Ben etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ben etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Kasım 2012 Çarşamba

Fırça Yeme ve Aşağılanma Diyeti


Yağ ile savaşınızda, en büyük düşmanınız çikolatalı kek veya çikolata parçalı kurabiye veya kırmızı şarap .........nutella......veya patates kızartması.........veya çikolata...........veya kola falan değil. Ne yani? Pardon. Ne diyordum? Ha şey yağ ile savaşınızda dimi? Tekrar deneyelim dur bakayım.
Yağ ile savaşınızda, en büyük düşmanınız çikolatalı kek veya kola falan değil. En büyük düşmanınız kendi yaratıcılığınız.
Birçok insan gibi ben de hemen her zaman diyetteyim, ve birçok insan gibi son verdiğim kiloların dışında ben de bu sürekli diyet haliyle pek kilo veremiyorum. Nedeni güzel yemek ve güzel içeceğe karşı koyamamam kadar basit değil.
Matematiği seviyorum. Fakat çoğunlukla çok matematik yapamıyorum. Fakat biliyorum ki her 7000 kalori harcadığında 1 kilo veriyorsun. Şimdi genel diyet yapma stilime bakarsanız nerde problem var görebilirsiniz.
Eğer sadece canlı kalarak günde 1600 kalori harcadığımı gözönünde bulundurursanız şöyle görünüyor:

Pazartesi: Diyete başla, 1000 kalori ye, 500 kalorilik de egzersiz yap. Günün toplamında: -1600 + -500 +1000 = -1100 kalori bu gün için. İyi bir başlangıç.
Salı: Hala motiveyim, aynı şey. -1100
Çarşamba: Hala motiveyim, fakat biraz laçkalaş. Biraz fazladan ye. Bu iyi tabi çünkü yeterince yemezsem vücudum ''açlık moduna'' girer ve daha yavaş kilo veririm yalanına kendini kaptır. Bugün için , -900.
Perşembe
: Dışarda hava harika. Hadi ya. Bu hiç adil değil. Arkadaşım öğle yemeğine çağırır. Egzersiz yapma güdümü tamamen içimden çıkarır. Arkadaşın tabağından patates kızartması aşır, ama onlar kaloriden sayılmaz çünkü onları ben ısmarlamadım. Bu parti evde kocamın ve çocukların tabaklarından aşırdıklarıma devam eder. Bu gün için: +500
Cuma: Yuppiiii! Bugün Cuma! Kimse gerçekten Cuma günleri diyet yapmaz ki. Günlük toplam: +500
Cumartesi: Waaaauw! Bugün cumartesi! Bugün biraz kaçırmanın hiç kötü bir tarafı yok. Dün gece birazcık azcık fazlamı kaçırdım ne? Bugün açım. Günü otlayarak ve koca ile filmler izleyerek geçirmece. Günlük toplam: +1000
Pazar: Suçluluk ile tüketildi. Yarın çok ciddi şekilde diyete başlamaya kararlıyım. Günlük toplam: -200.
Bir haftalık kilo verme maceramda, Pazartesiden Çarşambaya küçük bir kız gibi zorlandıktan sonra. HİÇBİRŞEY oldu. Kilo bile almış olabilirim. Emin değilim, rakamlar orda. Matematiği anlayanlar yapsın. Ben pek sevmem. 
Neden başkalarının patates kızartmalarını yemenin sayılmadığı ile ilgili yaratıcı nedenler çıkarmanın limitsiz yeteneği ve 300 kalorilik bir egzersizin 500 kalorilik bir hamburger yemeye yeteceğini düşünmekle, kilo verme konusunda çok çaresizim. 
Bu nereye kadar gider? İnanırmısınız ben eskiden çok ciddi spor yapardım. Haftada 3 gün 1 saat koşardım. Ela doğmadan önce. Ama şimdi koşmaktan nefret ediyorum. Koşmak bana şimdi ayakları olan matematik gibi geliyor. Ama belki bir mp3 listesi ve biraz gazla eski durumuma yaklaşırım. 
Başka bir örnek... geçen gün bir klip gördüm. Diyor ki Margarita (500 kalori) yerine Mojito (200 kalori) içerseniz her seferinde 300 kalori kazancınız olur. Burdan hangi sonucu çıkarmalıyız. Mojito içmek 300 kalori yaktırır. Güzel dimi. 
Sonunda yeni bir diyetim var. Fiziksel ve zihinsel olarak çok zor ama başladım. Adı: Koca tarafından fırçalanma ve aşağılanma diyeti. Çok işe yarıyor. Kocanız, sevgiliniz artık o an hayatınızdaki kişilik kimse size günde bir öğün yemek yerine verip veriştiriyor. Japonlarda nasıl kilolu insanları işe almadıklarından ve iradesiz sayıldıklarından bahsediyor. İnanın gurur kırılması işe yarıyor. Tabii siz de karşılık olarak ona öyle iğrenç şeyler söyleyeceksiniz. Şimdiden koca 7 kilo, ben 2 kilo verdim bile. Üstelik motivasyonum var, havuza gidiyorum. Koşmaya bile başlayacağım sanırım. Bakalım nasıl vakit bulcaksam. Çocukları parka götürdüğümde çevrelerinde koşsam iyi olacak sanırım. Aslında ben başka birşey yazmak için oturmuştum ama hayatımdaki bu önemli olayı yazmadan duramadım.
Hedef mi: Benim hedefim o 36 beden 501'in içine girmek.

İmza: Eski hayatını ve kıyafetlerini geri isteyen saçma kişilik.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Ece'nin tuvalet eğitimi - Ela'dan haberler



Gerçekten yazamıyorum değil mi? Diyorum ki her hafta bir kere yazayım. Bir bakıyorum haftalar geçmiş. Kendime bile yetişemiyorum.
Ece'den biraz haberler var. 2. çocukların nasıl büyüdüğünü gerçekten anlamıyor da insan. Bugün öğretmeni ''artık Ece tuvalet eğitimine hazır'' dediğinde yüzüne nasıl aval aval baktım. Sanki Ece o kadar büyümüş gibi değildi. Halbuki Ela tam 2 yaşında bunu halletmişti bile. Neyse dedim ki ''siz nasıl isterseniz, biz uyarız''. Dedim ama Ece daha tuvalete yapmadı hiç. Hep konuşuyor, ''Eveet, tuvayete yapıcam'' diyor. Ama hadi kızım dediğimizde oturup bir de ''yaptım'' diyip kalkıyor. Resmen dalga geçiyor bizimle. Bakalım bu çocukla nasıl olacak bu iş. Ela ''hayır'' derdi, hayır olurdu. Ece ''evet'' deyip kendi bildiğini okuyan çocuklardan. Yani uğraşması daha zor. Çocuk görünürde sürekli işbirliği halinde ama napıcağını kestiremiyoruz ki.

Neyse sonuçta bu hafta sonu Ece'nin bezini çıkarıp atıcaz. Bir daha da takmıycaz. Başımıza neler gelicek bilmiyoruz. Ama ne gelirse yapıcaz napalım. Ben artık çocuğun yakasını bırak işletim sistemini kurdum ve o kanalda ilerliyorum. Daha az stresli. Bu bez sürecini de halledersek, evde 4 yıl sonra bezsiz bir dönem başlıycak. Ve galiba bebek dönemimiz biticek.

Konuşması iyiydi de, mantıklı şeyler söylemeye başlayınca şaşırıp kaldım ben artık. Son diyalogumuzu yazıyorum, siz karar verin artık.
Ben: Ece sen kaç yaşındasın?
Ece: Kaç yaş oldu saymadım.

------------------------------------
Ela ise uzay oldu artık. Dedim ya takip edemiyorum artık bu çocukları. Bana mantık gerektiren sorular soruyor. Anne satrançda piyonlar düz gider falan diyor. Hızlandırılmış bir bu dönem çocuklarını anlatan kurs alsam iyi olacak galiba, çünkü eskisi gibi önceden hazırlanamıyorum artık.
Ela, çok rahatladı artık. Kardeşine bile gözkulak oluyor. Kreşe devam ediyor. Problemli hiç bir hali kalmadı. Jimnastik ve yüzmeye başladı. Zaten evdeki zamanlarını da Ece ile oynayarak geçirdiğinden sıkılacak ve bizi yoracak vakti de yok. Kendisinden ailecek çok memnunuz diyebilirim.

Kardeş olarak artık ikisi tam istediğim kıvama yaklaştılar. Evde bir organizma gibi davranıyorlar. Arkadaş aramalarımız bile geçti. Birlikte yatıp kalkıyorlar. Arada dalaş dövüş oluyor tabii ama bu durumu öngörerek yaptığım 2. çocuğun meyvelerini sonunda toplamaya başladım. Çocukla oynama zorunluluğum kalmadı. Artık ben onlara sadece imkan sağlıyorum. Evde kazı çalışmaları, ormanda gezintiler, danslar, boyamalarla artık kısmen rahatlamış bir anneyim.

Gerçi şu çocuklar bir toplasınlar, 3 ay  çalışmıycam kendimi bir spor salonuna kapatıcam diye düşünüyordum ama şimdi de işlerden çok yoğunum. Neyse napalım spor olayına yüzmeden haftada birle başladım, bu bile birşeydir.

--------------------------------------

Fizik tedavi olayı bitti. Fizik tedavi falan değil bildiğin rusların işkence metodlarını kullanıyorlar. Önce kafanızı birşeye takıp yukarı doğru çekebildikleri kadar çekiyorlar. Hani kafanızın kopma noktasında bırakıyorlar. Sonra sırtınıza bildiğin elektrik akımı veriyorlar. Yani öldürmeyecek kadar. Sonra kaynar havlular koyuyorlar bir de sırtınızı yakıyorlar. Ya işkenceyi başlatan insanlar bu insanları tedavi etmeye çalışıyordu, ya da fizik tedavi bir yalan. Neyse Fiziki işkence olayımız bitti, problemlerim tam bitmedi ama ağrılarım azaldı. Kilo vermeye başladım. Kolumdaki uyuşukluklar da azaldı. Vücuduma biraz süre verip ağırdan alıp neler olacak bakıcaz.

İşler güçler ful. Bakalım bir sonraki yazım ne zaman olacak.

6 Nisan 2012 Cuma

Yaş 35, Yolun Başı



Bugün itibariyle dolu dolu 35 yaşımı doldurmuş bulunuyorum. Ben küçükken 35 yaşındaki insanlar için ne kadar büyük hatta yaşlı diye düşünürdüm. Şimdi 35 yaşındayım ve hiç de yaşlı hissetmiyorum. Hatta içinde bulunduğum konum itibariyle kendimi yolun başında gibi hissediyorum. Geçtiğimiz 4 sene hayatımın hem en güzel seneleriydi, hem de hayatımdaki en büyük değişikliklerin olduğu yıllardı.

10- 20 arasını doğru düzgün hatırlamıyorum. Sanki daldan dala uçan kelebek gibiydim. Ruhum yani, huysuz, hırçın ama bir o kadar da neşeli bir yapım vardı. Sürekli gezmek isteği duyardım ve dersler hiç umrumda değildi. Tabii ki hayatımın en uçarı ve bir o kadar da mücadeleli yıllarıydı.

20-25 arası çok sancılıydı. Evet çok gezdim, çok çok gezdim. Ama işe başlamam, paramı alamamam, başka işe geçmem, kazık yemem, daha düzgün bir işe geçmem, bir yandan da aşık olmam, önce onunla savaşmam sonra sulh imzalamam bu yıllara denk geliyor. 25'ime geldiğimde artık son 5 yılın yorgunluğu ile işim oturmuş ve çalkantılardan sonra durulmuş düzgün bir ilişkim vardı herşey ciddileşiyordu. Bu arada hırçın ve agresif ruhum durulmaya ve empati duymaya başladı. Başka insanları anlamaya çalışmaya, başka kültürdeki insanların da insan olduklarını görmeye başladı. Bu ilişkime ve işime de yansıdı. Daha huzurlu bir ortamım oluşmaya başladı.

25-30 arası çok keyifliydi. Evlilik, kendi yuvam, kendi borum. Sorumsuzca gezmeler, tozmalar, arkadaşlar. Daha huzurlu bir hayata geçiş. Küçük çalkantılar, kafa boşaltmaca. Çok çalışma, çok çok çalışma. Yorgunluk.



30-35 yaş arası. Kendimi bulma. Gerçekten kendimi bulma. Yeniden keşfetme. Doğurganlık yılları. Her şekilde. 2 tane güzel kız doğurdum. İlk kızımın doğumundan sonra onu kendim büyütmek istediğime karar verip işe ara verince boşluğu önce yazı yazma ile doldurdum. Bir baktım ki bu işten çok keyif alıyorum. Yazdım, yazdım. Komik yazdım, okundu; ciddi yazdım, okundu; eleştirel yazdım, okundu. Anladım ki kendimi konuştuğumdan bile iyi ifade ediyorum. Bayıldım yazmaya. Kızlarımı bir yandan büyütürken, yazılarım da bir yanda büyüyüp durdular. Daha birinci kızım bebekken ikinciye hamile kalmam ve onu doğurmamla lohusa kafam dağılmadığı için çok az çalışabildim. Ama ikinci kızımdan sonra işimde de yeni yönler keşfetmeye başladım. Başladım çizmeye. Çizdim, tasarladım, biraraya getirdim. Bir baktım yıllardır animasyon çizen ben, başka birşeyler yapıyorum ve insanlar talep ediyor. Ben yaptım, onlar talep etti. Sonra baktım yapıyorum yapıyorum malzeme lazım istediğim malzeme yok, başladım istediğim malzemelerin fotoğraflarını çekmeye. Önce bir kursa gittim daha iyi çekmek için. Sonra grafik bilgimle fotoğraf bilgimi birleştirip başka ürünler yapmaya başladım. Sonra bambaşka bir dünyaya daha girdim. Başladım bebeklerin fotoğrafını çekmeye. Hayatın akışına kendini bırakmayı öğrendim ben bu yaşımda. Stressiz, acele etmeden hayatın akışına kendini bırakıp, tutkunu olduğun bir iş yaparsan hep daha iyiye gidersini öğrendim. İçinde de insanlık ve sakinlik ve dinginliği bulduysan keyifli bir hayat yaşarsını öğrendin. Şimdi doğumlara giriyorum, insanların en özel günlerine tanıklık etmeye. İnanılmaz bir deneyim. El ele tutuşmalarına, yavrularına hoşgeldin deyişlerine, ağlamalarına, dışarıda bekleyen anne babaların nasıl endişe duyduklarına tanıklık ediyorum. Her seferinde onlarla yaşıyorum tekrar tekrar. Annelerin elini tutuyorum, çenemi tutamayıp karışıyorum ''şöyle emzirceksin, soğuktan birşey olmaz bebeği kalabalığa sokmayın'' falan diyorum. Orda da annelik yapıyorum. Beni böyle bir insan yapan asıl şeyi, anneliği.

2 kızıma çok şey borçluyum. Annelik beni bambaşka bir insan yaptı. Öncelikle hayatta en başarılı olduğum şeyin annelik olduğunu gösterdi. Sonra başka başarılı olduğum yepyeni şeyler olduğunu gösterdi. Daha sakin, daha huzurlu, daha az şikayet eden, daha çok empati yapan, daha üretken, daha doğurgan.

Sevgili Kızlarım.
35. yaşımda çok şey öğrendim hayattan. Artık ne istediğimi biliyorum. Hayatta ''keşke''lerin yerini çok azalttım. Sevilmek yerine sevmeyi öğrendim. Hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığını öğrendim. Yargılamamayı, anlamaya çalışmayı öğrendim. Herşeyin bir nedeni olduğunu en kötü görünen günlerin bile aslında hayırlı olduğunu gördüm. Daha çok affediyorum, daha çok hataları örtüyorum. Kızmamayı öğrendim. Şairin dediği gibi yolun yarısında değil daha yeni bir hayatın başında olduğumu hissediyorum. Her birinizin doğduğu gün annenizin içinden de yeni biri doğdu. Sizinle yaşadığım hergün benim için çok güzel ve anlamlı. O yüzden günlerimi küçük şeylere kafa yorarak geçirmemeyi öğrendim. İnsanlara umut dağıtmayı, karşılıksız yardım etmenin ve beklemeden vermenin ne kadar haz verir olduğunu da babanızdan öğrendim.

Sevgili Kocam;
Senin birgün büyük bir marangoz, balıkçı, tamirci, maketçi, ikebanacı, senarist, fotoğrafçı, ahçı olamayacağını biliyorum. Benim için değil bilgisayar için doğmuş olduğunu da söyleyebilirim ama senin harika bir baba ve koca olduğuna eminim. Umarım kızlarımızı beraber büyütürüz.

Sevgili Annem ve Babam,
Biliyorum sanıyorsunuz ki sizi anlamıyorum. Sanıyorsunuz ki takdir etmiyorum. Her anne baba öyle sanır. Ama ben büyüdükçe çocuklarımı büyüttükçe sizi daha iyi anlıyor ve daha çok takdir ediyorum. Bana kazandırdığınız her güzellik için, sınav verdirdiğiniz her mücadele için teşekkür ederim. Sizi seviyorum.

Şairin dediği gibi yaş 35 ama ben yolun başında hissediyorum.

14 Mart 2012 Çarşamba

Hayfanlar



Hayvanları seviyorum ama bazen hayatımı mahvediyorlar. Sabahları hayvanlar ne kadar coşkulu oluyo farkında mısınız? Sabah uyanır uyanmaz ortalıkda koşuşturup, yok yere gürültü çıkarıyorlar. Hepsi de ''Ulan ben bir hayvanım. Sabah da çoook erken ve ben harika hissediyoruumm!!!'' diyor sanırım.


Bir haftadır her gece en fazla 5 saat uyudum ve sabah aptal bir kuş yüzünden uyandım.

Ben bir gececiyim her gece en az 1'de yatıyorum ve kuş 4 saat sonra, emekli olmuş bir çalar saat gibi ötüyor çünkü kuş olduğu için çok heyecanlı.





Kuş dünya üzerindeki diğer tüm hayvanları uyandırıyor ve tüm hayvanlar heyecan içinde ''Heeeyyy! Biz hayvanız ve yaşasın sabah oldu!!"







Tamamen gereksiz.

Bazen onlara bağırmaya çalışıyorum ama onlar hayvan tabii hiç dinlemiyorlar.

Yatağımda yatıp her an daha da fazla kızıyorum taa ki artık uykulu halim kalmayınca kalkıyorum ve her seferinde o gün gidip kulak tıkacı alacağım diyorum ama hiç yapamıyorum çünkü çocuklar uyandığı anda öyle bir uğraşa giriyorum ki unutuveriyorum. Yine akşam yatağa girerken sabaha tüm hayvanların depresyona girmesini ve dünyaya hayvan olduklarını haykırmamasını dileyerek giriyorum. Ve bir gıdım güneş bile olunca, kuş uyanıyor ve partiye hazır oluyor. Ne garip dertlerim var değil mi?

13 Mart 2012 Salı

Yenidoğanlar

Fotoğraf geçen hafta çekimini yaptığımız 3 haftalık Demir Bebek.

Bunu Ece bir yenidoğanken yazmışım ve taslaklarımda bitirmeden unutmuşum. Yine de yayınlamak istedim. Evet bakalım, bir yenidoğanınız var. Bir günah torbasısınız ve allah bunu biliyor önümüzdeki günler sınanacaksınız.
  • Yenidoğanlar bütün gün uyur. Hamamböcekleri de. Cehennemin şeytanları da. Bir trendi farkediyor musunuz?
  • Kolik, boşanma ve gündüz alkolikliğinin bir numaralı nedeni olabilir.
  • Henüz yenidoğan kakasını tutabilecek bir bebek bezi geliştiremediler. Çünkü bezleri karamelli puddingle test etmiyorlar.
  • Herkes bebeğinize kirli, burun karıştıran elleri ile dokunacak. (Kendimi engelleyemiyorum her bebeğime dokunan kişide elini burnunda hayal ediyorum). Bebeğiniz bunun karşılığında kusmak için gece saat 3'e kadar bekleyecek ve 110o derece ateşi çıkacaktır.
  • Tanrı seni o kadar güzel yaptı ki bir insan seni doğurmak istesin.
  • Yeni bebeğinizi neyin mutlu ve sakin yaptığını bulursanız, başka bir anne/doktor veya başka biri size yanlış ve tehlikeli olduğunu söyleyecektir buna rağmen yapmazsanız çocuğunuzun ilerde bir meziyeti kazanamaması sizin yüzünüzden olur. Bu insanlar hep ''yardım'' için burdadır. 
Unutmayın, yenidoğanlar daimi bir bakım ve dikkat gerektirir. Eğer bunu bulamazsa bir şeytana dönüşürler.

------------------

Not: Eğer bir yenidoğanınız varsa veya yakında olacaksa sanatsal çalışmalarım için modeller arıyorum. Lütfen bana erdoesra@gmail.com adresinden mesaj atınız. Tabii ki aile de bu sanatsal fotoğraflara sahip olacak.

6 Mart 2012 Salı

Basit Yaşama Sırları

Size kendi hayatımda basit ve light yaşamamın sırlarını anlatacağım. Son zamanlarda felsefeye, mesneviye, huzura, adalete kafayı taktım. Sonra farkettim ki, zaten yıllardır bunlar karşıma çıkıyormuş. Bir huzur sürecinde yükselip duruyormuşum. Kendi çapımda tabii, kimseye birşey öğretme amacım yok. Bence huzura giden yollar şu şekilde gidiyor. Yapmaya çalıştıklarım bunlardır.

Diyorum ki bundan sonra olan hicbirseye iyi veya kötü olarak bakma. Yargılamayı bırak, beklentiyi bırak. Küçük bir degisiklik, çalışma gerektiriyor. Ama çok farkettiriyor. Neden, çünkü bu küçük değişiklikle hayatında hiç büyük duygu dalgalanmaları yaşamamaya başlarsın. İyi ya da kötü şeyler olmasını beklemiyorsun, ve gelene de razı oluyorsun. Bu demek oluyor ki hayal kırıklığı yok, mutsuzluk yok. LAO Tzu diye bi adam var demiş ki: İnsanlar bazı şeylere güzel diyerek bakarsa, diğer şeyler kötü gelir. İnsanlar bazı şeylere iyi diye bakarsa diğer şeyler kötü gelir.


Sen isteklerini yapmak icin çalısıyorsun ama beklentilerini azaltırsan daha mutlu olursun. Büyük duygu dalgalanması yaşamazsın. 11 senedir aynı adamla beraberim son 5 senedir tartışmadık bile. Ama birşeyleri alttan aldığımdan falan değil. Aynı seviyede bu felsefe üzerine çalışıyoruz. Dingin huzurlu bir ruh halimiz oluyor. Son zamanlarda sana olan iyi olarak düşündüğün bir olayı düşün ve sana ne yaptığını, sonra sana kötü gelen olayı düşün ve sana ne hissettirdigini. Sonra aynı iki olayı iyi ya da kötü olarak düşünme. Sadece oldular diye. ne hissediyorsun. Eğer olayları insanları yargılamayı bırakırsan bu yargılamanın duygusal çalkantılarından etkilenmezsin. İsteklerin olacak, hatta işine isteklerine tutkuyla bağlı olucaksın ama beklemeyeceksin.  Ne zaman anlarız ki bir hiçiz o zaman özgür oluruz. Ben de kendi ruhumu hayatımı çok değiştirmeye calıştım. Ve önce ilk sınav olarak empati dersine çalıştım. Özellikle kocamın üzerinde cok çalıştım. Hep aklımda e o bunu istemiyor ki istemek zorunda mı. Doğasında yok lafları oldu. O kadar işe yarıyor ki. Karşılıklı durursak aynı bardağa baksak sen dersin ki bu bardak kesinlikle sağda, ben derim ki kesinlikle solda. Nerde durursan hayata öyle bakarsın. Hamlet, demiş ki: İyi veya kötü birsey yoktur, düşüncen onu öyle yapar. Ben bir çocuğa bakıp ne kadar güzel oynuyor, ne kadar tatlı tırmanıyor derken baska biri aynı cocuga ne kadar yaramaz başbelası diyebiliyor. 


Korkulardan arındıkça, hatta arınmana gerek yok şu alemde hicbir kontrolün sende olmadığını farkettikce özgürleşiyorsun. Ama çok dikkat etmek gerekir. Ne zaman bunu idrak edip özgürleşme cabası içine giriyorsun hemen karşına sınavlar çıkıyor seni sınıyor. Haa bir de, hep aklımdan çıkarmamaya çalışıyorum. İnsanlar seni hayal kırıklığına uğrattıklarında, onların suçu değil. Onlar sadece kendileri. Ruhlarında olanı yapıyorlar. Sen onlardan olmadıkları birsey bekliyorsun. İşte böyle belki çok düz yattım. Öyle kafama gelenleri. Felsefik yazılarım devam edicek. Bu konuda konuşmak isteyenleri de dinlerim. Zevkle


25 Şubat 2012 Cumartesi

Garip Rüyalarım

- Dün gece bir rüya gördüm. Bir çerçeve içinde bir resimim ve kenarından alev alıyorum. Kolum cıkıyor çerçeveden öbür tarafı söndürmeye çalısıyorum. Yandaki resimden bir el cıkıyor ve üstüme su döküp söndürüyor resmi. Hiçböyle şey duydunuzmu nedir?

- Benim rüyalarım bir garip bir kere de TanRı Euclid'in kulağına benimle ilgili birşeyler fısıldıyordu. Euclid'de hıı, bak bak gibi konuşuyordu. Ben de merak ediyordum. Yuh.



- Bir kere de tabağımdaki brokolinin beni yemeye çalıştığını görmüştüm. Var mı rüyaları yorumlayan. Uzun zamandır yazamadım. Çok yoğun günler geçiriyorum. İşler çok şükür çok sıkıştırıyor. 


- Kızlar çok keyifli. İkisi de canavar gibiler. Artık haftasonlarımız çok rahat geçiyor. Ela evdeyken daha çok rahat ediyoruz. Çünkü birlikte oynayıp, azıyorlar. Daha rahat geçiriyoruz. 


- Geçtiğimiz hafta bir doğuma girdim. Bebeğin fotoğraflarını çektim. Çok güzel bir deneyimdi benim için. Devamının gelmesini dört gözle bekliyorum. Bu konuda sürekli teknik öğreniyorum, kafamda sürekli kurgular, senaryolar. Uzun zamandır kafayı bu kadar yorduğum bir iş daha olmamıştı.


- Sonunda ''Yaratıcı Senaryo Yazarlığı'' sertifikamı da aldım. Uzun süren bebek ve hamile hayatından sonra tekrar kendim için birşeyler yapabilmek çok tatmin edici. 

23 Ocak 2012 Pazartesi

Neden 3 çocuk


Bu yazıya şöyle diyerek başlayayım:
#1 Hayır, hamile değilim.
# 2 Hayır, yakın zamanda tekrar hamile olmayı planlamıyorum.
ve #3 Hayır, hamile değilim.
Gerçek şu ki her zaman 2 çocuk hakkında konuştuk. Eşim 3 çocuklu bir aileden geliyor, ben 2 ama her zaman 2 çocuk bizim için en uygun olandı. Açıkçası birebir defansı her zaman tercih ederim. Tabii ki üretimi 2'de durdurmanın sağladığı ekonomik kazançı da belirtmeme gerek yok. Yine de 2. bebeğimiz doğduktan sonra neden 2 çocuklu çiftlerin sonunda 3'de sonlandıklarını görebiliyorum. (Bazen 4'ü bile bulan var ama 5 ve daha fazlası nasıl oluyor hiç bilemiyorum).
Minik Ela'mızın gelmesi ile çok mutlu olduk. İlk yıllarımız harika geçti ve şu an zamanın nasıl uçup gittiğine şaşırıyorum. Bu ilk bebekde aynı zamanda endişeler ve ''acaba bunu doğru yapıyormuyum, acaba yeteri kadar uyku alıyor mu, yeterince yiyor mu, o öksürük de ne, sırtüstü mü yatıyor, aman döndü mü, nefes alıyor mu, düşecek mi'' ler çok da boldu. Bu liste uzar gider (saçımdaki ilk beyaz teli de bu sırada gördüm). 
Ece ile, zaman yine uötu gitti ve o endişelerden yine bir kısmı daha az derece ile kaldı, ama en azından durup o anların keyfini çıkarmaya da daha çok vaktimiz oldu. 
Gülüşler...

tatlı vucut parcaları

ilk yemek yeme

uykulu gozler

banyoda oyunlar

abla ile oyun zamanı
Ve birkaç hafta önce, tüm bu tatlı anlar bir banyo zamanında biraraya geldi ve kocayla ben birbirimize bakıp aynı şeyi düşündük. Neden çiftlerin 2 çocuğun üstüne bir çılgınlık yapıp 3.yü denediklerini çok iyi anlıyabiliyorum. Bir tatlı varlığın dünyaya gelmesi ve gözünün önünde büyümesi. Çocuklarının birbirleri ile ilişkisi, bağlanması ve beraber ve birbirlerinden öğrenmesini görmek müthiş bir şey. Harika ve buna bir tane daha eklemek istiyorsun. 
Fakat bunun tatlı olacağını düşünmek buna karar vermek demek değil. Şu an ki durumumuzdan memnunuz. Hele ben artık önümün açıldığını hissediyorum. Meşgul olduğum yeni bir işim var. Daha da meşgul olmak istiyorum. 2 tane sağlıklı çocukla oldukça keyifliyiz. Ailemiz artık tamam. Bir bütün. Yine de geleceğin bize neler getireceğini bilemeyiz. Sanırım bekleyip göreceğiz. 

20 Ocak 2012 Cuma

Sevgililer Günü Hediyesi

Yeni yıl hediyemiz yerini buldu. Feyza Çolak benden yaptığım takvimlerden vereceğim çekilişte kazanarak bir takvim kazandı. Sonunda tatlı Emre'nin takvimle fotoğraflarını gönderdi. Güle güle kullansın.

Şimdi sırada başka bir hediye var. Sevgililer günü için üzerinde çalıştığım bir ürünü hediye ediyorum. Ürünü kazanana söyleyeceğim. Daha doğrusu seçenekli bir hediye. Kocanıza, sevgilinize veya kendinize düşünebilirsiniz. Bu aslında bu ürün için bir prototip olacak. Ne de olsa henüz bitmedi. Şimdiden çekilişi yapıyorum çünkü vaktimiz olsun sevgililer gününde elinde olsun.

Şimdiii yarın saat 13.00'e kadar bu yazıya yapılan yorumlar arasından bir çekiliş yapacağım ve ona bir hediye vereceğim. Haydi bakalım iyi şanslar. 








11 Aralık 2011 Pazar

Kendi Kendime

Bugün kafam karışık hissediyorum. Sanırım bu ayın, biz kadınların en sevdiği zamanı. Hani birilerinin normal hücreleri alıp yerine psikotik, yetersiz dikkat ve papağan koyduğu dönem yani. Bir de papağan olarak da çikolata seven bir papağan olacak. Bilmiyorum ki başka ne olabilir, yanımda güzel bir sütlü kahve de var. Yeni ayakkabılarım yok ondan mı ki. Çikolata da yasak belki ondandır. Ayrılık kaygısı yaşıyor olabilirim. Saçlarım temiz. Normalde bu şeylerin kombinesi beni çok keyifli yapardı. Ama bugün değil. Bugün surat asıyorum. Bakın:


Küçük şeyler beni en çok sinir ediyor. Mesela bugün. Elbette!

1) ''Kahraman'' kelimesini yanlış kullananlar mesela. Örneğin;

“Şili madencileri kahramandır!”

“11 Eylül'de ölenler kahramandır.”

YANLIŞ. Bütün bu insanlar kötü şartlar veya kötü insanların kurbanlarıdır. Onlar kaderin trajik sonuçlarıdır. Onlar yanlış zamanda yanlış yerdeydiler ve başlarına kötü birşey geldi. Kahraman mı? Hayır. Kahramanlar o madendeki insanları aşağı inip kurtarmaya çalışan insanlardır. Dünya Ticaret Merkezinde aylarca küller ve asbest ve kırık plastik parçaları arasında çökmek üzere olan kalıntılarda kendi tehlikelerinin farkında olarak küçük insan parçacıkları arayanlardır. Başınıza kötü birşey geldi diye kahraman olmazsınız.

2) Bir de yüklüce para ödemediği sürece havayollarının tek gidiş bilet satmamaya çalışmalarına gıcık oluyorum. Neden? Şunu doğru anlayalım. Yolun yarısını gitmek istiyorum ve benzinin yarısını kullanıcama ama sen benden iki kere yapmak istemekden daha fazla para istiyorsun? Hadi ordan. Soyguncular sizi.

Gördünüz mü? Hiç kendim değilim. Ya da belki kendimim. Siz karar verin.

Sizi bugünlerde ne sinirlendiriyor. Teyzenize diyiverin.

17 Kasım 2011 Perşembe

Harika Şeyler Çiziktirmek

Bence herkes çocukken, güzel çizebildiğini düşünüyor. Çünkü, muhtemelen siz küçükken ve mürekkep balığı kafalı makarna dışında herhangi birşey gibi görünen herhangi birşey çizebilmişseniz, anne babanız akıllarını yitirmiş ve coşkuyla bunu size göstermiştir.

“Tatlıııııım! Bu hayatımda gördüğüm en güzel ineeekk!”

“O bir çikolatalı pasta.”

“AA evet! Tabii ki! Bu hayatımda gördüğüm en güzel çikolatalı pasta!”

Bu aşamadan daha önce muhtemelen dünyadaki en güzel yiyenin veya en güzel kakayı yapanın siz olduğunu düşündüğüz zamanlar olmuştur, fakat yetişkin hayatınızda yararlı olabilecek ilk şey vücutsal bir fonksiyon değil, güzel birşeyler çizebilmektir.

İlkokulda sınıfımızda en iyi resim yapan bir kız vardı. Her yılbaşında öğretmenimiz Pamuk Prenses çizme yarışması yapardı. Her yıl, ben bu kızı öldürmek isterdim. Yani ölmesi için öldürmek değil, ilkokuldaki birinin öldürmek istediği gibi. Ne zaman yarışma olsa kafasına vurup dolaba saklamak gibi. Su çiçeği geçirsin diye dua etmek gibi.

Tabii ki öldürmek için değil. Deli değilim. Sadece o yarışmayı kazanmak istiyordum.

Sonunda, bu kızın Pamuk Prenses çiziminde 2 yıl boyunca beni sollamasından sonra proaktif olmaya karar verdim. Tabii, o zaman ''proaktif'' sözcüğünü düşünmemiştim çünkü 8 yaşındaydım ve bu bir sekiz yaş çocuğu için büyük bir sözcüktü.

Profesyonel bir ressam tarafından çizilen harika bir Pamuk Prenses resmi buldum ve kendi kendime onu kopyalamayı öğrettim. Hafızamdan bu profesyonel Pamuk Prenses çizene kadar çalıştım. Sonra, yarışma günü mükemmel prensesi hafızamdan yarattım. O sene bambaşka bir çocuk birinci oldu.

15 Kasım 2011 Salı

Toz Körüyüm Ben

Gözlerim inanılmaz iyi görür. Fakat ona rağmen nasıl oluyorsa bilmiyorum ben tozları göremem. Özellikle ev tozlarını.

Annem onun çocuğu olmadığıma yemin ediyor. Annem bir yağ-arayıcı misil gibidir. Bir kırıntı-misil diyebiliriz. Eğer mutfağı temizleme vakti geldiyse - ve her gün onun evinde mutfağı temizleme vakti gelir - tezgahı öyle bir siler ki sanki graniti yenilemişler gibi. Yerel hastanenin eğer elektrikleri giderse hemen hastaları annemin evine ameliyatı devam ettirebilmek için yetiştirebilirler. Şu yere düşen şeyin 5 saniyede alınırsa hiçbirşey olmayacağı kuralına annemin evinde gerek yok çünkü o ikinci saniyede temizlemiş olur.

Siz anladınız onu.

Annem temizlik konusu olunca hızlı ve acımasız oluyor. Annemlerin evine her gittiğimizde manyak gibi hissediyorum kendimi, çünkü elimdeki bir bardağı tek bir noktada 2 dakikadan fazla bırakırsam pufff yok oluyor. ''İşin bitti mi bununla''? - hop alır, sanki masanın altında saklanıyor da biryere bardağı koyduğumda küçük pençesi yetişiyor ve bardak hemen su ile tanıştırılıp evine bırakılıyor. Yemin ederim bazen bana yemek yerken baktığını düşünüyorum. Sanki izliyor ve gözü seyiriyor, sadece çenemin altından tabağı kaçırması ve bulaşık makinasına atması için yetecek zaman kadar başka tarafa bakmamı kolluyor. Sanırım dikkatimi başka yere çekmek için arkamdan odaya küçük paralar atıyor. Tabağımın nereye gittiğini sorduğumda ise bana kafa karıştırıcı lafını söylüyor : ''Tatlı ister misin?'' çünkü biliyor ki çikolatalı browni önerisinin Jeday kafalı kurnazlığına karşı tamamen savunmasızım.

Tersine, ben mutfağı sildiğimde, bu bir taşınma servisi gibi oluyor. Temizleme stilim bir kasırga gibi. Önce kiri yaşadığı bölgeden söküyorum, ve ona yakınlarda yerleşip hatta belki bir aile kurabileceği yeni bir yer seçiyorum. Artı olarak, genelde bu noktadan yeni evine bir iz de bırakıyorum ki bir gün isterse evine dönebilsin.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Kaset Mak Gayvırı

Ergenlikte yeni gençliğime geçerken, ÇOK fazla kaset almıştım. Almadıklarımı da, kopyaladım tabii eski sistem. Bir arkadaşın kasetini çalarken veya radyodan. Kaydetme aparatı radyonun içinde bile yokken. Ne komik günlerdi. Bir ''Kaset Teyp Mak Gayvır'' olmuştum. Benim yaşlarımdaki çoğunuz hatırlar. Şarkı ile birlikte annenizin odaya dalıp ''Esraaa'' diye seslenmesini, dolmuş geçmesini, kardeşinizin pırtlamasını da kasete çekersiniz. Radyo'dan kaydederken spikerin arada konuşmasına sinir olursunuz. O zamanlar hiç böyle bir teknolojiyi, tek tuşla istediğimiz müziğe ulaşabileceğimizi düşünmemiştik. Kaydetme işlemi ise şu şekilde olmaktadır. Ela ve Ece bunları okuyunca kesin çok şaşıracaklar. Düşünsenize hiç böyle birşeyin görülmediği bir çağda büyüyorlar.

1. Bir teyp kaydedicisinin yakınına bir RADYO yerleştir.

2. Anteni sabit tutmak için ip, selobant veya sakız kullanabilirsin.

3. İyi bir şarkı çıktığında PLAY/RECORD tuşuna bas ve canlı canlı hiçbir ses çıkmasın diye dua ederek şarkıyı çek.

Evdeki çeşitli sesler özellikle erkek kardeşimin konuşması veya DJ'in araya girmesiyle kesilmiş nerdeyse 200 tane kasetim vardı. Madonna'nın ''La İsla Bonita''sını yakalamak için 6 saat beklemek ve başındaki 30 saniye'de de DJ'in konuştuğu Bolu'dan Fatma'nın erkek arkadaşına söyleyeceği mesajlarla kırpılmasını elde etmek için uğraşmadan düş kırıklığının ne olduğunu bilemezsiniz. Şu an endişe problemlerim varsa, hipnoz yapılsa direk annemin bana Cure'un ''Friday I'm in Love''ının son 20 saniyesinde akşam yemeği için seslendiği o ana bağlanırım.

Gördünüz mü? Terapi ihtiyacınız varsa her zaman annenizin suçu oluyor.

Bir de herkes birbirine bu saçma kasetlerden yapar verirdi. Kız arkadaşınıza, annenize, sevgilinize herkes kaset çekme işiyle uğraşırdı. Bir süre sonra kasetin içinde kaydetme cihazı çıktı ama yine de radyodaki DJ'lerin seslerini kaydetmek zorunda kaldık. Bu sefer de kasetten kasete çekme olayı başladı. Kardeşimle aynı anda iki kasete birden basmaya uğraşırdık. Ne kadar saçma bir gençlik geçirmişiz. Tek tuşla istediğimiz müziğe ulaşma imkanı yok. Ne karanlık çağlarmış. Şimdi sadece tek parmakla ulaşmakla kalmıyor, tek parmakla Justin Timberlake'in akşam yemeğinde ne yediğini hangi donu giydiğini kendi ağzından öğrenebiliyoruz. Teknolojinin nereye gittiğini heyecanla izliyorum. Umarım Steve JobS'ın gidişi bizi yavaşlatmaz. Bir tek tuşla 1000 kalori harcamayı bulamadılar hala koşmak zorunda kalıyoruz. Sanırım bir gün bizim çocuklar da bugünlere karanlık günler diyecek. Ne dersiniz, daha neler çıkabilir.

2 Ekim 2011 Pazar

Kendim İçin Yeni Bir Dönem

Uzun zamandır yapmadığım birşey yaptım. Çok sevdiğim birşeyle ilgili hayatımda bir adım attım. Kendimi geliştirmek istediğim bir yönde hayatımda bir değişiklik yaptım. Kendimi çok keyifli hissediyorum. Bundan sonra 5 ay boyunca senaryo yazarlığı öğrenmek için Sahne Eğitim Derneği'ne gideceğim. Zaten tutkunu olduğum yazma konusunu bir adım öteye taşımak ve aklımdaki fikirleri hayata geçirmek için bu eğitimin bana olumlu ilerlemeler katmasını umuyorum. Açıkçası ilk dersimiz çok da keyifli geçti. Oyunlar falan oynadık. Bir de senaryo ödevimiz oldu.

Sahne Eğitim Derneği'nde her yaş için tiyatro ve yazarlık eğitimleri, küçük çocuklar için yaratıcı drama eğitimleri de oluyor. Önümüzdeki yıl için Ela'yı da göndermeyi istiyorum bakalım. Şimdilik bu sene ben öğrenciyim. Bakalım başarılı olabilicekmiyim. Çok heyecanlıyım.

27 Eylül 2011 Salı

Maldivlerden Selam

Bugünlerde Maldivlerde hayat bir güzel, bir güzel. Biraz önce iki kere dalış yaptım. Birinde bir barakuda ile öpüştüm, öbüründe bir orkinosu mıncıkladım. Denizin altındaki environment harika, evcil lepistesim ve ben çok güzel vakit geçirdik. Beraber katılabileceğimiz bir oyun grubu bile buldum. Şu Vivaldi'nin tablosu gibi denize bak bak doyamıyorum. Vivaldi çizmişti dimi Mona Picaso'yu. Evet evet.

Şimdi şu dağlara çıkmak vardı aslında ama malesef minik köpüşüm Karolinya'nın gözünde enfeksiyon varmış. Onu o kadar yoramam ki. Dün bir sineği 3 saatte avlayabildi.

Hotpoint Aristo diye bir butik restorandayım. Şarabımı yudumlarken ördek laklaklamasından tadıveriyorum. Ağzımda eriyor. Bugün çok neşeliyim. Neşe pınarı gibi akıyorum. Kelebek var sanki kulaklarımda. Bu Maldivler harikaymış kardeşim. Tam boş insan işi. Benim de hiiiç bir işim olmadığı ve bol param olduğu için burası tam bana göre. Akşama da bir club'a davetliyim. Aslında 30 yaş üstünü almıyorlar. Ama cildim bir güzel, temiz hava falan o kadar genç gösteriyorum ki 22 yaşında olduğuma inandılar. Bugün yerlilerin düzenlediği bir kermese katıldım. Burdan kazandıkları parayı ''yosunları koruyalım, yosunlar kurumayalım'' kampanyasına bağışlıyacaklarmış. Verdim bir sürü para. Böyle güzel sosyal hizmet nerde bulunur.

Yarından itibaren civardaki adaları gezmeye başlıycam. Size yine yaşadığım bu maceralı ve sorumsuz hayattan yazarım. Kocam iphone'uma mesaj göndermiş. ''Lütfen geri dön, 3. çocuğu yapalım'' diye ama yemezler. Ben burda 3. çocukluğumu yaşıyorum.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Sadece Kocam Okusun

Sevgili Coca,

Bu bir istifa mektubudur. Bu mektubun amacı Ekim'in başı itibari ile ailenizdeki pozisyonumu bırakacağımı size bildirmektir. Yakın gelecekte Maldivlere taşınıyorum. Evdeki şefiniz, hemşireniz, dadınız, öğretmeniniz, tellakınız, masörünüz, şoförünüz, ev içi yöneticiniz, muhasebiciniz ve her işi aklında tutucunuz olarak görevime devam etmek istesem de çocuklarınızın ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yeterli miktarda ödeme aldığımı düşünmüyorum. Can güvenliğim de tehlikede diyebilirim. Dün mesela, Ela yemek tabağını mancınık gibi karşı duvara fırlattı. Nedeni olarak da ''tavuğunun pilavına değdiğini ve öyle sevmediğini'' bize iletti. Bir tavukla pilavı aynı tabakta servis ederek ne düşünüyordum bilmiyorum. !

Kızların bir de odada savaş aleti olarak yastık seçerek bir savaşa da giriştiler.

Çocuklarından biri herkesi banyonun dışına kitlemeyi başardı. Sanırım çocuklarından biriydi çünkü onlara göre suçlu kedi Minnoş idi. Çocuklarına göre Minnoş yere yaş havlular sermekten, halıya meyve suyu dökmekten, çantamdan bütün bir kutu sakızı yemekten, birçok oyuncağı kırmaktan ve tuvalete Barbie bebek atıp sifonu çekmekten de sorumlu. Bense henüz Minnoşu iş üstünde yakalayamadım.

Ela bana kapının kolunu çıkarmak istediğini çünkü böyle açmasının zor olduğunu söylediğinde, kapının koluna dokunmamasını söyledim. Ama açıkça görebiliyordum ki bu onun için ''hadi kızım git birşey bul kapıya yanaştır ve üstüne çıkıp kapıyı kurcala'' demekti. Engellemek için kendimi yardım sonunda karınca kovalama oyunu ile şimdilik unutturdum.

Son yıllarda bana sağlanan imkanlar ve ailenizin bir parçası olmakda duyduğum minnet büyük. Açıkçası bu pozisyonda geçirdiğim 7 sene bana çok değerli bilgi ve yetenekler sağladı. Ama yine de bunu yapmak durumundayım.

Lütfen bu geçişte herhangi bir şeye yardımım dokunacaksa bana bildirmeyin.

Lütfen herhangi bir sorunuz veya ihtiyacınız halinde bana herhangi bir adresten ulaşmaya çalışmayınız. Telefonumu kapattım ve hiçbirşey yapmamanın fakat yemek yemek ve kitap okumanın, üzeri yemek lekeli veya elizi lekesi olmayan kıyafetler giymenin, üstünde minik şemsiyeler olan tropik içecekler içmenin ve ayaklarımı uzatarak hiç kalkmadan ve rahatsız edilmeden yatmanın keyfini çıkarıyorum.

30 Ağustos 2011 Salı

35'lik Coca


Ağustos ayı içinde coca 35 yaşına girdi. Ülkemizde ve dış temsilciliklerde halaylarla kutlanan bu yüce günde evimizde de şenlikler yaptık. İnanılmaz yani. O derece yani. Yaptık, yaptık, yaptık, yetmedi daha da yaptık. O kadar yaptık ki şenlikler bile bıktı. Size bu şenlikleri tek bir diyalogla anlatacağım. Bu kutlu günden bir gün önce.

Ben: Canım, yarın senin doğum günün ya?
Coca: Eee?
Ben: Sen Ece'ye baksan ben de arkadaşlarımla dışarı çıksam?
Coca: Oluurr..

İşte ben arkadaşlarımla çıkıp cocanın doğum gününü de kutladım. İşte o muhteşem geceden kareler de sizlerle. Bizim evde doğum günleri bu kadar önemli işte.

(3/4'ü yenmiş browni)

28 Ağustos 2011 Pazar

Bakıcı Diyeti




Evet, sayın izleyicilerim. Bugün size ve Hollywood'a en yeni ve çok etkili bir diyetten bahsetmek istiyorum. Ünlüler falan hep fit olma sırlarını açıklar ya önümüzdeki yıllarda bu da bir akım olacak. Ben efendim son yılların en popüler diyeti Dukan diyetini bıraktım ve kendime yeni bir diyet yarattım. İsmi: Bakıcı Diyeti. Sırları şöyle.

Çocuklarınız mı var, Bakıcınız da var mı. Bakıcınız yoksa zaten muhtemelen doğum kilolarınızı vermişsinizdir. Bakıcınız varsa, hemen gönderiyorsunuz onu, hemen hemen. Çocuğa gece gündüz kendiniz bakıyorsunuz. Hatta 2 çocuk varsa daha da iyi. Bütün gün yedir, yatır, kaldır, yıka, giydir, gezdir, oynat, yedir, yatır, kaldır, oynat, sev, kaldır, yatır, çıkart, giydir, temizle, arada yemek yap, topla, yıka, kaldır, yedir, yatır, kaldır. Bu işlemleri çeşitli sıralarda istediğiniz sırada bütün gün yapıyorsunuz, hemen hemen hiç oturmuyorsunuz. Öyle yatıp kitap okumak falan da yok, sakın ha. Ne kadar hareket, o kadar kalori. Çocuk uyurken de boş durmak yok, yemeğini falan hazırlayın, banyonuzu yapın, işte ne biliim çok boşda kaldıysanız yürüyüş bandına falan çıkın. Bakın bu yöntemle ne kadar rahat bir şekilde kilo vermeye devam ediyorsunuz. Ama Angelina Jolie, sen mümkünse yapma bu diyeti. Yoksa 6 çocuğe kendin mi bakıyorsun. Bacakların ip gibi aman diyim acaip olmuşsun sen ya.

Ben yapıyorum bu diyeti henüz sonlanma zamanını bilmiyorum ama yakın zamanda bitecektir umarım. Herkesin bayramını kutlarım.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ben Karanlıkda Görürüm

Giriş;
Üniversitede okuyoruz. Son sınıf sanırım. Proce zamanı, o gece arkadaşımın evinde kalıcam sabahlıycaz. Sonra sabah kalkıp sınava gidicez. Çok tatlı bir aile akşam beni beslediler, yemek ve tatlı verdiler. Kızları ile çalıştım. Bana bir çekyat verdiler. Gece 2 sularında çekyatın şeklini alıp yattım.

Sabah erken kalkıcaktım ve kafeine ihtiyacım olacaktı. Sabah onlardan erken kalkarsam mutfaklarını kullanabiliceğimi sordum. Tabii dediler. Beni normal bir kız sanarak.. Neyse
annesi bana köşedeki kettle'ı falan gösterdi. Yattılar.

Kaos:
Sabah 6 civarı salsa vari bir melodi ile çalınca uyandım. Gözlerim yarım açık mutfağa gittim. Kış olduğu için hala karanlıkdı ama evi çok iyi biliyorum ya ışığı yakmadım. Kettle'ın düğmesine bastım ve masaya oturup bekledim. Saat 6.08 civarı kokuyu farkettim. Uykulu beynim birşeylerin normal olmadığını anladı ve ''yanan plastik kokusu normal değildir'' i anlayınca. Kokuyu aramaya başladım. Işığı yakmalıydım sanırım. Ama evsahiplerini boşuna endişelendirmek istemedim. BOŞUNa.

Problemi çözmek için daha hızlı hareket ettim. Kettle'a doğru gidip yerinden kaldırmaya çalıştım. Kimyasal buharlar atmosfere karıştı. Panik olmaya başladım. Su bu işi çözerdi dimi
Suyu kimyasal çıkaran kettle'ın üstüne döktüm. Ve problemi çözdüğümü zanettim ki. Daha büyük bir kimyasal koku ortalığı sardı. O zaman işin vahametini anladım. Mikrodalganın kapağını açtım ki bana ışık olsun.

Yıkım:
Aman tanrım. Eskiden kettle olan şey büzülmüş bir yumru kalmıştı. Ve tezgahın üstünde yanık izleri oluşmuştu. Işığı açtım sonunda ve içimde biraz öldüm sanırım.. Heryer is olmuştu. Kettle mahvolmuştu.. Kettle'ı kaldırdım, tezgah da yanmıştı.

Ortalığı toparlarken bir de spatula mahvettim. Ama ev sahipleri çok çok fazla cok iyilerdi. Beni kovmadılar. Biz onlara bir kettle hediye ettik ve nedense kız da benimle arkadaşlığına devam etti.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Tahmin Et !!!

Tahmin edin bakalım?

...

Bir kitap yazıyorum. Gerçek sayfaları olan!

Bir sayfa, bir sayfa daha, bir sayfa daha. Yani 3 sayfa yazdım ama 288 sayfa sonra kitap bitmiş olacak.

Sayfalarda çizimler de olacak. Ve sözcükler. Ya hatta sayfa numaraları bile olabilir. Vay bak bu güzel fikir. Belki de sayfalar üç boyutlu olur ya da aerodinamik falan yapabilirim. Bilmiyorum şimdilik. Henüz nasıl hay tek elemanlar olacak karar vermedim. Seçmesi zor.

Neyse, bunu baya zamandır yapmak istiyordum ama artık çıtlatabilirim, çünkü kararım karar!

Touchstone kitabımı 2012 sonbaharında, yayınlayacak. Çok uzun zamanmış gibi görünüyor ama sadece iki prematüre bebeğin anne karnındaki süresi kadar vakit var. Ve eğer zamanda yolculuk yapabiliyorsanız, ne zaman isterseniz o zaman olur. Hatta gidip bir bakın!

Eğer zaman yolculuğu yapmıyorsanız, işte kitabın ne zaman çıkacağına dair bazı zaman karşılaştırmaları:

Kitabımın çıkacağı zamana kadar olan zaman:
* İki prematüre bebeğin veya üç çok prematüre bebeğin anne karnındaki süresi kadar.
* Bir denizyıldızının ergenliğe ulaştığı süre kadar.
* Hırzlık için hapiste geçirilecek süre kadar.
* Bir kutu konservenin raf ömrü kadar.
* Bir patatesin raf ömrünün 3 katı kadar. Hatta eğer patates yetiştiriyorsanız veya patates yetiştiren birini tanıyorsanız bugün patatesi toprakdan çekseniz kitabımın ne zaman çıkacağını takip edebilirsiniz. Garip görünmeye başladığında onu kaldırıp taze bir patates koyun ve bunu 3 patates garip görünene kadar devam ettirin.
* 16 cm sakal uzatana kadar.
* 18558 kere Ebru Şallı ile pilates dvd'si tekrar edene kadar.
* 400 kilo eti sindirene kadar.

Yani aslında çok uzun zaman yok. Bu arada da size yine süper zaman tanımlarımla açıklamalarda bulunurum.

Kitap tamamen yeni bir materyalden oluşucak. Konusu belli. Yol üstünde çok değişmezse. Şimdi sırada kurgusu var. Başlamak için iklimin benim yaşayabileceğim yaşam enerjimi çekmeyen seviyede serin olmasını bekliyorum.