Showing posts sorted by relevance for query kolay kurabiye. Sort by date Show all posts
Showing posts sorted by relevance for query kolay kurabiye. Sort by date Show all posts

Thursday, September 21, 2006

kolay kurabiye


evde pek kurabiye pişirmem. isterim evimden kurabiye kokuları taşsın, sıcacık kurabiyeleri çaylarımızın yanında yiyelim gibi şeyler ama ben tek başıma bu evle ve 2 yaşındaki bir oğlan çocuğuyla kurabiye olayına girecek takati bulamıyorum kendimde. yani daha çalışkan, tertipli ve azimli bir insan olsam bulabilirdim tabii ki ama kendi kendime bi şeyler yapmaya, okumaya vs. zamanım kalmazdı, o takdirde de sinirli bi tip olabilirdim hiç lüzum yokken. işbu sebeple kurabiye tipi yiyecekler arka sokaktaki ev mamulleri satan dükkandan temin ediliyor bizim evde. yemek yapabildiğime şükrediyorum ben ya ne kurabiyesi, kısacası.

geçen hafta kendimi hala tatilde sandığım dakikalarda uzanmış roll'un eski sayılarından birindeki jane birkin röportajını okuyordum. cem de o sırada yeni uyanmış kendi kitaplarını getirip götürüyor, arada adlarını bildiği çeşitli şeylerin resimlerini "bu ne?" diye sorarak bana teyit ettiriyordu. kısacası hayatımdan memnundum, uzandığım yerden kalkmam gerekmiyordu, ufak kopuşları saymazsak dergimi okuyabiliyordum, rahattım işte. hiçbi mutluluk sonsuza kadar sürmez hatta yarım saat bile sürmez, cem kitaplarından birinde kurabiye resmi gördü ve tutturdu kurabiye diye. tabii ki kazımadım başlarda. biraz isteyip susacağını düşünürken yarım saat gabiye, gabiye dedi. ne kuru üzüm ne de başka bir şey vazgeçiremedi onu gabiyeden. virüs nedeniyle internete giremediğim bir zamandı ve daha önce denediğim toplam kurabiye tarifi sayısı 1'di, onu da yapmak istemiyordum. kara kara düşünürken aklıma portakal ağacı'ndan zamanında defterime not ettiğim kolay kurabiye adlı tarif geldi. iyi ki kolay diye yazmışım deftere zamanında. yapımı hakkaten çok kolay ve tadı harika oldu. kime tattırdıysam çok beğendi. ayrıca ilk defa alabildiği kadar un ibaresini uygulayabildiğimi gördüm bu tarifle birlikte. alabildiği kadarın ne olduğunu kesin bilemem diye düşünürdüm, o da kolaymış. tembellere, aslında herkese tavsiye ederim. o kadar kolaydı ki bir haftada iki defa yaptım ben hatta ikincisinde hamurun içine kuru vişneler koydum ve kalıpla keserken her bir kurabiyenin içine bir vişne düşmesine özen gösterdim, daha da harika oldu böyle. kalıplarım, bu arada çok küçük oldukları için çok sayıda kurabiye çıkabildi hamurdan, benimki gibi az yiyen çocukları olanlar için ideal bir durum. yalnız onur bir oturuşta 7 tane yemiş, kavanozun yarısı gitmiş. neyse. gerçi cem bile gidip gelip istedi bu kurabiyeden. güzel, deneyin pişman olmayacaksınız.

not: ben tam buğday unu kullandım.

Thursday, December 25, 2008

geçen sene bugün

1. gün: like a rolling stone (25/12/2008)

cem'in yuvası bugünden 5 ocak'a kadar tatil. havalar çok soğudu burda, yağışlıydı da, bugün çıkmadık, ilk günümüz evde geçti. madem evdeyiz, bir tatil günlüğü yapabiliriz diye düşündüm sonra dönüp baktığımda, günlük ayrıntıları hatırlamak iyi oluyor.

cem oynarken kap kek var mı (o ne ya?) diye sorunca kurabiye yapmaya karar verdik. kolay kurabiye vardı hani ondan yaptık fakat ya aldığı kadar un olayını abarttık ya da tepsiyi fırında 5 dakika fazla tuttuk, kurabiyeler biraz kaya gibi oldu. cem yerken azı dişlerini kullandı ama tadı her zamanki gibi güzeldi. şimdi yazarken kahveyle yiyorum, tıkır kıtır.



cem neşeliydi bugün. evde olmak hoşuna gidiyor. oynarken birden "televizyonu açsana ses olsun izlemiycem, çok sessiz oldu" dedi gülerek. ses olsun diye tv açtığımız olmamıştı hiç, "git bi müzik koy öyleyse" dedim. kendi cdleri arasından new orleans playground'u seçti, biraz dans ettik neşeli neşeli.

öğleden sonra yemekteyiz'i açtım, mükarrrrem hanım'ın neler yapacağına yan gözle bakarken korsancılık oynadık, o sırada televizyon tamircileri geldi, tv kapandı cem doğrularıyla yanlışlarıyla kediler kitabını getirdi. biraz okuduk, sorduk, cevapladık. tamircilerin açtığı sünger bob'u gören cem tv izlemek istedi. sabah 20 dakika izlemişti, 10-15 dakika daha izledi. bu işi de sınırlı tutmaya çalışmak ipte yürümek gibi, çok zor. bu arada hava kararmıştı, ben aradığım bi kullanma kılavuzunu bulamadığım için kızgındım, bir şeyi arayıp arayıp bulamamak, hoff... daha çorba yapacaktım, mutfağa girdim.

son zamanlarda iştahı iyice azalan cem'in akşam acaba ne yiyebileceğini düşünürken biraz daha sinirlendim kendi kendime. başka bir şey yemek istemezse bile iyi bir çorbayı reddetmeyebilir derken şöyle bir çorba çıktı ortaya:

sebzeli mercimek çorbası

* yarım su bardağı kırmızı mercimek
* yarım su bardağı kabuklu mercimek
* 1 litre (+ pişirirken eklediğim yaklaşık 2 bardak su)
* bir küçük soğan, yemeklik doğranmış
* bir ufak kırmızı biber
* bir ufak havuç
* bir avuç brokoli
* iki diş sarmısak
* tereyağ
* kuru nane, kırmızı toz biberi kırmızı pul biber, karabiber, tuz

* malzemeleri yıkayın, doğranacakları doğrayın.
* tencereye suyu koyup önce mercimeği kaynatmaya başlayın, mercimekler yumuşamaya başlarken haşlanma sürelerini düşünerek sebzeleri (sarmısaklar hariç) eklemeye başlayın. sebzeleri daha sonra atıyoruz, en kolay pişen brokolileri en son olacak şekilde. sebzelerle birlikte tuz ve dilediğiniz kadar karabiberi ekleyin.
* pişerken çorbanın çok koyu olacağını düşünürseniz biraz daha su ekleyin.
* sebzeler yumuşayınca ateşten alıp biraz bekledikten sonra çorbayı blenderdan geçirin.
* bir kaşık tereyağ eritip içine kuru nane, toz ve pul kırmızı biberi karıştırdıktan sonra karışımı çorbaya ekleyin.
* ben sarmısakları en son rendeleyip ekledim çorbaya, pişirmeden. siz isterseniz erittiğiniz tereyağına da katabilirsiniz.

gece onur'la my kid could paint that diye bir belgesel izledik. iyi bir film olduğunu düşünmüyorum ama kısaca bahsedicem. film herkesi şaşkınlığa düşüren ve bir anda ünlenip, tabloları binlerce dolara satılmaya başlayan 4 yaşındaki marla olmstead'in gerçekten bir dahi olup olmadığı sorusuna cevap ararken, soyut ya da modern sanatı da tartışmaya çalışıyordu sanırım. marla'nın babası pek hırslı göründü bize, tablolarını sergileyip pazarlayan galeri sahibi de pek tekin gelmedi, emlakçı havası vardı halinde, bir de soyut resme kenan kainatça bir yaklaşımı vardı; o da picasso'nun resimleri için "ne var, bunu ben de yaparım" dememiş miydi? e yapsana o zaman.


filmde sıkça fikir beyan eden new york times baş sanat eleştirmeni michael kimmelman filmin sonunda şöyle dedi:
fotağrafçı cartier-bresson, insanların fotoğraflarını çekmek korkunç bir şeydir derdi. bir şekilde sınırlarını ihlal etmek. hatta barbarcadır derdi. çünkü aslında onlardan bir şey çalıyorsunuzdur. çünkü onları bir şeye zorluyorsunuzudur. bu işlemin içsel adaletsizliğini sezmişti. tüm yazarlar, tüm hikaye anlatıcılar, bir şeylere kendi bakış açılarını empoze ederler. yani tüm sanatlar bazı açılardan yalandır. bir şey bir şeyin resmi gibi görünebilir ama o şey değildir. o şeyin temsilidir. senin belgeselin de bir seviyede, yalan olacak. bir şeylerin senin tarafından inşa edilmesi. nesneleri inşa etme biçimi. bu senin gerçeği nasıl yansıtacağına ve belirli bir hikayeyi nasıl anlatacağına karar vermenle ilgili.

Thursday, January 15, 2009

cem'den kapkek tarifi


12 ocak 2009, pazartesi
cem geçenlerde kapkek istemişti. bugün haftasonu etkisini gösteren soğukalgınlığını atlattığından emin olmak için yuvaya götürmedim. öğleden sonra kendi kapkekini kendisi yapmak üzere mutfaktaydı; un karışımı paketini makasla kesmekten fırını yakmaya her adımı kendisi yaptı. tarif ve altyazılar için fotoğraflar geçerken mausu yaklaştırın.

ek gıdalara geçtiğimiz zaman yemek konusunda müşkülpesent bir çocukla karşı karşıya olduğumu anlamıştım gerçi sadece anne sütüyle beslenirken bile prensipleri vardı cem'in: emerken kimse konuşmayacak, etrafta yürümeyecek, ben kımıldamıycam, mutlak sessizlik, cem süt içiyor, nefesler tutulacak yoksa ağlar, küser, emmeyi bırakır, birkaç saat boyunca da boykot, emzirmek mümkün değil, aç durur... şimdi kuralları yumuşadı belki ama yine yemeği tam istediği şekilde pişmiş olmalı; yemekte dereotu, maydonoz, hiçbi ota izin yok, biraz fazla pişmişse iptal edebilirsiniz o öğünü sonra baharat ayarı hep aynı olacak, tabağındaki soğuk olmayacak ama sıcak da olmayacak... ufacık bir ayrıntı yüzünden yemekten vazgeçebilir. yemeği gerçekten beğendiği bir gün "biliyorum bana bir yemeği beğendirmek zor ama bu güzel olmuş" dedi. durumun farkında ve geribildirimde kusur etmiyor neyse ki. madem bu kadar zor beğeniyor ve neyi beğeneceğini de iyi biliyor o zaman bu durumdan yararlanmanın bi yolunu bulmalı: cem'in ilerde mutfağı sevmesi, yemeğini istediği şekilde pişirmesi, farklı tarifler denemesi, kendi tariflerini yaratması, bize de tattırması için mutfağa alışması iyi olur, hem mutfak benim gibi tembel biri için bile eğlenceli bir yer. insanın her gün çok hevesli olmasa da, kendi yemeğini pişirmesi, yaratıcılığını harekete geçirmesi, evdekilerin karnını doyurması hatta sadece evi saran güzel kokular için bile mutfağa girmesi iyi bir şey. cem'i baştan sona kendi yapabileceği tarifler için sık sık mutfağa davet ediyorum; ben tarifi okuyorum, fotoyla ilgileniyorum, o malzemeleri hazırlayıp tarifi uyguluyor. kolay tarifler dedim. zor olursa cem kızıp bu işten temelli vazgeçebilir, bu işin aslında hiç de eğlenceli olmadığını sanabilir, devam etmesi için zorlanmaması daha doğrusu yılmaması gerekiyor; tarifler o ustalaştıkça zorlaşır. ne diyordum, son olarak pişenleri çizgi film izlerken yiyoruz, karşı komşumuz saadet teyze'ye, öğretmenine, misafirlere ikram ediyoruz.