yolculuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yolculuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2010 Perşembe

Bir tatil özeti

9 Temmuz 2010 Cuma

Tatil sebebiyle kapalıyız

Ve işte beklediğim gün geldi.
Her ne kadar yağmurlar yeniden başlasa da, hanımsal durumlarım bugün vücudumda arz-ı endam da etse ben yine de mutluyum.
Geçen tatilden bu yana tatili bekliyorum. Hatta denebilir ki, tatil motivesiyle işyerine geliyorum.
Bir reklam vardı hani; hepimiz tatil için çalışıyoruz diye. Hah! Doğru valla...

-Bavullar hazırlandı
-İçine en mini mini şortlar, elbiseler koyuldu
-Güneş kremi, en mis kokan seçildi.
-Şahane müzik cd leri alındı.
-Bu akşam sandwichler klimatize çantamızda yerini alacak.
-Şapkamla gözlüğümü de taktım mı, oldu mu sana mis gibi hazırlık.

Yağmur sele de çevirse ben sırıtıyorum, sırıtıcam.
Ve derim ki, nazar etme nolur, çalış seninde olur...
26' sında görüşmek üzere :-)

NoT: Kalbimin fonunda Bulutsuzluk Özlemi' nden "Güneye Giderken" çalıyor :-)


21 Haziran 2010 Pazartesi

2 (Yazıyla iki)




Pek bir sürprizlerle dolu hafta sonundan sonra yine bir iş gününden merhaba.
Gıdım gıdım bloğumu okuyarak sürprizi keşfetmeye çalışan sevgili sevgilime hiç bir şey çaktırmadan onu Polonezköy' e götürmeyi başardım. Cuma akşamından çantalarımızı hazırladım ve arabaya yerleştirdim.
Hafta içi 7 de kalkması gereken ben, bir kez bile alarmsız uyanamadığım halde, Cumartesi sabahı 07:30 da cin gibi ayaktaydım. Heyecandan olsa gerek :)
Güzel gözlü sevgiliminde baktım ki gözleri kıpraşıyor, heyooo hadi kalkk, dedim.
Bir soru bir soru, öyle mi olacak, böyle mi, saat kaçla kaç arası olacak, ne giyeyim...
Niyan sessiz, sadece sırıtıyor.
08:30 da düştük yollara, navigasyonu açar açmaz, haaa 39 km. demek, Polonezköy' e mi gidiyoruz, dedi.
Evet dedim :)
Arabayı park edince, bagajdan çantalarımızı çıkardım ve gözlerde bir pırıltı, kalıyor muyuuuzz?
Hihih, işte beklediğim şaşırma anı :)
Evet, hadi gidip mayolarımızı giyelim :)

Şu oteldeydik. Aslında ben tavsiye etmeye uygun birisi değilim. Çünkü ben otel seven birisi değilim. Yerlere basmam, onların nevresimini kullanmam (mıymıntı Niyan), havlulardan tiksinirim, bu sebeple herkesin dalga geçtiği ebatlarda bavullar kullanırım. Ahh nasıl da imrenirim bir sırt çantasıyla yola çıkanlara. Olur mu, deniz havlusu ayrı, banyo havlusu ayrı, vs vs...Olmuyor, titiz bir insanım sanırsam. Koku dedektörü bir nevi. Babacım der ki, sen önceki hayatında kesin av köpeğiydin.
Bu otelle hatta Polonezköy' le ilgili verebileceğim tek naçizane tavsiye şu olsun, Pazar günü gitmeyin.
Hafta içi gidin, Cumartesi de olur ama Pazar günü bütün İstanbul Polonezköy' e göç ediyor. Nasıl bir trafik, nasıl bir kalabalık. Biz Pazar günü havuza dahi girmeden kaçtık. Yabani bir çiftiz sanırsam. Kalabalıkta geriliyorum, sıkılıyorum, yüreğim daralıyor, hem de o havuzda kulaç atacak yer kalabildiğini sanmıyorum.
Halbüsü Cumartesi günü havuz bizimdi, kikirdemek serbestti, havuz başında oyun oynamanın zevki paha biçilemezdi.

Uzun zamandır havuza girmiyordum, ben havuz sevmem, pis bişi bence havuz. Kendi evimin havuzu olsa, çok şahane olurdu ama.. Hatta çok isterdim...
Deniz bambaşka, deniz bizim, kulaçlarım kimseye çarpmaz. Deniz şahaser, deniz bir sanat eseri, kumlar mucizevi, deniz bir lütuf...
10 Temmuz olsun, denizime kavuşayım...Bekle bizi Cundaaa! (Evim evim güzel evim)
İşte sürprizim böyle bişiydi. Mektubum, beyaz elbisem(gelinlik babında) cabası, eylemlerim devam edecek.

En bi güzel sürpriz de bana yapıldı, defter albümüme şahane fotoğraflar çekebileceğim, çok klas bişi, değişik bişi, bayıldım, oynadım, kurcaladım.
Ben artık bir fish eye' ım.





Fotoğraflarımı bir balık gözünden çekeceğim, tıpkı şöyle,






Şahane değil mi? Makine oyuncak gibi, pek tatlı, hem de analog, çok severim. Çok mutlu etti bu hediye beni...

Şurda bahsedilen albüm defterim için süper anılar biriktireceğim. İnşallah yani :)

21 Haziran 2008' de "evet " dedik birbirimize, mi? Yoo hayırr, rahmetli dedeciğimin de dediği gibi nikahımız önceden kıyılmıştı, bizi birleştiren, ruhlarımızı birleştiren dikiş, o gün silindi, kayboldu, bulunamaz oldu...
Nice sağlıklı, mutlu senelere; sevdiklerimizle...




NoT: Babacığımın babalar gününü de, kendimizi kameraya çekerek ve cd yi babama göndererek kutladık. Bu tarz günlere çok ama çok karşıyım; anne -babasız insanları düşünmeden bugünü ticarileştirmelerini insani bulmuyorum :(
Eklemek istedim.

28 Nisan 2010 Çarşamba

Türk' üm, doğruyum, fotoğraf çektirmeyi severim :)

Yer: Hollanda, Rotterdam

Tarih: 24 Nisan 2010

Oyuncular: Teyze, Niyan ve kocası

Figüranlar: 17-18 yaşlarında 6-7 adet Türk vatandaşları (en krosundan)

Senaryo: Başrol oyuncuları, patat denen patates kızartması yiyip, içeceklerini yudumlarken, bal peteğine benzeyen meşhur evlere bakmaktadırlar. Bu esnada figüranlar önlerinde fotoğraf çekilmektedir. Başrol oyuncularımız sessizce patat yemeye devam ederken, içlerinden biri Niyan' a giderek, "foto foto" der. Niyan, başını sallar. Sanmıştır ki, fotoğrafımızı çeker misiniz, demek istiyorlar. Niyan' ın sarışın ve yeşil gözlü kocası her ne kadar Türk gibi görünmese de, en Türkçe haliyle; bana verin, ben çekerim diyerek, makineyi figüran çocuğun elinden alır. Çocuklar bir hamlede Niyan ve teyzenin yanında bitiverirler. Niyan, heralde bizim bulunduğumuz noktada fotoğraf çekilmek istiyorlar diye düşünerek, ani bir hareketle omzuna değen çocuğun omzuna bir dirsek atmak suretiyle hemen çekiliverir yanlarından. Fakat turkuaz mavisi buzlu içeceğiyle ve elinde patatesleriyle oldukça tatlı görünen teyze, bir o yanına bakar, bir bu yanına. Anlayamaz neler oluyor...

Niyan' ın kocası: Napıyorsunuz?
Figüranlardan biri: İşte bunlarla fotoğraf çekilicez
Niyan' ın kocası: Lan bunlar dediğinin biri karım, biri teyzem. Al makineni yürü git! (buraya sansür koydum :)
Figüran: Aaaa siz Türk müsünüz?

O ana kadar Türkçe konuşan başrol oyuncularının, Türk olduğumuzu anlamamalarını bir senaryo hatası olarak görmemenizi dilerim. Bunu onların gerizekalılığına vermenizi ve bizim daha sonra kahkahaya boğulduğumuzu gözünüzün önüne getirmenizi senaryo yazarının bir ricası olarak kabul edin lütfen :)

Hürmetler efendim :)

27 Nisan 2010 Salı

Daho (Hollandaca "merhaba canım" :)

22.04.2010 tarihli defterime yazılan yazı...

Sevgili defterim;

Yani eskiden sevgilimin olan ama şimdi benim olmasına müsade ettiği defterim.Her şeyini paylaşırmış sevgilim benimle, öyle diyor :P, tamamen yalan...
Bugün, hayatımda yapmayı çok istediğim bir şeyi yapıyorum. Macera başlasın, seyahatler devam etsin inşallah.
İnşallah kurdeleyi kesmişimdir, inşallah güzel bir başlangıç olur ve devamı gelir. Sevgilimin uğurlu sayısının olduğu bugün (belirtmemi istedi) Hollanda' ya gidiyoruz. Pembe kotum ve pembe amblemli New Balance' larım içimdeki pembeliğin belirtisi. Oldukça badireli bir vize sürecinden sonra, yalnızca 5 gün vize veren konsolosluk yetkililerine selamlarımı iletiyorum. Her neyse, aldık çok şükür. Yanardağ bile patladı, düşün artık.
Şu anda uçakta Sofya civarlarındayız. Önce kitap okumak istedim ama yanımda bir çocuk olduğunu unutmuşum :) Kıpır kıpır, bir kitap bile okutmadı bana. En son taktiği şarkı söylemek. Hayatımda böyle mırıl mırıl şarkı söylediğini de duymuşluğum yok. Kızdım ona :) Ama içimden güldüm. Çünkü çok komik. Öyle çocuk gibi ki, oynamak istemediği telefon oyununu "çirkin" olarak nitelendiriyor :) He hee :)
Şimdi de kıpır kıpır yemek yolu gözlüyor :)

Dün 2 defa yaptığım Taksim yolculuğumda, geçtiğim yerlerin bende bıraktığı izleri gördüm. Tıpkı yukarıdan kendini seyretmek gibi oldu. Ya da kameraya çekilmişiz de, kendimi seyrediyormuşum gibi...
Mesela Garanti' nin eğitimi sırasında kaldığımız otel, eğitim arkadaşlarım, akşamları gittiğimiz mekanlar. Önlerinden geçerken, sanki hepimiz oralardayız, ben dahil...Ama kendimi dışarıdan da seyredebiliyorum.
Bi Buçuk, mmmm bayılıyorum orda kanat+bira olayına girmeye. Her zaman bana 2005 yılını anımsatıyor. Ve daha bir çok mekan...Sanki hala oralardayım...

İzmir mesela, ne zaman Pinhani dinlesem, İzmir' e gitmiş gibi oluyorum. Ve anılar, geçen güzel günler. Aynı şekilde, bahar kokusu demek, arkadaşlarım demek.
Geçen gün, parkta yürürken, yerde açan minicik kır çiçeklerini gördüğümde derhal çocukluğuma gidip, annesinin minik kızı oluverdim. Annem ve ben aynı elbiseden giymişiz... (annem ikimize aynı dikerdi :)
Çiçekleri topluyorum anneme, bir süre elinde taşıyıp, sonra bıkıyor taşımaktan. Küsüyorum her zamanki gibi attığına. Ama sonra, tekrar tekrar ona çiçek toplamaya devam ediyorum. Gözlerimden pıt pıt yaşlar düşüyor, çiçek toplayan minik Nihan' ı uzaktan seyrettiğimde... Kalbimin fonunda, "When I was just a little girl, I ask my mommy, what will I be? Will I be pretty, will I be rich?" çalıyor...

Ve mesela, Metallica demek, abim demek. Abim demek, uzaklar demek...Herkes coşar ya Metallica' da, ben ağlarım...Abim headbang yapıyor karşımda. Bu duygunun da bir kokusu var...

"Nihan' sın dideden" demek, babam demek...Kokusu güzel, sıcak, duygulu...Her dinlediğimde karşımda babam söylüyor şarkıyı...

"Could I have this kiss forever" demek, sevgilim demek...Bu koku, bebek kokusu, pudra kokusu, aşk kokusu...Düğünümüz, ilk dans, abimle ablam karşımda, bana sevgiyle bakıyorlar. Titriyorum. Dedem kaptı kolumu :) Ablam ağlıyor...Ah! Bu duygu çok güzel...

Şimdi bu yolculuğuma ait duyguyu hatırlamak için Momo' yu okuyorum. Michael Ende' den...
O, en sevdiğim Momo. Momo' da Hollanda kokusu olsun. Anlaştık mı? Anlaştık. Ben şimdi yemek yiyeyim.
Öptüm.

22.04.2010

21 Nisan 2010 Çarşamba

Abbas Yolcu 2

Bunca soruna, hengameye ve imkansızlığa rağmen yarın gidiyoruz galiba.
İnşallah yani...
Gidipte dönmemek var hesabı, herkese Allahaısmarladık diyeyim.
İnşallah sağ salim gider ve döneriz.
Herkese çokça sevgiler :)

Kendime not: Yaşadığın şu mucizeyi unutma, sahip olduğun dostluklar için şükret, kıymetini bil...
(Seni çok seviyorum Ebuş' um)


14 Nisan 2010 Çarşamba

İçime yine yolculuk mu düştü, nedir?

Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.

Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız "kalk gidelim",
öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...

Bir çocuk daha doğurmalar...

Borçlara girmeler...

İşi büyütmeler...

Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Can Yücel

18 Ocak 2010 Pazartesi

Seyahat Günlüğü - İç sesim

mü desem? Yoksa bir kaç saat içinde karşılaştığım binbir çeşit insan manzarası mı desem?

Özledim canlarımı, düştüm yollara...
İlk durak, Havaş. Sinir katsayısı çıkartan insan silueti numara 1:
Havaş' da güzel güzel oturmaktayım. Bir anne ve iki kızı girdiler içeri. Bu zat-ı muhteremler,
*O simsiyah saçlarını sapsarı yapmayı biliyorlar.
*O, afedersiniz koca ..tlerine bakmadan tayt giymeyi de biliyorlar.
*İçlerinden birinin ayağıma bastığını söylemiyorum bile.
*Gelip,arkama oturup, sandalyemi deli gibi sarsmayı da biliyorlar. ve sarsmaya devam etmeyi.
*Ve hatta, yanımdaki sandalye boş diye çantalarını üstüne koyarken neredeyse kucağıma atmayı da biliyorlar.
   Ama yok!Yok işte! Her sigara içmek için sırayla dışarı çıktıklarında, geri içeri girerken kapıyı kapatmayı bilmiyorlar. Biliyor olsalardı, niye bu kız (ben oluyorum) habire oflaya poflaya, bize kötü kötü bakarak, arkamızdan kapı kapatmak için kalkıyor, derlerdi. Ama demediler!

Servise bindim. Katsayı artıran insan silueti, numara 2 ve 3.
Kendileri hacı bir dede ve koca memeli, yuvarlanarak yürüyen, ne dediği hiç anlaşılmayan yaşlı bir karı koca.

-Gızııııımmm?
-Efendim?
-Bu, Sabuha Gökçen' e mi gidiyooo?
-Evet.
-Kaç para?
-10 TL.
  Evet, en önde oturuyorum. yaptım bu hatayı kabul ediyorum. Ama nolur acıyın bana. Dışarıda şoför var ey cemaat-i müslüm, niye her biriniz sırayla aynı soruyu bana soruyorsunuz? En sonunda şöyle bir yazı yazacaktım;
  "Sabiha Gökçen' e gider, 10 TL... İmza: Muavin Nihan"

İnanamıyorum! Hacı amcalar toplam 9 adet bavul, çuval ve poşet karışımı şeylerle gidiyorlar. Ve evet bindiler servise. Allah' ım nolur yanıma oturmasın teyze, kesin kucağıma oturur. Uyuma numarası mı yapsam? Yok çantamı koyiim ben en iyisi. Oh! Çok şükür, tam arkamdalar.
Başladılar bağıra bağıra konuşmaya. Anaaaam! Allah' ım sana geliyorum, o ne, bu nasıl bir kokudur?
Ben deyim leş kokuyor, siz deyin soğan. Vallahi ortaya karışık! Böğk! Kavga ediyorlar bağıra bağıra.Ühühühüh, duyma Nihan, duyma. Ufff! Yanıma biri oturdu, kalkamıyorum da...Mont, sırt çantam vs...Fenalardayım.
2 dk. trafiği izle, saygısızlıkları gör. Dünyaaa, çivin çıktı hakikaten!Dayanamıyorum insanlara!Saygısızlığa!
Hacı teyze, kocasından azar işiten her ezik kadın gibi eheheheh gülüyor.Etrafa rezil olduğunu düşünüyor. İnan bana rezil olan sen değilsin, kocan! Allah' ım çok pis kokouyor bu insanlar.Tespih çekmeye başladı. Her bismillah, benim sonumu getiriyor. teyze birden bağırdı, "Alllaaahhhh".
Canlarım, o güzelim "Allah" sözcüğü var ya, işte o benim sonumu getirdi. O sonundaki "aaahh" var ya, dalga dalga, buram buram bir rüzgar yarattı, o rüzgar geldi burnuma kondu. İşte o benim bittiğim andı.Sonra bayılmışım..he hee şaka şaka!

Sinir katsayısı artıran insan silueti numara 4:
Yanımda oturan zat! Kadın...Hanım...Bütün özel yaşamını öğrendiğim insan. Artık seninle koyun koyuna bile yatabilirim, o denli tanıyorum seni. Niye bağırıyorsun, niye vır vır vır özel hayatını anlatıyorsun? Özel hayatını anlatırken, niye, İzmir' deki işimden çok sıkılmıştım, şimdi İstanbul' da çalışıyorum ama oğlumu anneanneye bıraktım, 2 haftada bir  de görmeye gidiyorum, diyosun? Niye kendinden nefret ettiriyorsun? Hadi desen, iş bulamadım, mecbur kaldım, beraber ağlıcaz belki seninle. Ama yok sen sıkılmışsın. Bi şey derdim ama ayıp kaçar. Bi git, sende anne misin be?

Sonra bir baktım, çenem çok ağrıyor, öyle sıkmışım ki dişlerimi. Bir yanda pis kokulu, ne dediği bile anlaşılmayan karı -koca, bir yanda manyak anne!

Gittim THY bankoya. Manyak insan numara 5:

-Bişi rica edebilir miyim? (bu benim, ben manyak değilim)
-Evet. (Ayı! Evet mi denir, buyrun denir!)
-A4 kağıdı var mı bana verebileceğiniz, 1 tane yeterli.
-Tıh... (Bu bir gülüş sesi. Dalga geçer gibi...)
  Burası bir ofis.
-Tam da o sebeple sordum zaten.
-Yok! Grup 1 le gireceksiniz.
-Grup 1 mi, o ne? Kapı numarası yazmıyor mu? (Sabiha Gökçen çok yenilendi ve bir değişiklik mi var bunu öğrenmeye çalışıyorum)
-Tabiki kapı numarası var.
-Peki siz niye bu kadar ukalasınız? dedim ve gittim.
Çok çirkinsin kızım da demek istedim. Hatta içinin çirkinliği dışına vurmuş diye de devam etmek...

Oturdum... Sabiha Gökçen yenilendi demiştim ya, bir sürü görevli minnoş koymuşlar bilumum yerlere. Nasıl da güzeller...Yalnız ben yöneticileri olsam, saçlarını öyle temizlik yapar gibi toplamalarına izin vermem, o ayrı.
Herneyse, etrafa bakınıyorum.
Arkadaş, biz nasıl bir milletiz böyle? Önünde kocamaaaan yazıyor. Şu no' lu kapılar aşağıda, şu nol' lu solda, şu no' lu sağda...Dana gibi yazmışlar. Niye istisnasız herkes soruyor? Ya bi okuyun, bi bakın, bu kadar hazırcılık olur mu? Offf!

Manyak insan numara 6:

Bu adam bana mı bakıyor? Yok galiba benim tarafımda bir yere bakıyor. Neyse ben kitabımı okuyim. Arkamdaki kızlaaaar, rica etsem bağırmaz mısınız, okuduğumu anlayamıyorum. Anonslar da hiç durmuyor, okuyamıyorum.

-Ne okuyon gızıımmm, yolculuk nireee?
-Kitap.
-Nire yolculuk?
-Su alıcam, ister misiniz?
 Kaç Nihan, kaaaaç!

Aslında şuna inanırım ben. Ters bir insansan, her işin ters gider. Huzursuzluk ve sinir insanın içindedir. Ama gerçekten bugün öyle bir günümde değilim. Hatta canlarıma gidiyorum, heyecanlı ve mutluyum.

Ama! O da ne? Uçak rötar mı yapmış? Neyse, yarım saat :(

Şu Mp3 çalar alma işini hızlandırmalıyım.Sevgiliminki bozuldu.
Canon EOS 500D' sini isteme cesaretinde bulunamadım. ikisi aşk yaşıyorlar çünkü ve ben dışlandım çünkü sakarmışım, öyle diyor :(

Ah! O da ne? Bir babayla, minişi saklambaç oynuyorlar.Ne tatlılar, minnoş gözünü kapattığında kimsenin onu görmediğini düşünüyor. ahh kuzum benim, ne tatlısın sen, keşke öyle olsaydı dünya...Mutlu oldum onları seyredince.

Uçaktayım. Hiiii, bana bakan adam yanımda oturuyor. Hiiiç kafamı kaldırmadan inene kadar kitap okudum.

Oturduğum ilk dakikalarda, 50' li yaşlarda iki adamın konuşması. Onlarda numara 7 ve 8 olsunlar.
-İttirme o çantayı, önündeki benim, kırılacak şey var içinde.
(İttirme mi? Doğru mu duydum? Adam da şaşırdı. cevap vermiyor.)
-???
-İttirme diyorum.
-Nereye koyucam?
-Git orda boş yer var.

İnanamıyorum, şu konuşma tarzına bakar mısınız?
50' li yaşlardasın ama hala insan değilsin ve eğitilmen mümkün değil. Yabani diye sana denir işte!
Peki ben neden sinir oluyorum oturduğum yerde? Bu da benim salaklığım. Çenem ağrımaya devam ediyor...

Hostesler kibar kibar servis yapıyorlar. Manyak insan numara 9:

-İçecek olarak ne alırdınız efendim?
-Vızır vızır vızır
-Efendim?
-Su suuuuu!

Önümde oturuyorsun. Şöyle var ya, elimin ortasıyla o kellene öyle bir şaplak indirmek istedim ki, olmayan beynin sarsıntıya uğrasın, o derece yani. kafan ön koltuğa çarpsın.(evet içimde canavar besliyorum)
terbiyesiz herif, "su suuu" da iki kelime, "su lütfen" de iki kelime!Ne biçim bir yaratıksın sen?

Aaaa o da ne?
Kaptan pilot, bir kadın...Mutlu oldum!
Ağzına mikrofonu sokmadan konuştu, ne dediği anlaşıldı. Mutlu oldum...
Zannediyorum gülümseyerek konuştu. Mutlu oldum...
Okuduğum kitap bitti. Mutlu oldum...
Uçak yere çok kibar indi. Kaptanımız bir hanım ne de olsa. Mutlu oldum...
Ve işte babacım orda; beni görmedi. Uykusu gelmiş belli, dört gözle beni arıyor belli, heyecanlı belli.
Sarıldık. Mutlu oldum...
Anneciğimin pamuk yanaklarına kavuştum. Mutlu oldum...
Yarın annemin imza günü varmış. Mutlu oldum...
Annem müthiş bir battaniye örmüş bana.Mutlaka fotoğraflayacağım.Mutlu oldum...
Yemek yemek istemedim, bir elime hop diye ekmeğe sürülmüş süzme yoğurt, üstüne kuru nane serpiştirilmiş (oof!bayılırım) geldi, bir elime hop diye taze sıkılmış portakal suyu. Mutlu oldum...
Şu anda odamdayım, bu yazıları defterime yazıyorum. Sanki bu odada yaşamaya hep devam ediyormuş gibiyim, bebeklerim karşımda. Mutlu oldum...


   Ve ne demiş, bir büyük üstad;
 
"Mutluluk hiç bir zaman büyük değildir..."

15.01.2010