerim :)
Gönderen
Müge Hüner
8
Yorum - Yorum Ekleyin
01 Eylül 2010
Erdek / 20-22.08.2010
2010'un SON TATİLLERİ :)
Bu yıl leyleği havada gördük demiştim değil mi? :)
Gerçekten öyle…
Temmuz ayında neredeyse hiç İstanbul’da olmadığımız yetmiyormuş gibi, Ağustos ayında da üç gün kaçıverdik bizimkilerin yanına.
Hem onlar mutlu oldu hem biz…
Bu kez sadece Erdek ile sınırlı da kalmadık, Ocaklar, Narlı, Turanköy hepsine gittik, hepsinde denize girdik.
Ama hala favori denizin neresi derseniz; Erdek ve bahçemizin bulunduğu; Gedeve bölgesi.
İyi ki fotoğraflar var diyorum; her tatil dönüşü, aklına estikçe açıp bakmak, insanın memleketine olan özlemini biraz olsun dindiriyor. :)
Hele havaların serinlemeye başladığı bugünlerde sıcacık fotoğraflara bakmak çok keyifli…
Fotoğrafların tamamını büyük halleri ile görmek isterseniz; EN GÜZEL ANI’ya bakabilirsiniz…
Gönderen
Müge Hüner
6
Yorum - Yorum Ekleyin
08 Ağustos 2010
Kıbrıs - Mavi Köşk
KAÇAKÇININ KÖŞKÜ...
Kıbrıs tatili sırasında gezme fırsatı bulduğumuz ve her detayı ile beni çok çok etkileyen bir mekan; Mavi Köşk.
O kadarki, tatilden döndüğümüzden beri herkese uzun uzun anlatıyorum, size anlatmazsam olmaz değil mi? :)
Sevgili Yaşar’a bizi Mavi Köşk’e götürdüğü için ayrıca teşekkür etmek isterim.
*****
Mavi Köşk; Makarios’un avukatı ve Orta Doğu’nun en büyük silah tüccarı; İtalyan asıllı Rum olan Pablo Pavilides’in evi.
1956 tarihinde yapılmış, Girne – Güzelyurt dağ yolu üzerinde, Orta Doğu Teknik Üniversitesi yakınlarındaki Çamlıbel köyünde bulunuyor.
Mavi Köşk; evin yapıldığı yıllardaki teknolojiyi ve imkanları düşününce sizi kelimenin tam anlamı ile hayrete düşürüyor, az sonra anlatacağım detaylar eminim sizi de çok şaşırtacak.
Köşk; şu anda askeri bölgede yer alıyor, girişi nizamiye’den yapıyor ve kimlik bilgilerinizi veriyorsunuz.
Giriş ücreti; 2 TL. Bahçesini ve havuz bölümünü tek başınıza dolaşabilirsiniz ama evin içinde sizi aynı zamanda asker olan bir rehber gezdiriyor, böylesi tabi çok iyi olmuş, çünkü inanılmaz bilgiler veriyor rehber gezi sırasında......
Yazının tamamını okumak isterseniz; (ki bence mutlaka okumalısınız, çok özenerek ve uzun uzun yazdım çünkü) gezi ve fotoğraf blogum; EN GÜZEL ANI'ya tıklayınız...
Gönderen
Müge Hüner
7
Yorum - Yorum Ekleyin
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)