Showing posts with label istanbul. Show all posts
Showing posts with label istanbul. Show all posts

Saturday, August 23, 2014

Kolay Değil :: Yaz, 2014

Dün Cem'in satranç okulundaki dersin bitmesini beklerken benim gibi oğlunu bekleyen bir anneyle tanıştım. Ders bitmişti ama çocukların maçı bitmediği için çıkış saati neredeyse bir saat uzamıştı. Ben bu gecikmelere alışkın olduğum için zaten geç gitmiştim, buna rağmen bekleme süresi uzayınca "daha geç gelsek de olurmuş" diyerek konuşmayı başlattım. Beni tanıyanlar, bu tür giriş(kenlik)lerin insanı olmadığımı bilirler ama çocuklar büyürken öyle değiştim ki, ben bile kendimi tanıyamıyorum artık.

Konuşurken evlerimizin arasında sadece birkaç blok olduğu ortaya çıkınca nasıl sevindiğimizi görmeniz gerekirdi, burada anlatmam mümkün değil. Öyle ki çocuklar birbirilerini görmeye yürüyerek gidebilecekler. Ben Cem'in yaşındayken bırakın birkaç blok ötesini, bisikletle neredeyse şehrin (İstanbul değil!) tüm semtlerini kat ederdim. Cem daha tek başına markete ekmek almaya gitmedi! Bir sitede oturmadığımız için neredeyse hiç sokakta da oynamadı ama bu arkadaşına yürüyerek gidebilir çünkü evden çıktığı anda oradan da bizim evden de görülebiliyor, evleri bize öyle yakın ki.

Satranç gibi ortak ilgi alanları olan, onun dışında da birbiriyle iyi anlaşan iki çocuk ve terlik mesafesi komşular. Buna yaz tatili çaresizliği içindeki iki annenin tepkisi tabii ki çok sevinmek olur.

Ertesi gün yani bugün derhal davet edildik ve ilk ev buluşmamızı yaptık. Çok mutluyuz.

Büyük şehirde anne/baba olmak, büyük şehirde çocuk olmak, büyük şehirde yaz tatili denilen 3 aylık devasa süreyi anlamlı şekilde geçirmeye çalışmak… Çok zor arkadaşlar, gerçekten de çok zor. Hele de bir sitede değil, trafik derdinden uzak kalalım, okul dahil gitmek isteyeceğimiz her yere yakın olalım diye şehrin göbeğinde oturmayı seçmişseniz, yazlığınız yoksa, çocuklarınızı yazlık evlerine birkaç haftalığına olsun gönderebileceğiniz aile büyükleriniz yoksa, çocuklar arasında 6 küsur yaş varsa, yetmezmiş gibi cinsiyetleri de farklıysa… Tek çıkış yolu, birbiriyle vakit geçirmeyi seven ve çok uzak mesafelerde oturmayan yaşıtlarıyla yapacakları buluşmalar oluyor. Biz bu sene ilk defa Cem'i yarım günlük spor okuluna gitmeye ikna edebildik, o da iyi oldu. Kendisi de memnundu, hatta cuma akşamları yatmaya giderken "keşke yarın da masa tenisi olsaydı" dediği günler oldu. Bu noktada Yankı Yazgan'a, yazılarından birinde rastladığım "zorla güzellik olmaz ama güzellikle zorlama olabilir." sözü için teşekkür ediyor, bunu ilk okuduğumda nasıl yapacağımı bilemesem de, sonunda dinlediğim ve yapabildiğim için de kendimi tebrik ediyorum.

Cem gönülsüzce gittiği Pera Müzesi'ndeki Andy Warhol sergisi girişinde. Pek istememişti ama sonuçta pişman olmadı gittiğine. (Temmuz)

Kısacası, sinema, kitaplar, ipad, semt turları, müzeler, aileyle gidilen deniz tatilleri bir yere kadar; tatilde hiçbiri sık görüşülen arkadaşın yerini tutmuyor.

Sebze ayıklamak da bir yere kadar, yani nereye kadar? 
Sağolsunlar, buzluk doldu. (Ağustos)
*
Çocuk Bahane, Kendimize Bakalım (Yankı Yazgan)

Çocuklar Mutfakta

Tuesday, August 12, 2014

Haftalık Planlar

8/8/2014 Cuma

Bugün radyoda sunucu "önümüzdeki hafta sıcaklıklar çok yükselecek." dedi. Yaz, sıcaklıklar çok yükselmeden de zor bir mevsim zaten… ya neyse, kendimden sıkıldım artık. Evet yaz, evet tatil, evet çok uzun, zor… tamam. Ayrıca yazın beklediğimden daha rahat ve neşeli geçtiğini kabul etmeliyim. Dırlanma azaldıkça tatil güzelleşiyor, yeni (ve geç!) keşfim.

Bugün Cem'i satranca götürüyordum, dönüşte parka uğrayalım dedik Rüya'yla. Daha doğrusu ben dedim; Rüya uzaktan başlayan gökgürültüsünün devamında olacakları tahmin ettiği için pek istemedi. Sonuçta henüz yağmur yok, hazır hava serin, rüzgarlı biraz dışarıda takılırız derken birden bastırdı yağmur. Arabaya koşana kadar elimizdeki şemsiyeye rağmen iliklerimize kadar ıslanmıştık. Rüya ilk defa böyle bir sağanağa maruz kaldığı için ıslanırken bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Eve girer girmez "dondum dondum" dedi, sahiden de donduk çünkü yağmura sert bir rüzgar eşlik ediyordu.

"Sıcaklıkların çok yükseleceği" önümüzdeki haftaya şöyle bir bakalım, neler yapabiliriz:

Cem hafta içi her gün 13.00'e kadar yaz okulunda, branşı masa tenisi. Planlar 13.00'ten sonrası için...

* Ufukta iki adet çocuklu arkadaş buluşması var. Bunlar tabii ki ev ortamında gerçekleşecek olan buluşmalar. Neden? Çünkü apartman çocuklarıyız ve ağaçsız, gölgesiz parklarımızı yaz döneminde ancak güneş battıktan sonra kullanabiliyoruz.

salon ve seanslar için TIK

* Bu hafta vizyona giren bir film var. Üçümüz (artık Rüya da sinemaya gidebiliyor!) ona gidebiliriz: Miniscule, Fransız. Fragmanını Cem'e izlettim, giderim dedi, çok sevindim. Nicedir animasyonlara bebeklere göre diye gitmek istemiyordu. Sordum, diğer yaşıtları da 10 yaş itibarıyla eskiden olduğu gibi her animasyonu ilginç bulmuyor.

* Yeni tanıştığı ve çabucak kaynaştığı arkadaşıyla bir buluşma ayarlayabiliriz. Bu buluşmanın outdoor olma ihtimali yüksek. Sevindirici.

* Cuma masa tenisi sonrası satranç var, ardından dışarda yemek ve kitapçı ziyareti? Olabilir…

Geçti bir hafta daha.

Çocuklarla yaz tatiliniz nasıl geçiyor? Herkes mi İstanbul dışında ya, şehir için değişik fikirleri olanlar lütfen yazsın. Siz neler yapıyorsunuz?

Thursday, June 5, 2014

LGBTİ İstanbul Onur Yürüyüşü :: 29 Haziran Pazar

29 Haziran Pazar yürüyoruz. Sen de gel!

"Dünyanın hiçbir yerinde sadece lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve intersekslerin çabası yeterli olmuyor. Ortak ve herkesin kimliğine saygılı bir dünya hayal ediyorsak, bu dil, din, ırk, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği gözetmeksizin, herkesin kimliğiyle gerçekleşecektir." 



İstanbul LGBTİ Onur Haftası’nı kim düzenliyor?
Kalabalık, gönüllü bir ekip. İçlerinde LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) dernekleri, medya çalışanları, avukatlar, akademisyenler, öğretmenler, bankacılar, bolca üniversite öğrencisi, sanatçılar ve seks işçileri bulunuyor. İnanılmaz renkli, kocaman bir aile. İzmir’den Mardin’e kadar Türkiye’nin her kentinde yaşayan LGBTİ’lerin katkılarıyla daha da büyüyor. Onur Haftası, LGBTİ’lerin hak mücadelesinin ve taleplerinin gündeme taşındığı zaman...
Kimler katılıyor?
Aklında, “Birlikte dünyayı daha iyi bir yer haline dönüştürebiliriz ve benim de buna bir katkım olabilir” düşüncesi olan herkes! Yıllardır mottomuz, “Sen yoksan 1 eksiğiz!” idi. Artık değiştirdik: “Sen yoksan çok eksiğiz!” diyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde sadece LGBTİ’lerin çabası yeterli olmuyor. Ortak ve herkesin kimliğine saygılı bir dünya hayal ediyorsak, bu dil, din, ırk, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği  gözetmeksizin, herkesin emeğiyle gerçekleşecektir...
Geçen sene müthiş bir şenlikti, bu sene nasıl olacak...
Yine çok görkemli olacak! 29 Haziran Pazar günü için herkesi davet ediyoruz. Biz en doğru politikanın, bireyin, baskılanmadan kendini özgürce gerçekleştirmesi ve ifade etmesi olduğuna inanıyoruz. Onur Yürüyüşü’yle bunu hep birlikte İstanbul’dan tüm dünyaya bir kez daha göstermek istiyoruz. Buradayız, alışın, gitmiyoruz. Bizler durdurulamayız.

Wednesday, January 29, 2014

Aynı Noktadan 5 Gün

Rüya'yı okula bıraktıktan sonra her gün evden çıkarken yanıma aldığım kahveyi bitirdiğim nokta burası. Arabayı park ettiğim yerden birkaç adım uzakta. Acelem yoksa her gün uğrayıp denize, denizden ve köprüden geçen araçlara baktığım yer. Hayatın birbirinin aynı günlerden ibaret olmadığını, her şeyin her an değişip durduğunu hatırlamak için birkaç dakika. 

20/01/2014 Pazartesi
21/01/2014 Salı
22/01/2014 Çarşamba
23/01/2014 Perşembe
24/01/2014 Cuma

*
Oradan ayrılırken aklımda hep: Hala çok güzelsin İstanbul.

*
Burayı ilk keşfettiğim gün :: 16 Mayıs 2013

Sunday, January 19, 2014

Monday, December 9, 2013

istanbul yepyeni bir mahalle kazandı : ?

şehir içi dururken dağ başına mahalle mi kurulur efendim?

haber 21 ocak 1951 tarihli akşam gazetesi'nden. istanbul'un dağ başında kurulması münasebetiyle kazanmış olduğu yepyeni mahalle ise haberden 60 sene sonra bizim merkezi, sinemaya-çarşıya-pazara (= avm), işe, okula yürüyüş mesafesi; gideceğimiz hemen her yere araba yerine yürüyerek, olmadı toplu taşımayla, en çok da metro ve metrobüs sayesinde tek vasıtayla ulaşırız diye yerleştiğimiz levent. mahallenin kurulduğu tarihte, taksim'den buraya günde yalnızca 1 (yazıyla bir) adet otobüs işliyormuş. eski türk filmlerine, belki de müstakil evleriyle birlikte sakinliği ve tenhalığı nedeniyle sıkça mekan olan bu semte, dağ başındaki yerler için hep söylendiği gibi kış geceleri arada kurtlar inermiş.


istanbul'da bugün dağ başı dediğimiz yerler bakalım yarın nasıl merkezler haline gelecek diye düşünmeden edemiyor insan. şehr-i istanbul bütün şehirler gibi bir organizma ancak burası yıllar geçtikçe şekilsiz ve kontrolsüzce büyüyor, büyüdükçe de yiyip yutuyor bizi. yollarda geçen zaman, akmayan trafik, kaybolan yeşil doku, etrafı saran gökdelenler, siteler... artık sinemalarda film fragmanlarından daha uzun süren havuzlu lüks (!) site reklamları izliyoruz. haydi gidip keselim kuzey ormanlarını da, yeşil kalmış her metrekareyi budayıp kuşa çevirelim, sitelerle, avmlerle donatalım dört bir yanı. çatılarını falan yeşillendirebiliriz, onu unutmayalım bakın çünkü yeşil(lik) önemli.


*
gazete haberi twitter'dan, farklı zamanlarda görüp sakladığım aşağıdaki fotolar da öyle. kaynakları için altyazılara tık.


bu bölgede, şimdi ilginç bir şekilde, istanbul'daki diğer pek çok semtin aksine çok sayıda ağaç var. oysa ne kadar kıraçmış o zamanlar. o döneme kısacık da olsa ışınlanıp, ilk sakinlerinin mahalleye yerleştiği günlerde bu sokaklarda dolaşmayı çok isterdim.




*

gündüz vassaf'tan eski levent

"Kızım deli misin demişler anneme, hiç oralarda oturulur mu?
Hakikaten öyle demiş olabilirler mi?  

İstanbul'un ilk planlı konut alanı 1.Levent'in yapıldığı, evlerin Emlak Kredi Bankası tarafından satışa çıkarıldığı 1940ların sonunda insanlar birbirlerine böyle laubalice hitap edebilir miydi emin değilim. Annemin bana söylediklerini ancak günümüzün diliyle hatırlayabilmenin mahkumuyum.
....
Anneme Levent'te ev almak istedi diye deli demiş olabilecekleri şüpheli. Şüpheli ama Haliç manzaralı Tepebaşı'ndaki Başar Apartmanı'ndan taşınmak istemek de dünya imparatorluklarına pay-i taht olmuş, asırlardır başka diyarlardan insanların fethetmeye can attığı İstanbul'u terk etmek demekti.
...
O yıllarda bugün gazetecilerimizin hatta sosyologlarımızın cahilce varoş dediği gecekonduların bile olmadığı İstanbul'da bırakın karın ilk düştüğü dağ başındaki Levent'i, Mecidiyeköy, dut ağaçlarının kokularının yayıldığı, sütün sağıldığı, insanların çardakların altında toplaşıp sohbet ettiği bir köydü. Levent'in kimilerine hiç de şık gelmeyecek anlamı bile buralara taşınmamaları için bir neden olabilirdi."
...
Levent'te evlerin deniz manzaralı olduğuna kim inanabilir ki bugün?


gündüz vassaf, leventname 

*

"Levent Mahallesi'ni 1940ların sonunda Emlak Kredi Bankası inşa etti. Kaliteli malzeme  kullanmış olacaklar ki bugün ustalar kiremitlerin, pencere kollarının, su tesisatının sağlamlığına şaşıp duruyorlar. Evler satışa sunulduğunda yoğun bir talep olmadığını hatırlıyorum. Dağ başı, kurtlar iner diye pek ilgilenen  yoktu. Oysa satış koşulları çok uygundu. 20 bin liraya  ,  20 yıl taksitle bahçe içinde evler.
...
"Bugünkü çıplak haline, dağ başında her şeyden, her yerden uzak olduğuna bakma" demişti. "Buranın istikbali var, evler de henüz tamamlanmadığı için istediğin evi alabilme fırsatın var."
...

İlk yıllarda Taksim'de günde bir otobüs Levent'e kalkar dolmuşlar Şişli'den öteye gitmezdi. Mecidiyeköy gerçekten bir köydü, Etiler yoktu. Levent'ten sonra toprak yol devam eder, çilek tarlalarından geçer, on onbeş dakikalık yürüyüşten sonra bugün Boğaziçi Üniversitesi'nin olduğu yerdeki domuz çiftliğine varılırdı. Levent'in devamının önemli bir kısmı da askeri bölgeydi.
...

Friday, November 29, 2013

imza kampanyası :: istanbul boğazı gırgıra yasaklanmalıdır!


"İstanbul Boğazı bir biyolojik koridordur. Lüfer bu biyolojik koridoru kullanarak Karadeniz'e ulaşır ve orada ürer.
İstanbullu gırgır reisleri her sonbahar Karadeniz'den geri göçe geçen lüferleri avlamak için bir huni ağzı gibi daralan Boğaz girişine en genişinden ağlarını atar, sonarların, radarların yardımıyla balığa kaçacak yer bırakmamacasına avlanırlar.
Lüfer, yok olmanın kıyısında balıklarımızdandır.
Geçtiğimiz dönemde bu sucul hayatın devamı için getirilen kimi yasaklar hepimiz için umut verici birer adım oldu. Bununla birlikte, Türkiye'nin balığının %90'ını tutan gırgır reislerimizin bu yasaklara uymadıkları bugün tezgahlarımızda endişesizce satılan boy altı lüfer balıklardan bellidir.
İstanbul Yenikapı Su Ürünleri Hali'nde denetimin yetersiz olduğu, Sahil Güvenlik Kurumu tarafından denizlerin kontrolunun tam yapılamadığı da gene aynı tezgahlardan belli olmaktadır. Kimsenin korkusu olmadığı gibi, denetim yükümlülüğü bir kurumdan diğerine sürekli atılmakta, her kurumun ilgilisi tarafından yasadan imkanlara her türlü mazeret ilan edilmekte, ancak gene ve yine boy altı yani yavru boy lüferler tezgahlarda yer bulabilmektedir.
İstanbullular olarak dört yıldır tüm iyi niyetimizle herkesi yasaya uymaya, yasayı uygulatmaya davet ediyoruz. Sonuçta gene gırgır reisleri arzu ettikleri gibi avlanabilmekte, yasak avları için ceza almadıkları gibi tebliğde arzu ettikleri değişiklikleri yaptırabilmekteler. Bu değerli deniz, bu fevkalade kırılgan sucul hayat inatla, ısrarla avlanacağım diyen, yasak tanımayan, yasağı delmek için her yolu deneyenlerin kullanımına bırakılamaz!
Denizlerimiz müşterekimizdir. Sucul hayat bize çocuklarımızın emanetidir.
İstanbul Boğazı gırgıra yasaklanmalıdır!"
change.org'daki kampanyaya

Thursday, November 28, 2013

hafta içi yıldız parkı






yıldız parkı eve yakın. bir sürü sincap var, diplerine kadar gitmezseniz kaçmıyorlar, öyle rahatlar. koşuşturmalı geçen haftalardan sonra orman havasıyla sonbahar renklerinin üzerimizdeki sakinleştirici etkisi. yorgunluğu bahane edip üşenmeyelim, daha sık gelelim bundan sonra.

acıkınca malta köşkü'ne yürüdük. birer kase çorba ve ortak zeytinyağlı tabağı onur'la bana yetti. rüya için de ayrı bir zeytinyağlı tabağı. rüya tabaktakilerin neredeyse tümünü tek başına mideye indirdi. bugün iyice emin oldum, rüya soğuk yemekleri diğer yemeklerden daha fazla seviyor. cem ise tam tersi, ben sırf bu yüzden rüya'nın da hep cem gibi sıcak, bakliyat ağırlıklı yemekleri seveceğini düşünürdüm.

yıldız'a dönersek, oraya son gittiğimizde günlerden pazardı, parkın her yerinde gelin, damat ve fotoğrafçılar vardı. bugünse ortalık bomboştu, kuş sesleri dışında her yer sessiz, sakindi. sincaplar ve ağaçlar bir günlüğüne bizimdi. bu serin çarşamba gününü yıldız parkı'nda geçirmek, orada kitap okumak, çay içmek ve kuşları dinlemek bize mutluluk verdi.

Monday, November 25, 2013

aşure



foto buradan

hayatımda hiç aşure yapmadım. yakın gelecekte yapacağımı da sanmıyorum. günlük yemekler, rutin ev işleri ve çocuklarla ilgili işlerin (istanbul trafiğindeki şoförlük mesaisi dahil) ardından birkaç sayfa okumak, bir film izlemek veya boş boş oturmak için kendime vakit ayırabilmek şu an benim için aşure yapmaktan daha önemli. ama bakarsınız önümüzdeki sene aşure yapmayı çok isterim ve kolları sıvarım bu iş için. kızı olan annelerin mutlaka aşure pişirmesi gerekir derler, benim de üç yıldır kızım var ama hala bir aşurem olmadı. istemesem çok önemli değil de, istiyorum ben de bir gün aşure yapmayı.

iki sene önce bu on daireli apartmana taşındık. eskiden anadolu yakasında 22 daireli bir apartmanın en üst katında oturuyorduk. karşı komşumuz yalnız yaşayan çok yaşlı bir kadındı, aşure yapamazdı. güzel yemekler pişirebildiğim günlerde ona da bir tabak yemek götürürdüm. eski apartmanda yaşarken bize komşulardan bir tabak olsun aşure gelmeden geçen çok aşure zamanı olmuştur. orada yaşadığımız dokuz sene boyunca iki veya üç defa aşure gelmiştir o kadar ve bunu söylemek pek hoş olmayacak ama gelenlerden sadece bir tanesi benim iyi aşure kriterlerimi karşılamıştı, o da birinci kattaki komşunun getirdiği aşureydi.


yeni taşındığımız apartmanda ise aşure zamanında dairelerin çoğundan aşure geliyor ve aşurelerin hepsi birbirinden lezzetli. bu arada burada folyo tabakta aşure servisi ile tanıştım. tümü değilse de kimi komşular folyo tabak ile getiriyorlar veya yolluyorlar aşureyi. ben her ne kadar porselen tabağı tercih etsem de folyoyu gördüğüm zaman daha çok seviniyorum. bilin bakalım neden? evet, çünkü o porselen tabakları içi boş iade etmek istemiyorum ama içlerine ne koyabileceğimi de bilemiyorum. bir süredir düşünüyorum ve aklıma muhallebiden başka bir şey gelmiyor. epey sakil kaçacağını bilmeme rağmen şu an yanımda duran tabaktakini de bitirdikten sonra muhallebiyi yapıp tabakları iade etmeyi planlıyorum. bizim çocuklar da sevinir hem, apartmanda başka çocuk yok zaten. daha iyi bir fikriniz varsa lütfen yazın bana.


aşure kriterleri demişken aşureyi nasıl sevdiğimi anlatmak isterim.

1) aşurenin şekeri ayarında olmalı, aşure her ne kadar bir tatlı olsa da şekeri baskın olan aşureyi sevmiyorum, bitiremiyorum. az tatlı olduğu zaman ise (tadı neredeyse nötre yakın olsa hele...) tadına doyamıyorum.

2) aşure sulu olmamalı. tabaktan dökülme riski olan aşure bence iyi aşure olamaz, katı olmalı.

3) aşurenin içinde kuru meyve olarak kabul edebildiğim tek şey kuru üzüm. o da üzerine süs olarak değil içine pişirilirken katılmış olacak.  kuş üzümü de kötü olmuyor çünkü ekşi ve minik.

4) kuru incir ve kuru kayısı tatlının içindeki şekeri arttırıyor, küçücük tabağın içindeki diğer malzemelerin yanında büyük kalıyor vs. sevmiyorum ve onları yemeden bırakıyorum.

5) aşurede kuru yemiş miktarı az olmalı, üzerine ceviz konacaksa iyice ezilmiş olmasını tercih ederim, kıtır kıtır yemeyi sevmiyorum. komşulardan biri kırık ve soyulmuş tuzsuz çam fıstığı koymuştu üzerine, kırmızı nar taneleriyle birlikte. hem görüntü hem de tat olarak çok hoş olmuştu. ilk defa rastladım ama yapacak olursam aynı şekilde süslemek üzere aklıma not ettim.

6) aşurelerden birinin üzerinde çok minik fındıklar vardı. tadı fındık ama kendisi bildiğimiz fındığın beşte biri falan büyüklükte. aşureler için özel üretim mi acaba, değildir tabii de hoş bir detaydı. ben iki üç taneden fazla koymazdım çünkü çok kıtır kıtır bir tatlı olmasını istemiyorum aşuremin.

7) aşureye tarçın yakışıyor. genellikle herkes de koyar ama komşulardan biri azıcık hindistancevizi de serpmişti tarçına ek, ben sevdim, kendi tabağıma serperim bundan sonra.

8) gelen aşurelerden birine azıcık gülsuyu katılmıştı, kötü olmamıştı ama ben koymam.

9) aşurenin rengi beyaza yakın açıklıkta olmalı. sanırım bu renk için süt katılıyormuş karışıma.

10) aşureye çok yakıştığını düşündüğüm ve bir gün yaparsam mutlaka koyacağım şey portakal kabuğu rendesi.

bunlar benim lezzetli bir tabak aşureden beklediklerim. umarım bir gün ben de bu maddeleri karşılayan, en azından karşılamaya yaklaşan aşureyi yapabilirim ve kıvamı yerinde, lezzetli bir aşure pişirmenin uzaktan göründüğü kadar zor olmadığını anlayabilirim.

*
 Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nden:
...
Türk-Müslüman geleneğinde aşure, hicr-i kameri yılın ilk ayı muharremin 10. günü pişirilir. İstanbul mutfağı aşureyi, buğday, bakla, nohut ağırlıklı "aş" niteliğinde bir sofra spesiyalitesi düzeyine getirmiştir. İstanbul usulü aşurede, pirinç, buğday, iç bakla, fasulye, şeker vb ana malzeme oranlarının dengelenmesinin yanında incir, üzüm, kuşüzümü, kayısı, kestane, çamfıstığı, şamfıstığı, ceviz, fındık, nar tanesi vb kullanılarak damak zevki de gözetilir. Ayrıca misk, amber, gülsuyu ilave edilir ve tarçın serpilir. Saray ve konak usülü aşure ise "süzme" ve "sütlü" denen iki ayrı tarzda bir tür muhallebi kıvamında hazırlanır. Bu tür lüks aşureye badem şekeri, çikolata dahi katılır.
1.cilt, sf.372

Wednesday, November 13, 2013

bu hafta

bu filmi gördüm. film kafamda dönmeye devam ediyor. ah mine'l-aşk.



başka sinema'yı duydunuz değil mi? beyoğlu sineması'nın fuayesi bugünlerde başka sinema sayesinde festivallerdeki gibi kalabalık. bu da bir nevi festival. bu ay hayatboyu ön gösterimine ve adele'e (mavi en sıcak renktir) gittim. bir de frances ha'ya gitmek istiyorum, umarım devam eder. aralık ayı programı da gayet sevindirici. takip edin, kaçırmayın. anadolu yakasında iki sinemada ve ankara'da da var.

... İstanbul’da üç, Ankara’da bir salon olarak faaliyete giren oluşum, her şeyden önce festivallerde hıncahınç dolan fakat piyasa gösterimlerinde nedense ışıltısı sönen ilginç küçük filmlerin, farklı hikayelerin, dev yapımlarla yarışamayacak yapımların pırıltısının yaşamasını sağlayacak... fatih özgüven/asgari seyirci mutluluğu...


bu kitabı hayal ettiğim gibi bir oturuşta olmasa da okudum ve yazarın yeni kitabını beklemeye başladım. yalçın tosun'un öykülerindeki tekinsiz havayı seviyorum.



kapağından etkilenerek aldığım büyükler ölünce toprağa gömülür'ün sonuna geldim. kapağının vaadettiği kadar iyi bir kitap. '60larda eskişehir'de yaşayan cem yaşlarında bir çocuğun gözünden aile ve hayat. kimileri çocukluğa özenir; ne güzel, dertsiz tasasız bir dönem der, öyle mi gerçekten? ben hiç özlemem hatta çocukluğumu hatırlamak bile istemem. çocuk olmak kolay bir şey değil.



arkadaşımın gönderdiği link sayesinde çok güzel bir blog keşfettim: okuyan kadınlar.


Tuesday, November 12, 2013

sanat romanı diye bir şey yok!

büyük kitapçı zincirinin geniş metrekareye yayılmış dev mağazalarından birindeyim. fonda her zaman olduğu gibi kitaplara bakarken duymak istemeyeceğiniz türden bir müzik. aylardır üzerimden atamadığım yorgunluk yine üzerimde, o an için sahip olduğum kısıtlı ev dışı zamanda yapacak daha eğlenceli bir şey bulamadığım için ayakta durmaktan bitap, isteksizce yeni çıkanlara bakıyorum. sağımda genç bir kadın, elinde seçtiği birkaç kitap, biraz şaşkın, biraz kararsız, benimle birlikte raflara bakmakta. aklımdan "şuradan sevdiğim birkaç kitabı önersem" diye geçiyor, öyle bir hali var çünkü ama böyle şeyler için gereken girişkenlik bende yok; zaten bana soran, eden de yok, neden olsun ki, o da ayrı bir konu. kadının varlığını unuttuğum bir sırada arkadan gelen konuşmayı duyuyorum:

- sanat romanı arıyordum ben
kırmızı tişörtlü mağaza çalışanı: sanat romanı diye bir şey yok!
- eeee biliyorum tabii öyle bir şey yok ama ben mesela sabahattin ali'nin kürk mantolu madonna kitabını okumuştum, onun gibi okunması çok zor olmayan, iyi bir roman istiyordum.
- sabahattin ali ağırdır aslında. (sizin için ağırdır mı demek istedi? kendisi okumuş muydu?)
- ağırdır biliyorum ama o kitap çok hoşuma gitmişti, ben çabuk okumuştum.
...

konuşmanın devamını duymayım diye kaçtım hemen o sahneden. ama kaçmadan önce eline geçirdiği küçümseme fırsatını tepe tepe kullanan çalışanın nasıl biri olduğunu görmek için arkama dönüp bakmadan edemedim. sinirli bir havayla dünya klasikleri rafından kitap seçmeye çalışıyordu. sanat romanı gibi olmayan bir şeyi isteme gafletinde bulunan müşteriye kızan mağaza yetkilisinin hangi kitabı seçtiğini ve müşterinin sonunda hangi kitapları alıp gittiğini maalesef göremedim.

*

bir keresinde kitap seçmeye çalışan bir çocuğa (nasıl olduysa) uçan sınıf'ı tavsiye etmiştim:

Friday, August 2, 2013

tarihte 4 ağustos 2013 :: ROGER WATERS - The Wall Live Tour 2013, ISTANBUL

4 ağustos pazar günü itü stadyumu'nda, saha içindeyiz.

insanlık için küçük, bizim için büyük adım, çocuklu hayatımızda bir ilk: bu pazardan itibaren haftada 1-2 gün suna teyze gelip çocuklarla (daha doğrusu cem kendisi takılırken, rüya'yla) ilgilenecek. biz de sinemaya, konsere, dışarıya, ananenin 40 yılda bir istanbul'da olduğu zamanlar haricinde hep yaptığımız gibi nöbetleşe değil, beraber gideceğiz. dile kolay tam 9 yıl boyunca, ben çocuklarla kaldım, onur çıktı; onur çocuklarla kaldı, ben çıktım. azıcık daha beklesek çocuklar kendileri de kalabileceklerdi ama ben daha fazla dayanamadım. 

ne yardımcı teyze, ne de istanbul'da aileden çocuklara bakacak bir kişi olmadan geçen yıllardan sonra nihayet atabildiğimiz bu adımı, konserine ikimizden birinin çıkıp "ben gitmeyim, sen git." diyemediği roger waters'a borçluyuz.

ROGER WATERS - The Wall Live Tour 2013 - Trailer



*
Pink Floyd'un kurucusu Roger Waters, "The Wall" turnesi kapsamında 4 Ağustos akşamı İTÜ Stadyumu'nda olacak.
"The Wall" prodüksiyonu, şimdiye kadar yapılmış en büyük sahne gösterisi olarak adlandırılıyor.
Roger Waters’ın albümleri ile aynı adı taşıyan ve konserde "The Wall" albümünün sahne şöleniyle gerçekleştirileceği konser için büyük bir sahne ve 110 metrelik bir duvar kurulacak. Konser için 140 tonluk prodüksiyon malzemesi İstanbul’a 75 TIR'la gelecek. burdan

*

Thursday, August 1, 2013

beyoğlu sineması'nda güzel filmler

sıcakta istanbul'da nasıl geçiyor günler? sinemalar serin. yaz sinemayla geçsin. 
ama lütfen çabuk geçip gitsin. yaz mevsimi kaldırılsın veya o olmaz, en iyisi ben kuzeye taşınayım. bak bu yıl fena gitmiyor mesela ama en serini bile fazla bana.

*
beyoğlu sineması siyad'ın seçtikleri ağustos programı.

cem babasıyla life of pi'ye gitmişti, çok beğenmişti. 8-9 yaşlardan itibaren çocuklarla birlikte gidilebilecek bir film olarak not düşelim.


izlediklerim arasından öneriler: moonrise kingdom, barbara, amour, we need to talk about kevin.

Friday, July 26, 2013

haftasonu önerisi :: camille claudel, 1915

camille claudel, 1915

camille claudel rolünde binoche, yönetmen bruno dumont. 

bugün, en geç yarın gideceğim. festivalde bilet bulunamayan filmlerdendi. tek sinemada gösterime girmiş, beyoğlu sineması'nda. beyoğlu sineması'na, hala güzel filmler gösteriliyorken gitmezsek sonra yıkıyorlar diye ağlarız.

seanslar:
12:15 14:30 16:45 19:00 21:15

*

Wednesday, July 24, 2013

hansel'le gretel


rüya, kolunun altında kedisi, fırat'la şehrin şimdilik kurtarılmış bölgelerinden koşuyolu'ndaki validebağ korusu'nda yürüyüşte. 
aylardan nisan.

rüya'nın doğumuna 4 ay kala fırat'ın yolda olduğu haberini almış, o günden sonra da ikisinin yolunu beraber gözlemiştik. rüya'nın doğduğu gündü herhalde, hastanedeydik, şadan'dan gelen komik bir sms ile rüya'nın ilk arkadaşı fırat'ın erkek olduğunu öğrenmiştik.

rüya ile fırat'ın abileri arasında 1 yaş var, bundan 6 sene evvel anneler ve abiler bu blog aracılığıyla tanışıp arkadaş oldular. ufaklıklar ise bundan 4 sene sonra anne karnındayken görüşmeye başlayıp (ordayken harvey karp'ın seminerine de gittiler) birbirlerinin ilk arkadaşı oldular. bugün onlara gideceğimizi duyan rüya "yaşasın! çok seviyorum ben fırat'ı. en çok onu seviyorum." dedi.

*

Monday, July 22, 2013

beyoğlu'nda sakin ve serin bir sabah :: spirou & le marsupilami sergisi

1938 yılında Robert Velter tarafından Belçika’da yaratılan Spirou karakteri, aralarında dahi olarak kabul edilen Jijé (nam-ı diğer Joseph Gilain) Franquin, Fournier, Tome & Janry, Yves Chaland, Yoann & Vehlmann, Emile Bravo gibi çizerlerin de yer aldığı birçok çizerin elinden geçti. 1952 yılında döneminin en yetenekli çizeri kabul edilen Belçikalı André Franquin, Spirou dizisi içinde Marsupilami karakterini yarattı. Karakterin çok çabuk benimsenmesi ile Franquin onu 1990 yılında o zamandan beri çizerliğini yapan Batem’in ellerine teslim etti. Spirou dizisi Türkiye’de Tudem Yayınları, Le Marsupilami ise 2013 yılından beri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanıyor. 3.Istanbulles Çizgi Roman Festivali çerçevesinde Spirou dizisini gerçekleştirmiş bütün çizerlerin 60 adet çizim ve paneli Fransız Kültür Merkezi’nde sergilenecek.
bugün fransız kültür'deki bu sergiye gittik. cem spirou ve marsupilami kitaplarını yakından takip ediyor. en son pazar günü yeni çıkan kara mars'ı aldırıp bir nefeste okudu. sergi haberini de heyecanla karşıladı, sabah evden çıkarken çok nadiren yaptığı bir şeyi yapıyordu, şarkı söylüyordu.


bu fotoyu çekmemi cem istedi


ben çektim diye söylemiyorum, son derece başarısız bir foto


güsel


sergi çıkışı inci'nin yeni yerine götürdüm cem'i. profiterolü kilo kaygısıyla yedim. tatlı yemiyorum, epeydir yemediğim için de artık canım hiç istemiyor. eskiden de pek düşkün değildim gerçi. o değil de, biliyorsunuz değil mi, sadece tatlıyı kesince epey kilo veriliyor. hem sağlıklı hem estetikli yani. yemeyin, yedirmeyin. yaptığımı yapma dediğimi yap. çocuklara derlerdi böyle, tam sopalık bir laf. neyse ayda yılda bir perhizi bozuyorsam gerçek bir sebebi olmalıydı ama onu bile çok istemedim valla. şimdi sırada güllaç var, haftaya.


mis sokak, 18


sonra şu seyyar çiçekçiye rastladık, fesleğen ile süs biberi aldık. iki saksıyı torbaya koyup caddeye çıktık.


böyle tatlı bir dükkan var mis sokak'ta. cem'in sıkılacağını bildiğimden girip gezemedim, aklımda.


hmm okuma listesine yazalım bunu.
yazarı şurdan hatırlıyoruz:

Monday, July 8, 2013

maksat yeşillik olsun :: ot

ot'un ilk iki sayısını çıktıkları günlerde aldıysam da hemen okuyamamıştım. ilk okuduğum sayı 3. sayısıydı. ardından dönüp ilk sayıları da okudum ve takip edilecek yeni bir dergiye kavuşmuş olmanın mutluluğuyla tıpkı eski zamanlardaki gibi (gırgır, limon, leman, hıbır, öküz...) çıktığı günlerde dergimi almak üzere bayiye koşmaya başladım. şimdi Bir+Bir ile birlikte düzenli olarak aldığım iki dergiden biri, arada post express ve bira da alıyorum.

ot her köşesini okuyup bitirene kadar çantamda bir hafta - on gün benimle her yere geliyor. bazı günler hiç okunamasa da, kimi zaman rüya'nın sürpriz bir puset uykusu sayesinde çabucak bitebiliyor. velhasılıkelam, ot okuyun, güzel dergi.

geçen ayki ot'ta yönetmen derviş zaim'le bir röportaj var. emek hakkında konuşmadır, yazıdır artık okumaya ve duymaya gelemesem de, derviş zaim yıkımın bıraktığı boşluğu öyle güzel anlatmış ki cevabını buraya almadan edemedim. son üç cümleyi, istanbul'da ortadan kaldırılmak istenen diğer mekanlar için de okumak mümkün.

Emek Sineması konusuyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

İnsanlar birbirini dinleselerdi, o konuyla ilgili bir ara yol bulunabilirdi. Bütün bunları bir kenara bırakarak, neyin eksik olabileceğini anlatmaya çalışayım kısaca: İstanbul gibi dünya merkezlerinden biri olma yolundaki bir şehirde, hemzemin bir sinema olması lazım. Sokakta yürürken direkt sinemaya girebilmelisiniz. Özellikle de önemli film festivallerinin hüküm sürdüğü bir şehirde olması gereken bir binaydı. Bu durum ortadan kaldırıldığı için pasajların arasından geçerek sinemaya ulaşmaya çalışacaksınız. Sokaktasın ve birden bire salona giriyorsun. Sinema ile sokak arasındaki kan dolaşımını vermesi ve rayihası nedeniyle önemliydi. Sinema salonu alınır da yukarı taşınırsa, aynısı bile olsa, emin olun ki aynısı olmayacak! Oraya gitmen için üç tane pasaj geçmen gerekecek. O ana kadarki rayihanın ortadan kalkması, kentin fakirleşmesi demek. Mekan denilen şey ağaç gibidir, o ağaç giderek büyür ve köklerini bırakır. O mekanı oradan kaldırdığınızda, o rayiha da yok olur.


*

Thursday, June 13, 2013

safları sıklaştırın çocuklar


....
Uzun lafın kısası, AKP hükümetinin yabancı medya desteği “artık” yok. Burası onların en yumuşak karınlarından biriydi. Hem buradan, hem oradan gibi davranabilmeleri bu sayedeydi. Panik bunun paniğidir. Yüklenmekte fayda var.
Safları sıklaştırın çocuklar.
Ogan Güner

Friday, June 7, 2013

haftasonu önerileri :: gezi parkı + benim çocuğum

haftasonu gezi parkı'na gitmek iyi fikir. giderken gezi kütüphanesi için evden kitap götürün, bu sabah raflar biraz boşalmıştı. raflarda gizli yediler hırsız avcısı ve lastik pabuçlar gibi çocukluğumun sevdiğim kitaplarını görünce sevindim.

*

parka götürmek için ayırdığım kitapları evi gözüm dönmüş şekilde toplamaya çalıştığım bir anda kendimden bile saklamışım, sabah bulamadan çıktım. o yüzden bugünlük ancak seyyar sigara dağıtıcısına sigara bağışında bulunabildim derken eve girer girmez portmantonun üzerinden bana bakan kitapları gördüm, şaşırdım. çıkmadan evvel rüya'yı kitapların yanına oturtup ayakkabılarını giydirmiştim, görmemişim.

*

taksim'e gitmişken harika bir zamanlamayla vizyona girme şansını yakalamış olan benim çocuğum filmini mutlaka ama mutlaka görmelisiniz. ankara'dakiler için film kızılay büyülü fener'de. filmi sinemada izlemek lazım (hatta ananızı da alın gidin, gerçekten) emeği geçenlere katkımız olsun, bu tür filmlerin sayısı çoğalsın.


beyoğlu cinemajestik
11.30-13.30-15.30-17.30-19.30-21.30


çapulcu musun vay vay
eylemci misin vay
boğaziçi caz korosu'nu dinlediniz mi?
ben yaşlandım herhalde hemen gözlerim doldu yine. cem olmaz gerçi ya, çocuklarımdan birini aralarında görmek isterim ilerde.


ranzalar & saz


duvarlar yaratıcı graffitiler ve baskılarla dolu.


taksim'de neredeyse hiç araç yok, gençler caddede top oynuyor. yolun ortasından arkanıza hiç bakmadan yürüyebiliyorsunuz zaten caddeler barikatlarla kapatılmış. alıştığınız taksim'den farklı bir yer şimdi orası. herkesin her şeyini paylaştığı başka bir dünya. 
sabah ben çadırlar arasında dolanırken çoğu park sakini uykudaydı. uyanmış olanlar çay demliyorlardı.



evime, kentime, yaşam alanıma dokunma!

*

benim çocuğum

*
film hakkında
gezi, park, çark, her şey :: fatih özgüven

*
"...
Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşılmamıştı. Şimdi, yaşanan ve yaşanmakta olan şeye kelimeler kifayet etmiyor. Kalıba sığmıyor, tanıma gelmiyor, benzeri gösterilemiyor. Roger Waters’ın dediği gibi, koca dünyadaki başka her şeyi önemsiz kılan bu ayaklanma, günlere yayılan bu devrimci ân, bir hayret, bir güven, bir aşk duygusu uyandırıyor. Anlamaya çalışmak, üzerine konuşmak kesmiyor, yaşamak gerekiyor, milyonlar bunun için atıyor kendini sokağa. Ve buna karşı durmak isteyen muktedirlerin bütün foyasını çıkarıyor ortaya. Bakınız, mesela, otuz yıldır süren savaşı otuz yıldır aynı Gezi direnişi gibi yansıtan medya. Televizyonlar ve basın günlerce nasıl suskun kaldıysa, bu büyük infial yaşanmamış gibi yaptıysa, otuz yıl boyunca da Kürt illerinde yaşananları göstermemişlerdi. Biz günlerce bu medya karşısında neler hissettiysek, Kürtler de otuz yıl boyunca onu hissetmişlerdi."

tamamı :: bir ağaç gibi bir orman gibi