edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2013 Salı

Sabahattin Ali...Sahaflar...Varlık Dergisi...Ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi...

Sabahattin Ali...
Daha ortaokula adım attığım zamanlarda başlamıştı sahaf dükkanlarına sevdalanışım...O,sadece kağıt ve kitap değil hissiyatların ve nice fikirlerin de kokusunu aldığımı düşündüğüm bu dükkanların biz gençlere yansıması da bugünkünden çok farklıydı.Bizler internette değil kitapların ve o güzelim dergilerin içinde gezerdik bütün dünyayı ve sanal sohbet bağlantıları ile değil yazılan karakterlerle arkadaşlık eder,onlarla birlikte ağlar birlikte gülerdik.Hala hepsi geçmişten samimi bir dost gibi hatırıma gelir zaman zaman...ve o çocuk kalbime düşen efkarı da hissederim,kalbimin bir yumruk gibi sıkışması ile.Sevinmek nasıl "en" sevinmektiyse kuşkusuz üzülmek de "en" üzülmekdi o vakitler...
Sabahattin Ali'yi hayranlık duyduğum eski edebiyat dergilerini almaya çabaladığım zamanlarda tanıdım.Farklı dergilerin birçoğunda yazısına rastlıyordum.O zamanlarda internette araştırma yapma lüksümüz olmadığı için kütüphaneler de araştırma yapma keyfimiz vardı.Annemin o dönemlere göre gayet içerikli kütüphanesinde,okulun veya ilçenin kütüphanesinde araştırdığım bir şeyi bulamadıysam eğer annemle bana  Beyazıt Kütüphanesi'nin yolu görünmüş olurdu.Eğer istediğim kadar detay bulamazsam bir konuda asla içim rahat etmezdi,araştırdığım şeyin bir ödev olması da gerekmezdi,bir dergi de bahsi geçen bir yazar,bir programda bahsedilen bir mucit veya ders kitabındaki tarihi eser olabilirdi araştırdığım,ne büyük şans ki annem iştahlıca araştırmalarıma hep destek olmuş ve yol katetmekten hiç gocunmamıştır.Beyazıt Kütüphanesinin ihtişamı bir yana kesinlikle kendine özgü bir atmosferi olduğuna inanırım,her kapısından içeri girdiğimde büyülenişim ondandır belki de.Her kütüphane dönüşünde Sahaflar Çarşı sına uğrar ve asla elimiz boş  çıkamazdık.Eski yayınlar bulur ve koleksiyoncular misali almak için yanıp tutuşurdum,daha anneme doğru baktığım anda onay veren gülümsemesi mest ederdi beni.Yıllar geçtikçe kendimde gider oldum sahaflara...Ve yayınlar içinde en çok sevdalandığım eski dergi yayınları olmaya başladı.Özellikle Varlık dergilerini bulduğumda nasıl mutlu olurdum...Sanki çok bilinen yazarların o en eski yazılarını okuduğum zaman  karşılıklı divanlara kurulmuş bir şeyler karaladıklarını izleyen bir kuş sanırdım kendimi...Bazısı ilk kez karşılaştığım kelimelerle dolu olan bu yazıları öyle ahenkle okurdum ki,bilmediğim kelimelere durup bakmak o ahengi bozar sanır bir çırpıda okumaya devam eder ve o ahenkle kendimi yazıya kaptırmamın bilmediğim kelimelere rağmen cümleleri çözme gücü verebildiğini görürdüm.Tabii kesinlikle öğrenirdim sonrasında bu not aldığım kelimelerin anlamlarını ve cümlenin gelişi ile tahmin edebildiklerime rastladığımda kendimi pek bir bilmiş sanır,gülümserdim hemen.
İşte Sabahattin Ali'nin öykülerinin tadına bakmışlığım da bu günlere yansır.Gel gör ki okunmalı,bu da okunmalı,bu da okunmalı dediğim eserlerin arasına kimi zaman popüler yayınlardan merak ettiklerim,kimi zaman tavsiyeler,kimi zaman da eski yayınlara denk gelip aldıklarım girdiği için...Bu da okunmalı listem bitmemiştir her gün yenisinin eklendiği dimağımdaki bu listeyi bitiripte bu diyardan göçebileceğime de inancım kalmadı doğrusu.İşte bu yazının geri kalanı bir ihmalden doğan acı bir itirafdır,hayatına dair araştırma yapıp,bir şeyler bilecek kadar kendime yakın gördüğüm bu adamın hiç bir eserini (ki bilenler bilir maalesef o mükemmel kalem gereken kadar eser veremeden kağıdından ve kaleminden ayrı düşmüştür)okumadığımı farkettiğimde çok üzüldüm.

Sevdiğim bir arkadaşımın armağanı olan kitapların arasından Kürk Mantolu Madonna çıktığında çok sevinmekle birlikte bu hüznü de yaşamıştım beraberinde...Ve nihayet okudum onu...Bir kitap değildi okuduğum sadece,yine her daim benimle birlikte olacak,zaman zaman hatırıma düşecek insanlar eklenmiş oldu hayatıma ve çok mutluyum onları tanıdığıma...Maria Puder ve Raif Efendi ile tanışmadıysanız eğer naçizane tavsiyem en kısa sürede tanışmanızdır.İnsanların birbirine değer yüklerken ağır sorumluluklar yüklemeyi de adet haline getirdiği bu vakitlerde karşısındakine hiç sorumluluk yüklemeden saf ve temiz sevmek ve aidiyet duygusunu bir ömür ızdırapla taşımak neymiş göreceksiniz ve basit,dümdüz bir insan sanılan birinin dahi içinde ne fırtınalar ve ne karmaşık hisler barındırdığını görünce sanıyorum ki hiçbir insanın göründüğü gibi basit duygulara ve monoton yaşamlara sahip olmadığına bir kez daha yürekten inanacaksınız benim gibi...
Temayül...Nahvet...Tezlil...Tedai...Tecessüs...İnhisar...Tekasüf...Muhayyile...
kelimelerini telafuz etmeyi de sevdim anlamlarını öğrenmek de hoşuma gitti...Sizin en çok hangi kelime dikkatinizi çekti...

size belki de gözden kaçırmış olabileceğiniz bir sır...Eğer bir kelime araştırıyorsanız bence en güvenilir kaynak şüphesiz Türk Dil Kurumu - Güncel Sözlük tür.Aynı site içinde Bilim ve Sanat Terimleri,Ekonometri Terimleri,Zıt Anlamlı Kelimeler dahil olmak üzere birçok sözlükten faydalanabilirsiniz.Sözlüklerde işaret dili ile ilgili detaylar verilmesi güzel olmakla birlikte ayrıca Türk İşaret Dili sözlüğüne de yer verilmiş.

Ayrıca Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nden bahsettik ya yazıda,İstanbul'da ikamet edenler siteden üyelik kaydı yapabilir ve bu üyelik bağlantısı ile gitmeden önce istedikleri yayınların ayırtılmasını isteyebilirler.Hafta içinden ziyade cumartesi günleri görevlilerden yayın istenemediği için cumartesi gidecek olanlar hafta içi istedikleri yayınları ayırttırabilir.Kütüphanelere ziyaretlerin azaldığı bu zamanda bir değişiklik yapıp ziyaret etmek isterseniz.Çalışma saatleri ile ilgili bilgiyi de paylaşayım sizlerle :)
çalışma Saatleri
Hafta içi: 08.00'dan 18.30'a kadar. (Depolar 18.00'a kadar açıktır)
Hafta sonu(Cumartesi): 08.00- 16.30'a kadar
Cumartesi çalışacak okuyucuların, çalışacağı yayını, hafta içi mesai saatlerinde ayırtmaları gerekmektedir.
(kütüphanede bizzat, yada web sitemiz üzerinden yayın ayırtma yapılabilmektedir.)
(Nadir eserler ve Osmanlıca eserler ayırtılamamaktadır.)
Fotokopi ve Cd çekim Hafta içi 16.00'a kadar açıktır.

15 Mayıs 2012 Salı

Bir ben vardır bende benden içeri...


Merhaba...kayboldum yine di mi:((günler nasıl başlıyor,nasıl bitiyor anlamıyorum.bütün anne dostlarımın ve yakınlarımın geçmiş olsa da anneler gününü içtenlikle kutlarken;hem çalışan hem anne olan bütün annelerin önünde de saygıyla eğiliyorum.ben çocuksuzken yetişemiyorum kimi gün oluyor da...helal olsun sizlere.çok yaşayın e mi:)özel sektörün iş saatleride bunda büyük etken tabi ki ama bende ağır bir grip virüsünü bertaraf etmeye uğraşırken,düzenimi yitirdim.hükümsüz değildi halbuki ama bulamamaktayım:)
gerçi kabahat birazda bende.ben istiyorum ki herşey tam olsun.bi işim diğer güne kalmasın(kalmıyor mu?kesinlikle kalıyor:) )dahası hem okuyacak hem yazacak vaktim kalsın.işyerinde sorun olmasın,işler sorunsuz hallolsun.evde soframın düzeni,tencerelerimin içi tam olsun.ütüler yığılmasın,temizlik bunaltmasın.herkeslere gideyim,düğünde,cenazede,hastalıkta,sağlıkta dostlarımın yakınlarımın hep yanında olabileyim.ama olmuyor işte biri olsa öbürü kalıyor,kalan bütün işlerde de benim aklım kalıyor.burda da kalıyor hem de nasıl???özledim sizleri...çok sık yazamam zaten,zaman zaman yazarım biliyorsunuz ama fırsat buldukça okurum sizleri ve yorum bırakırım.ama bu ara sizleride pek okuyamadım ve özledim doğrusu:(üzerimden bu bahar sarhoşluğunu bir an önce atıp,benden ayrılmak istemeyen öksürük ile de vedalaşmam ve eski düzenime kavuşmam gerekiyor.çünkü yetemez,yetişemez oldum.ve bu hal beni mutsuz,keyifsiz yapıyor.Allaha şükür ciddi sağlık sorunları yaşamıyorum ama hayata karşı güçlü olduğunu uman ben.yine minicik bir grip virüsüne yenik düştüm.bu kadar hassas olmamayı ummakla birlikte hayat enerjimi söktü götürdü ardından bakakaldım.bana yeni bir ben lazım...size kısa bir not yazacaktım ki...aklıma Yunus Emre nin şaheser dizesi düştü
... "BENİ BENDE DEMEN BENDE DEĞİLİM
BİR BEN VARDIR BENDE BENDEN İÇERİ" ...
diyecektim ki devamında yorgunum,halsizim...beni affedin:)sonra dedim ki bir dizeye ne hacet...okuyalım birlikte tamamını:))


 BİR BEN VARDIR BENDE
Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkândan içeri.

Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri.

Nereye bakar isem dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri.

O bir dilberdürür yoktur nisâni
Nisan olur mu nisandan içeri.

Beni sorma bana bende değilim
Sûretim hoş yürür don'dan içeri.

Beni benden alana ermez elim
Kadem kimbasa sultandan içeri.

Tecelliden nâsib erdi kimine
Kiminin maksudu bundan içeri.

Kime dîdar gününden sûle deyse
Onun sû'lesi var günden içeri.

Senin aşkın beni benden alıptır
Ne şirin dert bu dermandan içeri.

Şeriat, tarikat yoldur varana
Hakikat mârifet andan içeri..

Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman'dan içeri..

Unuttum din diyânet kaldı benden
Bu ne mezhepdürür dinden içeri..

Dinin terkedenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür îmandan içeri..

Geçer iken Yunus sas oldu dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri....


YUNUS EMRE


Allah rahmet eylesin bu güzellikleri bize bırakan nicelerine...nasıl bir ahenkle coşturdularsa dizelerini kelimelerin tamamını kavrayamadığımızda bile bizi bizden alabiliyor satırlar...

not:Beni bende demen bende değilim,Bir ben vardır bende benden içeri :)

sevgilerimle

PINARPARE

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bir İnsanın Anavatanı...


  Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi,
  Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek
  hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle
  bir konuşma yer aldı:
  - Hayrola, neden elimi öpmek istedin?
  - Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti.
   O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek
  istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.
   - Ne oldu, nasıl oldu?
   - Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde
  bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, "Bir
  insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir
  insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli
  görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar
  yaratmaktır."
  Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya
  devam etti:
   - Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, "Bir ulusun en
  önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar
   yaratmaktır." Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime
  düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya
   yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar
  hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm.
   Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz
   yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya
   çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?
   - Hayır, neden?
  - Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. "Oğlum bugün ödevini
   yaptın mı?" Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da
  sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, "cık" sesini çıkarıyordu.
  Kızıyordum, söyleniyordum, "Niye yapmıyorsun ödevini!" diyordum.
   Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun
  sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.
   Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar
   vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam
  etti:
   - Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. "Ben ne
  biçim babayım," diye kendime sordum. Seminer için geldiğim
  İstanbul'dan çalışma yerim olan Kayseri'ye gidinceye kadar düşündüm;
   otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle
   konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse
   beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.
   - Radikal bir karar!
   - Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam.
   Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime
  dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk,
   çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları
  aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim
   ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var
   ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu
   yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir
   çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi
   değiştirelim bunu.
   - Eşiniz ne dedi?
   - Hocam biliyor musun ne oldu?
   - Ne oldu?
  - Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, "Bu ne biçim seminer be! Kim
   bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış!
   Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek
   ilerleyecek! Öyle şey olmaz."
   - Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor,
   kaygılanıyor!
   - Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her
   gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin
   sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.
   - Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?
   - İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının
   yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve
   dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve
   "Hayır!" anlamına gelen "cıkk" dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya
   ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim,
   onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış,
   onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat
   altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak
   içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok
   mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya
   başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün
   sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla,
   kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum.
  Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım
   ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar
   hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti.
   "Ne büyük tehlike!" diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi
   söylemediğinin farkında olmayacaktım.
 



  - Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum
   birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir
   tehlike!


24 Ocak 2011 Pazartesi

kitap...almadan olmaz...

yine dayanamadım,yine...aslında kitaplığımın alt rafında(henüz okunmayanlar rafı) beni bekleyen kitaplar var ama ben müdavim olduğum kitapevlerinin yakınlarına gidersem uğramadan edemiyor,uğrarsam karıştırmadan çıkamıyor,karıştırırsamda almadan edemiyorum:))
dikkatimi çeken ve sanırım yakında daha da çok dikkatleri çekecek olan biri.Berrak Yurdakul ve Konuşmayan Tavus Kuşu CAMİO...