"Bir mektup bıraktı Tante Rosa arkada, üç çocuk bıraktı; biri emzikte, kaz kızartması ve elma pastası yapmasını, yemek masası örtülerini kolalamasını, dolapları yerleştirmesini öğrettiği hizmetçi kızı bıraktı. Margarita ekili bir küçük bahçe, tahta merdivenli, yüksek tavanlı, çalar saatli bir ev bıraktı, her pazar sabahı kiliseye giden, her pazar öğleden sonra sonra koynuna giren kocayı bıraktı, şapka giyen komşu kadınları, sümüklü çocuklarını bıraktı, onların kocalarını, onların da kaz kızartmalı hayatlarını bıraktı, kiliseyi bıraktı, çan seslerini, org seslerini, Noel şarkılarını bıraktı, kiliseden dönen çocukların attığı kar topuyla delinen camı tıkadığı sol memesini, yüreğini yağ tabakasıyla örten sol memesini bıraktı. Gitti. Gitti fabrika bacalarının, gemi düdüklerinin oraya, tramvaylarda herkesin birbirlerinin ayaklarına bastığı ve pardon demediği ve ne merhaba ne de günaydın demediği insanların oraya gitti, pazar günü öğleden sonraydı, akşamdı ya da, yollara düştü arkada soluk menekşeler arasına katlanmış mektuplar bıraktı, gelin elbiseleri, duvaklar bıraktı."
Sevgi Soysal
Mutsuzluk bulaşıcıydı. Hastalık gibi, kanser gibi kemirgendi. Çalınmıştı bir kere saçlarına. Durgundu. Alıp başını gidesi vardı, Tante Rosa gibi. Yapabilir miydi sahi? Memesini cama dayayan Tante Rosa yapmıştı. Hiç sanmıyordu , o çıkmazdı dönülmez yollara, çıksa bile yarı yoldan dönerdi. Biliyordu mutsuzluğu kapı dışarı edebilirdi yakında. Hem de bırakıp gidemedikleri sayesinde. Durgundu, hiçbir işin ucundan tutası yoktu. Ne başlamak, ne bitirmek. Uzaktı çok. Sadece mutsuzluğuna gömülüp saatlerce ağlamak, sonra volta atmak, sonra yine ağlamak. İsteği buydu . Sıyrılmak istemiyordu ki çaba göstersin.
Zoraki çıkmıştı evden, teslim edilmesi gereken evraklar vardı, ödenecek faturalar. Dönüşte yaşlı, yorgun ama güzel köprüden geçti. Altından geçen boklu suyun kokusundan tiksindi bir kez daha. Yolunu şaşırmış, İstanbul'u, Boğaz'ı bırakıp gelmiş martılara kızdı yine. Az ötedeki yıkılmış, sahipsiz evin bahçesinde baktığı kedilere yemek getirmişti. Besledi onları, sevdi. Merdivenleri çıkıp evin kapısına yanaştıkça içindeki olağan tedirginliği duydu yine. Oh! Sakindi ortalık, hırsız mırsız girmemişti eve. Öyle korkardı. Geçmişte hırsızlar dünyayı zindan etmemişler miydi? Bu korku o yıllardan yerleşmiş , gitmek bilmemişti bir türlü.
Evinin sıcağı ve kokusu vurdu yüzüne, kedi kızları kapıda karşıladı onu. Ellerindekilere atıldılar, kokladılar. İşte yeniden mutsuzluğu ile başbaşaydı. Çay yaptı kendine , küçük poşeti daldırdı bardağına. Rengin yayılışını izledi kısa süre. Gitmeden önce dondurucudan çıkardığı börekler vardı, ısıttı. Hoşbuldum sakinliğim dedi, hoşbuldum...