Bebekle Tatil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bebekle Tatil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Brezilya Gezi Notları 2: Foz Do Iguaçu

Brezilya malum, çok çok büyük bir ülke. Dolayısıyla birkaç şehiri 5-10 günde gezmek için uçak kullanmaya mecbursunuz.



Biz de öyle yaptık. Gitmeden ulusal hava yolu şirketi TAM'dan Sao Paulo-Foz, Foz-Rio ve Rio-Sao uçuşlarımızı aldık. Dolayısıyla nerde kaç gün kalacağımızı belirlemiş olduk.



1 tam gün Sao Paulo'da gezdikten sonra ki sabah erken (08 civarı) Foz'a uçağımız vardı. Sao Paulo'daki otelin o şahane kahvaltısı 6:30'da başlıyordu. 6'da otelden ayrılırken görevlilere 'bebek için birşeyler alabilir miyim' diye sordum. Bana kocaman bir kutu verdiler. Hazılanmış olan açık büfeden tepeleme doldurdum. Zira geldiğimiz gün kahvaltı hakkımızı kullanamamıştık. Ve ekmekleri, özellikle de keklerine bayılmıştım. Taksiyle havaalanına giderken sadece oğlumun değil bizim de karnımız doymuş oldu böylece. İyi ki de böyle olmuş zira uçakta gofret verdiler!?!? :) Gözünü açacaksın bu devirde..




Foz Do İguaçu'ya daha inerken görsel şölen başladı.


O koca nehir nasıl da büklüm büklüm bölmüştü ülkeleri. Nasıl da yarmıştı yemyeşil ormanları.


İstanbul'da iken online rezervasyon yaptırdığımız Foz'daki otelimizin bir güzelliği de havaalanı servisinin olmasıydı. İlk defa bir adam elinde bizim ismimizin olduğu bir kartı taşıyordu hava alanıdaki o kalabalıkta. Ne büyük bir onur :)))


Bu oteli kesinlikle tavsiye ediyorum. Kahvaltısı gayet güzeldi. Çalışanları çok iyiydi. Odası temiz ve rahattı. Resepsiyonun hemen yanında sebil vardı. İçerde (tahminim Foz'daki bütün otellerde böyledir) tur acentası vardı ki çocuklu bir aile için şelaleri ve Paraguay'ı gezmeyi çok kolaylaştıran bir durum. Şart da değil tur şirketlerinin araçlarını kullanmak taksiler heryere giriş yapabiliyorlar. Otele çok yakın bir alış veriş merkezi vardı. Akşam yemeklerimizi burda yedik. Yine gitsek yine tercih edebilceğimiz güzel bir oteldi. (Keşke gene gitsek!!!)


O gün 11'e doğru odamıza yerleştik. Şelalelere erken saatte gitmenin daha mantıklı olacağını düşünüp, program yaparken "vakit kalırsa gidebiliriz" diye düşündüğümüz alış veriş cenneti Paraguay'a gitmeye karar verdik. Saat 11'de otelden kalkan araç olduğunu öğrenince hemen üst-baş tazeleyip yola koyulduk.





Paraguay ile Brezilya'yı "Dostluk Köprüsü" dedikleri bir köprü bir birine bağlıyor. Yarısı Brezilya bayraklarının renkleriyle yarısı Paraguay bayrağının renkleriyle boyalı, üzeri araç dolu bir köprü. Herkes sabah saatlerinden itibaren alış veriş cenneti Paraguay'a geçiyor. Öğleden sonra da dönüş tarafı çok yoğun oluyor. Motosikletli taksiler var trafiğe takılmak istemeyenlerin tercihi. Körüden yürüyerek de geçilebiliryor, yeterince cesaretliyseniz. Özellikle alış verişten dönenlerin elektronik aletleri, cep telefonları oldukça cazip hırsızlar için.


Bizim turla anlaşmamız çok isabetli oldu. Hiç yorulmadan ve güvenlikli bir şekilde alış verişimizi yaptık. Eşim cep telefonu istiyordu. Onu aldı. Ben de gelmişken bir çift converse aldım. Hepsi bu. Milletin hali görülmeye değer doğrusu. Battaniyesi yüklenmiş köprüden geçenler dahi vardı. Yurdumun battaniyesi dururken burdan alır mıyım hiç.


Tur şirketi bizi Paraguay'ın Ciudad del Este şehrindeki bir alış veriş merkezinin önünde bıraktı. Akşam 17'de gene aynı yerden aldı. Bu şehir berbat görünüyordu. Kalabalık bir taraftan pislik bir taraftan çocukla böyle bir yerde gezmenin tedirdiğinliği bir taraftan. Bir an evvel günün bitmesini istedim. Yurt dışında gördüğüm en pis şehirdi galiba. Bizim Eminönü'nün 100 misli daha karmaşık daha kargaşık daha tehlikeli görünen abuk bir yer. Fakat bu şehrin günlük yaklaşık 1 milyon dolar civarında ticaret hacmi olduğu söyleniyor. Pis ama para orda. Esnafın büyük bir çoğunluğu Lübnan'lılardan oluşuyor. Bir Şii cami bulduk. En asortik alış veriş merkezi Monalisa. Monalisa'ya gelene kadar "Eyvah aç kaldık" diye düşünüyordum ki. Monalisa'nın üstten ikinci katında çok şık ve yemekleri çok leziz bir restorantı var.



Akşam servisimize binip otelimize dönüğümüzde henüz karnımız acıkmamıştı. Fakat minik solucanımızın Brezilya gezisi boyunca günlük 4-5 muz yemesi muz stoğumuz çok hızlı tüketmesi sonucu yakındaki Cataratas JL alış veriş merkezine gidip muz aldık. Biraz da mağazaları gezip heyecanla sabahı beklemeye başladık, tabi ki uyuyarak.


Ertesi gün kahvaltı sonrası şelalerin Brezilya tarafını gezmek üzere yine tur şirkenin aracındaki yerimizi aldık. Ömercik arabada uyuyunca şelaleredeki ilk kare fograflarda babasının kucağında iki büklüm uyurken çıktı. Sadece Sao Paulo'da 1 saat kadar kullandık puseti. Daha sonra oturmayacağından emin olduğumuz için taşımadık bile. Boşu boşuna yollarda uçaktan uçağa yük oldu elimizde.





Parkın içine girdikten sonra hemencecik şelalelere kavuşamıyorsunuz. Önce çift katlı, üst katının tepesi açılmış otobüslere biniyorsunuz ve şelalelere kadar ormanın içinde harika bir gezi yapıyorsunuz.











Şelalelere nazır otelin önünde otobüsten indik. Ve 10'larca şelalenin hep birlikte arzı endam ettiği ilk görüntüde anladık ki burası doyulmaz bir yer. Bakıyoruz, fotoğraf çekiyoruz. Bir daha böyle birşey göremeyiz diye tekrar çekiyoruz. Biraz ilerleyip bir öncekinin aynısı manzarayı tekrar fotoğraflıyoruz. Böyle böyle gezdik. Bu arada kısa süre sonra tıfılcan uyandı. Bir süre uyku mahmuru uslu durdu babasının kucağında. Sonra indi aşağıya ve koşmak-el tutmamak istemesi bize zor anlar yaşattı. Tehlikeli olabileceği için elimizden tutmak zorunda olduğunu güzellikle anlatsakta içindeki kurtlar onu normal adımlarla el tutarak yürümekten alıkoyuyorlardı. Bu sefer bağrışmalar başlıyordu.


Bir noktadan sonra yanımızdaki yağmurluklarımızı giymemiz gerektiğini anladık. Burdan da alınabilecek muşamba yağmurluklarımızı geçen sene Roma'dan almıştık. Islanmaya hazır yolumuza devam ettik.







En sonunda ıslanılan noktaya geldik. (Ayaklarımız ıslanırsa hemencecik kurusun diye sandalet giymiştik. Kışın giderseniz sakın siz de aynı hataya düşmeyin bütün gün dondu ayaklarımız. Ayakkabılarınız ıslanmıyor korkmayın. Tabi biz botla şelalelerin altına filan girmedik.) Şelale'ye Brezilya tarafından en çok yaklaşılan bu noktada yağmurluklar çok da fayda vermedi. Suyun şiddetiyle oluşan rüzgar uyduruk yağmurlukları da havalandırınca ıslandık işte.. Ne güzel bir histi o. Yüzümüzden sular süzülse de kalabildiğimiz kadar kalmak istedik burada. Suyun gücü insanı esir alıyordu sanki. İnsan bu güzelliği görünce cennetin nasıl güzel olabileceğini düşünüyor. Buradan daha güzelini havsalası almıyor.



Daha sonra burada bir asansörle yukarı çıkılıyor ve sonrasında şelalelere veda ediliyor.



Şelalere veda ettik ama sesi kullalarımızda olmakla beraber kafeteryanın önündeki geniş çimenlik alanda Ömerciği bıraktık. Sonunda istediği gibi koşturabileceği bir yer bulmuştu. Doyasıya koştu. Annanesi olacak yaştaki bir kadına koştu kuru bir dal verdi. Başka kuru dalı kendinden 2-3 yaş büyük bir kıza verdi. Beraber koşmaya başladılar. Çocuklar nasıl da aynı dili konuşuyorlar farklı milletlerden olsalar da. Öpüşüp ayrıldılar.




Kafeterya civarında bir çok rakun (galiba o hayvanlar rakun) dolaşıp duruyorlar. Evcilleşmiş gibiler fakat insanın elinde birşey görmeye dursunlar gayet vahşi görünüyorlar. Sonuçta onlar bu koca ormanda yaşıyorlar.






Ömerciğin koşturması oynaması sonucu biraz gazını almış olduk. Şelaleler'in Brezilya tarafının hemen karşısında şahane br kuş parkı var. Hemen her gezginin yaptığı gibi şelaleri yarım günde gezip kalan zamanımızda kuş parkını gezdik biz de. Aslında planımızda helikopterle şelaleleri yukardan izlemek de vardı ama çocukla gezmenin cilveleri gezi programında esnek olmayı gerektiriyor. Vaktimiz kalmadığı için helikopter turunu iptal ettik. Kuş parkında da sadece 1,5 saat kalabildik.





Kelebek ve sinek kuşlarının kafesine girdiğimizde fotoğraf makinemizin yedek bataryası da bitti. Şok olduk. Nasıl da enerji harcatmış bize şelalelerdeki enfes manzara.





Şelalelerin olduğu tarafta yeterince kelebek resmi çektiğim için dev kelebekler de olsa çok hayıflanmadım ama o minicik arı-sinek kuşlarının fotograflarını çekemediğime üzülüyorum. Parkın çıkışına yakın bir papağanı elime verdi yetkili, eşimin cep telefonuyla çektik burda komik hallerimi :) Bir kıza annesi "Clara" diye seslendi papağan da ardından "Clara" deyince ben hemen oğlumun ismini söyledim yüksek sesle. Papağandan tık yok. Tekrar söyledim, tekrar söyledim.. Ama nafile.. Gavur kuşu işte, çalışmadığı yerden sordum tabii




17:10'da dönüş için araca bindik. Yarım saat sonra oteldeydik. Bizim tıfılcan sabahtan beri sadece 2 muz birkaç tane de hurma yediği için hemen yemek yemek üzere Cataratas AVM'ye gidip günlük pizza ve makarna tüketimimizi gerçekleştirdik.



Ertesi sabah saat 8'deki Arjantin servisine yetişebilmek için 6:15'te kahvaltıya indik. Kahvaltı boyunca birkaç kere turizm bankosuna uğrayan eşime sonunda resepsiyondakiler aracın tamamen dolduğunu söylemişler. Biz de 8:30'da taksiyle geçtik Arjantin tarafına. Sınırdan geçmek hiç hiç sorun olmuyor. Pasaportlarımızı aldılar biz araçtan inmedik bile. Saat 9:15te şelalelerin içinde bulduğu parka gelmiştik bile.







Biletlerimizi alıp parka girince hemen şelaleleri gezmeye başlayamadık yine. Brezilya tarafında otobüsle gitmiştik bu tarafta ise trenle bir orman gezisinin ardından şalaleler gezilmeye başlandı. İçeri girince bir yerden dürbün kiralamak için oyalanınca 9:30'daki treni kaçırdık.





10'daki trenle Iguazu gezimiz başlamış oldu. Tren iki durakta duruyor. Biz ilk durakta indik. Burada da iki parkur var gezilmesi gereken.














İlk önce Upper trail kısmını 45 dakika kadar bir sürede gezdik. Daha sonra da Lower trail kısmını yaklaşık 1,5 saatte gezdik.








Çok çok yorulduk ama Brezilya tarafından çok çok farklı olduğu için mutlaka Arjantin tarafının da gezilmesi gerek. Dün karşıdan izlediğimiz coşkun şelalelerin üzerinden geçe geçe gezdik Arjantin tarafında. Esas görülmesi gerekeni en sona saklamıştık.






Tekrar istasyona dönüp trenin ikinci durağında inmek ve Garganta del Diablo trail i gezmek üzere trene bindik. 10 dakika sonra trenden inip yeniden yürümeye başladık.



Şeytan Gırtlağı denilen müthiş manzarayı görmek bütün yorgunluğumuza deydi. Bu sırda bizim ufaklık babasının kıcağında uyuya kalmıştı. Islanıyor olmak bile uyandırmıyordu onu. Bizse hiç ayrılmak istemiyorduk burdan. Evet korkunç fakat öyle çarpıcı ki gidemedik uzunca bir süre. Kelebekler nasıl da hiç korkmadan uçuyorlardı o uçurumların, coşkun suların üzerinde. Öyle gürül gürül akıyor ki insan 1az uzun bakınca suyla aktığını hissediyor, hafif bir baş dönmesi yaşıyor. Ah burası bizim olsa biz buraya bir kafe yapar ve bizim gibi yorgunlar oturup çay içerken daha daha uzun kalabilirlerdi :))






2 saat sonra dönebildik istasyona. Ayaklarımız kendi bildiğine gidiyordu zira biz de hiç derman kalmamıştı. Hele eşim bazen hem sırt çantasını hem 15 kiloluk aslan parçasını :) taşıyınca baya bir sarsıldı. Yanlış anlaşılmasın genelde çocuk ondaysa sırt çantası bendeydi. Çocuk benim elimden tutuyorsa sırt çantası ondaydı. Ama arada kesişimler de yaşandı ;)


Yol boyu ot, kuru dal topladık.Uygun yerlerde nehire bıraktık. Üzerine hikayeler anlattık yüzüp yüzük denize kadar gideceğine dair. Ardından el salladık. El tutmak zorunda olduğu için strese giren oğlanın gazını almak için. Şelale gezimizi yorgun argın bitap ama ruhu dinlenmiş, gözlerinde ve dudaklarında ince birer gülümse mutlu mesud tamamlamış olduk.


Çıkışa yakın yerlilerin tezgahlarını görünce bir bakalım dedik. Çok hoş şeyler vardı. Karpuz (galiba) çekirdeklerinden yapılma bir kolye aldım. Bir kaç tane de yerli savaş aleti aldık. Aslında bunlardan hediyelik de alınırdı çok da güzel olurdu fakat yer cücesi ne zaman alış veriş yapmak için yavaşlasak sinir stres sahibi yapmak için gayret sarf edince insan da kafa mafa kalmıyor..


Dönüş için yine taksi kullandık. Sabah ki servisi kaçırmamız belki de daha hayırlı oldu dönüşü daha erken yapmış olduk ve benim mutlaka gitmek istediğim otele yakın arap camiine gitmeye vakit kaldı.





Yakın olsa da yarım saat kadar yürüme mesafesi olduğunu bilmiyorduk. Şelale yorgunluğunun üzerine tuz biber oldu bu yürüyüş. Caminin yanına geldiğimizde akşam ezanı okunuyordu. Dünyanın öbür ucunda ezan sesi iki gündür şelalelerde yıkanan ruhlara öyle güzel geldi ki. Oğlum babasının yanında namaza durdu. 5-6 yaşlarındaki bir çocuğa doğru meyilli de olsa bütün hareketleri sonuna kadar yaparak hayatının ilk cemaatle namazını Brezilya'da kılmış oldu :)





Foz doğasıyla, havasıyla, suyuyla, sakinliğiyle yaşanacak güzel bir şehir. Müslüman nüfus baya kalabalık. Kendilerini tebrik ediyorum, doğru tercih :)


Dönüşte yine onca yolu yürüdük ve kaideyi bozmayıp akşam yemeğimizi Cataratas AVM'de yiyip otelimize döndük. Sonra da "vur kafayı yat!!!"

15 Şubat 2011 Salı

Umman Yolcusu Kalmasın!!!!


Yarın (çarşamba) akşam 19:35 uçağıyla Umman'a gitmeye niyetliyiz.


Saat 23:00 olmuş bizim henüz hiç bir eşyamız hazır değiil.


Hatta biraz önce yoğurt mayaladım, alınmış sütümüz ziyan olmasın diye. Yaklaşık bir hafta evde olmayacağız Allah nasip ederse.. Yarın bir kilo yoğurdu bitirmemiz gerekecek :D Aman tutsun da gelince hafif ekşi de olsa yeriz inşallah.
Konuyu hemen dağıttım! Ne diyordum.. Umman'a gidiyoruz. Kışın sıcak bir yere gidelim dedik. Fakat sunni Dubai yerine orjinal halini koruduğu söylenen Umman daha cazip geldi. Tabi daha uzaklar da var yazı yaşayabilecek ama ufaklıkla çok yorulmak istemedik sanırım.


İnşallah hiç bir şeyi unutmayız zira burda mevsim kış orda ise buranın yazı. Güneş kremi, gözlük gibi detaylar var unutmamak gereken. Bir de yazlık kıyafetler.


Ben yazın ne giyiyordum nasıl bir ayakkabı götürmeliyim.. Burdan giderken üzerimizde olacak olan kabanlarımız boşu boşuna yük olacak. En iyisi boş ufak bir valiz almak orda uçaktan inerken hepsini ona istiflemek. Dönüşte de aynen ordan çıkarıp giyinmek.


En önemlisi de tıfılcanım, minik kurbağam mevsim sersemi olup hastalanmaz inşallah.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Kumdan kalesi


Hayat akıyor ben de blogumla arkasından yetişmeye çalışıyorum.




Ramazandan önceki hafta, hani çook sıcak olan haftalardan birinde.




Çeşmede tıfılcan 4-5 günde olsa kum oynadı. Koştu koştu koştu..




Tavşanları besledi.




Kedileri izledi.




Çalan müziklerle dans etti.




Denize girdi ama korktuğu için babasına sarıla sarıla, denize taş atma bahanesiyle yavaş yavaş girdi. Denizden çıktı, duşun altında 2 saniye kaldı gene babasının kucağında sonra havluya sarılınca hemencecik uykuya daldı. Daha giyinmeden sızdı. Bu nasıl bir iş hayret ettik. Doğduğundan beri uyku sorunu yaşayan sincap nasıl böyle uyuyabildi. Deniz yorgunu zavallı!




Gece 10 demeden yatan sıpacık, tatilde 11-12 de yattı. Yatana kadar da koşturdu. Normal düzenine geçemez, zorlanır diye korktum ama maşallah hemencecik tatil modundan çıktı.




Böyle böyle bitirdik bir yaz tatilini.


Keşke herzaman o mis gibi denizde doyasıya yüzme imkanımız olsa.


Kim bilir belki seneye gene nasip olur..

30 Temmuz 2010 Cuma

İtalya Notları: 10.Verona

Gezi yazısı yazmak sanki biraz baydı :) Okuyan varsa eminim onlara da gına gelmiştir.
Aslında yazmak sıkıcı değil de her şehri ayrı ayrı yazmak zor gelmeye başladı.
İtalya gezimiz de uzun olunca mecburen bir şekilde bölmem gerekti.

İki ay önce yaptığımız bu geziyi şimdi yazarken tekrar yaşıyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Amma ve lakin biran evvel bitirmeyi de çok istiyorum ne yalan söyliyeyim. Biraz da başka şeyler yazmak istiyorum.

Düşününce gezmek benim bu dünyada en sevdiğim şey. Başka ne yazabilirim ki.
Bu yazımda Verona gezimizden bahsedeceğim sonra da Venedikle finali yapıyoruz inşallah :))
Ramazandan sonra da bir İspanya gezisi ayarlayabilirsem onu da yazarım artık aylarca :)









2,5 saat kadar süren uzunca bir seyahatin ardından Verona varıyoruz. Burada Roma'daki Collesium gibi bir yapı bizi karşılıyor. Arena di Verona MÖ 30'da yapılmış. Hala konserler için aktif olarak kullanılıyormuş.

Meydan da bir şenlik havası var.



Birçok değişik lezzeti satan tezgahlar burada.

Hemen gezmeye koyuluyoruz. Duty Free'den birşeyler almaktansa burdan buraya özgü birşerler alayım değişik birşeyler tadsın iş arkadaşlarım diye düşünüp birşeyler alıp.

Adige nehirine kadar geze geze gidiyoruz. Burada Arco di Gavi yer alıyor. Napolyon Bonapart bu zafer takını yıkmış fakat daha sonra aslına uygun olarak tekrar yapılmış. Nehiri izlerken Romalılardan kalma Ponte di Pietro adındaki köprüyü görüyoruz.








Verona aslında Romeo ve Juliet'in yaşadığı şehir olmasıyla ünlü. Fakat biz kendimiz Romeo ve Juliet'iz deyip (!) hiiiç onların muhitine uğrama gereği duymuyoruz. İlginciz evet :P

Bir pizzacıda pizzalarımızı yerken bizim tıfılcanın pizzanın yanında verilen galetaya bayıldığını anlayan garson masadaki galetalar yetmezmiş gibi içerden de galeta getirip bize veriyor daha sonra da yediririz diye. Sonra bu garson kızla sahbete koyuluyoruz. Bu esnada eşim de lavaboda, bunu fırsat bilip başlıyoruz iki kadın dedikoduya :)

Bu kızcağız aslen Macarmış. Macaristanda iş bulamadığı için gelmiş buraya. Pek sevmiyormuş ama para kazandığı için mutluymuş. Ben de hemen diyorum işte 'Macarlar da aslında Türk. Hun türkleri.' Sanki akraba çıkıcaz :) Ne alakaysa!!! Sonra kız anlatıyor ingilizcem kötü ama ben arapça öğreniyorum. Zor değil mi diyorum. Sevdiğim için zor gelmiyor diyor. Kız arkadaşı varmış arap ondan da öğreniyormuş. Benim de aslında öğrenmem lazım, kutsal kitabımız Kuran'ın dili arapça diyorum. Ama kız daha önce hiç duymamış. Belki arap arkadaşı müslüman bile olmayabilir. Ben de fırsattan istifade tebliğ yapayım dedim ama sanırım başarılı olamadım :)

Neyse, galetalarımızı da toplayıp oradan ayrılıyoruz. Daha sonra Venedik'e gitmek üzere aracımıza biniyoruz.


Gezilebilecek bir sürü kilise, meydan ve tarihi yapıların hiç birine uğrayamadan ayrılmak zorundayız. Ama 8 günde koskoca İtalya ancak böyle gezilebilir. Bir sonraki sefer olursa sevdiğimiz yerleri çok detaylı gezmek gerek ama şimdi yapılabilcek birşey yok.



Şirin, sempatik, tarihi ve sanırım romantik İtalyan şehri Verona; arrivederci..

28 Temmuz 2010 Çarşamba

İtalya Notları: 9. Milano


Gezimizin Como'ya kadar olan kısmında yollar hep çift şeritti. İki gidiş iki geliş şeklinde. Como'dan sonra ise üç gidiş üç geliş oldu. Kuzey İtalya'nın güneye göre daha zengin olduğunun bu da mı bir alametiydi acaba..

Como - Milano arası 45 dakika kadar süren bir yol. 11,5-12 gibi Milano'daydık.

Milano'ya bayıldım. Günlerden cuma.. Haftanın son iş günü. Şık bayanlar sokaklarda. Harika.. şehir tarihi, tarihi olduğu kadar da yaşayan bir şehir. Aktif.. İşte birkaç ay kalabileceğim bir şehir daha :)))

Abartıyorum galiba, her gittiğim yerde 'ay burda 2 ay kalsak' diye düşünüyorum da. İstanbul'da ne kadar kalmayı düşünüyorum acaba.
Amaan hiç bir yer İstanbul'un yerini tutmaz ki! Tutmaz ama, yabancı bir şehri anlamak için orayı yaşamak için bir ay iyi bir süre. Fırsat olsa, zaman olsa..
Mümkün değil.
Buna da şükür..




Tarihi binaların banka olarak kullanıldığı bir sokağa aracımızı park edip otopark makinesinden otopark fişimizi alıp aracımızın içine bıraktık. Biz de yanlış olmaz. Park görevlisi olmasa da park parasını veririz. Elin tüyü bitmedik İtalyan yetiminin hakkını yemeğe gerek yok :)




Tarihi tramvayın geçmesini bekleyip Piazza Del Duomo'ya (Duomo meydanına) doğru ilerledik. Gene yollarda turistlerin ilgisini çekmek için ilginç kıyafetler giymiş kendisiyle fotograf çektirenler sayesinde para kazanan sokak göstericileri vardı.

Meydanda adamın biri yanıma geldi, elime buğday taneleri verdi. Ben önce anlamadım ne yaptığını. Sonradan düştü jeton. Bu da böyle para kazanıyor.. Adam öyle çevikti ki, ben daha anlamadan kuşları avcuma topladı. Onlarca kuş doldu tepeme, ellerime de konanlar on tane kadar vardı. Ben çığlık çığlığa kuşları besledim ama öyle hızlı oldu ki neye uğradığımı şaşırdım. Elimdeki yemler bitince uyanık adam 5€ istemez mi! Neyseki 2€ ile kurtulduk:))



Bu sırada benim minik ördeğim arabasında uyuyordu. Gezi boyunca arabasında uykusunu tam alamasa da bir miktar şarj oldu çocuk.

Kuş besleme sahnesini görmesini isterdim.


O hazır uyuyorken ben Duomo'yu gezdim. İçi ibadet edenlerle ve gezenlerle oldukça doluydu. Benim daha önce gördüğüm bütün kiliselerde günah çıkarma bölümlerinde papazın oturduğu bölme kapalı günahkarın ki de ya perdeli ya da gene kapalı olurdu. Burada ikisinin ki de açıktı. Kapalı kabinler de vardı sanırım. Belki de o papaz günah çıkarmıyordu. Ama ben öyle anladım, öyle hissettim. Günah çıkarmak, ne garip birşey. Ama inanç işte sorgulanmaz ki..
Duomo'nun dışı çok daha güzel.

Duomo'nun şahane kapısı.


Duomo'nun tam karşısında tarihi alış veriş merkezi Galleria Vittorio Emanuele yer almakta. Şık mağazalar tarihi yapıya çok yakışmış. Gezmeye değer.




Çok daha uzun kalabilseydik keşke diyerek ayrıldık Milano'dan. Daha yolumuz üzerindeki Verona'ya da uğramamız gerekiyor.

27 Temmuz 2010 Salı

İtalya Notları: 8. Como

Alış veriş manyağı olmadan akşam üzeri 5-5,5 gibi outlet kasabasından ayrılıp vuruyoruz kendimizi yollara...





Göl kenarındaki minik bir şehir olan Como'ya doğru ilerliyoruz. Como yollarında acayip trafik olması bizi şaşırtıyor, sanıyoruz ki iş çıkışı boğaz köprüsüne doğru gibiyoruz.


Daha sonra anlıyoruz ki bu trafik Cenova istikametine doğru ve Cenova sapağından sonra yol açılıyor. Bol araçlı ama akıcı bir trafikte seyrediyoruz.


Saat 7,5 gibi Como'ya varıyoruz. Hemen otel bulmaya koyuluyoruz. Hemen yerleşelim ki stres olmayalım.



Yollardaki otel tabelalarından 4 yıldızlı bir otel seçip takibe koyuluyoruz. (Floransa tecrübemizden sonra 3 yıldızlı otellere güvenimiz kalmadı. Uçak biletlerini çok çok ucuza getirmemiz sebebiyle oteller konusunda daha rahat davranabiliyoruz.)




Tıfılcanım arabada uykuya daldığı için ben arabada bekliyorum kocacım Il Grand Hotel di Como 'ya giriyor ve dönüşü muhteşem oluyor :) Çok beğenmiş 'hadi yerleşelim' diyor. Ben tabi ki 'biraz daha gezseydik' diyorum ama dinleyen kim!




İyi ki de dinlememiş. Otel hakkaten şahaneydi. Odası harikaydı. 5 yıldızlı otellerden bile güzeldi. Çok merkezi değildi ama zaten merkezde olmasına da gerek yoktu.




Hemen eşyalarımızı otele bırakıp merkeze gidiyoruz. Göl kenarında balık neyim yeriz ümidiyle bir restorana oturuyoruz. Hava da çok güzel, göl kenarındaki bir masaya kuruluyoruz. Bizim minik, mızmız seslerini duyuraya başlıyor. Neyse ki biraz balık yiyor.


Bu da menüde bademli yazan ama fındıklı gelen balığımız. Almond ne demek Allah aşkına!!!




Karnımızı doyurmanın akabinden şehir merkezini turluyoruz. Şahane bir dondurmacının kalabalık girişinden zarzor girip dondurmalarımızı alıyoruz. Benim en sevdiğim çikolatalı.



Tatlı delisi bünyem İtalya öncesi pek dondurma aramazdı. Yılda belki en fazla 5-6 kere yerdim, o da magnum filan. Fakat sanırım İtalya'da hemen hergün yememizden dolayı İtalya dönüşü de hemen hergün dondurma yer oldum. Üstelik iş arkadaşlarımı da ayartıyorum :) Her gün Güllüoğlundan dondurma sipariş ediyoruz. Çok da güzel yapıyor Güllüoğlu bu işi. Favorim: kavunlu ve çikolatalı. Fıstıklının da hakkını yemiyim :)))




Merkezde klasik bir duomo, tarihi bir meydan..




Como'yu çok beğendik. Bir müddet burda yaşamak isterdim diye düşünürken eşimin bir iş arkadaşının iş sebebiyle 2 yıl kadar Como'da kaldığını öğreniyorum ve içimde bir ümit filizleniyor. Acaba bizimkini de gönderirler mi bu güzel yere diye.




Daha fazla oyalanmadan otelimize dönüyoruz ki ertesi güne enerji toplamış olarak başlayalım.


Gece 11 gibi otelde buluyoruz kendimizi.


Ertesi gün güzel otelimizde bizim kahvaltılarımızın eline su dökemeyecek İtalyan stili cimri kahvaltımızı alıp minik sincabımızı otelin bahçesine çıkarıyoruz. Bu bahçedeki çimenler üzerinde bir ilk yaşanıyor. Ömerciğimiz benden babasına babasından bana hızlı adımlar atmaya başlıyor. Baya baya yürüyor bizim bir kaç gün sonra 15 aylık olacak olan pamuk helvamız. Bu oteli tabi ki çok seveceğiz :)


Bu idmandan sonra yollara koyuluyoruz. Como'dan çıkmdan bir tane Carrefour görüyoruz. Miniğim uykuya daldığı için babasıyla beni arabada bekliyorlar. Ben gidip yoğurt, muz ve su alıyorum.




İtalya'da suyu marketlerden almak en güzeli. Dışardaki büfelerde çok pahalı zira. Romada küçük suya 2€ verince hep marketlerden alır olduk. Gidecek olanların aklında olsun. Roma'da çeşmelerden de dolduruyorsunuz suyunuzu ama önce bir şişeniz olmalı, dimi ama!


Marketten çıkınca GPS'imize ''Milano'' yazıyoruz. Ve düşüyoruz yollara..

22 Temmuz 2010 Perşembe

İtalya Notları: 6. Cenova



Yeşilliklerin içinden, dağları delip geçen onlarca tüneli geçerken bir de baktık ki Portofino sapağını geçmişiz. Çok geç kalmayı göze alamadık ve dönmemeye karar verdik. (Çok görmek istiyordum ama kader, kısmet, alın yazısı, takdiri ilahi,.. olmadı bu sefer)

Tünellerden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Zira hayatımda gördüğüm tünelleri toplasan Pisa - Cenova arasındakiler kadar değildir. Hoş daha kaç yaşındayım ki ne görcem :)))

Tünellerin çokluğu sebebiyle de onca dağı dolanmak zorunda kalmadan kısa sürdü bütün yolculuklarımız.

İtalya'da parasız yol yok. Adamların tünel açacak paraya ihtiyaçları var ne de olsa..


Öğleden sonra 2,5 gibi Cenova sınırlarına girdik.


Diğer İtalya şehirlerinden çok farklı bir şehir Cenova.





Daha girişten bir İstanbul havası var. Daha girişi bir keşme keş :)


Yukarlardan sahile doğru iniliyor Genova'ya girerken. Alt geçitler, saçma sapan biçimsiz üst geçitler..Gene de doğal güzel bir manzara.



Tıpkı İstanbul gibi çarpık yapılaşma var, diğer şehirlerden daha büyük, bununla beraber zengin bir şehir. Tarihi bir liman kenti tabi ki zengin olacak.



Bu sefer önce biraz gezelim sonra otel arayalım dedik. Porto Antico (antik liman) civarına aracımızı park ettik. Bütün sahili gezmeye koyulduk.


Biosphera denizin içine inşa edilmiş içinde çeşitli bitkilerin yetiştirildiği bir şirin bir yapı.


Ayrıca limanda Cristof Columbus'un gemisinin çakmasını yapmışlar. Tam filmlerdeki korsan gemilerinden biri Cenova limanına yanaşmış:)


Bu limanda limanın en ucunda bir otel yer alıyordu. Merak ettik fiyat alalım dedik 4 yıldızlı bir oteldi ama gecesi 190€ idi, teşekkürler biz almayalım dedik çıktık :))) Eee denize sıfır hatta -1, olsun o kadar.



Bu otelin önünde türk bir amcayla karşılaştık, tanıştık. Gurbetçi amca Avusturya'da yaşıyormuş, emekli olmuş ve dünyayı geziyormuş.

Geçen sene 175€' ya uçak dahil, Avusturya'dan gelip Antalya'daki bir otelde bir hafta tatil yaptıklarını söyleyince nevrim döndü. (Tabi ki herşey dahil denilen saçma sistem)

Biz ancak uçak biletini alırız o paraya, yurdum bize pahalı yabancıya ucuz. Bu amca yabancı değil gerçi ama katıldığı tur yabancılara yönelik. Hey gidi hey "öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya, yüz üstü çok süründün ayağa kalk Sakarya" :))




Sahilde turist info vardı burdan bir harita aldık. Sonra baktık ki karnımız acıktı. Kafeleri gezmeye başladık. Yemek yiyebilecek bir yer bulamadık. Sahilde seyyar bir büfeden focaccia dedikleri gene bir nevi pizza ama hamuru daha kalın çok daha yağlı ama çok leziz bir hamur işi aldık. Bizim afacan focaccia'yı çok sevdi. Bir tane daha aldık. Adamcık yumşacık, dişine göre bir şey bulmuş kaçar mı :)



Karnımızı da doyurduktan sonra arabayı park ettiğimiz yere gittik ki bir de ne görelim tap taze, sıcacık bir trafik cezası takılmış arabanın camına. Meğer engellilerin park yerine park etmişiz. 35€ ellerimizden öper :)



Artık otel bulmanın vakti gelmiştir dedik. Haritadaki otelleri gezmeye aşladık. Şehir merkezine de gittik, sahil kısmını da gezdik. Ama boş yer bulmak mesele, zira o gün gemi mi gelmiş ne otellerde ciddi bir yoğunluk vardı.


Otel ararken Cenova'nın gezilmedik yerini bırakmadık. Arabayla her yerini gezmiş olduk.


Cenova tam bir motosiklet cenneti. İtalya genel olarak motosikletin çok kullanıldığı bir ülke ama Cenova'lılar aşmışlar. Hiç bu kadarı görmemiştim.


Akşam iş çıkışı ya da sabah işe giden omuzlarında çantaları, ayaklarında topuklu ayakkabılarıyla kadınlar motosiklet kullanıyorlar. Çok hoş ve ilginç bir görüntü. Ben motosiklet kullanacak olsam sırt çantası taşırım ama onlar için gayet tabi bir şey olduğu için sorun görmüyorlar.



Nerve diye bir semtten geçtik. Bizim Çamlıca ya da Etiler gibi bir semt burası. Harika bahçelerin içinde ağaçlardan görünmeyen evler. Buradaki butik otellere de soralım dedik baya baya hava da kararmıştı artık.


Fiyatları söylüyorum hazır mısınız: 4 yıldızlı olan 250€, 3 yıldızlı olan 230€ dedi. Bebek yatakları da yokmuş. Bebek yatakları olsaydı kalacaktık :P


Ama semt gerçekten harikaydı...



Sahil tarafında şık bir oteledeki görevli kendilerinde yer kalmadığını söyleyip bizi Iris Hotel e yönlendirdi.



Aralardan gittiğimiz için eğer o görevli söylemese gitmeyeceğimiz bir yer olurdu herhalde. Ama sağ olsun gece 22 de odamıza yerleşebildik böylece. O kadar fiyat konuştuktan sonra kendi kaldığımız otelin fiyatını söylememek olmaz. Pazarlık da yapıp 90€'a anlaştık. Hilton'a da gitsem pazarlığımı yaparım arkadaş! Onlar yapmıyor o ayrı :))


Otel 3 yıldızlı fakat vasat bir otel. Ama diğer fiyatlardan sonra çok çok iyi geldi doğrusu :))


Bu arada İtalya'da oteller yollarda tabelalarla gösterilmiş. Yatak işareti, otel ismi ve yıldızları var tabelalarda. Büyük kolaylık.



Çok yorulmuştuk. Bundan sonraki otellerimizi gitmeden ayarlayalım diye düşündük ama çok geç olduğu için internete girmeye vakit kalmadı.



O hengamede unutmadığımız birşey: 3 yıl önce biz o gün evlenmiştik.



Yollarda Bülent Ersoy'un Cenova versiyonunu gördük.

Ertesi gün otelde kahvaltımızı Ömerciğin bağrış çağrışları arasında yapıp saat 11 gibi yollara düştük.



İstikamet Outlet Kasabası :)))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...