lafladım ordan burdan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
lafladım ordan burdan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Mart 2011 Salı

Bir İK' cının iş görüşmesi hezeyanı

Burdaki İK' cı ben oluyorum a dostlar, hezeyan kısmı da dahil.
29 yaşına gelmiş ve hala çocuk gibi görünen bir zat olarak, görüşmenin İK kısmında bulunan taraf olduğumda; "canım, ordan bana bir kalem uzatsana" dan tutun da, "ayyy ne şeker şey" e kadar uzanan taciz listemi bir başka yazıya bırakarak, bu yazı dizimizde benim aday olduğum kısımları anlatmak istedim.
 Bu yazı görüşmeye gittiğim İK cılara ithaf edilmiştir :)

1-) Tüm motivasyonumun bittiği an:

- Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

İç ses: Karnım aç değil, sadece stres kaynaklı çıkıyor o gurultular. Tamam, bence de pek bir gürültülü ama napim.

2-) Evet heyecanlıyım, napim tipim öyle, heyecanlanıyorum.

3-) Ellerime bakınca noluyor alla'sen? Karakter analizi mi yaptın yani ellerimden?

4-) Bir başarı öykünüzü anlatır mısınız?

Allah' ım avukat mıyım ben, şirketi büyük bir davadan mı kurtardım; muhasebede miyim, vergi borcundan mı kurtardım, planladığım eğitimler ya da organizasyonlar bir başarı öyküsü değil ki, görevim.
Aman klasik soruları sormaya devam edin haa!

5-) Kariyer hedefiniz nedir?

Hah! İşte tam bu noktada kaybettim ben sanırım. Çünkü cevabım, "müdür olmak" değildi.
Cevabım tam olarak şuydu; "mutlu ve verimli çalışmak".
Aynen sorusu geldi, mutlu ve verimli çalışmaktan neyi kast ediyorsunuz?
Yeterince açık değil mi? demedim tabi :)

6-) Liderlik vasfınız var mı?

Baş balerindim ben:)
demedim tabi :)
Halay başı da olmuşluğum var :)
demedim demedim :)

7-) Sizin için risk nedir?

Bu en ileri safha vertigo halimle roller coastera binmişliğim var, pişman değilim :)

8-) Hayatınızın yönünü değiştiren bir olay yaşadınız mı?

Hı?ne diyosun alla'sen?
Hey dostum! Diyelim ki sen beni beğendin, sor bakalım ben seni beğendim mi acaba? Klasik soruları sordun da tanıdın mı şimdi sen beni?Ya da ben sana yalan söylemedim, sorduğun klasik sorulara, klasik cevaplar vermedim diye mi eledin beni?
Şu anda gözüne far gelmiş tavşan gibi olduğumu fark etmiyor musun yoksa o moskof suratınla bundan zevk aldığını mı gösteriyorsun?
Öf pöf! Dur bak sana ne anlatıcam?



Bir köpek, yolda yürürken gözüne bir iş ilanı takılır. adresi alır ve koşarak başvurmaya gider.
ofisten içeri girer, sekretere bakar, iş başvurusu için geldiğini anlatmaya çalışır. Sekreter gülerek yöneticiyi arar ve durumu anlatır.
"Seni işe alamam. Bana daktilo yazabilecek biri gerekiyor" der.
Köpek sandalyeden aşağı atlar, daktilonun başına geçer ve hatasız bir yazı yazar. sayfayı alır ve yöneticiye uzatır.
Yöneticinin ağzı açık kalır ; "ama bu yetmez, ben iyi bir bilgisayar kullanıcısı arıyorum .."
Köpek bu kez bilgisayarın başına oturur. beş dakikalık mükemmel gösteriden sonra ilk oturduğu sandalyeye döner.
Yönetici aklını kaçırmak üzeredir.köpeği tepeden tırnağa inceler.. "Anlıyorum birçok özelliğin var ve gerçekten çok akıllı bir köpeksin. Ama sorun şu ki; ben sana bu işi veremem."
Köpek fırlar ve patisini ilanın üzerine koyar. İlanda "her başvuranın eşit şansı vardır" yazılıdır.
Yönetici;"evet ama ilanda başvuranın yabancı dil bilmesi gerektiği de yazılı." der.
Köpek sakince yöneticiye bakar ve cevap verir..
"miyav!"
:)


"Bütün iş görüşmeleri böyle mi, mutlu iş yok mu yoksa hayat sadece bana mı gıcık?” diye düşünmeye başladıysan, şunu bil ki, yalnız değilsin!
Bende sendenim...
Haydi çak o zaman!


21 Mart 2011 Pazartesi

Anne ben erkek oldum!

Bu aralar çalışmalarım, erkek aklına sahip olmakla ilgili. Ama iyi huylu erkek olmakla, eşim gibi mesela. Yoksa şu kıllı, sürekli burnunu ve  pipisini karıştıran tipli kafalardan değil.Kast ettiğim, duygusal düşünmemek kısmı.
Onlar, olaylar karşısında nasıl tepki gösteriyorsa, bende onu uygulamaya çalışıyorum. Sanırım böyle daha az yorucu oluyor hayat.
Mesela, hani şu her gün mail kutumuza düşen  kampanyalı yemek organizasyonları var ya; arkadaşlarımızla konuştuk, ettik beraber gidicez diye, bir öğreniyoruz ki arkadaşlarımız haber verme gereği bile duymadan o fırsatı satın almıyorlar, biz aldığımızla kalıyoruz ve haber dahi verilmiyoruz.
İşte ben buna pek bir bozuluyor, pek bir üzülüyorum; eşimse en güler yüzlü haliyle, "boşver, bizde baş başa gideriz karıcımla" diyor. Bende o öyle söyleyince, ağlamayı unutup, başka bir oyuncağa kanan çocuklar gibi gülümsüyor ve "tamam" diyorum.
Ama işte üzülmeden evvel, benimde yapmam gereken, "amaaaan" diyebilmek.

Bir fıkra vardı, tam olarak hislerimi açıklayacak yazmayı başarabilirsem; du bakim hatırladım sanırım:

Güzin Abla Erkek Olursa...

Geçen gece işe giderken kocamı her zamanki gibi evde TV seyrederken bıraktım.

Arabamla daha 500 metre gitmedim ki motor stop etti.
Hayli uğraşıp çalıştıramayınca kocamdan yardım almak için eve geri döndüm.Eve girince gözlerime inanamadım.. Kocam komşunun kızı ile yatağımızda..
Ben 32, kocam 34 yaşında komşunun kızı ise 22..
Biz 10 yıldır evliyiz..Yakalanınca resmen çöktü ve itiraf etmek zorunda kaldı..
6 aydır birliktelermiş.. Ne yapmalıyım lütfen bana yardım eder misiniz?..


Sevgilerimle
Ayşe..


Cevap:


Sevgili Ayşe;
Hava soğuksa, hele bu tip kısa mesafelerde motor ısınmadan bastıysan
arabalar genelde bunu yapar..
Kaputu aç yakıt borularına şöyle bir bak, ezilme, çöküntü gibi bir şey varmı..
Manifolt bağlantılarını ve karbüratörü gözden geçirt.
Eğer bunlar sorunu çözemezler ise sorun yakıt pompasında olabilir.
Bujilere yeterli benzin gelmiyordur.
(Araban tüplü mü benzinli mi dizel mi yazmamışsın)
Sanırım yardımcı oldum..

Bir fıkra anlatmak istediğimi ancak bu kadar güzel özetleyebilirdi :)
İşte hayat onlar için bu kadar kolay, ortada sorun olan şey varsa, o da arabanın bozulması :)

Birde şöyle bir şey okumuştum, o da farklılıklarımızın en küçük yaşta bile ne kadar belirgin bir şekilde olduğuydu.

6-7 yaşlarındaki erkek çocuğu annesiyle konuşuyor.

-Anne, bugün Ayşe bana "seni seviyorum" dedi.
-Sen ne dedin oğlum?
-Şu anda top oynuyorum, dedim.
-Oğlum neden öyle dedin, Ayşe üzülmüştür.
-Ama o anda top oynuyordum.

:)

Çok açık değil mi?

İşte bende şimdi erkek kafasıyla hayata bakışlar atma peşindeyim.

Bir erkek, başka bir erkek arkadaşına;

-Çok mutsuzum, kendimi çok kötü hissediyorum, mutlu günler gelecek mi acaba?

gibi cümleler sarf ettiğini duydunuz mu?Böyle bir cümle karşısında, diğeri ona eminim şöyle cevap verir:

-İbne misin lan?

:)

Ama şunu da biliyorum ki, kafanda yarıklar yoksa, asla bir erkek kafasına da sahip olamazsın dostum!

Öperim,
Nihan

15 Mart 2011 Salı

Kim gelmiş? Bahar mı?

Gri renkli ve her daim yağmurlu, güneş görmeyen ülkelerde yaşayan insanların asık suratlı olduğuna şaşmamalı.




Şu güzel kızı gören bünyem, pek bir pır pır etti bu sabah.
Hadi bu güzelliğin hatrına birde güzel haber patlasa bana, ohh desem, boşuna telaş etmişim desem...

İşyerimde camdan bakınca denizi görebilen şanslı insanlardanım ben.
Canım mutlu olmak istedi galiba, uzun uzun seyrettim sahilde dolaşan insanları, gitsem de mıncırsam dediğim köpekleri, bebekli anneleri ve tatlı bebekleri...
Hadi itiraf ediyorum, ahh ne güzel dolaşabiliyorlar özgür özgür, ne şans dediğimi kabul etmeliyim.
Yani mutlu olmaya hazırlanmışken yine bir yamuk yaptım kendime.
Azıcık güneş görünce askılılıları geçirenlere bakınca, yahu ben niye bu kadar çok üşüyorum arkadaş, geyikleri de yapmadım değil.Soracak olanlara: kansız değilim, üşürüm ama...

Güneş ve deniz her şeyi daha güzel yapıyor kanımca...Yani beklediğim o haber var ya, hayırlısı olsuna bırakıyor kendini. Bünyeye de güneş doğuyor.
Bahar bana fena alerji getirse de, vertigomu tavan da yaptırsa, kırmızı göz ve burunla da dolaşsam; ben her bahar aşık olurum...

14 Mart 2011 Pazartesi

Lafladım...

Merhaba,



Tam kendime yeni bir biog açmayı, bilinirliliğimi kaldırmayı hedeflerken, bloglar kapatıldı.
Bir sabah Defne Joy Foster’ in ölümüyle, bir sabah gazetecilere uygulanan yaptırımlarla, bir sabah Japonya depremiyle, diğer bir sabah da İbrahim Tatlıses’ in vurulmasıyla ilgili haberlere ve her gün gelen benzin zammı haberlerine uyandım.
Japonya’ da 5 yaşındaki çocukların, nasıl da tatbikatı disiplin içinde uyguladıklarını seyrettim.
İzlediğim tsunami görüntülerinin bilgisayar oyunu olmadığını idrak etmeye çalıştım.
Bir tarafta çevremde yaşanılanlar, bir tarafta kendi yaşadıklarım, yapmaya çalıştıklarım, planlarımın asla gerçekleşmemesi, ölümler, mucizevi bir şekilde doğumunu beklediğim, onu düşünürken bile gözlerimin dolduğu canım yeğenim, bir tarafta gözyaşları, bir tarafta umut…

Bu memleket beni yoruyor azizim…
Şimdi Yalova’ da otobanlara gereken taş ve hafriyata ulaşmak için binlerce ağacın kesileceğini de öğrendim ya…Birer birer her kuralsızlık nasıl da kılıfına uyduruluyor, resmen çığlık atasım var…
Saygısızlık diz boyu, haksızlıklar, kural, yasa tanımamazlıklar…
Memleketim dibe vuruyor.
Her Allah’ ın günü bişileri protesto eder haldeyim…
Yine burnumun ucunu dahi göremediğim bir dönemdeyim…
Olasılıklar sonsuz, belirsizlikler en sevmediğim hal…
Tüm bu hallerimin sonunda her şeyin güzel olduğunun ortaya çıktığı ve kader ne getirirse getirsin, gelen şeylerin güzel olacağına inanılması gerektiğini bilsem de, uygulamak zor oluyor.

Hasret kaldık iyi şeyler duymaya…
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki; tevazu, sabır, hoşgörü, cömertlik, huzur ancak birer kelime olarak var insanlar için.
Bu günlerimizi aramayalım da inşallah…

Yeniden buralardayım,
Beklerim…
Sevgiler!

12 Aralık 2010 Pazar

Sürpriz bozucu ben

Hiç sürpriz yapan yok mu demiştim? Sözümü geri alıyor ve özür diliyorum. Sürpriz bozucu olduğum içinde ayrıca kendime ceza verdim.
Benim sevgilim hep bana egzantrik hediyeler alır. Hatta Cuma sabahı çok yakın bir arkadaşım bana şunu söyledi, "Sevgilinin sana ne aldığını bana da söyle olur mu, merak ediyorum" .
Çünkü geçmişte, odamızı uzayda görülecek ışık oyunlarına, yıldız kaymalarına ve uzayın renklerine dönüştüren bir lambamız; kabını suyla doldurup, buzluğa koyduğumuzda buzdan olan shot bardaklarımız, ekolayzerlı tişörtüm vb. gibi değişik hediyelerin sahibi oldum ben.
Bu seneki de doğal olarak bir merak konusuydu.

Cuma akşamı işyerimin yılbaşı gecesi yemeği vardı ve bende görevli olduğum için önce hiç istemeyerek katıldım ama ilerleyen saatlerde baktım fena kuduruyorum; biraz daha kalsam mı diye sordum sevdiğime. İyi huylu nazik eşim, hiç çaktırmadı bana hazırladıklarını ve beni dört gözle beklediğini. Tabii, dedi sadece...

Eve gelince o la laaaa :)
Bunu sen mi hazırladın? O da ne, 4 katlı mı sahiden? Üzerindeki çikolata sosu mu? Süslemeleri nasıl yaptın?
Harikasın...lar havada uçuştu durdu...

Birde dedi, şu tarafa bakmak ister misin?


(Objektifi değiştirmeye üşenip, evin içinde 70x300 le çekim yaparsan, böyle olur :P)

Efendim tanıştırayım; karşınızda Bal ve Badem...
Farelerim...
Hayvan sevgimi bir nebze olsun bastırabilmek, köpek alalım mı ısrarlarıma son vermek için alınmış iki güzel kız...Biri sarışın, diğeri çok komik bıyıkları olan esmer kızlarım...Hamsterlarım...
Henüz bebekler...

Fakat işte sürpriz bozuculuğum bu noktada başlıyor.
Dün sarı kızımı elime almaya çalıştım ve o da can havliyle kendini yere attı mı, ben çığlığı bastım mı, o yerde hareketsiz kaldı ve ben onu öldürdüm diye avaz avaz ağlamaya başladım mı, sevgilimin yavaş yavaş okşamasıyla kendine geldi ama bende bet beniz gitti mi bir yerlere...Of ki off!
Şimdi tek gözü şiş ama hala çok güzel bir sarışın...Ve bende morali bozuk bir adet Niyan' ım...
Her ne kadar onlara elma kokulu talaş, olimpik ve bol oyun parklı kafes, çiş kumu, dezenfektan, oyun topu gibi bilumum şeyler de almış olsak, yarın onları pet shopa geri vereceğiz...

Çok üzgünüm...
Özür dilerim sevgilim...

10 Aralık 2010 Cuma

10 Aralık


Bugün benim doğum günüm :)
Küçümseyenlerin aksine ben doğum günlerimde hep çok heyecanlı olurum, hep bir umutla sevdiklerimin bana sürpriz yapmasını diler, umut eder ve heyecanla yapmalarını beklerim. Bugüne kadar sürpriz kısmı hiç gerçekleşmedi :) 
Hep kendi kendime bişiler hazırlayıp, tadını çıkarttım. Bugünü illa ki, arkadaşlarımla, ailemle kutlamak istedim. Ama bu bana hediye alın nan, gibi bir şey değil. Bu, bugün benim için özel bir gün, ben bugüne önem veriyorum ve sizinle olmak istiyorum gibi bişi.
Hatta doğum günlerimde eşime hediye alırım. Çok mutluyum ve seni çok seviyorum, derim :)

Her ne kadar doğum günü, kötümüze (efendice söylemeye çalıştım da) şaplağı yediğimiz ilk gün ve hayat boyu şaplak yiyeceğimizin uyarısını veren ilk gün olsa da, güzel ve anlamlı...
Benim, yaşadıklarım için şükrettiğim bir gün ve yaşamak istediklerim için dua edip, mum söndürdüğüm bir gün...
Gözden uzak olanın, gönülden de uzak olmadığını anladığım bir gün...
Ve doğum gününün ertesinde, öfff yaaa bir dahaki doğum günüme ne çok var şimdi, diye hayıflandığım bir gün :)
Haaa, bir de illa ki iki damla göz yaşı akıttığım bir gün bu gün.
Asla hafta sonuna sarkıtmaya kıyamadığım, illa ki gününde kutlamak istediğim bir gün bu gün...
Bu gün bana eski günlerimi hatırlatan, çocukluk arkadaşlarımı çok özlediğim bir gün...
Hani o doğdum doğalı bildiğim arkadaşları var ya annemin, hani her biri teyzeden öte olan...
İşte onların ve her biri yaşıtım olan çocuklarının bizde olduğu, sokaktan geldiğimde kapıyı açan  annemin o şahane görüntüsü; giydiği, şimdi çok moda olan pırıltılı tulumu, bana sarılışı, yaptığı 3 katlı pasta, gelen hediyeler arasındaki tavşan ailesi; bunlar her doğum gününde mi gelir insanın aklına?

Dediğim gibi, doğum günüm benim için, "ben doğdum, hadi gelin sevinelim, ben doğdum bana hediye alın, ben doğdum beni tebrik edin günü" değildir kesinlikle.
Ben doğdum, çok mutluyum, bugün mum üfleyip, dilek dilicem ve onlar inşallah kabul olsun, sen de yanımda olduğun için kat be kat mutluyum günüdür.
Valla billa.

Öperim...


7 Aralık 2010 Salı

Geri dönmek sayılmaz ama...

Bir uğrayayım dedim. Zira burdan tanıdığım ve çok sevdiğim güzel arkadaşlarım var ve sağolsunlar nerelerdesin diye souryorlar.
Buralardayım demek istedim onlara. İşyerimden artık bloglara girilemeyince ve bende evde bilgisayar başında olmayınca biraz yok oldum gibi oldu.
Birde kafa biraz karışık ne yalan söyleyeyim...
Nasıl anlatmalı durumları bilemiyorum...

Aaa evet sevgilimin deli yöntemleri gibi durumum. Habire garip sorular sorar bana.
"Minik, şu anda kafam kopup kucağına düşse ve sana göz kırpsam" naparsın gibi...Psikopatik sorular da olur bunlar, o hafta kazanacağını umut ettiği sayısal ikramiyesiyle yapacaklarımız üzerine de olur. Genelde sonunda bizi geyik sarmış ve kıkırdıyor oluruz.
Benim de o hesap işte...
Beyaz' ın piskopat durumu gibi...Çalışmak istemiyorum ama düzenli gelir de olsun istiyorum.
Oldu canımmmm herkes ister onu diyenler, siz de isteyin napim yani!

Risk almalı mı ya da bu devirde böyle bir kurumdan ayrılınır mı?
Ayrılınmazsa stresten geçirilebilecek bilumum rahatsızlıkları geçirmeye devam edilebilir mi?
Henüz çocuğun yokken risk alınıp, kendi işini kurup kuramayacağını görmek yetmez mi?
Ya sonunda kurulu düzenini bozmak pişmanlık yaratırsa? falan filan gibi kafa kurcalayan bir sürü düşünce var aklımda. Bu durum bana sabrı öğretiyor, hiç bilmediğim...Beklediğim şeyleri sükunetle beklemek, büyüdüğümü görmeme yardımcı oluyor. Ehh bir de tevekkül var...

Hafta sonu güzel arkadaşlarımı gördüm, biraz konuşunca baktım ki, tek bir kişi bile işinden memnun değil.
Demek ki neymiş? Bu düzen böyleymiş, yapacak bişey yok...
Bakalım ilerleyen zamanlarda neler göreceğim...
İşte böyle, bir merhaba der kaçarım.
Yine görüşürüz canlar, bu aralar bu şarkıya kafayı taktım; sizde seversiniz belki...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Burcunuz?

Sarı damarı nasıl bir şeydir bilir misiniz siz?
Yakınları sarışın olanların, bilmez miyiiiiiim, dediklerini duyabiliyorum.
Ama ben başardım, takdiri ve alkışı hak ettim. Onu, o yüz yıllık Benetton kazaklarını vermesi için sonunda ikna ettim. Evet, kendimle gurur duyuyorum.
Birde iddia etmiyor mu, hayır yaaa onların hiç bişeyi yok, hala mis gibiler demiyor mu? Öhöm öhöööm kazaklar yeni sahiplerine verilmek üzere yıkamadalar efendim.
Şimdiki hedefim ise pompacıların giydiklerine benzeyen o şişko kabanı. Evet evet aynen o alt kısmı ve kolları lastikli olan, dışarda çalışmalarından ötürü onları soğuktan koruması için epey kalınca olan ve bu yüzden şişko duran o benzin pompacısı montlarından.
Başlattığım çalışmalarda azimle ilerlemekteyim...

Biz burçları Başak ve Yay olan iki zıt çiftiz. Birimiz ne kadar detayları önemsemiyorsak, yap gitsin yaaa felsefesindeysek, bir diğerimiz kılı kırk yarıyoruz.
Öyle ki, Allah' ın kolisi değil mi? Bantla gitsin arkadaş. Yo yooo hayır, öyle bantla gitsin falan mümkün değil.
Öncelikle kapak kısımları öne arkaya eğilip bükülmek suretiyle katlanmaya hazır hale getirilir.
Tersi çevirilir. Alt kapaklar aynı muameleyi görür. İçine önce ortadan, sonra her iki yandan olmak üzere bant yapıştırılır. Bantlar asla yamuk yapıştırılamaz ve arasında asla hava boşluğu kalmaz. Sonra dışarıdan tekrar aynı şekilde ortaya ve kenarlara bant yapıştırılmak suretiyle kutumuz eşya yerleştirmeye uygun hale getirilir.
Eşyaları tek sayfa gazeteyle sarmak isterseniz eşiniz tarafından uyarı alırsınız. Kırılırsa karışmam...
Artık tek sayfa sarmalamalarınız gizli bir hale bürünmüştür. Siz asla fonksiyonel yerleştirme yapamazsınız. Onun için artık felsefe şudur; karışmıyorum, nasıl yaparsan yap...
Eşya yerleştirme bitince, bantlama son safhaya geçmiştir. Asla o kadar düzgün bantlama yapamayacaksınızdır. En iyisi, bu işi Başak burcuna bırakmak...

Gün içindeki mailleşmelerinizde bitirilen ve yapılması gereken işlerle ilgili bir rapor gelir önünüze sevdiğinizden.
O da neee? Genel müdürünüze sunduğunuz raporda bile öyle güzel excel dosyası hazırlayamamışsınızdır.Fakat Başak burcu sevdiğiniz bu işi bile büyük bir titizlik ve özenle gerçekleştirmiştir.
Sonuç itibariyle eşiniz Başak burcu ve sarı damarlı birisi mi ve siz de Yay burcu insanı mısınız?
Bırakınız yapsın...Çünkü asla beğenmeyecektir...

NoT: Bende seni çok seviyorum canım.
Şaşkın suratını da  =)

 

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Sen nerden çıktın yahu?

Size de olur mu acaba; geleceğimle ilgili bir şeyler düşündüğümde olduğum yer gelir gözümün önüne; sanırım kimisi kendini plazada falan hayal eder, benim düşününce gözümün önüne gelen görüntü biraz değişik.
Evde görüyorum kendimi, hemde mutfakta ama çok mutlu, huzurlu...Bahçeli bir ev, mutfaktan bahçeye çıkılıyor falan filan, neyse...Evi anlatmayım şimdi.
Bu görüntünün içinde komik bişi var. O da şu;


Mutfakta yanımda oturuyor beyefendi. Evet o bir bey.
Sana noluyor diyesim geliyor, ne geziyorsun hayalimin içinde? Hayır insan havuz falan hayal eder, görüntüde havuz görür, şahane bir araba görür; benim hayal de neredeyse botanik bahçesi gibi şahane bir bahçeli ev, ben mutfaktayım, yanımda da bu salak var :)
Cevap falan veriyor komik komik.
Henüz ölen köpeğimin yerine bir başka köpek koyamadığım için hayalde köpek yok ama şimdilik, yoksa köpeğim illaki olacak.
Bakalım, Allah büyük ve herkesin gönlüne göre versin inşallah :-)

2 Temmuz 2010 Cuma

Dı dı dı dıııtt

Her sabah arabamı işyerimin karşısındaki sokağa park ediyor ve karşıdan karşıya geçiyorum.
Bu karşıdan karşıya geçme sürem olan max. 1 dk.da her gün taksici ve bilhassa dolmuşçu arkadaşlarla karşıdan karşıya geçme krizi yaşıyorum.
Hikayemiz dı dı dı dıııt diye başlıyor. Bu bir korna sesi.
Ve ben bakana kadar inatla aynı tonlamayla çalıyor, dı dı dı dıııt.
Bazen inat ediyorum, kafamı bile çevirmiyorum, içimden binecek olsak heralde bakınırız, el sallarız vs. diye işi inada bindiriyorum. Bu kez ses şuna dönüşüyor, dıt dıt dıt.
Hala bakmıyorum inadım inat, gerisini biliyorsunuz zaten.
Ben işyerimin kapısına doğru yönelene kadar arkamdan bakakalıyor. İçimden he hee diyorum, nasıl feyk attım ama :-)
Bazen de diyorum ki, ne kötüsün adamcağız müşteri peşinde, niye gıcıklık yapıyorsun ki?
Bazen de onları üzmüyorum, yok gelmicem diyorum.
Sonra içimden senaryolar yazdığım oluyor,adama iç ses yapıyorum, "aha bana doğru yöneldi, binecek galiba, oley, aaa olamaz ters tarafa gidiyor, tüüh laaan" gibisinden :-)
Her sabah ama her sabah aynı terane...
Benim günüm böyle başlıyor işte, dı dı dı dıııtt...

29 Haziran 2010 Salı

Klima sana şiir yazdım

Donuyorum anasını satayım donuyorum!
Bütün klimalar benim üzerime vuruyor donuyorum,
Sırtım tutuldu, spora gittim, ses etmedim,
Üzerime hırka giydim yine seninle baş edemedim.

Bu kadar buz gibi yapılmasının sebebi ne?
Sinemada da keza aynı şekilde.
Sistit oldum, bademciklerim şişti, mahfoldum,
Yine de ayarını değiştirmediler, kahroldum.

Şimdi yapılacak olan suikast değildir de nedir?
İnsanın kötü biri olası gelir,
Nihan der ki kıssadan hisse,
Klima-i şehadet getir son nefeste...

28 Haziran 2010 Pazartesi

Selamün hello :)

Kanlı canlı olmam gereken bir haftaya girmiş bulunmaktayız :-)
Böyle olmayı gerektiren sebep; Çarşamba anneciğimin, Perşembe'de babacığım ve kuzen Larry' nin bize gelecek olmaları.Ohh mis mis :-)
Baba göbeği+anne kucağı+sevgi pıtırcığı :-)

Sevgi pıtırcığı, dün üniversite sınavına girdi, çok şükür sınavı güzel geçince, ödülü ben oldum.
He hee kandırdılar onu, ödüle bak: Niyan Abla' yı ziyarete gitmek :-)
Bol bol gezdireceğim Kuzen Larry' i...

Hatırlıyorum da, onun yaşındayken abimi ziyaret etmek için İstanbul' a geldiğimde aklım beş karış havadaydı. Hatta 15 - 20 karış bile diyebiliriz.
Ne zaman bir cami görsem abime, bu ne cami, diye soruyordum. Galiba maksadım, Sultan Ahmet Camii' ni görmek istemekti. O yaşta bunu neden istediğimi de bilemiyorum doğrusu :-)
Abim bütün camilerin ismini şıp diye söylüyordu; Ahmet Paşa Camii, Nur-u Mehmet Camii.
Nerden biliyorsun yaaa, derken jeton aynı anda düştü. Sevgili abim, atıyordu :-)
Yere Batan Sarnıcı' nı gezerken ilgilendiğim harikulade oluşu değildi de, Özlem Tekin' in orada çektiği klipti.
Ve Boğaziçi Üniversitesi' nde abimi ziyaret ettiğimde ilgilendiğim tek şey, neden zilin çalmadığıydı. Zil çalmadan tenefüsün geldiğini nasıl anlıyorlardı ki?
Abicim sazan kardeşinin saflıklarını ele geçirmiş olmasının haklı gururuyla gösterdi, bak biz Cuma günleri burda toplanıp İstiklal Marşı söylüyoruz.
Yaaa, demiştim. Sonra baktım gülesi geliyor, abiii yaaaa diye kızmıştım, kandırma.
O yokuş yok mu o yokuş, canımın en içi abicim beni sırtına aldı o yokuşta :-)
Bir 17 yaşımın en keriz halleri programında daha görüşmek üzere sayın seyirciler :-)



İşte böyle...

Şimdi benim sizden bir ricam var; canlarımı pazar günü kahvaltıya değişik bir yerlere götürmek istiyorum.
Genelde Emirgan civarına götürdüm onları şimdiye kadar. Bu sefer Heybeliada' ya götüreyim diye düşünüyorum ama var mı acaba şurası da şahane bir yer, tavsiye ederim diyen?
Teşekkür ederim şimdiden...

25 Haziran 2010 Cuma

Somurtuk

Merak ettim de, acaba somurtunca ciddi ve önemli biri gibi mi olunuyor?
ve her daim gülümseyip, birisi senden yardım istediğinde gülümsemeni takındığında, işin yokmuş mu sanılıyor?
Anlamadım, gerçekten anlamadığım için soruyorum.
Somurtulduğu zaman o insanla konuşmaya çekiniyorsun ya hani, bu mudur onları ciddi yapan? İş yükleri çokmuş gibi gösteren?
Bu insanların yaydığı negatif enerjiden zerre kadar haz etmiyorum ve onlarla çok uğraşıyorum.
Ya laf atıyorum, ya güldürmeye çalışıyorum, bir şekilde o duvarlarını kırmaya çalışıyorum.

Anlamadığım bir konuyu ve bu yakınlarda şahit olduğum bir diyaloğu da paylaşmak istedim.

-Maşallah çok şahane bir evlat yetiştirmişsiniz.
-Ahh evet bende öyle düşünüyorum.
-Sizi dilinden hiç düşürmüyor.
-O benim gururum, muazzam okulları bitirdi, düşündükçe gözlerim doluyor.
-Çok haklısınız, herkese öyle bir evlat nasip olmaz.
-Ahh çok teşekkürler, bende aynı fikirdeyim.

Hönnkkk! oldum. Hem vallahi, hem billahi konuşma aynen bu şekilde. Bu iltifatları yapan da atıyor, yalakalık yapıyor, hadi o neyse de, diğerine ne demeli?
Çok isterdim ki, bir durup dışarıdan kendilerine baksınlar, manzarayı görsünler. Kendilerine yaftaladıkları meziyetlerin her an alınabileceğini fark etseler.. O methiyelere gark olan kişinin nasıl somurtuk, nasıl gıcık, aksi ve ışıltısız biri olduğunu keşke dışarıdan bir göz gibi görebilseler.
İçimden kıs kıs güldüm...

Neden somurtan kişi daha kıymetli oluyor?
Yooo ben sordum ama cevabı ben verebilir miyim izninizle?
Somurtuk kişi kıymetli olmuyor; sadece ondan çekinildiği, bu kişinin her an ters cevap verebilecek kapasitede biri olduğu düşünüldüğünden ona yaklaşılmıyor. Ama en sevilmeyen, en çok arkasından konuşulan, en yalakalığa maruz kalan ama insanların gerçek düşüncelerini bilmeyen de bu tarz kişiler oluyor...

Sıcacık gülümseyen de...
İçi dışı her daim huzurlu, kafasında kurgusuz ve pırıltılı oluyor...
Gel sen gülümseyen insandan korkma güzel insan...
Hele de bu devirde bulabildiysen...

24 Haziran 2010 Perşembe

Kıymetlim' e...

Kıymetlim...
Hatırlatmamı istemiştin, hatırlatıyorum.
Kırmayacaktın, kırılmayacaktın...Kırılmamak için herkesi olduğu gibi kabul edecektin, değiştirmeye çalışmayacaktın, başkalarına hatalarını anlatmaya çalışmanın bir önemi yok, bırak o keşfetsin çünkü o hatadan sen meshul değilsin. Sen yalnızca kendi hatalarına bak, onlarla uğraş.
Sevdiğin işi yaptığında ne kadar mutlu olduğunu gördün.
Başkalarının, inanamıyorum bankadaki o görevini nasıl bıraktın, söylemlerine cevap vermeye çalışma, gülümse gitsin.
Ve çocuk yapmanız konusunda dış kapının mandalı olan insanlara da cevap vermeye çalışma, olur de gitsin, her ne kadar içinden "sana ne yaa" demek gelse de, gülümse...Olur, yalnızca olur...
Diyorsun ki bu ülkenin her yeri gittikçe kötüleşiyor. Durumlar fena...
Sen kendi kapının önünü süpür yalnızca, yapılacak şeyler varsa, katıl hemencecik ona da...
Şarkı söylemeyi, oyun oynamayı bırakma; mutlu ediyorlar seni ikisi bir arada...
Hayatın her anında, içinde çalan melodileri kucakla, kimi zaman arabesk de olsa...Fon müziği var senin kalbinin dört bir yanında!
Şükretmeyi hiç mi hiç unutma, görmeyi bilirsen unutmak mümkün değil, görene ne alâ ..
Ceplerini doldurmuşsun kırgınlıklarla, niye tuttuğunu anlamıyorum hala?
Bırak gitsin, geçmişi sorgulamanın faydası var mı ki sana? Bırakamıyorsan, cebine delik aç, kalbine açılan o delik gibi, delikten süzülüp gitsin geçmiş sorgulamaların, görüyorsun ki çırpınıyor geçmişin hataları gözüne yeniden girebilmek uğruna? Gülümse onlara da...
Kıymetlim, görüyorsun ki ara ara hatırlatmakta fayda var.
O yüzden kızma bana...


23 Haziran 2010 Çarşamba

Rüya

Gariptir benim rüyalarım...Çoğu zaman çıkar...
Ama dün gördüğüm rüyadan etkilenme sebebim içeriğinden ötürü değildi. Rüyada gördüğüm kişilerin ses tonlarının ve mimiklerinin birebir aynı olması ve bana söyledikleri sözlerdi.
Rüyamda ben olsam şöylesini yapardım dediğim biyelere kavuşmuştum, ona da bakayim, buna da bakayim derken annem geldi arkamdan ve de "Nini alıp durma, bu kadar yeter" dedi.
Ama o sesi duydum ben resmen, hani tam anlatamıyorum şu anda ama garipti işte. İçimden anneme tuhaf tuhaf bakarak şunu söyledim, "Ohaa annem nerden çıktı yaaa"...
Sonra eşim aynı mimikler ve ses tonuyla, "Bunu alayim mi miniş" dedi.
Aldırmadım :-)
Hadi bu ikisi çok iyi tanıdığım, seslerini ezbere bildiğim insanlar ama şu ne oluyor? Yine aynı rüyanın devamında, yolda yürüyorum, arkamda iki kişi yürüyor ve içimden diyorum ki, ben bu sesleri tanıyorum; şu ve şu, diyorum, arkamı dönüyorum ki evet bingo doğru cevap, kuaförümde çalışan iki insan. Ama sesleri aynı ve yine o sesleri duymuş gibiyim o anda. Anlatamadığım şekilde garipti...
Rüyamda kendi kendime diyorum ki, seslerini bu kadar iyi tanıyormuyum ki ben?
Sonra, yine rüyamda diyorum ki, seslerden tanımakta ne ola ki, ayak seslerinden tanıyorum ben insanları diyorum. Ve rüyamda tek tek işyerimdeki insanların merdivenden çıkış seslerini düşünüyor, şu şunun diyerek kim olduklarını buluyordum. Hakikaten de o sesler, o kişilere ait.
Etkilendim ve tuhafıma gitti bu rüya doğrusu...

Bugün ben bir rüyamı gerçekleştirmek üzere bir toplantıya gireceğim. İyi dileklere, iyi enerjiye ve duaya çok ihtiyacım var. Toplantı sonucunu ve rüyamın ne olduğunu daha sonra aktaracağım...
Tam da şimdi yağmur yağıyor, bereket bu işte...
Hürmetler ederim :-)


15 Haziran 2010 Salı

Arabanızın markası?




Coca-cola' nın bir kampanyası var bu tarihlerde. Kapağındaki şifreyi yollayan ve çekilişle seçilecek bir kişiye araba armağan ediyor. Pardon araba değil, otomobil. Sevgilim kızıyor araba denmesine. Hatta kasa değil, gövde. Kendisi bir otomobil uzmanı, işi bu, ayrıca delisi, manyağı. (ahahah fırsat bulmuşken saydırmak gibi oldu :)
Herneyse...Evimizde sıklıkla bu konunun muhabbeti oluyor. Bu çekiliş sonucu bu otomobil (bknz: otomobil dedim) bize çıkarsa naparız?
Birincisi, sanki çıkmış gibi bin tane şey sıraladığımız bir yana, tek derdimiz apartmanımızın otoparkının olmaması ve arabayı nereye park edeceğimiz :)
İkincisi, benzin sorunu. Ahahaha bu geyikleri geçecek olursak, benim otomobille ilgili tek sorunum var:
Otomobilimin markası sorulursa ne yapacağım?
Çünkü vermem gereken cevap şu; Lamborghini Gallardo Lp550-2 Valentino

Birinin bana sorduğunu düşünsenize, 1 dk. diyip cebimden kağıt çıkarmam gerek.
Kih kih :)
Geyik zamanı kapanmıştır.
İyi çalışmalar herkese :)

Pilates Niyanı

Pazartesi günleri spor günümüz efendim. Kaslarımın çok zayıf olmasından mütevellit, sürekli boynu ve sırtı tutulmuş halde gezen ben, kaslarımı güçlendiren bir spor yapmaya mecburdum ve pilates ilaç gibi geldi.
Çok modaaa, ayy bu da popüler oldu yaaaa herkes gider artık diyenlere, siz de gidin demek istiyorum. Gidin ki, varlığından bile haberinizin olmadığı kaslarınızı nasıl hissetmeye başladığınızı görün.
Geçen senelerde Ebru Şallı' nın cd sini edinerek kendi kendime yapmaya çalıştım fakat namümkün. Televizyona mı bakayım, hareketi mi yapmaya çalışayım yoksa yuvarlanmamak için dengemi mi korumaya çalışayım, beceremedim bir türlü. Pilates teyze oldum ve anca yuvarlanabilmeyi başardım.
Ayrıca anladım ki, evde kendi kendine yapmaya çalışmak iyi bir şey değil. Nasıl durman gerektiğini, boynunu ve belini incitmemek için ne yapman gerektiğini ehlinden öğrenmek gerek yoksa kendinize zarar verebilirsiniz. Ama bir kaç seanstan sonra evde devam edilebilir. Ben aynı disiplini evde sağlayamayacağım için (yarın yaparım yaaa gibi) salona gitmek işime geliyor.

İlk gittiğiniz gün, ne var bunda canımm, dediğinize pişman olacaksınız. Karnını çek, kalçayı sık, omurgayı düz tut, omuzlar aşağı ve o esnada yapman gereken hareketi yap! Erkeksen yap, olmuyor anacım olmuyor.
Sakız çiğnerken, yürünmüyor! Zor olan hareketi yapmak değil, yaptığın esnada karnı sık, popoyu sık kısmı...

İlk gittiğim zamanlarda sevgili eşime yalvarıyordum, sende gel diye...Nuh dedi, peygamber demedi. Şimdi diyorum ki, gelmesen de olur. Arkideşlerim, eğer bizim salonu görme şansına eren bir beyefendi varsa, yaşadı diyim ben size. Popoooo dışarııı, göğüsler yukarııııı... Ohooo manzara enfes. Gelme kocacığım, gelme sen pilatese falan :)

Arkideşlerim, her şeyi eleştirdiğimiz, herkese laf attığımız ve hatta bilip bilmeden sürekli konuştuğumuz şu günlerde spor yapan insanları eleştirmemeyi ve sporun teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Spor, insanlar üzerindeki negatif elektriği alır, daha sağlıklı bir yaşam sağlar, yaşlılık günlerimiz için bir yatırımdır, insanları alkol - uyuşturucu gibi maddelerden uzaklaştırır vs vs...
Hadi bu saydıklarım sizi tatmin etmedi diyelim, bir de şurdan deneyim:

-Doğru nefes nasıl alınırmış onu öğreniyorsunuz.
Olmadı mı?

-Hani biz kızlar herkese açık tuvaletlerde ayakta hallederiz ya işimizi, anladınız siz onu. Spordan sonra bu işlemi yaparken bacaklar titremiyor azizim :) (He heee annem kızacak şimdi bu da yazılır mı diye :)

Bu da mı yetmedi?

- Plajda harika bir karınla salına salına yürümenizi sağlar.

Bu da yetmediyse artık, aaaa yapmazsanız yapmayın demek istiyorum.
Ve size iyi günleeeeer diliyorum :))


10 Haziran 2010 Perşembe

Canım sürprizim :)

Bahsetmek istediğim konular "Canım Ailem" dizisi ve yapmaya çalıştığım sürpriz olunca başlıkta bir karışıklık oldu :)

*Dün akşam "Canım Ailem" bitti.
Ne iyi ettiler aslında tadında bırakarak diziyi. Giderken de epey ağlatıp, gittiler. Sevdik bu diziyi çünkü içinde hiiiç kötülük yoktu, kötü insan yoktu. Tek kötü kişi Meliha' yı çocukluğundan beri seven, şu an dizideki ismini unuttuğum karakterdi, ki o bile kötü değildi.
İşte böyle masal gibi olmasından, çok gerçek dışı olmasından, kafamızda hayal ettiğimiz dünyanın televizyon penceresinden bize sunulmasından ötürü sevdik bu diziyi. Öyle masalsıydı ki, mahallede karakter oyuncularından başka kimse yoktu, komşu bile yoktu. Onu bırakın bakkal, manav bile yoktu. Sadece oyunculardan kurulu bir dünya...Oyuncuların içinde zerre kadar kötülük yok, olacak şey mi bu ama evet biz bunu sevdik, keşke gerçekten de hepimiz onlar gibi neredeyse peygamber ahlakına sahip kişiler olabilsek. Ama işte insanız, içimizde eğitmeye çalıştığımız hırslarımız, kıskançlıklarımız, öfke duygumuz ve kemiği olmayan bir dilimiz var...
Bu arada her baktığımda, o her sırıttığında, Allah' ım diyorum, ne olur bana da şu Mertcan gibi suratında binbir türlü mimik olan bir çocuk nasip et. Amin :)
Güle güle Canım Ailem :)

*Sabah ilk yaptığım iş maillerimi kontrol etmek oluyor. Markafoni, Trendyol gibi sitelerden gelen maillerde eğer beğendiğim bir marka olursa açıp bakıyorum. Ve hayretler içinde kalıyorum. Kuzum bazi insanlar delirmiş kanımca...Bakınız, sabah 8: ben işbaşı yapıyorum, 7.30 da bu sitelerde satış açılıyor ve ben giriyorum bir bakıyorum, ürün tükendi diyor. Deli misiniz nesiniz?Çılgın gibi bu anı mı bekliyorsunuz, bu nasıl bir şey yahu? Zannımca internet başından kalkmayan bir insan topluluğu var bu memlekette.

Cadde üzerinde bizim pek de sevmeyeceğimiz ama gezmeye gelen arkadaşımızın seveceği türden bir cafe var. Bilenler bilir, Benzin.
Burası bana ve sevgilime göre bir yer değil çünküsü bana kalsın.
Bangır bangır müzik eşliğinde biz sohbet etmeye çalışırken, etrafa şöyle bir baktım ki gelen tiplerin önünde bir netbook var ve facebook açık, aralarındaki sohbette, orada sayfalarını gezdikleri insanlar üzerine. Sosyalliğe bakar mısınız, hayretler içinde kalıyorum.
Ben "eskiden şöyleydi" diye sohbete başlayan ve hep üzülen o teyzelerden olmak üzereyim...

*21 Haziran bizim yıl dönümümüz. Kendimce harika bir sürpriz hazırladım. fakat daha önceki bir yazımda da bahsettiğim gibi rahat duramıyorum. En başta sırıtmama engel olamıyorum. Yazdığım mektubu saklamaya çalışırken yakalandım. (Sanırım bu 3 milyonuncu mektubum olabilir, yazarım ben, birbirimizden ayrı geçirdiğimiz 5 sene her hafta yazdım, yazdım, yazdım...O zaman görüntülü konuşmamı vardı azizim, mektup yazdım ben, sayfalarca...) Herneyse, sakin ol Niyan, sürprizi gerçekleştir, sırıtma :)
Birde inek şaban gibi herkese diyorum ki, kimseye anlatma ama şöyle şöyle yapıcam :)
Kafama vurasım var bi tane en şaplağından!
İçim içime sığmıyor :)

Hadi ben kaçayım,
Görüşmek üzere efendim...


8 Haziran 2010 Salı

Ayna aynaaaaa

Çok saçma ama aklıma bişi geldi, hani Pamuk Prenses masalında kötü kraliçe "Ayna Ayna, söyle bana..." diye narsistlik yapıyor ya hani. Bizim dilimizde çok uyumlu oluyor kafiyesi,

"ayna ayna söyle bana
var mı benden güzeli bu dünyada?"

Acaba dedim kafiyeli olunca bunu bizimkiler mi uydurmuş yoksa hakkaten orjinalinde de böyle mi diyor diye merak ettim. Deli miyim neyim?
Orjinalinde de öyle diyormuş.
Ama napim yaaa, filmlerin orjinal halleriyle izlenince ve alt yazıyla karşılaştırınca çok komik şeyler çıkıyor ortaya. Özellikle atasözlerinde. Acaba dedim bu da mı öyle :)

"Mirror, mirror on the wall, who in the land is fairest of all?"

4 Haziran 2010 Cuma

Müzik+Dış sesler+Yasaklamalar

Cevat Kelle kulağında kulaklıkla yazıyor yazıyı dostlarım. Düşündü ki, kulağında müzik olunca, kendini dış dünyanın seslerine kapatınca hayat daha huzurlu oluyormuş meğer. O zaman duymak istemediğimiz şeyleri duymamış gibi yapamaz mıyız?
Mesela şu an bulunduğum yerde olan gerilimli durum, beni strese sokmuyor, neden? Çünkü kulağımda rakınroldiskoparti var. Hatta dans edesim bile var.
O zaman her şey aslında bu kadar kolay olabilir mi? Kapat kulağını dış seslere...
Vay be, hayatın anlamını çözdüm :)

He hee, şaka yapıyorum, keşke bu kadar kolay olabilseydi. Ama bu da rahatlamak adına bir yöntem. Hatta kalabalık ofislerde çalışan insanlar için süper çözüm. Trafikte de aynı şekilde, sevdiğim şarkıları dinlerken kesinlikle daha az sinir oluyorum ben.

Bunalıma sürükleyen müzikler dışında müzik dinlemenin, insanın ruh durumunu iyileştireceğini, çevresine daha az zarar veren insanlar olunacağını düşünüyorum.
Şarkı sözlerinin duygularımızı tek bir cümleyle nasıl da daha iyi ifade edebileceğini hayretler içinde fark etmiyor muyuz?

Peki yasakların bizi daha da geriye götürdüğünü fark etmiyor muyuz?
Hollanda gibi her şeyin özgür olduğu bir ülkede, hatta Amsterdam' ın red light district (araştırın neymiş burası bakalım) denilen bölgesinde bile bir tane it kopuk diye tabir ettiğimiz tipe rastlamadığımızı söylemiş miydim?. Hatun kişilere ağzı açık bakan tek tipin ben olduğumu söylemiş miydim?

Nerden nereye geçtim ama bu google yasağı da nedir kuzum?
Bişiler yapmamız gerektiğini düşünüyorum, kendi adıma tek yapabildiğim http://www.tib.gov.tr/
buranın iletişim adresine kendimce bişiler yazmak oldu. Belki hepimiz yaparsak?
Yazar mısınız sizde?

"Biz bunu hak etmiyoruz sayın devlet yetkilileri" der misiniz?

Not: Memleketimin içinde bulunduğu duruma, bize layık gördükleri yaşama, zar zor yetişen evlatların birer birer şehit olduğunu görmeme, yüreğimdeki sıkıntıya hiç bir müzik deva olmuyor azizim...