Brezilya malum, çok çok büyük bir ülke. Dolayısıyla birkaç şehiri 5-10 günde gezmek için uçak kullanmaya mecbursunuz.
Biz de öyle yaptık. Gitmeden ulusal hava yolu şirketi TAM'dan Sao Paulo-Foz, Foz-Rio ve Rio-Sao uçuşlarımızı aldık. Dolayısıyla nerde kaç gün kalacağımızı belirlemiş olduk.
1 tam gün Sao Paulo'da gezdikten sonra ki sabah erken (08 civarı) Foz'a uçağımız vardı. Sao Paulo'daki otelin o şahane kahvaltısı 6:30'da başlıyordu. 6'da otelden ayrılırken görevlilere 'bebek için birşeyler alabilir miyim' diye sordum. Bana kocaman bir kutu verdiler. Hazılanmış olan açık büfeden tepeleme doldurdum. Zira geldiğimiz gün kahvaltı hakkımızı kullanamamıştık. Ve ekmekleri, özellikle de keklerine bayılmıştım. Taksiyle havaalanına giderken sadece oğlumun değil bizim de karnımız doymuş oldu böylece. İyi ki de böyle olmuş zira uçakta gofret verdiler!?!? :) Gözünü açacaksın bu devirde..
Foz Do İguaçu'ya daha inerken görsel şölen başladı.
O koca nehir nasıl da büklüm büklüm bölmüştü ülkeleri. Nasıl da yarmıştı yemyeşil ormanları.
İstanbul'da iken online rezervasyon yaptırdığımız Foz'daki otelimizin bir güzelliği de havaalanı servisinin olmasıydı. İlk defa bir adam elinde bizim ismimizin olduğu bir kartı taşıyordu hava alanıdaki o kalabalıkta. Ne büyük bir onur :)))
Bu oteli kesinlikle tavsiye ediyorum. Kahvaltısı gayet güzeldi. Çalışanları çok iyiydi. Odası temiz ve rahattı. Resepsiyonun hemen yanında sebil vardı. İçerde (tahminim Foz'daki bütün otellerde böyledir) tur acentası vardı ki çocuklu bir aile için şelaleri ve Paraguay'ı gezmeyi çok kolaylaştıran bir durum. Şart da değil tur şirketlerinin araçlarını kullanmak taksiler heryere giriş yapabiliyorlar. Otele çok yakın bir alış veriş merkezi vardı. Akşam yemeklerimizi burda yedik. Yine gitsek yine tercih edebilceğimiz güzel bir oteldi. (Keşke gene gitsek!!!)
O gün 11'e doğru odamıza yerleştik. Şelalelere erken saatte gitmenin daha mantıklı olacağını düşünüp, program yaparken "vakit kalırsa gidebiliriz" diye düşündüğümüz alış veriş cenneti Paraguay'a gitmeye karar verdik. Saat 11'de otelden kalkan araç olduğunu öğrenince hemen üst-baş tazeleyip yola koyulduk.
Paraguay ile Brezilya'yı "Dostluk Köprüsü" dedikleri bir köprü bir birine bağlıyor. Yarısı Brezilya bayraklarının renkleriyle yarısı Paraguay bayrağının renkleriyle boyalı, üzeri araç dolu bir köprü. Herkes sabah saatlerinden itibaren alış veriş cenneti Paraguay'a geçiyor. Öğleden sonra da dönüş tarafı çok yoğun oluyor. Motosikletli taksiler var trafiğe takılmak istemeyenlerin tercihi. Körüden yürüyerek de geçilebiliryor, yeterince cesaretliyseniz. Özellikle alış verişten dönenlerin elektronik aletleri, cep telefonları oldukça cazip hırsızlar için.
Bizim turla anlaşmamız çok isabetli oldu. Hiç yorulmadan ve güvenlikli bir şekilde alış verişimizi yaptık. Eşim cep telefonu istiyordu. Onu aldı. Ben de gelmişken bir çift converse aldım. Hepsi bu. Milletin hali görülmeye değer doğrusu. Battaniyesi yüklenmiş köprüden geçenler dahi vardı. Yurdumun battaniyesi dururken burdan alır mıyım hiç.
Tur şirketi bizi Paraguay'ın Ciudad del Este şehrindeki bir alış veriş merkezinin önünde bıraktı. Akşam 17'de gene aynı yerden aldı. Bu şehir berbat görünüyordu. Kalabalık bir taraftan pislik bir taraftan çocukla böyle bir yerde gezmenin tedirdiğinliği bir taraftan. Bir an evvel günün bitmesini istedim. Yurt dışında gördüğüm en pis şehirdi galiba. Bizim Eminönü'nün 100 misli daha karmaşık daha kargaşık daha tehlikeli görünen abuk bir yer. Fakat bu şehrin günlük yaklaşık 1 milyon dolar civarında ticaret hacmi olduğu söyleniyor. Pis ama para orda. Esnafın büyük bir çoğunluğu Lübnan'lılardan oluşuyor. Bir Şii cami bulduk. En asortik alış veriş merkezi Monalisa. Monalisa'ya gelene kadar "Eyvah aç kaldık" diye düşünüyordum ki. Monalisa'nın üstten ikinci katında çok şık ve yemekleri çok leziz bir restorantı var.
Akşam servisimize binip otelimize dönüğümüzde henüz karnımız acıkmamıştı. Fakat minik solucanımızın Brezilya gezisi boyunca günlük 4-5 muz yemesi muz stoğumuz çok hızlı tüketmesi sonucu yakındaki Cataratas JL alış veriş merkezine gidip muz aldık. Biraz da mağazaları gezip heyecanla sabahı beklemeye başladık, tabi ki uyuyarak.
Ertesi gün kahvaltı sonrası şelalerin Brezilya tarafını gezmek üzere yine tur şirkenin aracındaki yerimizi aldık. Ömercik arabada uyuyunca şelaleredeki ilk kare fograflarda babasının kucağında iki büklüm uyurken çıktı. Sadece Sao Paulo'da 1 saat kadar kullandık puseti. Daha sonra oturmayacağından emin olduğumuz için taşımadık bile. Boşu boşuna yollarda uçaktan uçağa yük oldu elimizde.
Parkın içine girdikten sonra hemencecik şelalelere kavuşamıyorsunuz. Önce çift katlı, üst katının tepesi açılmış otobüslere biniyorsunuz ve şelalelere kadar ormanın içinde harika bir gezi yapıyorsunuz.
Şelalelere nazır otelin önünde otobüsten indik. Ve 10'larca şelalenin hep birlikte arzı endam ettiği ilk görüntüde anladık ki burası doyulmaz bir yer. Bakıyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bir daha böyle birşey göremeyiz diye tekrar çekiyoruz. Biraz ilerleyip bir öncekinin aynısı manzarayı tekrar fotoğraflıyoruz. Böyle böyle gezdik. Bu arada kısa süre sonra tıfılcan uyandı. Bir süre uyku mahmuru uslu durdu babasının kucağında. Sonra indi aşağıya ve koşmak-el tutmamak istemesi bize zor anlar yaşattı. Tehlikeli olabileceği için elimizden tutmak zorunda olduğunu güzellikle anlatsakta içindeki kurtlar onu normal adımlarla el tutarak yürümekten alıkoyuyorlardı. Bu sefer bağrışmalar başlıyordu.
Bir noktadan sonra yanımızdaki yağmurluklarımızı giymemiz gerektiğini anladık. Burdan da alınabilecek muşamba yağmurluklarımızı geçen sene Roma'dan almıştık. Islanmaya hazır yolumuza devam ettik.
En sonunda ıslanılan noktaya geldik. (Ayaklarımız ıslanırsa hemencecik kurusun diye sandalet giymiştik. Kışın giderseniz sakın siz de aynı hataya düşmeyin bütün gün dondu ayaklarımız. Ayakkabılarınız ıslanmıyor korkmayın. Tabi biz botla şelalelerin altına filan girmedik.) Şelale'ye Brezilya tarafından en çok yaklaşılan bu noktada yağmurluklar çok da fayda vermedi. Suyun şiddetiyle oluşan rüzgar uyduruk yağmurlukları da havalandırınca ıslandık işte.. Ne güzel bir histi o. Yüzümüzden sular süzülse de kalabildiğimiz kadar kalmak istedik burada. Suyun gücü insanı esir alıyordu sanki. İnsan bu güzelliği görünce cennetin nasıl güzel olabileceğini düşünüyor. Buradan daha güzelini havsalası almıyor.
En sonunda ıslanılan noktaya geldik. (Ayaklarımız ıslanırsa hemencecik kurusun diye sandalet giymiştik. Kışın giderseniz sakın siz de aynı hataya düşmeyin bütün gün dondu ayaklarımız. Ayakkabılarınız ıslanmıyor korkmayın. Tabi biz botla şelalelerin altına filan girmedik.) Şelale'ye Brezilya tarafından en çok yaklaşılan bu noktada yağmurluklar çok da fayda vermedi. Suyun şiddetiyle oluşan rüzgar uyduruk yağmurlukları da havalandırınca ıslandık işte.. Ne güzel bir histi o. Yüzümüzden sular süzülse de kalabildiğimiz kadar kalmak istedik burada. Suyun gücü insanı esir alıyordu sanki. İnsan bu güzelliği görünce cennetin nasıl güzel olabileceğini düşünüyor. Buradan daha güzelini havsalası almıyor.
Daha sonra burada bir asansörle yukarı çıkılıyor ve sonrasında şelalelere veda ediliyor.
Şelalere veda ettik ama sesi kullalarımızda olmakla beraber kafeteryanın önündeki geniş çimenlik alanda Ömerciği bıraktık. Sonunda istediği gibi koşturabileceği bir yer bulmuştu. Doyasıya koştu. Annanesi olacak yaştaki bir kadına koştu kuru bir dal verdi. Başka kuru dalı kendinden 2-3 yaş büyük bir kıza verdi. Beraber koşmaya başladılar. Çocuklar nasıl da aynı dili konuşuyorlar farklı milletlerden olsalar da. Öpüşüp ayrıldılar.
Kafeterya civarında bir çok rakun (galiba o hayvanlar rakun) dolaşıp duruyorlar. Evcilleşmiş gibiler fakat insanın elinde birşey görmeye dursunlar gayet vahşi görünüyorlar. Sonuçta onlar bu koca ormanda yaşıyorlar.
Kafeterya civarında bir çok rakun (galiba o hayvanlar rakun) dolaşıp duruyorlar. Evcilleşmiş gibiler fakat insanın elinde birşey görmeye dursunlar gayet vahşi görünüyorlar. Sonuçta onlar bu koca ormanda yaşıyorlar.
Ömerciğin koşturması oynaması sonucu biraz gazını almış olduk. Şelaleler'in Brezilya tarafının hemen karşısında şahane br kuş parkı var. Hemen her gezginin yaptığı gibi şelaleri yarım günde gezip kalan zamanımızda kuş parkını gezdik biz de. Aslında planımızda helikopterle şelaleleri yukardan izlemek de vardı ama çocukla gezmenin cilveleri gezi programında esnek olmayı gerektiriyor. Vaktimiz kalmadığı için helikopter turunu iptal ettik. Kuş parkında da sadece 1,5 saat kalabildik.
Kelebek ve sinek kuşlarının kafesine girdiğimizde fotoğraf makinemizin yedek bataryası da bitti. Şok olduk. Nasıl da enerji harcatmış bize şelalelerdeki enfes manzara.
Kelebek ve sinek kuşlarının kafesine girdiğimizde fotoğraf makinemizin yedek bataryası da bitti. Şok olduk. Nasıl da enerji harcatmış bize şelalelerdeki enfes manzara.
Şelalelerin olduğu tarafta yeterince kelebek resmi çektiğim için dev kelebekler de olsa çok hayıflanmadım ama o minicik arı-sinek kuşlarının fotograflarını çekemediğime üzülüyorum. Parkın çıkışına yakın bir papağanı elime verdi yetkili, eşimin cep telefonuyla çektik burda komik hallerimi :) Bir kıza annesi "Clara" diye seslendi papağan da ardından "Clara" deyince ben hemen oğlumun ismini söyledim yüksek sesle. Papağandan tık yok. Tekrar söyledim, tekrar söyledim.. Ama nafile.. Gavur kuşu işte, çalışmadığı yerden sordum tabii
17:10'da dönüş için araca bindik. Yarım saat sonra oteldeydik. Bizim tıfılcan sabahtan beri sadece 2 muz birkaç tane de hurma yediği için hemen yemek yemek üzere Cataratas AVM'ye gidip günlük pizza ve makarna tüketimimizi gerçekleştirdik.
Ertesi sabah saat 8'deki Arjantin servisine yetişebilmek için 6:15'te kahvaltıya indik. Kahvaltı boyunca birkaç kere turizm bankosuna uğrayan eşime sonunda resepsiyondakiler aracın tamamen dolduğunu söylemişler. Biz de 8:30'da taksiyle geçtik Arjantin tarafına. Sınırdan geçmek hiç hiç sorun olmuyor. Pasaportlarımızı aldılar biz araçtan inmedik bile. Saat 9:15te şelalelerin içinde bulduğu parka gelmiştik bile.
Biletlerimizi alıp parka girince hemen şelaleleri gezmeye başlayamadık yine. Brezilya tarafında otobüsle gitmiştik bu tarafta ise trenle bir orman gezisinin ardından şalaleler gezilmeye başlandı. İçeri girince bir yerden dürbün kiralamak için oyalanınca 9:30'daki treni kaçırdık.
10'daki trenle Iguazu gezimiz başlamış oldu. Tren iki durakta duruyor. Biz ilk durakta indik. Burada da iki parkur var gezilmesi gereken.
İlk önce Upper trail kısmını 45 dakika kadar bir sürede gezdik. Daha sonra da Lower trail kısmını yaklaşık 1,5 saatte gezdik.
Çok çok yorulduk ama Brezilya tarafından çok çok farklı olduğu için mutlaka Arjantin tarafının da gezilmesi gerek. Dün karşıdan izlediğimiz coşkun şelalelerin üzerinden geçe geçe gezdik Arjantin tarafında. Esas görülmesi gerekeni en sona saklamıştık.
Tekrar istasyona dönüp trenin ikinci durağında inmek ve Garganta del Diablo trail i gezmek üzere trene bindik. 10 dakika sonra trenden inip yeniden yürümeye başladık.
Şeytan Gırtlağı denilen müthiş manzarayı görmek bütün yorgunluğumuza deydi. Bu sırda bizim ufaklık babasının kıcağında uyuya kalmıştı. Islanıyor olmak bile uyandırmıyordu onu. Bizse hiç ayrılmak istemiyorduk burdan. Evet korkunç fakat öyle çarpıcı ki gidemedik uzunca bir süre. Kelebekler nasıl da hiç korkmadan uçuyorlardı o uçurumların, coşkun suların üzerinde. Öyle gürül gürül akıyor ki insan 1az uzun bakınca suyla aktığını hissediyor, hafif bir baş dönmesi yaşıyor. Ah burası bizim olsa biz buraya bir kafe yapar ve bizim gibi yorgunlar oturup çay içerken daha daha uzun kalabilirlerdi :))
Biletlerimizi alıp parka girince hemen şelaleleri gezmeye başlayamadık yine. Brezilya tarafında otobüsle gitmiştik bu tarafta ise trenle bir orman gezisinin ardından şalaleler gezilmeye başlandı. İçeri girince bir yerden dürbün kiralamak için oyalanınca 9:30'daki treni kaçırdık.
10'daki trenle Iguazu gezimiz başlamış oldu. Tren iki durakta duruyor. Biz ilk durakta indik. Burada da iki parkur var gezilmesi gereken.
İlk önce Upper trail kısmını 45 dakika kadar bir sürede gezdik. Daha sonra da Lower trail kısmını yaklaşık 1,5 saatte gezdik.
Çok çok yorulduk ama Brezilya tarafından çok çok farklı olduğu için mutlaka Arjantin tarafının da gezilmesi gerek. Dün karşıdan izlediğimiz coşkun şelalelerin üzerinden geçe geçe gezdik Arjantin tarafında. Esas görülmesi gerekeni en sona saklamıştık.
Tekrar istasyona dönüp trenin ikinci durağında inmek ve Garganta del Diablo trail i gezmek üzere trene bindik. 10 dakika sonra trenden inip yeniden yürümeye başladık.
Şeytan Gırtlağı denilen müthiş manzarayı görmek bütün yorgunluğumuza deydi. Bu sırda bizim ufaklık babasının kıcağında uyuya kalmıştı. Islanıyor olmak bile uyandırmıyordu onu. Bizse hiç ayrılmak istemiyorduk burdan. Evet korkunç fakat öyle çarpıcı ki gidemedik uzunca bir süre. Kelebekler nasıl da hiç korkmadan uçuyorlardı o uçurumların, coşkun suların üzerinde. Öyle gürül gürül akıyor ki insan 1az uzun bakınca suyla aktığını hissediyor, hafif bir baş dönmesi yaşıyor. Ah burası bizim olsa biz buraya bir kafe yapar ve bizim gibi yorgunlar oturup çay içerken daha daha uzun kalabilirlerdi :))
2 saat sonra dönebildik istasyona. Ayaklarımız kendi bildiğine gidiyordu zira biz de hiç derman kalmamıştı. Hele eşim bazen hem sırt çantasını hem 15 kiloluk aslan parçasını :) taşıyınca baya bir sarsıldı. Yanlış anlaşılmasın genelde çocuk ondaysa sırt çantası bendeydi. Çocuk benim elimden tutuyorsa sırt çantası ondaydı. Ama arada kesişimler de yaşandı ;)
Yol boyu ot, kuru dal topladık.Uygun yerlerde nehire bıraktık. Üzerine hikayeler anlattık yüzüp yüzük denize kadar gideceğine dair. Ardından el salladık. El tutmak zorunda olduğu için strese giren oğlanın gazını almak için. Şelale gezimizi yorgun argın bitap ama ruhu dinlenmiş, gözlerinde ve dudaklarında ince birer gülümse mutlu mesud tamamlamış olduk.
Çıkışa yakın yerlilerin tezgahlarını görünce bir bakalım dedik. Çok hoş şeyler vardı. Karpuz (galiba) çekirdeklerinden yapılma bir kolye aldım. Bir kaç tane de yerli savaş aleti aldık. Aslında bunlardan hediyelik de alınırdı çok da güzel olurdu fakat yer cücesi ne zaman alış veriş yapmak için yavaşlasak sinir stres sahibi yapmak için gayret sarf edince insan da kafa mafa kalmıyor..
Dönüş için yine taksi kullandık. Sabah ki servisi kaçırmamız belki de daha hayırlı oldu dönüşü daha erken yapmış olduk ve benim mutlaka gitmek istediğim otele yakın arap camiine gitmeye vakit kaldı.
Yakın olsa da yarım saat kadar yürüme mesafesi olduğunu bilmiyorduk. Şelale yorgunluğunun üzerine tuz biber oldu bu yürüyüş. Caminin yanına geldiğimizde akşam ezanı okunuyordu. Dünyanın öbür ucunda ezan sesi iki gündür şelalelerde yıkanan ruhlara öyle güzel geldi ki. Oğlum babasının yanında namaza durdu. 5-6 yaşlarındaki bir çocuğa doğru meyilli de olsa bütün hareketleri sonuna kadar yaparak hayatının ilk cemaatle namazını Brezilya'da kılmış oldu :)
Foz doğasıyla, havasıyla, suyuyla, sakinliğiyle yaşanacak güzel bir şehir. Müslüman nüfus baya kalabalık. Kendilerini tebrik ediyorum, doğru tercih :)
Dönüşte yine onca yolu yürüdük ve kaideyi bozmayıp akşam yemeğimizi Cataratas AVM'de yiyip otelimize döndük. Sonra da "vur kafayı yat!!!"