Çevremdeki arkadaşlarım bilirler, Tibet’in doğumuyla hayatımda birçok değişiklik oldu. Bu sadece anne olmak ve onun getirdiği güzellik ve zorluklarla ilgili değişiklikler değil. Bir nevi Tibet’le birlikte yeniden doğuş diyebiliriz. En azından kendini yenileme...
Tibet’in doğumuyla birlikte beni “ona iyi, örnek bir anne olabilmek” telaşı sardı. Yıllarca, uzaktan izlediğim, sadece okuyup, “evet, çok doğru” dediğim kişisel gelişim benim için elzem oldu. Okudum, okudum, araştırdım, sabah akşam zikirler yaptım, seminerlere gittim... En sonunda hayata daha olumlu bakmak için, sabretmeyi öğrenmek için kendime bir yol arkadaşı edindim. Bu süreç hala devam ediyor ve devam edecek. Öğrencilik hiç bitmez. Umuyorum ki bu çabalarım yerini bulur.
Ne yazık ki bazen, tüm bu didinmelerimi unutabildiğim şeyler yaşanabiliyor Tibet’le aramızda ve ben zıvanadan çıkmış bir anneye dönebiliyorum Pazartesi akşamı olduğu gibi :(
Pazartesi akşamı Tibet’in tüm huysuzluğu, tüm inatçılığı üstündeydi. Neye yapma desem inadına yaptı, ben izin vermeyip, istediği şeyden uzaklaştırdıkça da avazı çıktığı kadar ağladı. Pazartesi akşamı yatağa girdiğimde benim de onun da saçlarımız sinirden tavana vurmuş haldeydi.
Bilgisayarı karıştırmak istedi, ben izin vermedim, o ağladı.
Buzdolabını, mutfak dolaplarını karıştırmak istedi, ben izin vermedim, o ağladı.
Erken bir saatte çizgi film seyretmek istedi, ben izin vermedim, o ağladı.
Uyumak istemedi, uyuması için direttim, ağladı.
Uyudu, odaya götürdüm, gece süt için uyandı, salona gitmek istedi. Gecenin o saati savaşacak halim olmadığı için salona gittik, ikili koltukta uyuduk. Sabah 6 civarı tekrar uyandı ve süt istedi. Ben “ne zaman gece sütünden vazgeçeceksin, ne zaman kendi yatağında yatacaksın, ben ne zaman kesintisiz bir uyku uyuyabileceğim” diye, söylene söylene sütünü hazırladım. Sonra annemden Tibet’in yanına geçmesini istedim 1 saat bile olsa kendi yatağımda uyuyabilmek için. Yatağıma giderken havanın tekrar yağmur yüklü olduğu dikkatimi çekti.
Yattım.
Aklıma çocuğunu sele kaptıran anne geldi...
Bir an onun yerine koydum kendimi.
Beynim uyuştu, kalbim ağrıdı.
O an onun yaşadığı tüm pişmanlıkları yaşadım. Yapmasına izin vermediği için, çocuğunun gözünden akan her damla yaş için kendini nasıl suçladığını...
İnsan böyle bir acıya nasıl dayanır? (Zaten kalp krizi geçirmiş ve kendine geldikçe sürekli uyutuyorlarmış)
Düşüncesi bile korkunç!
Sonra Tibet’le akşam yaşadıklarıma döndüm. Yapmasına izin vermediğim herşey için, döktüğü gözyaşına...
“Hangisi önemli” diye sordum kendime.
Bilgisayarı kurcaladığı, kurcaladığı sırada belki 1-2 programa zarar vermesi ya da bir iki belgeyi silmesi mi, bilgisayarı karıştırırken sanki çok önemli birşey yapıyormuş edasıyla heyecanlanması mı?
Biraz oynamasına izin verip, sonra dikkatini başka bir yöne çekemez miydim?
Mutfak dolaplarını ve buzdolabını boşaltırken takındığı ciddi tavır, tekrar yerlerine koymak için sarfettiği çabayı izlemek mi, yoksa belki de kırılması ya da dökülmesi olası bir iki tabak mı?
Başında durup, kendini incitecek birşey yapmasını önleyemez miydim?
Ne olurdu çizgi filmini daha erken saatte seyretse? Hatta iki kere üst üste seyretse? O filmi izlerken replikleri tekrar etmeye çalışması, bazı sahnelerde kıkırdaması, bazı sahnelerde “anne bak, gidioooo” diyerek heyecanını benimle paylaşması mı yoksa “günde bir saatten fazla tv izlettirmem ben arkadaş” diyen kuralcı anne olmak mı?
Sabahtan akşama senin yolunu gözlemiş olan çocuğunun, sırf seninle vakit geçirmek için uyumak istememesi, seninle oynadıkça mutlu olması, mutluluğunu öpücüklerle, kucaklamalarla göstermesi mi daha önemli, yoksa çocukların 20.30-21.00’de yatmaları gerektiğini söyleyenler mi?
Onlar, çocuğunun seninle bir saat fazla zaman geçirdiğinde ne kadar mutlu olduğunu görüyorlar mı beyanat verdikleri yerden?
Ne olur gece iki kere süt için uyansa? Alışkanlıksa alışkanlık! Bizim alışkanlıklarımız yok mu hiç? Elime mi yapışıyor, bir saat az uyku benim hayatımdan neyi eksiltiyor?
Varsın yatağında uyumasın, onun odasını oturma odası gibi düzenleyiveririz, olur biter! Odasını düzenleyene kadar, ikili koltukta, yanında kıvrılıveririm. Biraz sırt ağrısıyla günümü geçiremez miyim? Vakti zamanında hergünümü başağrılarıyla geçiren ben değil miydim? Çocuğum için bir süre sırt ağrısı çekemez miyim?
Aklıma düştü, sabahın 6’sında, elinden çocuğu kayıp giden anne...
Nefesim daraldı, kalbim sıkıştı...
Uyuyamadım...
Allah kimseyi evlat acısıyla sınamasın!
Oğlum
İyi ki varsın!Bu yazı, selden hemen sonraki hafta yazılmıştı...