31 Ağustos 2011 Çarşamba

Yollarda I


Yollarda bir gün geçirdikten sonra amacımız Antalya'ya geri dönmekti. Ama düşündüğümüzden 8 kat daha yavaş olmamız gerektiğinden ve sadece Mavikent'e gidip dönmek yerine 10 km daha falan diye diye taa Kalkan'a gittiğimizden dolayı dönüşte çocuklar tam arızaya geçince Demre'ye gelip orda kendimize bir otel bulduk ve geceyi geçirelim dedik.

Yollardaki günümüz başka bir yazının konusu olsun, o gece çocuklarla yine harika bir akşam geçirdik. Saat 8 civarı bir tane 2 kişilik yatak, 1 tane tek kişilik yatak olan şukela odamıza çıktığımızda planımız çocukları yıkayıp yatırmakdı. Önce gerçekten çocukları yıkadık. İkisi de daha açık bir renk aldıktan sonra Ece'yi emzirme denemelerime Ela da sulanınca Ece'yi bu şekilde sakinleştiremeyeceğimizi anlayıp sütünü içirdik. Ela'ya da, Nemo'yu seyretmesi için izin verdik ama Ela ''bu sesle ben duymuyorum, sesini açmam lazım annee'' diye tutturunca Ece'nin dikkati iyice dağıldı ve iyice uyarıldı. Beni itmeye yatmayı reddetmeye başladı. Bu sefer tv'yi kapatıp ikisini de sakinleştirme çabasına girdik. Ama biz uğraştıkça bizimkiler daha da coştu, resmen oynayıp gülmeye başladılar. Çocukları değiştirip çabalamamız, Ela'ya meme teklif etmem, babasının Ece'yi kucağında gezdirmesi de birşey ifade etmedi. Birinin en ufak bir sesi öbürünü rahatsız ettikçe daha da abarttılar. Sonunda babası Ela'yı alıp dışarı çıktı, ben de Ece'yi sakinleştirip beraber uyudum. Onlar da gelip yatmışlar. Ama çocukları ortaya alıp yattığımız için gece birbirlerinin üstüne çıkma şeklinde birbirlerini uyandırdıkları için bu sefer de araya battaniyeyi dürüp büküp koyduk. Sabaha kadar kaç seans uyandık bilmiyorum ama sabahın köründe Ece, Ela'nın dibine sokularak onu yine uyandırdı. Bu bütün gün birbirlerinin kafasına birşey vurarak, üfleyerek, kulağına birşey sokarak veya susmayarak birbirlerini uyandırma şeklinde devam etti. Bizimkiler hala aynı odada uyumaya hazır olmadıklarını göstermiş oldular. Çok çılgın bir iki gün yaşadık. Yaşadıklarımızı sonra yazmakla beraber bu iki günün bilançosu :

Huzurlu, bölünmeden uyunan uyku saati: 5

Birinin ayağı kafamda uyunan saatler : 2

Girilen çıkmaz yollar : 2

Sonu kapalı olduğu anlaşılana kadar uçurumun kenarından gidilen ve sonra dönülen patika yol uzunluğu : 6 km

Otelden çıkmak için hazırlanma süresi : 58 dk

Toplandıkdan sonra çocuklar tarafından geri aynı şekline dönüştürülmesi için arabada geçirilen süre : 9

Yolda giderken anne babanın yaptığı tehdit sayısı : 27 (örn. “Bir daha kardeşini rüzgar gülü ile uyandırırsan onu atarım aşağı”)

Yabancı teyzelerin öpme sıkıştırma gibi nedenlerle çocukları taciz sayısı : 17

Arabada yerdeki kırıntı sayısı : 26 milyon

Yanlış gidilip dönülen yol sayısı : 6

2 gün içinde küçük büyük molalarla durma sayısı : 52

Patlayan lastik sayısı : 1

''Geldik mi?'' yi duyma sayımız : 257

Bunun dışında Ela tarafından en çok duyduğumuz cümleler de şu şekilde :
''Anneannemi istiyorum.''
''Minnoş'u evde unuttum.''
''Çişim geldi.''
''Ay kakam değilmiş gelen çişimmiş.''
''Anne güneş çok parlak göremiyorum.''
''Anne, Atakan'ı anlat.''

Ece'nin en çok yaptığı hareket: Birşeyler kemirmek
Anne'nin en çok yaptığı hareketler : Arkaya birşeyler uzatma, Arkadan birşeyler alma, Arka koltuğa arabanın içinden geçme, Ön koltuğa arabanın içinden geçme, iphone'dan nerde olduğumuza bakma
Baba'nın en çok yaptığı hareketler : Arabadan inme, arabaya binme, Çocukları koltuklarına bağlama, çocukları çözme, çocukları taşıma.

30 Ağustos 2011 Salı

35'lik Coca


Ağustos ayı içinde coca 35 yaşına girdi. Ülkemizde ve dış temsilciliklerde halaylarla kutlanan bu yüce günde evimizde de şenlikler yaptık. İnanılmaz yani. O derece yani. Yaptık, yaptık, yaptık, yetmedi daha da yaptık. O kadar yaptık ki şenlikler bile bıktı. Size bu şenlikleri tek bir diyalogla anlatacağım. Bu kutlu günden bir gün önce.

Ben: Canım, yarın senin doğum günün ya?
Coca: Eee?
Ben: Sen Ece'ye baksan ben de arkadaşlarımla dışarı çıksam?
Coca: Oluurr..

İşte ben arkadaşlarımla çıkıp cocanın doğum gününü de kutladım. İşte o muhteşem geceden kareler de sizlerle. Bizim evde doğum günleri bu kadar önemli işte.

(3/4'ü yenmiş browni)

28 Ağustos 2011 Pazar

Bakıcı Diyeti




Evet, sayın izleyicilerim. Bugün size ve Hollywood'a en yeni ve çok etkili bir diyetten bahsetmek istiyorum. Ünlüler falan hep fit olma sırlarını açıklar ya önümüzdeki yıllarda bu da bir akım olacak. Ben efendim son yılların en popüler diyeti Dukan diyetini bıraktım ve kendime yeni bir diyet yarattım. İsmi: Bakıcı Diyeti. Sırları şöyle.

Çocuklarınız mı var, Bakıcınız da var mı. Bakıcınız yoksa zaten muhtemelen doğum kilolarınızı vermişsinizdir. Bakıcınız varsa, hemen gönderiyorsunuz onu, hemen hemen. Çocuğa gece gündüz kendiniz bakıyorsunuz. Hatta 2 çocuk varsa daha da iyi. Bütün gün yedir, yatır, kaldır, yıka, giydir, gezdir, oynat, yedir, yatır, kaldır, oynat, sev, kaldır, yatır, çıkart, giydir, temizle, arada yemek yap, topla, yıka, kaldır, yedir, yatır, kaldır. Bu işlemleri çeşitli sıralarda istediğiniz sırada bütün gün yapıyorsunuz, hemen hemen hiç oturmuyorsunuz. Öyle yatıp kitap okumak falan da yok, sakın ha. Ne kadar hareket, o kadar kalori. Çocuk uyurken de boş durmak yok, yemeğini falan hazırlayın, banyonuzu yapın, işte ne biliim çok boşda kaldıysanız yürüyüş bandına falan çıkın. Bakın bu yöntemle ne kadar rahat bir şekilde kilo vermeye devam ediyorsunuz. Ama Angelina Jolie, sen mümkünse yapma bu diyeti. Yoksa 6 çocuğe kendin mi bakıyorsun. Bacakların ip gibi aman diyim acaip olmuşsun sen ya.

Ben yapıyorum bu diyeti henüz sonlanma zamanını bilmiyorum ama yakın zamanda bitecektir umarım. Herkesin bayramını kutlarım.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Düşünerek Çocuk Yapın



Sabah kalktık, tam kahvaltı falan hazırlığı derken bir telefonla dedemin küçük tansiyonunun 15'e çıktığını ve fıtık benzeri bir ağrıyla yerinden kalkamadığını öğrenince annem acilen dedemi acile götürmeye çıktı. Saat sabahın 8'i itibari ile tam enerji iki veletle evde kalınca, bir cesaret denize götürmeye karar verdim.

Kahvaltımız bittikten sonra (artık kahvaltıyı anlatmıyorum) eşyalarını hazırlamaya başladım. Ama sanki geri geri hazırlıyorum. Bir şey koyuyorum çantama 2 şey daha aklıma geliyor, bir tane daha koyuyorum Ece bazılarını geri çıkarıyor. Onları yerleştiriyorum, Ela'nın kakası geliyor. Ela'yı kakaya oturttum. Ece kapının girişindeki ayakkabıları yere döktü. Ayakkabıları topladım, Ece'yi sabitledim, Ela kakasını yaptı. Poposunu temizledik. Giyindi, ben giyindim, sularımızı şapkalarımızı aldık. Ece'yi aldık, çıkıcaz Ece kaka yaptı. Ece'nin poposunu yıkarken, Ela portakal suyunu üstüne boca etti.. Onu sabitleyemiyoruz da. Ece'yi yıkadık giydirdik, Ela'nın üstünü değiştirdik. Evden çıktık. Denize sorunsuz gittik. Hatta denize sorunsuz girdik.. Oynadık, güldük eğlendik.. Denizden çıktık.. Elimde getirdiğim pet şişelerden birini Ece'ye birini Ela'ya döktüm. İkisini de sorunsuz giydirdim, eve giderken mutlaka almam gereken şeyler olduğunu farkedince ne kadar zor olabilir ki, ikisini de alışveriş arabasına koyarım diye düşünüp markete gittim. Sonra olanlar oldu.

Bölüm 2

Bir paket Ben10 kartı satıyorum. Neden mi? Çünkü çocuklarımdan biri muhtemelen adını söylememe gerek olmayan olan market arabasına ben görmeden sokmuş ve ben eve gelene kadar farketmeden onları almışım. Nasıl oldu da alırken farketmedim diye soracaksınız değil mi? Şöyle anlatayım.

Siz hiç 2 çocukla markete gittiniz mi. Muhtemelen bazılarınız gitmiştir. Wipeout'da tuzaklar içinde yüzmeyi, Fear Factor'da öğle yemeği olarak domuz beyni yerken yarışmacı olmayı bir daha 2 çocukla yalnız markete gitmeye tercih ederim. Çünkü zaten markete gitmeyi sevmiyorum elimden geldiğince erteliyorum bir de hiperaktif 2 çocukla tahmin edilebilir mi. Bir deneyin. Tabii bir zaman geliyor ketçapla ne yiyebilirim diye düşünüyorsunuz ve anlıyorsunuz ki evet markete gitmem gerekiyor veya pazara. Ben pazarı tercih ediyorum aslında ama bu seferki maceramız market üzerine. Neyse bu macera başlamadan önce çocukları karşıma aldım ve bir açıklama yaptım. Açıklamayı Ece sevinçle karşıladı ve ne anladıysa ellerini çırptı. Ela ise aşağıdaki tepkileri gösterdi.

“Açıklama“ şöyle…
ANNE: “Markete gitmemiz gerek çocuklar.”
Çocuklar: “wauu wauuu wauu.“
Anne: “Hey, Ben de gitmek istemiyorum ama ya gideriz ya da soğanlı ketçap çorbası yeriz ve buğday kepekli kurabiye dişleriz.”
Çocuklar: “Waauuu waauu wauu“
Anne: “Şimdi kurallar : bana hiçbirşey sormayın, kasap bölümündeki etlerin folyo ambalajlarına parmak sokmak yok, fizik kurallarını test etmeyin, manav bölümündeki portakallarla beyzbol oynamayın, ve hepsinden önemlisi büyük olan küçük olanı reyonda bırakmaya çalışma. Yine.”

Tamam çocuklara kurallar anlatıldı. Gitme zamanı.

Bebeği kanguru ile vücuduma taktım, Ela da market arabasındaki yerini aldı ama ilerleyemiyoruz. Çünkü nereye yaklaşsam Ece bir tarafdan birşeyin ucundan tutup çekiyor, Ela birşeyleri karıştırıyor. Tam onları topluyorum ilerliycem, yine hoop başdan. Neyse

Bu noktada bir kadın iki çocuk ve market arabama bakıyr ve ''İkisi de sizinmi?'' diyor. Yok başkasına iyilik olsun diye iki bebekle markete geldim diyeceğim geliyor ama kadına ''Evet'' diyorum.

“OOO maşallah iyi idare ediyorsunuz”

“Sayılır” diyorum gülerek. Bunu daha önce duymuştum. Aslında bunu her gittiğim yerde duyuyorum.

Artistik olarak meyvelerin yerleştirildiği meyve standından başladık. O yığının en altındaki elmada bir çocuğun ellemeden duramayacağı birşey vardı kesin. Çocuk o meyvaya resmen çekildi. Elmaların aşağıya yuvarlanış seslerine döndüm. İndiana Jones gibi kızım devrilen tüm o hazineye doğru yönelmişti bile. ''Anne gördün mü? Bunu hiç düşünmemiştim''. Eminim canım dedi iç sesim.

Çocuğa doğru döndüm ve ve kızgın bir iç çekişden sonra ''Sana çıkmadan önce demedim mi canım, bir yığının altından birşey çekmeni istemiyorum diye???”

“Hayır. Bize dedin ki bir yığının alt tarafından kutu çekmeyeceksiniz. Elmalarla ilgili hiçbirşey söylemedin.”

Bir süperinsan eforu ile, çocuğumu aya yollamak ile ilgili olan dürtüme engel oldum ve pozitif üzerinde odaklanmaya çalıştım - çocuğum aslında beni dinledi ve ne dediğimi hatırladı!!! Kendi kendime bir daha çocuklara market alışverişi dersi verirken daha spesifik olmam gerektiğine dair bir not düştüm.

Küçük bir çocuk bize baktı ve ''Bu çocuklar sizin mi?'' dedi.

Elma olayını düşünüp, ''Hayır, canım. Beni şimdi takip etmeye başladılar. Daha önce onları hiç görmedim.'' dedim.

Sonra, fırın bölümüne yöneldik ve tabii herşey çok güzel kokuyor. Güzel simitler almayı ve bütün gün arada ellerine vermeyi planlıyorum. Diyetim yüzünden muffinlerin, keklerin, pastaların, ekmeklerin olduğu bölümü hızlı geçmeye çalışırken, ''Alabilir miyiizzz'' sesleri başladı.

“Kek alabilir miyiz?”
“Hayır.”
“Pasta alabilir miyiz?”
“Hayır.”
“Kurabiye alabilir miyiz?”
“Hayır.”
“Çikolatalı kek alabilir miyiz?”
“Hayır.”

Bu noktadan sonra dururlar diyorsun ama hayır, yeni başlıyorlar.

Fırın kısmında, kek veriyorlar hediye. Ela ondan bir tane alıyor. Sonra sevmediğine karar veriyor ve sonra elime tükürüyor. (Anneler bunu yapıyor. Elimizi çocuklarımızın ağzına götürüyoruz ki içine tükürsünler. Yere tükürmeleri yerine elimizde çiğnenmiş kekle dolaşıyoruz. Neden bilmiyorum ama herhangi bir anneye sorun, size aynısını söyler.) Tabii etrafda çöp bulamadığım için tek bir yandan bu pisliği atıcak çöp ararken bir yandan da alışveriş yaparak Ece'yi kontrol etmeye çalışıyordum.

Et reyonunda, küçük bebeği olan bir kadın sordu, ''İkisi de sizin mi?'' Ona ''Evet ama birini satmayı düşünüyorum.'' demek istedim ama onun yerine ''Evet'' dedim.

(Bu arada hala çöp arıyorum..)

Et reyonundan sonra çocuklarımın ilgileri bitti. Onlar alışverişi bitirdi ama benim daha işim vardı. Burda alışveriş arabasından tutmaca ve altındaki bölmeye girmece oynanmaya başlandı 1 no'lu çocuğum tarafından. Ve bunu öğrettiği için kime teşekkür edebilirim. Tabii ki ''kocam'' olarak da bilinen 3 no'lu çocuğuma. Ekmek alırken kızım arabadan indi oraya buraya koşup çarpmaya ve bizi marketten attırmak için uğraşmaya çabalıyordu. Sonunda kafasını büyük bir karton kutuya çarptı ve durdu. Bu arada 2 no da bluzumu çekerek memeye ulaşmaya çalışıyordu. Onu da biryandan durdurmaya çalışırken 10 yıl önceyi birden hatırlayıp böyle bir günü yaşadığıma şoklar içerisindeydim.

Ve evet! sonunda kek parçasını elimden atacak biryer buldum. Bu noktada Ece bulunduğu yerden sıkılmış kendini ittirerek çıkmaya çalışıyordu. Bu çocuk kendine bir hasar vermeden 1 yaşına yaklaştığı için çok şaşkınım. Onu kangurudan çıkarma çalışması sırasında alışveriş arabasının demirini tutup kendine doğru çekti ve o demir askı ağzına vurdu. O ağlamaya başlayınca, Ela da ''Ben yalnız kalıyorumm'' diye ağlamaya başladı.. Oralarda biryerde benim film koptu sanırım. Sonrasını nasıl getirdim, listemdekileri almayı başardım mı bilmiyorum ama bir daha uzuuuun bir süre 10 yıl falan böyle birşey yapmayacağıma yemin ettim. Bir şekilde eve 4 saatten az bir sürede işimi bitirebildim. Çıkarken bir de ''anne, anneee, anneeee''. O arada anne kasiyerle konuşuyordur.. Konuşamadığı sürece ''annee''lerin tonları yükselir. Sonunda ''efendim kızım''. Allahım nirvanaya ermiş olmalıyım. Dönüp sakince ''efendim kızım'' diyebiliyorum.. ''Sakız alabilir miyiizz?'' Lüüütfeeen''. Hangi kötü ruhlu insan çıkış noktalarına sakız koyar ki.. Annelerinin, içerde tamamen suyunu sıkan çocuklara karşı gardlarını tamamen indirmiş olduğunu, ne alırsa alsın yeterki bir an önce çıkalım diye düşünebildiğini ve buraya ne konsa alacağını bilen birileri olmalı.


Fakat bana ekstra pahalıya da maloldu.

Alışveriş arabasını boşaltırken, çocuklarımın bilinçli bilinçsiz bazı şeyleri kutumuza eklediğini farkettim. Orda bir paket çikolata ve kedi mamasını farkedip hemen eledim ama bir şekilde Ben10 kartlarını gösmemiş almışım. Bu arada kasiyer de geçerken ''İkisi de sizin mi?'' diye sordu. Acaba anne gibi mi gözükmüyorum. Yoksa bu kadın bunlara hayatta bakamaz gibi bir havam mı var. Nedir bilmiyorum ama dünya üzerindekiler bu ikisinin de benim olduğuma şaşırıyor. Aslında ben de bazen şaşırıorum ama neyse.

Sonunda eve döndük ama ben bitkin çocuklar aynı enerjileri ile devam. Bu noktada ne yapılcak, nasıl yapılcak ben yitirdim sözcükleri. Siz biliyorsanız bana da yardımcı olun.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Çocuk Davranışına Yeni Davranış

Pediatrik ve çocuk gelişimi alanında çok bilinen bir durum var ki 2.5 yaşındaki bir çocuk bir ''tomurcuklanan bilim adamı'''dır ve sürekli etrafındaki dünyayı inceler ve gerçek yaşam deneyimlerinden herşeyin neden ve nasıl çalıştığını keşfeder. Tomurcuklanan bilim adamı arkadaşlar - çoğunlukla psikologlar, pediatristler, doktorlar ve isimlerinin arkasında bir sürü akronim olan diğerleri - iddia ediyor ki 2 yaşındaki çocuk kabul edilebilir ve rasyonel davranışın erişkin şekillerinin sınırını zorlayabilirken, bu davranışları bizi bilerek delirtmek için yapmıyormuş.

Bu teori bilimsel araştırma veya gelişimsel psikoloji üzerine kurulmamış. Bu görüşe sahip olanların isimlerinden sonra akronimleri falan yok. Çoğu hatta üniversiteye bile gitmemiş. Bu insanlar sadece gördüklerini bildiriyorlar. Bu onların bilimi. Fakat bilimsel toplulukları tatmin etmek için, hareketler üzerinden gitmişler ve düşüncelerini kanıtlamak için birkaç araştırma yürütmüşler.

Araştırma 1 : 2 yaşında bir çocuk akşam yemeğinde yükseltici koltuğunda oturuyordur. Suluğunu atar ve uçup yere düşmesini izler. Sonra babasına bakar ve ''aaauu'' der. Babası suluğu yerden alır ve masaya koyar. ''Lütfen suluğunu yere atma'' der. Çocuk hemen suluğu tekrar yere atar ve yine ''aaauu'' der. Bu hareket serisi 6 kez tekrarlanır.

Tomurcuklanan Bilim Adamı Görüşü : Çocuk eşyaların yere düştüğünde ne olduğu gibi şeyleri inceler. Bardağın nasıl düştüğü, her seferinde düştüğü ve onun bardağı düşürebildiği gibi şeylere hayran olur. Bunu yapabilecek gücünün olması, onu kendine güvenle doldurur ve kendi haeketlerinin ve davranışlarının kontrolüne sahip olduğunu hissettiriyor.

Başbelası Görüşü: Bardağını düşürmeyi bırak manyak. Ona yerçekimi diyorlar! Newton uzun zaman önce buldu onu. Biliyoruz ki işe yarıyor artık senin denemene daha gerek yok. Ve kazaymış gibi davranmayı da bırak. Kaza bilerek yapmadığında olur. Bilmediğimi mi sanıyorsun? Yerden bardağını toplamakdan yoruldum. Kim bardağını arka arkaya 6 kere ''yanlışlıkla'' yere düşürür ki? Kim biliyor musun? Kimse canım. Eğer kaza olduysa motor kontrolün üstünde çalışman lazım. Soğumadan akşam yemeğimden yiyebilir miyim sence? Lütfen gülme! Komik değil!

Araştırma #2: Bir iki yaş çocuğu bezini değiştirtiyor. Baya kirli bir bez ve ıslak mendiller kutudan çıkmıyor. Babası simultane bir şekilde çocuğun bacaklarını havada tutup bezini değiştirmeye çalışıyor. Bu arada, çocuk elini kakasına götürüyor. Ve sonra elini duvara siliyor. Sonra elini karnına götürüyor. Babası ona düzgün durmasını söyleyince çılgınca çığlık atıyor.

Tomurcuklanan Bilim Adamı Görüşü (TBA) : Çocuk gözlerinin görmediği şeyleri, ellerinin nasıl bulup yakaladığını deneyimler. Farklı yüzeyler nasıl parmakları arasında farklı hissediliyor, keşfeder. Keşfetmeye can atan bir sanatçıdır o ve salon duvarını mükkemel şekilde uygun bir tuval olarak görür. Kahverengi boyanın mobilyaya uymasını farzetmek deneyimlerine kattığıdır.

Baş Belası Görüşü (BBG) : Ahbap! Elini kakandan çeker misin! Neyin var senin? Ve o ıslak mendillere ne oldu? Dokunma dedim sana! İğrenççç! Off ahpab çok iğrençsin! Kim elini kendi kakasına sokar ki! Eğer onu duvara sürersen, bak... Hey adamım, sürmeyi bırakk.. Duurr!! Ne için ağlıyorsun? Bu pisliği bacaklarının arasında tutmayı seviyormusun? Bezini değiştirmenin nesi bu kadar kötü? Paarrdooon sana yardım etmeye çalıştığım için.

Açıkça kazanan, yine: BBG

Skor: 2-0

Araştırma #3: İki yaşında bir çocuk sert zeminde oyuncak arabasını sürüyor. Sonra arabayı tekerleklerinin üstünde sürmektense ters çevirip tersiyle olabildiğince sert yere sürtmeye karar veriyor. Sonra arabayı iğrenç bir sürtünme sesi ve yerde görünür çizikler yaratıyor. Bunu yaparken de oldukça fazla gülüyor.

Tomurcuklanan Bilim Adamı (TBA) Görüşü: Çocuk fiziğin kurallarını keşfediyor. Eğer araba bir tarafında düzgünce gidebiliyorsa, öbür tarafında da gidebilmeli. Gitmediğinde, sihri çıkardığı yeni mükemmel seslere kayıyor. Bu sesleri kendisi çıkardığı için çok heyecanlı ve gururlu ve sonra bu davranışı tekrar tekrar yapıyor tabii.

Baş Belası Görüşü (BBG) : Sana kaç kere söylemek zorundayım? Şunu yapmayı bırak! O şekilde gitmesi mümkün değil. Arabanın üstünün tekerlekleri yok. Tekerlek biliyorsun dimi? Evet araba tekerleklerin üstünde düzgün gider! Kim arabasını tepe üstü sürüyor? Hiç gördün mü? Gerçekten mi? Gördün mü? Nerde gördün? Nerde tepe üstü giden bir araba gördün? Evet canım. Hiçbir yerde. Yeri bu şekilde mahvetmek komik mi sanıyorsun? Sanırım öyle sanıyorsun. Değil mi? O arabayı bana ver bakiim! Ver bana! Hadi!

Kazanan kim?

18 Ağustos 2011 Perşembe

200. İzleyici Çorap Ailesi

Çok ilginç bir aile, çok güçlü ve çok komik bir kadınla tanıştıracağım şimdi sizi.. Blogumun 200. izleyicisi olan Çorap Ailesi'nin Çorap Kadını... Bir süredir tanıyorum onu. 200. izleyici olması bir tesadüf tabii ama ben bu vesile ile zaten 200. izleyiciye bir jest yapıcaktım. Adlarına uygun olsun diye çok tatlı oğlu Türker'e çorap göndermek istedim. İşte resimde gördüğünüz çorapları gönderdim. Çorap kadın da bana fotoğraflarını çekip gönderdi. Türker çorapları o dakikadan beri ayağından çıkarmamış. Hatta yaz günü o çoraplarla yattığını bile belgelemiş Çorap... Çok mutlu oldum tabii, onlar da çok mutlu olsunlar.


Çok ilginç bir aile dedim ya. Öyle sıradan bir aile değil bu Çorap ailesi. 2010 yılında Gazze'ye giden Mavi Marmara gemisine binen bir aile.. Cesur ve yürekli. Bununla da kalmıyor. Türker bebek Mavi Marmara gemisindeki tek bebek. O zamanlar haberlerini izlemiştik. İnsan hikayesini dinleyince gerçekliği çok fena vuruyor. Anne o zamanlar anlatmış neden bindiklerini. Ben de dinledim hikayeyi. Gerçek bir dram ve cesaret.. Çorap'ın blogunda bu yazıları var.


Çorap kadın bu cesur özelliğinin dışında inanılmaz komik bir kadın. Kendimden çok güldüğüm tek kadın diyebilirim.. Süper bir arkadaş, komik bir kadın ve cesur bir anne. Daha ne olsun..



16 Ağustos 2011 Salı

Ecoş 11 Aylık






Küçük kız, bugün 11 aylık oldun! Bu aysal rakamlar geçtiğimiz ayı gösterse de, gelecek ay bir yaşına gireceğine odaklanmak istiyorum. TAM BİR YAŞ. Son altı ayı birileri hızlı çekime mi aldı. Çünkü resmen uçup gittiler.

Geçtiğimiz ay şimdiye kadarki en çılgın ayındı. Çok şey halledip, çok yol kattetin, nereden başlayacağımı bilemiyorum.

Tabii ki, en büyükle başlayacağız. Bu ay nasıl yürüneceğini öğrendin. Seni birgün yere koydum ve birden bire son beş ayda elini tutup yürütme çabalarımız meyvesini verdi ve ilk adımlarını attın. Seninle çok gurur duyduk, herkes orda tanık oldu, alkışladı ve senin için tezahürat yaptı. Çok gururlu görünüyordun ve dikkatlerin üstünde olmasından çok memnundun.

Bu bir ay içinde yürüme şampiyonu olmayı başardın. Yürüyen en küçük canlı gibi görünüyorsun.

El sallamaya olan sevgin tam hız devam ediyor. Şimdi daha komiksin çünkü artık insanlar seni görüp sana el sallıyorlar ve çok seviniyorsun. Dışarda, parklarda, restoranlarda yabancılara el sallıyorsun ve gülümseyene ve sana geri el sallayana kadar buna devam ediyorsun. Ve yaptıklarında, gülüp ''hah işte her zaman sevimliliğim kazanır'' der gibi bakıyorsun. Küçük yumruğunu açıp kapatmana karşı koymak çok zor. Geçenlerde uykunda el sallıyordun, çok tatlıydın.

Uykun bu ay çok gelişti. Bir ara beni yanında istemekten gecede 4 kere uyanmaya başlamıştın, şimdi yine 12 saat uyumaya ve sabah 5 civarı meme emmeye başladın. Ve bu evimizdeki herkesi mutlu ediyor. Güzel uyuduğun zaman ortalıkda dolaşmaktan çok mutlu oluyorsun ve dinlendiğinde de daha güzel uykular uyuyorsun. Uykuların genelde günde 2 kere 1'er saat ve akşam da makul olarak erken yattığın için yeterince nefes alıcak vakit bırakıyorsun.

Bebek yemeği vermeye çalışıyoruz sana ama bu tamamen senin istediğin gibi gidiyor. Çünkü artık hiçbirşeyi biz yediremiyoruz sana. Herşeyi kendin, ellerinle yemek istiyorsun. Böylece artık çorba gibi şeyleri pek yiyemiyorsun. Mecburen sana parmak yiyeceklerden yapıyoruz. Ama çok güzel yiyorsun. Minik ellerinle harika bir şekilde yemeğini yiyorsun. Çok iştahlısın, bu bir alarmmı olmalı bizim için yoksa maşallah diyip devammı etmeliyiz bilemedim. Ama sonuçta bu konuda çok rahatsın. Biz ne yersek onu yemek istiyorsun, bu da kolaylık sağlıyor. Krep, omlet, patates gibi gıdalar en favorin.

Bu ay oyun olayın da çok değişti. Tekerlekli oyuncakları, arabaları nasıl öne arkaya süreceğini öğrendin. Nasıl iteceğini hatta Ela'nın oyuncak bebek arabasına nasıl çıkacağını öğrendin. En yeni favorinse oyuncak kutusundaki oyuncakları boşaltıp sonra tekrar doldurmak. Ya da ortalıkda bırakıp o dağınıklıkda onların arasında nasıl yürüyebiliyorsun çok ilginç.

Acaip bir hafızan da var. Oyuncak kutusunun etrafında aradığın şeyi bulana kadar dolanıyorsun. Bazen çok küçücük birşey de olabiliyor. Ve aradığın şeyi bulduğunda, şöyle bir evirip çeviriyorsun ve ağzına koymadan önce iyice bir araştırıyorsun. Demekki her oyuncağın tadı farklı ve sen de oyuncak tadıcı görevini yapmak için elinden geleni yapıyorsun.

Son bir kaç aydır, çok tatlı birşey yapıyorsun. Heyecanlandığında, kollarını aşağı yukarı süper hızlı sallıyorsun ve ya gülüyorsun ya da heyecanlandığında çıkardığın sesi çıkarıyorsun. Harika görünüyorsun.

O kadar mutlu bir bebeksin ki, ablan kadar gülemezsin diyordum ama gülüyorsun. Çok gülüyorsun. Ve ben seninle takılmaktan çok zevk alıyorum. Seni, babanla oynarken izlemek de çok hoşuma gidiyor. Geçen gün salondan kahkahalar geliyordu ve ikiniz yerde yuvarlanıyordunuz ve sen onu oyuncak gibi itmeye çalışıyordun. Bir de onun senden birşey istediği senin de getirdiğin bir oyununuz var ki. Bu görüntüyü ablanla da 3'lemek harika olurdu. Çok oyuncusun ve sürekli oyun oynayabilirsin.

Kitaplara bakmaya bayılıyorsun, kendin okuyormuş gibi sayfalarını çeviriyorsun. Bugün Ela'nın tüm kitaplarını kutusundan çıkarıp yere dağıttın ve gün içinde gidip gelip hepsine baktın. Ama favorin içinde gerçek bebek resimleri olan bir kitap. Öpüyorsun bebekleri. Bu arada artık yatağını yere aldık ve uyanınca kalkıp yanımıza gelmen beni hala şaşırtıyor.

Bu öğrenme ve özgüven patlamasının en kötü tarafı bezini değiştirirken dahil herhangi bir şekilde durdurulamaz oldun. O kadar çok bakıcak ve yapıcak şey varken, zaten neden durasın ki. Bez değiştirme olayımız bir savaşa dönüştü, eline birşey vermeden bezini değiştiremiyoruz.

Fakat Bez Değiştirme Olimpiyatları ile bile, son 11 ayın içinde bu ay benim favorimdi. Belki başbaşa olmamızın da etkisi var ama sen çok şey öğrendin ve çok değiştin. Çok tatlı bir bebeksin ve seni çok seviyoruz bir tanem..

11 Ağustos 2011 Perşembe

Ece ve Ela

Ece ile yalnız günler geçiriyoruz. Doğduğundan beri ilk kez anne kız. Tabii ister istemez Ece bana yapıştı. Hem de ne yapışma, yakamı bırakmıyor. Gerçek anlamıyla tuvalete bile beraber gidiyoruz. Haliyle çok yavaş iş yapıyorum. Artık komutları anlamaya başladı. Çok net belli ediyor bunu. ''Kızım koy kafanı'' diyorum. Hemen koyuyor. Babası bir topu, bir şeyi atıyor. ''Hadi kızım getir'' diyor. Ece gidip getiriyor. Bir de ''Al'' diyor.. Birkaç gündür bir kelime daha söylüyor. ''Su'' diyor ve su istiyor. Genelde bebekler ''bu'' diyorlar ama Ece ''su'' dedi, değişik geldi bana.

Ece'nin ince motor gelişimi çok güzel.. Damacanın önündeki hortum düşmüş. Yerden aldı ve yerine taktı. Bir tane ayının vücut parçalarının olduğu puzzle var, onu yapıyor. Babası diyor ki, Ece motorun beyni, Ela kası olacak. Gelişimleri birbirinden çok farklı. İnsan daha bebekken bile yetenekli olduğu şeylerin daha farklı olduğunu anlıyor. Her bebeğin gerçekten de kendine ait bir hızı var.

Birkaç gün inanılmaz hırçın ve huysuzdu. 4 dişi birden kabarmış. Ateşi çıktı. Bakıcının da gitmesi bence onda huysuzluk yapıyor. Bugün normale döndü. Daha sakin oldu tekrar.. Evde dolanıp duruyor. Ece inanılmaz bir hızla büyüyor.

----------------------------------------------------

Ela, Antalya'ya gitti. Tam 8 gün oldu. İlk defa bu kadar ayrıyız, hatta ilk defa ayrıyız. Gerçekten özlemenin ötesinde bir duygu bu. Ama onun için çok iyi olduğunu biliyorum. Hem keyfi çok yerinde, hem de deniz güneş işte daha ne olsun. Güvenliği konusunda da bir sorun yok. Yalnız telefonda sürekli saçmalıyor. Bir kere konuşurken sadece ''miyav'' dedi, ağzından başka bir kelime alamadık. Bir kere de azcık iyiyim dedi. Sonra ''Anne daha sonra konuşalım'' dedi. Anneannesine verdi. Bu sabah aldığı bir sürü şeyi saydı. Neyse herhalde ne söyleyeceğini bilmiyor. Gelecek hafta sonu yanına gideceğim, şimdiden gün saymaya başladım.. Bu ara az yazıyorum, ama bakıcı yok, Ece huysuz idare ediverin. Zaten herkes tatilde. Eylül'de herkes gibi kendime gelirim..

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ben Karanlıkda Görürüm

Giriş;
Üniversitede okuyoruz. Son sınıf sanırım. Proce zamanı, o gece arkadaşımın evinde kalıcam sabahlıycaz. Sonra sabah kalkıp sınava gidicez. Çok tatlı bir aile akşam beni beslediler, yemek ve tatlı verdiler. Kızları ile çalıştım. Bana bir çekyat verdiler. Gece 2 sularında çekyatın şeklini alıp yattım.

Sabah erken kalkıcaktım ve kafeine ihtiyacım olacaktı. Sabah onlardan erken kalkarsam mutfaklarını kullanabiliceğimi sordum. Tabii dediler. Beni normal bir kız sanarak.. Neyse
annesi bana köşedeki kettle'ı falan gösterdi. Yattılar.

Kaos:
Sabah 6 civarı salsa vari bir melodi ile çalınca uyandım. Gözlerim yarım açık mutfağa gittim. Kış olduğu için hala karanlıkdı ama evi çok iyi biliyorum ya ışığı yakmadım. Kettle'ın düğmesine bastım ve masaya oturup bekledim. Saat 6.08 civarı kokuyu farkettim. Uykulu beynim birşeylerin normal olmadığını anladı ve ''yanan plastik kokusu normal değildir'' i anlayınca. Kokuyu aramaya başladım. Işığı yakmalıydım sanırım. Ama evsahiplerini boşuna endişelendirmek istemedim. BOŞUNa.

Problemi çözmek için daha hızlı hareket ettim. Kettle'a doğru gidip yerinden kaldırmaya çalıştım. Kimyasal buharlar atmosfere karıştı. Panik olmaya başladım. Su bu işi çözerdi dimi
Suyu kimyasal çıkaran kettle'ın üstüne döktüm. Ve problemi çözdüğümü zanettim ki. Daha büyük bir kimyasal koku ortalığı sardı. O zaman işin vahametini anladım. Mikrodalganın kapağını açtım ki bana ışık olsun.

Yıkım:
Aman tanrım. Eskiden kettle olan şey büzülmüş bir yumru kalmıştı. Ve tezgahın üstünde yanık izleri oluşmuştu. Işığı açtım sonunda ve içimde biraz öldüm sanırım.. Heryer is olmuştu. Kettle mahvolmuştu.. Kettle'ı kaldırdım, tezgah da yanmıştı.

Ortalığı toparlarken bir de spatula mahvettim. Ama ev sahipleri çok çok fazla cok iyilerdi. Beni kovmadılar. Biz onlara bir kettle hediye ettik ve nedense kız da benimle arkadaşlığına devam etti.

5 Ağustos 2011 Cuma

Kendi Kendine



Ece, Ela'dan çok farklı bir bebek. Her şeyiyle çok farklı. İster istemez her iki çocuğa farklı anne olmak durumunda kalıyor insan. Ela, anneannesiyle Antalya'ya gitti. Gider gitmez telefonda konuştuk. ''Babamı gönder telefona'' dedi. Babasına nasıl bindiğini, bulutların üstünde olduğunu falan anlatmış. Keyfi şimdilik yerinde. Onu çok özlesem de, burda sıkılacağını bildiğim için onun için mutluyum.

Ela şimdi yok ya. Bakıcı da yok. Ece ile ilk kez yalnız kaldık. Ece'ye ilk kez tek başıma annelik yapıyorum diyebilirim. Ve çok keyifliyim. Beraber oynuyoruz, geziyoruz ve onu keşfediyorum.. Ece kendisine yemek yedirilmesini bile pek sevmiyor. Kendi eline almak istiyor. Bu sabah verdim tabağı eline. Kendi yemeğini başdan sona kendi yedi. Tabii ortalık acaip batıyor ama zaten benim hiç umrumda değil öyle şeyler.



Ela gibi mama sandalyesinde oturduğunu bile göremediğimiz bir bebekten sonra her an arıza bekliyorum ama Ece arıza çıkarmıyor. Sandalyesine oturuyor. Yemeği bitene kadar yemeği ile, tabakla, bardakla oynuyor. Sonra da biraz daha oturabiliyor. Mızırdadığında kaldırıyorum ama yaklaşık 45 dk'sını orda geçirebiliyor. Oyuncaklarla da arası öyle. Ela'nın ilgisi çok dağınıktır. Oyuncaklara 2 dk bakar. Daha çok birşeyin içinde ne var, onu merak eder. Onu açınca onun için işi biter. Ece ise eşyaların, oyuncakların nasıl çalıştığını merak ediyor. Düğmelere basıyor. Çıkan sesleri dinliyor ve uzun süre oyalanabiliyor. Bu da benim için kolay oluyor tabii.. Kendi kendine oyalanabilmesi çok güzel.



Ela, aksiyon çocuğu. Onun için hareket olacak. Tırmanıcak, zıplıycak, koparıvericek, koşucak. Ece ise mantık çocuğu. Oturucak inceliycek, eviricek, çeviricek. İkisi birbirinden çok farklı iki çocuk. Ve bu zenginlik benim çok hoşuma gidiyor..

Sİneklerin Aşkı



Nasıl ama? Biraz önce mutfak masamda yakaladım bu ikisini. Daha önce de böyle birşey koymamıştım bu bloga ama bu kadar simültane önüme çıkan birşeyi de kaçıramadım. Hiç istiflerini de bozmadılar. Yazın bunların mevsimi demek ki. Bi gidin ya.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Yürü Ya Kulum

Son 3 haftada Ece sıralamadan tam zamanlı yürümeye geçti. Çok komik çünkü şimdi bir attan inmiş ve 17 tane bira içmiş gibi görünüyor. Fakat hergün daha iyiye gidiyor ve geçtiğimiz hafta sadece iki kere emekledi, o da mutfağa girmesini engellemek için önüne geçtiğimde bacaklarımın arasına girmeye çalıştığı için.

Şimdi badi badi yürüyebildiği için, birşeyler taşıyabileceğini de öğrendi. Çantalar, oyuncaklar, kitaplar, suluklar, giymeyi reddettiği çoraplar, annenin telefonu ve bir seferinde Ela'nın eline verdiği bir modem. Eline birşey bulup onunla yürümeye bayılıyor. Yeni yürüyenlerle ilgili iyi şeyse henüz hızlı değiller. Ayrıca zıplamanın da çok büyük bir hayranı.

Bir de salondaki koltukların bir numaralı müdavimi. Bırakırsanız sürekli koltuğa çıkıp, orda 2 zıplayıp geri inebilir. Tabii bunu yaparken bazen düşme tehlikeleri atlatıyor ama yine de çıkmayı da inmeyi de öğrendi.

--------------------------------------------------------
Bugün Ela anneannesiyle Antalya'ya gidiyor. Bakıcının olmaması, işlerimin olması ve sıcaklar yüzünden mecburen böyle bir karar aldık. İlk kez ayrı kalıcaz Ela ile. Şimdiye kadar en uzun ayrılığımız 2 gecedir. Bu sefer ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Duruma bakıcaz. Herkes için yeni bir deneyim bizleri bekliyor. Ama çok hüzünlüyüm. İnsanın kızının büyüdüğünü kabullenmesi zormuş.

Şu sıra yazmam çok zor oluyor. Hem sıcaklar yüzünden kendime gelemiyorum, hem de hala poposu mavi sinek gibi çok meşgulum.