31 Ocak 2010 Pazar

Cumartesiden geriye


Şimdi bizim minik bir yaşına yaklaştı ya,

o anlamasa da anası bu ilk yaş gününü kutlamaya pek bir hevesli ya,

1 şeklinde bir pasta olmasını istiyor ya bu kutlamada,

O 1 şeklindeki pastalar da 150 lira civarı ya,

Hem oğlunun ilk pastasını kendisi yapmak istemiş ya,

şeker hamurundan yapılan sanat eserlerine ağzı açık baka kalmış ya,


işte tüm bu sebeplerden sabah maaile eminönü'ne gidip ordaki pasta malzemecilerini gezmeye niyet ettik fekat hedefimizi değiştirip okmeydanı'ndaki pasdekor a çevirdik.

Şahane şeyler var.

İki kutu şeker hamuru aldık.

Hiç şeker hamuru tecrübem olmadığı için dünden beri internetten videoları filan izliyorum. Eşim birebir örneğini daha önce yapmamı söylüyor. Sanırım bence de önce bir denemem lazım. Bakalım.

Resimdeki pastaya bayıldım.
Tam da istediğim gibi fekat ben bunun gibi birşey yapamam herhalde. Şeker hamuruyla pastayı kaplayabilirsem iyi :)
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Ordan çıktık Bitkiderman a gittik.
Doğumdan sonra dökülen saçlarıma çare arıyorum.
Leyla hanım 80li yaşlarında ama hiiiç göstermeyen bir hanım. 50-60 gibi gösteriyor!!!
Önce saç diplerinize bakıyor aletiyle.
Sonra kürünü ne kadar süre kullanmanız gerektiğini söylüyor.
Önce eşime baktı sonra bana. Çocuğunuz var mı dedi. Var dedik. "2 kelden nasıl bir çocuk olmuş" dedi:)))
(Çok tatlı bir çocuk oldu diycektim.) İkimiz toplam 1 dakika kalmışızdır içerde.
Çok suratsız, çok negatif bir bayan. Ben ne olduğunu anlamadım. Yani soru sorma filan şansınız yok. Diğer çalışanlar da soğuk ve gıcık tipler.
Neyse öyle sorunlara çare olmuş ki bu hanımın geliştirdiği bitki lapası biz de oturduk uygulatmak için.
Kafam müthiş yandı. Hatta başım da ağrıdı. Kokusu çok ağır. Tıpkı benzin gibi. Ben severim o nevi kokuları aslında ama insanın kafasında sürekli böyle bir koku olması başka bir şey.
Bu uygulama haftada bir yapılacak. Hergün yapılacak bakımlar da var. En az 1,5 yıl kullanmak gerekiyor.
Ben yüzüme krem sürmeye üşenen bir insanım 1,5 sene nasıl sabredeceğim diye düşündüm. Ama saç setini gene de aldık.
Evde setin içinden çıkan kitapçığı incelerken emzirenlerin kullanmıycağını öğrendim.
Bitki dermana girerken emzirdiğimi söylemiştim. Hatta kafama lapayı süren kadın bana bilmiş bilmiş "bebeklere içerdeki koku zararlı fakat size değil bilmem ne bıdı bıdı" anlattı.
Eee ne olcak şimdi..
Ben kullanmıycam arkadaş.
Doğumdan sonra dökülen saçlar zaten geri geliyormuş.
Tamam, hakkaten kel olsam dayanırım ne yapayım. Gerçi emzirme işinden sonra başlarım gene de.
Aman ya hiç sevmedim ortamlarını, çalışanlarını...
Gene de öyle resimler varki öncesi-sonrası şeklinde asmışlar duvarlara, hakikaten dermansız gibi görünenlere derman olmuş. (Sedef, saç kıran gibi)
Varsa çevrenizde bu dertlerden muzdarip denemekte fayda var.

29 Ocak 2010 Cuma

Çanta mim'i

İşyerinde blog işiyle uğraşamadığım için yazmak istediklerim birikti.
Üşenmezsem ve unutmazsam yazacağım ama önce bir mim'im var.

Canım E.T. cim bizim çantamızı merak etmiş.



Bizim de zatıalileri gibi iki adet çantamız bulunmakta.

Bir ay öncesine kadar sadece oğluşumun eşyalarını koyduğumuz sırt çantası yeterli oluyordu.
Cüzdanımı ve telefonlarımı atıp çıkıyorduk. Çok nadir onsuz çıkacaksam da eşimin çantası imdada koşuyordu.
İşe başlayalı kendime ait de bir çanta kullanma zorunluluğum doğdu. İş çantam ve gezme çantamız var artık.

Döküyoruz içindekileri efendim, buyrun:



Doğum öncesi ayakkabıma ve o günkü tarzıma uygun çanta kullanırdım. Doğum iznimden döndüğümden beri bu çantamı hiç değiştirmedim. Topuklu ayakkabı da giysem aynı çantayı kullanıyorum. Hiç çok klasik olmuyorum. Öyle bir durumda mecburen değiştiririm herhalde :P

Bu çanta geniş ve hergün süt sağma aparatlarımı taşıdığım için (makineyi iş yerinde bırakıyorum ama biberonu ve yıkanabilenleri getir götür yapıyorum) diğerlerine sığdırmak için uğraşmak istemiyorum.

İşte bugün çantamda olanlar (sün zımbırtıları hariç):

  1. Kalem
  2. Not defteri
  3. USB
  4. Cüzdan
  5. Cep telefonlarım (biri şirket hattı diğeri de eski hattım olduğu için ikitane)
  6. Minoset, elevit ve mide ilacı (en son hamilelikte kullanmıştım şimdi adı aklıma gelmedi, kalkıp bakmaya da üşendim)
  7. Anahtarlar
  8. Ayna
  9. Şemsiye (o kadar yağmur-kar yağdı kullanmadım kapşon gayet rahat oldu, niye hala taşıyorsam)
  10. Çok eskiden çantaya attığım bir mendil.

Sadece işe giderken kullandığım ve serviste de uyumaya çalıştığım için ne okumak için kitap, dergi ne de müzik dinlemek için bir alet var çantamda.

Gelelim minik sincabın çantasına:


Bu kadar ıncık cıncık olduğunu hiç bilmiyordum :)

Odasındaki halı da bol desenli olunca daha da kalabalık göründü resim. Bit pazarı gibi.. Soldan başlıyorum saymaya:

  1. Reçete
  2. Önlük
  3. Bebek bezleri (ne kadar çok böyle :) )
  4. İş yeri kimliğim (bunun burda ne işi varsa)
  5. Diktirdiğimiz sling (haki yeşil olan kumaş - bazen arabasında durmak istemediğinde buna takıyoruz diye her daim yanımızda)
  6. Alt açma (bebekler için olan bana çok ufak geldiği için ben hasta altına serilenlerden kullanıyorum.çok daha rahat oluyor)
  7. Popo sil
  8. Bir anahtar daha (bu babamların evinki)
  9. Popo kremi
  10. Eşimin eski bir telefonu pili mili her şeyi çıkmış. Oyuncak niyetiyle.
  11. Yedek atlet, pantalon, ceket.
  12. Ter bezleri
  13. Kalem
  14. Kağıt mendiller
  15. Tripot
  16. Bir otelden alınmış dikiş seti
  17. Gripin :)))
  18. Yara bandı
  19. Serumvizyolojik
  20. Teramisin (göz için olanından - sünnetten sonra malum bölgeye sürmek için yanımızdaydı demek hala burdaymış)
  21. Şeker (benim için tabiki)
  22. Ateş ölçer
  23. Çeşitli uçak ve tesislerden alınmış ıslak mendiller

Ufff burası resmen bir çöplük....

(Bir de anakucağına takılı oyuncağımız oluyor yanımızda ama o çantaya dahil değil.)

Kabul ederlerse işte benim çantalarını merak ettiklerim:

Sumeyye

Burcu

Güneşli

Petunya

Tomurcuk

24 Ocak 2010 Pazar

Kar-dan Pasta


Sonunda beklenen kar geldi.
Kaç senedir hasretiz ya hu!

İki gündür deli gibi kar oynuyoruz.

Minik sincapsa evin içinde dokundu ilkkez kara.
Hava yumuşak olsaydı onu da çıkaracaktık ama rüzgar çok şiddetli esiyordu, cesaret edemedik.
Onu tutup karlara atmak ne zevkli olurdu :)

Kar topu oynamak dışında evden çıkmayınca boğazlar meselesine ağırlık verdik.

İşte kabaktatlısından yaptığım pasta.


Kedidili bisküvilerini sütte ıslatıp üzerine püre haline getirilmiş kabaktatlısını sürüyoruz.
Sonra kremşanti.
Üzerine bir sıra daha kedidili ve kabaktatlısı püresi.
En son kremşantiyi boca edip buzdolabında bekletiyoruz.
Sonuç gayet güzel.

21 Ocak 2010 Perşembe

1 yaşa tam gaz


2 gün sonra 11 aylık olacak.


Bu son ayda neler yapıyor..?


- Annesinin haftada 4 gün dışarda olmasına alıştı.

- Duran toplara çok iyi vuruyor. Tabi dedesinin desteğiyle.
- Topu getir deyince getiriyor. At deyince attığını zannediyor.

- Alkışlıyor.

- Biz şarkıya başlayınca kalkmak istiyor. Ellerinden tutunca da başlıyor oynamaya, kafa sallamaya.

- Uyanıyor, uykusunu almışsa yatağından uzanıp odasının ışığını açıyor. Yanan lambaya bakıp 'Aaa!' diyor hayret nidasıyla. Sonra da kapatıp hayretler içinde 'aaa' diyor. Açıyor, kapatıyor, defalarca. Sıkılınca duvara vurmaya başlıyor. Bu: "Artık gelin alın beni" demek oluyor. Gecikirsek bağırmaya başlıyor.
Böyle böyle büyüyor işte...


18 Ocak 2010 Pazartesi

AVATAR


Pazar 11 seansına yetişmek için erkenden çıktık.

10:30 gibi AVM'de in cin top oynuyordur diye düşünüyordum. Hiç de öyle değilmiş.


Hatta İstinya Park'taki İMEX salonundaki AVATAR'da yer kalmamıştı.

Daha doğrusu en öndeki bir kaç koltuk hariç yer yoktu.

Biz de diğer normal salondakinde izledik mecburen.


Koltuk hiç rahat değildi.

Gözlükler de hiç rahat değildi.

3 saat 3 boyutlu film seyretmek de hiç hiç rahat değildi.

Sonuç olarak patlarcasına ağrıyan bir kafa ve göz kökleri.


Film mi... Bence çok güzeldi.
Tamam klişeleri bozan bir film değil ama orjinal olduğu yerler de var.


Görüntüler harikaydı.

Orman neyim vardı çok güzeldi hakkaten :)

O ormanlarda Na'vi olmak isterdim :)
Zaten baktım navi kadınlar hep ince belli. Hiç göbekli, kiloluları yok. Yaşıları bile gayet formda.
Evet kesinlikle Navi olmak istiyorum :)
İnaçları biraz ters ama ben onlara tebliğ yaparım artık ne yapalım :)

Biz ABD yakında dağılacak diyoruz ama filmde Amerika aynı sömürgeci, emperyalist amerika.


Dünya bitti, başka gezegenleri sömürmeye çalışıyorlar..


Canları öyle olmak istiyor da ondan :)

13 Ocak 2010 Çarşamba

Kalpten kek

Geçen haftalarda YKM'deki indirim çeklerimizi kullanmak için tekrar gittiğimizde bir kek kalıbı da alayım dedim.

İçlerinden fırsat ürünü olarak geçen kalp şeklinde olan dökme kalıbı aldım.

Bir taraftan da fırında bir kek pişiyordu benim kalıbın aynısında. Onu da tattım: neskafeli kek, güzeldi.



Dökme kalıp hiç denememiştim.

Dışı biraz kuru geldi açıkcası.

Bir de kalıbı mutlaka katı yağla yağlamak gerekiyormuş. Bu da çok hoşuma gitmedi. Aslında diğer kalıplarda da katı yağ kullanınca daha kolay çıkıyor ama keki dökmeden önce sıvıyağla yağlayıp biraz un ya da şeker serpiştirince de gene kolay çıkarılabiliyor.


İşte bu da kalıbımı denemem.





Evde biraz hava alıp tadı kaçmış fındık, badem ve ceviz vardı. Bunlara biraz da aroma olsun diye hindistan cevizi de ekledim ve bayatlamış bu enerji bombasını kekimde kullanayım dedim.


Sonuç olarak: yumurtaları da organik olan bu kek tam şifa kaynağı oldu :)

Lezzeti de güzeldi.

Ancak bir kaç dilim yedikten sonra fotografını çekebildim :)

Fırından çıktığında dışı hakikaten kuru oldu ama sonra saklama kabında rutubetlenip dışı da yumşak oldu.


Yemek blogu gibi oldu ama, afiyet olsun :))

11 Ocak 2010 Pazartesi

Hastalık sonrası


En son pazar sabaha karşı 4:30da ateşlendi.

Bu son calpol'ümüzü alışımız oldu, elhamdülillah.

Dün gün içinde keyifsiz, iştahsız ve ateşsizdi.

Akşam hafif ateşlenir gibi oldu ama hemen normalleşti.


Sabah sütünü içerken yüzünde ve gövdesinde kızarıklıklar olduğunu fark ettim. Bol bol içirdikten sonra öğlene kadar çalışmak üzere işe gittim. Doktoruna telefonda durumu bildirdim.

"Demek ki viral bir durum vardı" dedi. Artık iyileşiyormuş. Kızarıklık ve döküntü viral olduğunu gösteriyormuş.

Geçen hafta pazar günü alış veriş merkezine gitmiştik galiba ordan kaptı.


Bu arada ne olur ne olmaz bulaşıcı birşey varsa arkadaşımın bebeğine de bulaşır diye pazar gezememizi iptal etmiştik. İyi ki de öyle yapmışız.


Şimdi evde oğluma sütünü kaynağından vermek üzere hazır bulunuyorum.


Halsizlik devam ediyor. Uzun uzun uyumuyor. Pek iştahlı değil.

Ama geçecek inşallah.



Annelik denen şey de sanırım günbe gün oluşan birşey. İnsan birden anne oluyor ve fakat zamanla daha da anne oluyor.
Bu işin bir sonu da yok.

8 Ocak 2010 Cuma

Uykulu


Yeni yılın ilk haftasında biraz hasta olduk.

Oğlum oldu.


Geçen hafta süt izni + yılbaşı tatili + haftasonu = 4 gün beraber olunca pazartesi gene bir afalladı miniğim.


Gün içinde ara ara kapıya bakıp "annne anne" diye seslenmiş durmuş.

Akşam üzeri ise ağlamaklı mızmızlanarak "anne"lemeye başlamış.

Her geçen gün daha fazla alışmış yeni duruma.


Dün öğleden sonra ise ateşlenmiş.

Geldiğimde ateşi 38 derece civarıydı. Fitil yaptım düştü. Gece 12 gibi 39'u buldu ateşi Pedifen şurup verdik yarım ölçek.

Sabah 5 gibi tekrar ölçtük tekrar çıkmış ateşi tekrar yarım ölçek şurup verdik.

Öğlen 12 gibi bir yarım kaşık daha verdim.


Bu arada doktorumuzla haberleşiyorduk tabi ki.


2'de de doktorumuza muayeneye götürdük. Soğuk algınlığından şüphelendi. Boğazı biraz kızarmış. Kontrole devam edeceğiz.


Şuanda da yükselip düşüyor işte...


Yavrum gözleri mahmur, hali de yok ama hala oynıycam diye uğraşıyor.

Kıyamıyorum.


Ama ateşlenmesi de iyi sonuçta.

Düşüremememiz kötü. İnşallah düşecek.


Gelirken yolda trafiğe takıldık. Bir ara öndeki araba ilerlerken ben ilerlememişim annem seslendi.

İnanır mısınız içim geçmiş.

Ben inanamıyorum.. Gözlerimi kapatıp dalmışım. Hatta hafiften rüyalar bile görmüşüm.

Korkunç birşey ama gece ateş ölçmekten uyuyamayınca bünyem fırsatını bulurbulmaz uyuklamaya başlamış.

Allah korudu yani.

E komik de hani :)


Pazar günü de bir arakadaşa gideceğiz. Sordum doktora bulaşıcı birşeyse gitmeyelim onların da bebeği var diye. O zamana birşeyi kalmaz, mikrobik de görünmüyor dedi.


İnşallah pazardan önce, sabaha kadar iyileşmiş olur minik tavşanım. Nasıl süzülüyor bu veletler hemencecik.

1 Ocak 2010 Cuma

01.01.10

Dün gecenin yorgunluğundan dolayı kimsecikler evinden bu saatte çıkmaz, bize sabah uykusunu hasret bırakan oğlumuzdan dolayı nasıl olsa uyumuyoruz deyip düştük yollara.



İlk durak Molla Aşkı Parkı (Fatih):



İşte bizi ilk karşılayan pırıl pırıl güneşin altındaki bu müthiş manzara oldu. -Gel de sevme şimdi bu güzel İstanbul'u-



Gece kondular konmasaymış diye hayıflanıyor insan. Ahhh diyor ahhh kıymeti bilinmemiş güzeller güzelinin..

Kafelerde ise kimsecikler yoktu :) -Buraya yazın mutlaka gelmek lazım serin serin oturulur-

E karnımız da aç tabi ki. Planda tost-çay vardı ama gene belediyenin en yakındaki sosyal tesislerinde aldık soluğu. En sevdiğimiz de paçanga böreği.

Belediyenin belki de en güzel hizmeti bu tesisler. Hemen her kesimden insana hitap ediyor. Bazılarında hizmet çok iyi olmayabilir ama birçoğunda iyi ve yiyecekler de güvenilir, temiz. Biz sıksık tercih ediyoruz.

Ordan hooop Eminönü'e.

Bir cebe park ettik arabayı, yaktık dörtlüleri hemen gidip geleceğiz dursun azcık deyip Mısır çarşısına doğru yollandık. Yeni Caminin önünde kuşlara hayretler içinde baktı minik kuş :) Mısır çarşısında da az şaşırmadı yavrucak kalabalığı görünce.




Hurmamızı aldık. -Bu Kudüs hurması ne kadar güzelmiş- Biraz dolandık. Aman arabayı çekmesinler endişesiyle çok da oyalanmadan döndük arabamıza.


Ordan hooop Beyoğlu'na.

Aylar oldu, belki bir yıl oldu İstiklal'de gezinmeyeli. Bu sefer miniğimiz de yanımızdaydı. Ne mutlu Allahım!!!

İstikamet Galata Mevlevihanesi. Ne yazık ki tadilat nedeniyle kapalıymış.
Hadi dönelim geze geze Hacı Abdullah'a gidelim dedik.
Taa Abdulhamit döneminde açılmış ve ustadan çırağa devredilerek gelmiş bugünlere.
Yemekler harika. Elbasan Tava'sı enfes!

Bir de bu tatlı... Haşhaşlı. Çok beğendim çok.

Akşam oldu ve biz döndük geldiğimiz yoldan geriye.


Bu da benim miniğim. İlkkez İstiklal'de. Hava sıcaktı ama çok rüzgarlıydı. Kulaklarını korumak için içine giydirdiğimiz şapkası gözlerine kadar kaymış. Çok da uykusu geldi dönüş yolunda. Şapkasını kaldırınca afacanlığa başlıyor kapatınca sakin duruyor. Sanırım uyumak istiyor. Biz de bozmadık keyfini :)

Akşamın alaca karanlığında İstikbal* İstiklal'de.

Yeni yılın ilk günü Taksim'e gitmeyi hep severim. Ama daha erken bir saatte gidip tenha tenha gezmeyi seviyorum. Bizim gittiğimizde çok çok kalabalıktı. Ama olsun Beyoğlu'nun tadı da böyle çıkar dimi.

Bu yorucu gezi bana çok iyi geldi. Yeni yerler de özlediğim yerleri de gördüm, üstelik de oğlumla. İstanbul'da görülecek o kadar çok yer var ki. Ömrümüz kifayet eder mi bakalım.

*İstikbal tabi ki benim oğlum oluyor. Anlaşılıyor dimi :) Şairane bir ruhum var :P

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...