Yakın Yerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yakın Yerler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Nisan 2013 Pazartesi

Hayvanat Bahçesinde

Dün (pazar günü) hava nasıl güzeldi.. Kimseler evinde durmamıştır herhalde. Herkes sağlıkla huzurla gezsin inşallah.



Biz de bir yıldır isteyip de gidemediğimiz Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi ve Botanik Parkı nda aldık soluğu. Niyetimiz açılış saatinde yani 8:30'da orda olmaktı fakat 10:30'ta varabildik. Bu bizim her zaman ki dakikliğimiz. Neyse ki hayvanat bahçesi kalabalıklaşmamıştı. 



Giriş ücreti yetişkin 15 lira, 4 yaş ve altı ücretsiz. Bize girişte bir yıllık üyelik önerdiler. Kişi başı 30 liraya. Yakın olsa sık sık gelmek mantıklı da şimdi daha ilkkez geliyoruz bu şekil bir gezelim biz dedik ve üye olmadık.


Bizden sonra kalabalık bir ilkokul grubu vardı Allah'tan onlardan önce gişeden geçmişiz diye sevindik.


Hayvanat bahçe genel olarak güzel. Hayvan çeşitliliği daha da arttırılabilir, fakir geldi bana biraz. Sanırım bağışlarla da önemli bu noktada. 

Gerçi Brezilya ve Tayland'dan sonra buraya 'vaay' diyemeyeceğimiz belliydi. Ukalalık oluyor sanırım ama doğrusu bu:)



Tayland'da fillere binip, yılanları boynuna doladıktan sonra denizde rengarenk balıkları ellerinde besledikten sonra ya da Brezilya'da şunları gördükten sonra (pek de hayvan resmi koymamışım bloga) buradaki minicik kafesteki Sibirya kaplanı için sadece üzülüyor insan. 

Ukalalığı bir kenara bırakıp hayvanat bahçesi dramıyla mı yüzleşsek. (Bu arada Afrika'ya gidip de Masai Mara'yı görseydim kim bilir neler diycektim, ne gıcıklıklar yapacaktım:) ) 




Brezilya'da, Tayland'da ya da yurdumda ufacık kafeslerde o hayvancıkları sırf 'insan'lar zevk alsın diye yaşatmaya çalışmaları, doğal hayatlarından koparmaları ne acı. Madem böyle düşünüyorsun niye gidiyorsun diyeceklere de verecek çok cevabım yok. Belki birkaç yıldır niyet edip de gidemememizin sebebi budur.



Hayvanları çocukların görmesi için sirkten daha iyi bir yol olduğu kesin. En azından güzel bakılıyor ve eziyet edilmiyor diye sevinebiliriz. 

 


Hayvan hakları konusunda çok radikal değilseniz tavsiye ederim. 

 

Çocuklar için de güzel bir alan yapmışlar. Go-kart var ki Ömercik defalarca binse bıkmayacaktı. Buz pateni tarafından öyle yüksek seste müzik geliyordu ki parkın ruhuna tamamen aykırıydı. Ne gereksiz bir gürültü.. Oraya gelenler müzik değil hayvan seslerini dinlemek isterler bence. Bu şikayetimi de ilgili yerlere yapmalıyım değil mi? (Yaşalandığımda çok huysuz olucam, kesin)

 
 (Çok Avrupaisin seeenn Maviş!!!!!)


( Türkan Şoray'ın gözleri mi senin kiler mi?????? Sürmeli!!!)





 Seni nazlı orkide..



Ayrıca çocuklar poni ata binebiliyor. 

Şu hayvanı Foz Do Iguaçu'da görmüştük insanlara çok yakın(!) davranırken fakat ismini yurdumda öğrenmek nasip oldu. 'Halka Kuyruk Koati' 



Hava çok güzeldi fakat çoook sıcak oluşu bizi baya bir bezdirdi. 28 derece!!!

Biz buna bahar mı diyoruz, yaz mı???

Mutlu bir hafta herkese...


4 Şubat 2013 Pazartesi

Sapanca Kahvaltısı ve sonrası



Bugün hava çok güzeldi. Neler yaptınız?

Biz soluğu Sapanca sahilinde aldık.

Kahvaltının ardından da sahilin diğer tarafına dolandık. Ve kahvelerimizi de bu tarafta yudumladık.


Bu hafta annem akraba düğünü sebebiyle evine gidince ben de izinli bir ev hanımıyım. Oğlumun kreşi yarı yıl tatilinde olunca mecburen kullanıyorum bu izni. Bakalım nasıl geçecek bu hafta, neler yapacağız bıdığımla...?

Faaliyet filan da pek ayarlamadım.

Yeni oyun hamurları almıştım. Cuma akşamı buldu fırlama...
Yeni çıkartma kitapları almıştım. Cumartesi eve dönünce de onları buldu.
Elimde bir tek kum boyama mıdır nedir ilk kez aldığım zımbırtı kaldı.
Şubat ayı Meraklı Minik'i de gidip alırsak bu hafta bizi idare eder diye düşünüyorum.

Geceleri de aile reisiyle film seyredelim diyoruz ama benim filmleri sonuna kadar uyumadan izlemem zor oluyor bu aralar :)) Olsun ben de uykumu alırım.
Dimi?



30 Nisan 2012 Pazartesi

Aya Yorgi Günü


23 tatilinde hava da güzel olunca Büyükada'ya gidelim dedik. Nerden bilelim o günün Rumların adak günü olduğunu.

Pastaneden börek, simit; marketten peynir, bal aldık. Evden de zeytin getirmiştik. Oturduk sahildeki çay bahçesine kahvaltımızı yaptık. Sonra daldık adanın derinliklerine. Tabi öncesinde meydandaki kalabalığ yarıp geçmemiz gerekiyordu.



Adanın zirvesindeki Aya Yorgi klisesine 23 nisanda ya da 24 eylülde hiç konuşmadan çıkan hristiyanlar hacı oluyorlarmış. Ya da yarı hacı, işte neyse.


Biz Aya Yorgi'ye kadar değil ama tarihi Rum yetimhanesine kadar çıktık. Ee çeyrek hacı olmuşuzdur herhalde.


Yetimhane dünyanın en büyük ahşap yapısıymış. Şuanda harebe görünümünde. Bahçesinde kuzular otluyor. Kapısında yaşlı bir teyze vardı, ziyarete gelenlerden. Bu yetimhanede 6 sene kalmış.



Daha yukarıya çıkmaya gücümüz yetmedi. Yürüyerek bu kadar bile yukarı daha önce hiç çıkmamıştım.



 Bisiklet kiralamak da vardı niyetimizde fakat bu yorgunluk bize yetti. Tekrar sahile inip dinlendikten sonra o kalabalığa girmeyi pek gözümüz yemedi açıkcası. Bir daha ki sefere bıraktık adanın yeryer çiçek yer yer at kokulu sokaklarında bisikletle gezinme hevesimizi.
Atların ve ürettiklerinin kokusu şu mevsimde çok rahatsız etmiyor da yazın pek bi fena oluyor.


Defalarca adaya gittim, hiç o günkü kadar kalabalık görmedim. Tatil de olsa haftasonu olmadığı için 23 nisanda daha rahat olur diye tahmin ediyorduk. Fakat tam tersi çıktı. Fayton kuyruğu iskelenin girişine kadar devam ediyordu. Pişman değiliz tabi ki, farklı bir tecrübe oldu.

Çeşitli niyetleri için çeşitli renklerde mum alanlar, kurdela alanlar... Gelenlerin belki de yarısı ya da daha fazlası müslümandı tabi ki. Hristiyanların mübarek günü kutluyorum, din kardeşlerime de Allah'tan hidayet diliyorum :))





























Yandan çarklı ada vapuruyla dönüşte uyku gözümden akıyordu ama enerjisi asla tükenmeyen insan yavrusuyla seyahatte uyumak  ne mümkün. Kendisi adada dolanırken babasının kucağında mis gibi uyuduğu için vapurda bir dakka durmadı.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Pazar pazar Sultanahmet

Pazar sabah erkenden uyanınca dışarı çıkalım bari dedik.




Tıfılcan'ın uzun zamandır IKEA isteği vardı. Ee hadi gidelim dedik. Ama beyfendinin hazırlanıp çıkması oyun oynamaktan dolayı fazla uzun sürdüğü için her zaman ki gibi geç kaldık. Hava da öyle güzeldi ki iğrenç bir alışveriş merkezinde ziyan edilmemeliydi. Oğluşa "evde çok oyalanınca geç kaldık orda kahvaltı erken bitiyor. Hem hava da çok güzel açık hava bir yerlere gidelim." şeklinde bir izahat yapıp rotayı boğaza çevirdik.
Ortaköy - Bebek tarafına bir gidelim hele, bir yer buluruz diye düşünüyorduk kiii, Aksaray'da 'Sultanahmet' tabelasını görünce ani bir kararla kendimizi Sultanahmet'te bulduk.

Eşimin bildiği yeri uzun uzun aradık. Meğer o 'bildiği' yer kapanmış :) Bir yurt dışı seyahatinde ancak bu kadar yürünürdü. O heyecanı turistik bir yerde tattırmış oldu gene bize. Kendisinin yanlış yollara girdiğinde ya da toplu taşımada hatalı bir tercih yapması sonucu boşuboşuna yol yürüdüğümüzde söylediği gibi: "Bir şehri en iyi yürüyerek keşfedebilirsiniz.."

Dolana dolana meydandaki Fatih Belediyesinin sosyal tesisinin bir masasına yerleştik. Kesinlikle tavsiye ederim. Meydan ve cami manzarası.. daha ne olsun. Menüsü de gayet güzel. Fiyatları da iyi.



Hoplandı zıplandı.
Kediler, kuşlar kovalandı.
Duvarların tepesinden yüründü.
Sonunda bitap düşüldü ve dönüş yolunda babanın kucağında uyuyakalındı.



Pazar sabahı 11'de Sultanahmet çok daha güzelmiş. Tenha..

Geçen hafta ki yoğun kardan sonra bu haftasonunun bahar tanında geçmesi ne güzel geldi.

Allah kimsenin ağzının tadını bozmasın...



7 Aralık 2011 Çarşamba

Maslak Kasırları

İşte Maslak Kasrı hakkındaki İlk yazım

Bu pazar kış boyu havanın belki son sıcak oluşudur diye düşünüp soluğu Maslak Kasrında aldık. Dışardaki salıncak masalarda oturup kahvaltı yaptık.



Çok basit bir kahvaltı. Hafif üşümeli.
Evden çıkarken makas ve kesmek için karton istemişti bizim tıfılcan. Çok iyi akıl etmiş. Epey oyalandı kahvaltı esnasında.

Sonra tereyağları reçelleri tek tek açtı. Daha sonra da yumurtaları soymaya yeltendi ama sıcak geldi :)

Kahvaltıdan sonra uzun uzun gezdik kasırların bahçesinde.
Haremlik kısmını da ziyaret ettik. Harem bölümünü gezmek için ekstra 2,5 lira ödüyorsunuz girişte.
Burası Sultan Abdulhamid'in veliahtlık dönemini geçirdiği kasır. Haremlik bölümü şimdi ki villaların yarısı kadar.



Selamlık bölümü yani veliahtın ofisi ise gene gayet düz. Camdan bir seraya açılıyor.

11 Temmuz 2010 Pazar

Maslak Kasrı'nda Bir Yaz Sabahı


Havalar çok sıcak giderken arada yağmur yağması, bulutların güneşi gölgelemesi, rüzgar esmesi ne güzel bir mola oluyor.





Böyle bir cumartesiden sonra gene sımsıcak bir pazar sabahında yıllarca burnumuzun dibinde durup durduğu halde görmek hiç nasip olmamış, çok uzaklaşınca gidesimiz gelen Maslak Kasrında aldık soluğu.






Çok çok sevdim.






Ahh dedim.


Zamanında bilseydik burayı, çıkıp çıkıp gelmez miydik yeni nesil olarak. Şimdi azcık yaşlanmış da olsak harika geldi bahçeleriyle, sevimli hayvanlarıyla gökdelenlerin arasından insana süpriz yapan bu cennet köşesi.






Çok sevdiğim arkadaşlarımla da tekrar tekrar gelmek üzere...

21 Mart 2010 Pazar

Leyleği havada gördüm


Leylekler yakından uçmuyorlardı, yüksektelerdi.
Ama yukardaki fotograftaki bulutların üzerindeki karartılar leylek :)))
Resmin boyutunu küçültünce iyice karartı olarak kaldılar ama gene de leyleklerin gelişini izlediğimizin resmi :)
Cumartesi yarım saat kadar Fatih'teydik ve çok çok yakından geçen bir sürüyü gördük.
Daha güzel izlemek için pazar sabahı Rumeli Feneri'ne gittik ama bu sefer yukarda hava daha iyiydi galiba...


Gene de Rumeli Feneri' ne gittiğimize deydi. Ne güzel bir manzara, ne güzel bir hava..
Tam anlamıyla bahar gelmiş buralara..
Hafif serin, bol güneşli...
Bahar çiçekleri de açmış.


Leyleğimi hava da gördüm, uğur böceği geldi beni buldu.
Çok şanslı, bol gezmeli bir yıl beni bekliyor :P



Rumeli Feneri köyü çok şirin ve tarihi bir köy.
Balıkçı köyü.
Bir de tarihi kalesi var. Cenevizlilerden kalma.
İşte bu de Rumeli 'feneri'. Kale tarafından görüntüsü.



Rumeli Feneri-Garipçe yolunda da manzara müthiş..





30 Kasım 2009 Pazartesi

Trilye

Geçen yıl bu zamanlar,


6 aylık hamileydim, eşimin işi gereği kurban bayramının ilk iki günü İstanbul'da bulunmamız gerekiyordu. Bu sebeple memleket ziyaretlerini iptal etmiştik. Zaten o kadar yolu uçakla da olsa gitmek benim için de zor olacaktı. Bu vesileyle yakınlarda bir yerlere gidelim istedik. Yakınlardan seçtiğimiz yer Bursa'nın bir kasabası; Trilye (Zeytinbağı) oldu.




Arabalı deniz otobüsüyle Yenikapı'dan Güzelyalı'ya geçtik.


Montania Hotel'den rezervasyon yaptırmıştık. Hotel Montania 150 yıl kadar önce Mudanya tren istasyonu olarak yapılmış tarihi bir bina. Odaları ve manzarası gayet güzeldi. Kahvaltısı da fena değildi. Civardaki en rahat yere benziyordu, gidince de öyle olduğunu anladım. Gerçi Trilye içinde ev pansiyonu tarzı birkaç yer var ve onların içine girip gezmedim. Belki onlar da iyidir.




Nerde kalınır kısmını biraz uzattım galiba :) Bu otelde hayatımda aldığım en güzel iltifatlardan birini aldığım için biraz torpil yapmış olabilirim :) Hiç tanımadığınız biri, hiç beklemediğiniz bir anda güzel bir şey söyleyince böyle oluyorsunuz sanırım. Söyleyen kadın olunca daha çok hoşunuza gidiyor :))


Fazla şımarmadan konuya döneyim.







Trilye, caanım ülkemde aslını koruyabilmiş az sayıda yerleşim yerinden biri. Bu sebeple de turistik.


Bir rivayete göre Rum Ortodoks üç papazın aforoz edilmesinin ardından buraya yerleşmesiyle üçlü anlamına gelen Trilye denmiş buraya. Ya da kıyılarında bol bulunan barbunya balığının adından almış Trilye ismini. Zira trilye Latincede kırmızı balık demekmiş.


Trilye ne demek bilmiyorum ama müslümancası olan Zeytinbağı isminin tam karşılı bir yer.


O kadar çok zeytinyağı almışız ki çok fazla tüketmemize rağmen hala ordan aldığımız yağları kullanıyoruz.


Bence egenin yağı ve zeytini daha güzel oluyor.


Ben rahatsız olmuyorum gerçi ama marmara'nın zeytin yağında koku oluyor. Fakat egeninkinde çok daha hafif oluyor o koku. Bana göre mis gibi bir koku ama gene de lezzet açısından da egenin zeytinini tercih ederim. Bilhassa Altınoluk civarınınkini.







Gezilecek yerlerin başında Aya Todori Kilisesi yer alıyor. Fatih camii ismiyle ibadete açık. Fetihten sonra camiye çevrilmiş. Sonradan cami de olsa kiliselerin o genel kasveti oluyor bu yapılarda. (Bkz. Ayasofya) Ama iki kültürün birleşimindeki şirinlik de başka bir durum.


Osmanlı fethettiği yerlerde fethin sembolü olarak genelde bir kiliseyi cami yapmış diğerlerineyse hiç dokunmamış. Halbuki garplılar senelerce Osmanlı hakimiyetinde olan Budapeşte'deki bütün camileri kiliseye çevirmişler ya da yıkmışlar. Sadece Gül Baba türbesindeki mescid kalmış sanırım. Yeni mescidleri saymıyorum tabi ki.


(Macaristan gezisiyle alakalı da bir post hazırlanabilir aslında)


İspanya da keza aynı şekilde Endülüs'ten Elhamra Sarayı'ndan başka ne kalmış geriye... Gözünü seveyim kültürümün.


Trilye'de yedi kilise varken bunlardan üçü halen ayakta kalabilmiş.





Tarihte duvarlarına ilkkez resim yapılan kilise olarak bilinen Kemerli Kilise de acil restorasyona başlanmazsa yok olup gidecek.


Üçüncü kilise ise özel mülk olarak kullanılıyor. Çok garip, görünce inanamadım. Kilise.. içinde insanlar yaşıyor.. "Orda bunalıma girer insan" dedim kendi kendime.







Trilye'yi bir de kuş bakışı seyredelim diye Çamlıkahve'ye çıktık. Harika bir manzarası var. Tavsiye ederim. Çayınızı kahvenizi yudumlarken deniz-kasaba manzarası iyi gidiyor. Fakat gözlemesini pek sevmedim.





Ertesi gün dönüş yolu programımıza Bursa'yı da dahil ettik. Bu kadar yol gelip de Ulu Camii ziyaret etmeden Bursa'dan birkaç havlu almadan dönülmez herhalde.



Bayramın tadı büyüklerle, akrabalarla çıkıyor bu kesin. Bu kurban bayramında da tatilin kısa olmasından dolayı İstanbul'dan ayrılamadık. Biz yalnız olsak gene de giderdik ama oğlana eziyet olacaktı bir gün orda bir gün orda, uzun uzun yollar.. Bir de domuz gribi :) Ne yapsınlar bu sefer bizimkiler geldiler elimizi öpmeye :)




Bu bayramda da Altınoluk'a gitmeyi istedim zeytinyağı almaya :)
Ama bu sefer olmadı.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...