meyhane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meyhane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Mart 2014 Pazar

Krepen'deki İmroz


Beyoğlu meselesi...Damarlarımıza bu coğrafyanın coşkusu zerk edilmiş çok uzun zaman önce. Pek çok insanın girmeye korkuğu ara sokaklara, köhnemiş, isli yüzlü, terk edilmiş binalara vızır vızır girmişiz seksenli yıllarda. Üstelik de daha onlu yaşlarda, "karşının çocuğu" gibi bir yafta üstümüze yapışmışken yapmışız bunu. Bağdat Caddesi'ne "cadde" denilmeye başladığı, Kristal Büfe'de tuhaf bir piyasanın peydahlandığı, Özal'lı güzide senelerden bahsediyorum. "Cadde"ye bir miktar uzak, Fenerbahçe semalarında yatıp kalkan bendeniz, okul durumundan mütevellit, o son kertede civcivli onbir  ile ondokuz yaşlarımın arasında, hani tam da eprimiş romanlarda "ilkgençlik yılları" diye tabir edilen heyecanlı bir yaşımda, Kuledibi mezbelesinde soluk alıp vermeye başlamışım. Eh, insan her allahın günü Kuledibi'ne giderse, kerhaneyi de bilir, Yüksekkaldırım'ı da, trafiğin çift yönlü aktığı Cadde-i Kebir'i de, randevuevlerini de, artık pek rastlamadığımız pavyonları da, Kulis ve Papirüs'ü de ve şüphesiz ki belli başlı tüm lokantaları da. Bunları bilen adam, yaşlar ilerledikçe, ufaktan meyhane sorunsalına da aşina olur Beyoğlu'nun. Ölçer-biçer, o şıngır mıngır ülkenin farklı batakhanelerini karşılaştırır zaman içinde birbiriyle. Sonunda, yeterince bilgiye sahip olunca (yirmibeş sene su gibi geçmiştir neticesinde) kendi küçük adacıklarını oluşturur kişioğlu. "Şu meyhaneye giderim, bu bölgedekilerin pek yüzüne bakmam, oranın ciğeri iyidir, buranın favası kötüdür, vs vs..."

Daha önce yazdıklarımı okuyanlar aşağı yukarı duruşumu bilirler bu mesele gündeme geldiğinde. Ben Asmalımescit taraflarını şenlendiren meyhanelerin adamıyım daha çok. Bir numaramın Cavit olduğunu çok önceleri yazmıştım. Diğerleri sonradan gelir. Bana kalırsa, bu tarz mekanlar söz konusu olduğunda, Beyoğlu'nda iki temel adacık yer almaktadır: Asmalımescit mıntıkası ve Balık Pazarı-Çiçek Pasajı bölgesi. Bendeniz ikinci bölgenin pek müdavimi sayılmasam da, belirli lokantaları ziyaret etmeyi ihmal etmem sene içinde. Bunlardan birisi, Çiçek Pasajının göbeğinde yatan, kabak kızartmanın İstanbul'daki tartışmasız efendisi, Seviç'tir. (ki kendisini burada detayları ile yazmıştım).  Diğeri ise, Nevizade keşmekeşinin en sonunda karşılaşacağınız, pek vakur, bir o kadar da alımlı İmroz'dur.

Bir zamanlar gittiğim Kuşadası barlar sokağının tuhaf barlarının kapılarında insanla göz teması kurmaya çalışan ve bunu başardığında mide kaldırıcı danslarla size yanaşmaya çabalayan, bunu da başarı ile gerçekleştirdikten sonra, kolunuzdan çekiştirip sizi zorla bara sokmaya çalışan adamlar vardı. Bunun tufah bir versiyonunu Brüksel'de, her tarafı deniz mahsülü lokantaları ile kaplı köhne bir sokakta da gördüm. Müşteri çekmeye çalışmak için bar-lokanta "kapı"larından istifade etmek, aklı başında insanı cidden sinirlendiren bir yöntem aslında. Nevizade mecrasında da hemen hemen tüm işletmelerin kapılarında (ki özellikle yanınızda kadın varsa) "Abi buyur yerimiz var terasta" gibi birtakım cümlelerle sizi içeri davet eden kişiler mevcut. Sudan çıkmış balık gibi, insan seline kapılmış dolanan turistlerin üzerinde etkili olabilecek bu tacizkar yaklaşımın, bu kentte yaşayanları rahatsız edebileceği ne yazık ki anlaşılamamış durumda.

Ve sevgili dostlar, Nevizade Sokak'ta, kapısında birisinin durup da sizi içeri almaya çalışmadığı tek mekan, tahmin de edebileceğiniz üzere İmroz. Bu önemsiz detay bile, meyhanenin diğerlerinden farklı olduğunun ipuçlarını veriyor insana. Mekan size iyi hizmet ve yemekler sunduğunu daha kapısındaki tavrıyla çıtlatıyor adeta. "Benim sana sunacağım bir sürü şey var, yılışıklık dışında" diye fısıldıyor usul usul. İşte salt bu sebepten bile, Nevizade'nin incisi İmroz'a gidebilirisiniz Asmalı meyhanelerine alternatif aradığınız vakitlerde. Yeri çok kolay: İstiklal Caddesi'nde Taksim Tünel istikametinde yürürken, sağ tarafınızda gördüğünüz Çiçek Pasajı'nı hemen geçince, Balık Pazarı'na gireceksiniz. Dümdüz yürüyün Tarlabaşı yönüne doğru, tezgahlara dizilmiş balıkların simetrisine, sebze-meyvelere bakın. Ardından, sağ kolda Nevizade'yi göreceksiniz. Bu sokağı da dümdüz geçin. Sinir bozucu kalabalığa ve sokağın üzerinde sıkışan trafiğin anlamsızlığına aldırmamaya çalışın. Yolun en sonuna doğru, sağ kolda bütün haşmetiyle duran İmroz'a ulaşacaksınız. O daracık bölgede bile, açıkta oturabileceğiniz masaları mevcut İmroz'un, ama insan seli sizi rahatsız ederse (ki beni çıldırtma merhalesine getirdiğini rahatlıkla söyleyebilirim) içeride oturabileceğiniz bol bol yer mevcut. Bana hayli "Refikvari" görünen alt katta nispeten az masa var, ama gavur tabiriyle "cozy", küçük ve samimi bana kalırsa; üstte "salon", daha tepede ise "teras" bölümleri var. Hepsinde oturulabilir. Ama ben sakin ve muhabbete yönelik bir gece planlıyorsam salon bölümünü, daha "goygoy"lu bir gecenin arayışında debeleniyorsam alt katı seçiyorum.

Ne yaptığını bilen, güleryüzlü, babacan ve esprili garsonlar muzzamdır İmroz'da. Mekanın bu anlamda on puan alması kaçınılmazdır. Bir meyhanede olması gereken en iyi servisi alır, mutlu ayrılırsınız, kuşkunuz olmasın kesinlikle.

Yazımı taçlandıran soğuk meze tepsisinden de görebileceğiniz üzere, envai çeşit mezenin dans ettiği bir seçenekler cümbüşü geliyor masaya. Seçmesi zor. Hepsini yemek ya da tatmak olanaksız. O vakit, birçok denemeden sonra bendenizin süzgecinden sıyrılmış ve ön plana çıkmış olanlardan bahsedelim. Öncelikle, soslu torik söylemezseniz hayatınızın hatasını yapmış olursunuz bana kalırsa. İmroz'un özel lezzetlerinden birisi bu. Hem balık, hem meze... Ayrıca değme "fine dining" lokantalarında karşınıza çıkamayacak ölçide rafine bir dokunuş. Yanına ince ve yumuşacık servis edilen lakerdadan sipariş edin, korkmayın mezeleriniz fazla "balık balık" olacak diye. Patlıcan salatası güzel, ("bir Cavit değil"), ama Köpoğlu'su gayet iyi. Soğuk meze tabaklarının muktedir hakimi patlıcan ise, patlıcanın üç çeşidinden (salata, soslu, Köpoğlu), en lezzetlisi bu bence. Yeşil biber arası peynir getiriyorlar. Aman dikkat! Enfes bir tadı var, ama çok acı olabiliyor. Haydarisi standart, çok etkilemedi beni.

Ara sıcaklardan muska böreği, tabak tabak yiyebileceğiniz bir güzellik. Kızartmanın insanın içini bayıltan ağırlığı asla yok. Aksine son kertede hafif bir yemek yiyor izlenimine kapılıyorsunuz. İçideki peyniri hissederek yiyorsunuz. Kesinlikle bir cimrilik söz konusu değil. Kalamar tava da ağza layık bir yemek İmroz'da. Pek keskin olmayan bir tarator ile getiriyorlar. Ağızda mükemmel bir uyum yakalıyor bu ikili. Benden söylemesi, bir de karides güvecin tadına bakın. Çok lezzetli, bunu rahatlıkla söyleyebilirim, amma ve lakin, esas yapmanız gereken, bu muhteşem güvecin suyuna ekmek banarak harikulade bir şamandıra keyfine dalmak olmalı. Hayatımın en randımanlı şamandıralarından birini İmroz'da yaşadığımı itiraf etmeliyim.

Mekanın tatlıları ise, bu güzel yemeklerin üzerine yağ-şeker dengesini kurup insanı iyice rahatlatıyor. Kaymaklı incir tatlısı ve mustafakemalpaşa sipariş edin. Ağır ağır mideye indirin bu arkadaşları bir Türk kahvesi eşliğinde.

Sonra yerinizden kalkın, insan seline kapılıp bir sonraki durağınıza, evinize, başka bir Beyoğlu mekanına, ayaklarınızın sizi götürdüğü yere gidin.

Yüzünüzde bir gülümseme, midenizde hoş bir duygu olacağından adım gibi eminim.



  • Adres: Hüseyinağa Mh., Nevizade Sk No:24, Beyoğlu
    Telefon:(0212) 249 9073


  • 19 Kasım 2012 Pazartesi

    Refik Restaurant


    Ölümsüz mekanlardan birisidir Refik...Yıllara meydan okuyan varlığı, renkli duruşu ve taşıdığı olağanüstü tecrübesiyle insanı içine davet eden tuhaf bir çekim kuvveti vardır bu meyhanenin. Bunu hissedersiniz önünden geçerken.

    Bendeniz, tahmin edebileceğiniz gibi, Asmalımescit mıntıkasının Sofyalı Sokağı'ndan pek sık geçer, hatta bazı geceler bölgede alenen volta atar, etrafı kolaçan edip olan biteni kontrol ederim. Genelde asayiş berkemaldir bu mecrada.

    Yılan gibi uzayıp giden bu sokakta tıklım tıkış olmuş yürürken hep Refik'le karşılaşırım. Bazen önünden geçerken salt içerisinin ışıltılı yaşantılarını gözler, zaman zaman da kendimi içeri atar, iki kadeh bir şey içerim. Ben severim "boş beleş" dolaşmayı. Handiyse yaşamdaki tek naçizane lüksüm budur.

    İşte tam bu noktada durup "aydınlık bir meyhane ile bağdaşmaz" diye düşünenlere iki çift laf etmek isterim müdanasızca. "Bre gafiller" demek isterim, "siz bir Refik'e gidin, iç mekanın apaydınlık havasını içinize çekin, duvarları süsleyen kaotik tabloların değişmez asimetrisiyle kucaklaşın, önce Atatürke'e, ardından hiçbir meyhanede göremeyeceğiniz şekilde gözünüzün içine bakan İsmet Paşa'ya bir selam çakın, ondan sonra ötün aydınlık konusunda."

    Hiç şüphesiz Sofyalı Sokak'ın en ışıltılı meyhanesidir Refik. İçinde insan kendini yeniden doğmuş gibi hisseder ilk dubleyi mideye indirirken.Yeniden doğmak elbette ki güzeldir, sağaltıcıdır, yenileyici ve tazeleştiren bir şeydir. İnsanı depresyona gark eden kent yaşamının egzost dumanları, gayesiz koşuşturmaları, itiş kakışları ve varoluş krizleri içinde, bazen "resetlemeli"dir ademoğlu kendini.

    Refik'e ilk adım attığınız an, bir tür yeniden doğuştur işte.

    Çok sık gitmesem de, her gittiğimde yemekleriyle beni mutlu etmiş bir meyhanedir Refik. Aslında meyhanenin hasıdır, kralıdır.

    Şimdilerde muhtemelen babadan oğula geçmiştir lokantanın işletmesi. Bendeniz bu konuda pek malumat sahibi değilim açıkçası. Beninkisi sadece bir tahmin. Kurucusu ve meyhanenin bugünkü şöhretini borçlu olduğu rahmetli Refik Baba'yı birkaç sene öncesine kadar mekanda görebilirdiniz, bunu söyleyebilirim Değişik, aslında hayli sert mizaçlı bir zattı kendisi. Arada masalara müdahale eder, "çok içtiniz" diye çıkışırdı. Bir defasında, hiç unutmam, kalabalık bir grupla içiyorduk mekanda. Nedendir bilinmez, bir gün önce ölen Papa için kadeh kaldırdı birisi. Tüm masa kadeh kaldırdı, bir bağırıştır, çağırıştır gidiyordu. Refik Baba masaya geldi hemen. "Ben o heriften daha yaşlıyım be!" diye çıkıştı. Çok gülmüştük bu olaya...

    Her neyse, hülasa-i kelam, Refik derler bu meyhane, Sofyalı Sokak'ın Asmalımescit Caddesi'ne katıldığı noktaya pek yakın bir yere çöreklenmiştir. Artık bunu söyledikten sonra yol tarifine pek ihtiyaç duyulmadığı kanaatindeyim.

    Bendeniz alt katta konuşlanırım her gidişimde, size de şiddetle bunu tavsiye ederim. Mekan Lonely Planet cinsi guide book'ların gediklisi olduğundan pek fazla turist görebilirsiniz burada. Yabancı bir memlekette miyim, diye şaşırmayın sakın. Beyoğlu'nun göbeğindesinizdir.

    Yemeklere gelince, Alp kulunuz bu meyhanede patlıcan salatası, haydari, kısır, tereyağında mantar, ciğer, kavun, beyaz peynir, tarama, muska böreği gibi lezzetleri mideye indirmiş ve pek memnun kalmıştır.




    Tereyağında mantarda Tanrısal bir lezzet duymuştur Alp. Ağızda dağılan bu lezzete binbir anlam ve anı yüklemiştir hiç çekinmeden.

    Ağızda dans eden ciğere gülümseyerek bakmış ve kısa bir süre ellerini açıp şükretmiştir Alp. İnsan bazen, iyi bir ciğer yediğinde şükredebilmelidir çünkü.

    Tarama damakta çoşan cinstendir, sevmek ve sevilmek ister. Onu da kucaklamıştır Alp. Yüzü kolesterol patlamasından hafifçe kızararak kaşıklamıştır taramayı.

    Muska böreğinde durmuş, biraz beklemiş ve kıymanın dilinin üzerinde infilak etmesinin tadını çıkarmıştır hunharca. 

    Haydari ve kısırı severek yemiş, rakının şahbabası olan Kulüp'ten birkaç yudum alarak hayatını nadasa bırakmıştır.

    Sevgili dostlar,

    Hayat bazen nadasa bırakılması gereken bir şeydir işte. Bazen insan aşırı ışıltılı bir meyhanede, binbir fotoğrafın ortasında gözlerini yummalı ve hiçbir şey düşünmemenin keyfine varmalıdır.

    İnsan bazen terbiyesiz ve cüretkar olmalıdır yaşam konusunda. Dertleri ve tasaları bir kenara bırakmalı ve Refik'te almaldır soluğu. Önünden akan insan seline boş gözlerle bakmalıdır.

    Varoluş bazen çok kavranabilir bir mesele değildir. O zaman Tanju Okan'ın da dediği gibi:

    "Dünyanın merkezidir bu meyhane..."

    Afiyet olsun...

    Refik Restaurant

    Asmalı Mescit Mah. Sofyalı Sk. No:7-10-12 Tünel Beyoğlu İSTANBUL
    Tel:0212 243 28 34 

    15 Ekim 2012 Pazartesi

    Seviç Meyhanesi


    Bazen, bazı meyhaneleri yazmak için, siyah-beyaz, kocaman fotoğraflar koymalı insan, "ince belli" bir rakı bardağı olmalı elinde ve hafiften gözlerini kapatmalı o rakının tadını alabilmek için.

    O rakı Kulüp Rakısı olmalı mümkünse. 

    Zaman zaman, bazı meyhanelere, hayatın gürültüsünden kaçmak, gündelik yaşamın saçmalıklarından kurtulmak için sığınmalı insan.

    O meyhane hem kavga-gürültü ve koşuşturmanın tam göbeğinde yer almalı, hem de korunaklı bir liman olmalı mümkünse.

    Kimi günler, bazı meyhanelere öğle vakti uğramalı insan. Gündüz rakısı denen o harika icadın keyfini çıkartabilmek için Çiçek Pasajı'da tahta bir masaya kurulup aşağıdaki gibi bir şiir düzmeli:

    Siz hiç gözleriniz kapalı rakı içtiniz mi
    Ben içtim
    İçine su-buz koymuşlardı
    Beni de alıp bir meyhaneye oturtmuşlardı
    Beni hep bir meyhaneye oturtmuşlardı
    Masaya patlıcansalatasıbeyazpeynirkavuntarama
    Koymuşlardı
    Masanın ucunda yepyeni bir hayat bana gülümsemişti
    "Bana" kaldırmıştı kadehi
    Ben de arkama yaslanmıştım
    Ne çabuk geçmişti


    Ve Seviç Meyhanesi'nde Kulüp Rakısı'nın yanına kadim dostu beyaz peynir gelmeli öğlen vakti, biraz da tatlımsı kavun.

    Bu üçlünün mükemmel tadı insanın ağzında ağır ağır birleşmeli.
    Böyle bir zamanda yine gözlerini kapatmalı o şanslı adam. Oturup düşünmeli.

    Hiçbir şey düşünmeden düşünmenin güzelliğini düşünmeli. O enfes peyniri nereden bulduklarını düşünmeli. Artık her mevsim aynı lezzetle yiyebildiği kavunun mucizesine inanmalı ve muzipçe gülümsemeli.

    Masaya beklendiği üzere patlıcan salatası, fava, haydari, kabak kızartma ve enfes bir karışık salata gelmeli. Her lokmada adamı gülümseten patlıcan salatasının közü, kömür kömür kokmalı alenen.

    Kıvamlı haydarinin sarmısağı damağı dağlamadan "ben buradayım" diyebilmeli.

    Biraz tuzlu olsa da, favanın soğanlı enfes karışımı midelere bayram ettirmeli.

    Taze taze zeytinyağı kokan salata içini açmalı adamın.

    Ve tabii ki Seviç'in "primadonna"sı kabak kızartması masanın baş köşesine arsızca kurulmalı, fena halde lezzetli ve üstelik de mideyi asla yakmayan tadıyla, kendisinden alınacak ısırıkları beklemeli..

    Eleos ve Todori'yle birlikte İstanbul'un en iyi kabak kızartmasını yiyeceğini bilerek oturmalı insan bu meyhanenin masalarına.

    Belki biraz ciğer, azıcık kalamar tava, mevsim uygunsa gümüş kızartma yemeli. Ama istiyorsa hiç çekinmeden kuzu şiş sipariş edip keyfine de bakabilmeli.

    İnsan, Seviç Meyhanesi'ne oturduğu zaman, gece de olsa, gündüz de olsa, kendine mutlaka pasajın içinde "koridor"dan bir yer ayarlamalı, gelen geçenlere, akan insan seline, laternacı amcaya, karşı meyhanede şarkı söyleyen gay şarkıcı ve göbek atan müdavimlere, koşturan garsonların bitmeyen enerjisine eski dostları izler gibi bakmalı.

    İnsan, bazen bir müze gezisinden sonra, bazen bir konsere gitmeden önce, zaman zaman hayattan nefret edip soluk soluğa kalarak, ama her seferinde hiç düşünmeden gelmeli bu meyhaneye.

    İnadına rezervasyon yaptırmadan üstelik.

    Tahta masalara keyifle kurulmalı.

    Hemen hatırını soran garsonlarla hoşbeş etmeli, sipariş vermek için acele etmeden ağırdan bir soluklanmalı.

    Belki girişteki sigaracıdan aldığı kaçak ıslak purolardan bir tane tüttürmeli keyifle.

    Üstelik bir Cuma günüyse ve hatta öğlen vaktiyse, yan masada demlenen Aydın Boysan üstada bakıp iyice kendinden geçmeli insan.





    İnsan Seviç Meyhanesi'ne gitmeli.

    İçmesine izin verildiği sürece de kana kana içmeli kentin göbeğindeki bu vahanın münbit rakı pınarlarından.

    Seviç Meyhanesi
    İstiklal caddesi Çiçek Pasajı
    No: 8 - Beyoğlu / İstanbul
    Telefon: 212 244 28 67

    8 Nisan 2012 Pazar

    Safa Meyhanesi

    Bazı mekanlar vardır, ne yediğiniz içtiğinizden bağımsız olarak içine girdiğinizde sesiniz soluğunuz kesilir, bir anda nefes alamayacak hale gelir, saygıyla olacakları beklersiniz. Bir ihtişam kol geziyoırdur böyle yerlerde. Oralarda yapılması gereken, büyüklüğü kabul etmek, onun önünde eğilerek ağzınızı açmamaktır. Safa Meyhanesi, işte insanı böyle bir ihtişama boğan, atmosferi ile sizi büyüleyen, müşteri kitlesi ve konumu ile sizi her vakit hayretlere sürükleyen, eski meyhane kültürünü yaşattığı her halinden belli olan bir mekandır.
    Birkaç defa ziyaret etmiş olduğum halde bu meyhaneyi yazma fırsatı bulamamış olan bendeniz, en sonunda, hoş bir sürprizle karşılaştığım Safa ile ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya nihayet karar vermiş bulunmaktayım.

    Bir Perşembe akşamı... Hafif bir esinti olsa da, aslında ılık, sevimli bir hava. Henüz kararmamış, kurşuni gri gözyüzüne bakarak yolculuğuma başlıyorum. Eminönü'ne vapurla geçip sahil yolunu kullanarak, Yedikule Zindanları'nı görür görmez saptıktan sonra, zindanların daracık kapısından girip ilerliyorum. Sahil yoluyla alakası olmayan, kendi dünyasında bir caddedir burası. Bir mahalledir. Geleni geçeni belli, dükkanları eski, halkı renklidir. Senede bir geldiğim Safa Meyhanesi'ni bulmak için her defasında dikkatle etrafıma bakarım. Oysa ne kolaydır yeri. Yüzelli, ikiyüz metre ilerleyip sağ kolda görürsünüz tabelasını. O sokakta tanıdık bir dostu görmüşçesine sevinirsiniz her seferinde.

    Kapıyı açıp içeri dalıyorum. Her zamanki atmosfer. Gürültülü büyük erkek masaları da var, kadınlı erkekli sessiz masalar da. Işıl ışıl içerisi. Kocaman bir avizenin aydınlattığı yüzler, kapı açılınca bana bakıyor. Meyhanelere kapıdan giren herkes ilk başta yabancıdır biraz. Sonra içeri girip ilk rakıyı içtikten sonra birden bire o da yerel halkın bir parçası haline gelir. Işıltıyı alır, onu etrafa saçmaya başlar. Ardından, yeni biri içeri daldığında, sanki az önce kendi başına gelmemiş gibi, o da başını çevirip bu gelen "yabancı"yı tepeden tırnağa süzer.

    Dedim ya, meyhaneye giren herkes yabancıdır biraz.

    Gözler bana çevrili. Yerim girişin hemen yanında; sırtımı cama verip meyhanenin ana salonuna bakacak şekilde kuruluyorum masaya. Duvarlarda dört adet özenle oyulmuş, cam kapaklarla kapatılmış, içlerine boy boy, marka marka, eski-yeni bin türlü rakı şişesi askeri düzenle yerleştirilmiş bölme var. Rakı sadece içilmiyor, aynı zamanda dekorun da bir parçası olarak arz-ı endam ediyor bu meyhanede. Karşı duvarda Nuh-u Nebi'den kalma sarkaçlı bir saat sadık bir dost gibi zamanı haber verirken, mekanın tam ortasına asılmış kocaman bir Atatürk fotoğrafı da meyhane sakinlerini yukarıdan usulca selamlıyor.

    Patron kasada oturmuş, gelen geçeni kesiyor. Garsonlar sevimli, canayakın ve hızlı. İlk defa gelenleri bile mudavimmişçesine karşılayacak cinsten usta ve deneyimli. Mutluyum. Mutlu olmamak için hiçbir nedenim yok.

    Hayat bana güzel, diyorum içimden.

    Önce pilaki, patlıcan salatası, haydari, acılı ezme, zeytinyağlı kereviz, köpoğlu ve beyaz peynir geliyor masaya. Dünya daha bir yavaş dönüyor sanki. Mutluluğu yaşamak için daha fazla vakit var. Pilaki nefis; içinde hafif havuç var diye anımsıyorum. Köpoğlu müthiş; tadı ziyaretimden sonra bile damağımda dans etmeye devam edecek, biliyorum. Acılı ezme kararında; ne fazla, ne de az. Ardından ciğer ve paçanga böreği geliyor. Her ikisi de harikulade bir lezzete sahip. Ama özellikle paçanga bu dünyadan değil, onu söylemem lazım. Bendeniz, meyhane meyhane dolaşıp ideal paçangayı arayan bir insanım ezelden beridir. Sonrası evdekileri memnun etmese de, içinde pastırma ile peynirin böyle uyumla birbirine sarıldığı börekleri gördüğüm zaman affetmem. Mis gibi. Ana yemek olarak da köfte yiyorum afiyetle. Son olarak da tahin helvası. Helvaya ekmek banarak ritüeli sonlandırıyorum.







    Tüm bu yemekler son derece ustalıkla hazırlanmış bir şekilde geliyor masaya. Safa Meyhanesi, bir insana meyhaneden beklediği her şeyi veriyor.

    Mekan, 1900'lerin başında meyhane olarak kullanılan ve TCDD yollarının yapımında görevli insanların akşamları lokal olarak kullandıkları bir yermiş. Bunu öğrendiğimde şaşırıyorum. Daha sonra, şimdi hayatta olmayan Süleyman KIZILTAY 1948 yılında, arapça karşılığı "sefa, eğlence" anlamına gelen SAFA'yı, SAFA MEYHANESİ'ni kurmuş. O gün bugündür de muhabbet devam ediyormuş.

    Sonra gecenin sürprizi ile karşıyorum. Masamızda Yılmaz Özdil var. Zaten yemekler ve mekan hakkında bu denli az yazmamın temel sebebi de Yılmaz Özdil ile yaptığımız o tadına doyulmaz sohbet oluyor. Masasında meşhur birisini gören her Türk gibi davranıyorum ben de. Siyasete yazmaya, yazarlığa, gazeteciliğe dair binbir soru soruyorum ona. Sabırla yanıtlıyor. Masaya otururken söylediği, "Bir saatliğine geldim," sözü tamamen yalan oluyor. İkibuçuk saat kalıyor. Hayatından, gazete ve televizyonda yaşadıklarından söz açıyor, memleketin bundan sonra gideceği noktalardan bahsediyor. (Politika bu blogun konusu olmadığı için üstadın söyledikeri bende kalacak doğal olarak).



    Güzel bir muhabbet ve yemek ardından kalkıp eve dönüyorum. Aklımda aynı düşünceler dönüp duruyor. Sanki güzel bir tatlı yemişim de, biraz daha istiyor gibiyim.

    Sevgili dostlar, Safa Meyhanesi, eski meyhane kültürünü yaşamak ve yaşatmak isteyenlerin hiç düşünmeden gidebilecekleri harika bir mekan.Harika atmosferi ve güzel yemekleri ile kalbinizde kısa sürede taht kuracağından eminim.

    Mutlaka gitmenizi öneririm. Haftasonu gitmeden önce yer ayırtın.

    Safa Meyhanesi
    İlyasbey Cad. No:169 Yedikule/İSTANBUL
    Rezervasyon Tel
    0
    212 585 55 94
    http://www.safameyhanesi.com/

    19 Mart 2012 Pazartesi

    Eleos Restaurant

    Son dönem meyhane keşiflerimden en parlak olanlarından birisi için ufak bir parantez açmak istiyorum sevgili dostlar: Eleos Restaurant! Son günlerde, Elmadağ Meyhanesi, Giritli gibi yediğim hemen her yemekten memnun kaldığım mükemmel işletmelerden birisi de işte bu meyhane. Az bulunur cinsten mezeleri, Sarayburnu'na bakan harikulade duruşu ve iyi fiyatlarıyla bu blog'da yer alması gerektiğine inandığım bir lezzet durağı.

    Orijinali bendenize çoğu kez ters gelen Yeşilköy coğrafyasına denk düşmekte olan bu güzide keşfimin bir şubesi olan  Beyoğlu mekanında iki defa bulunduktan sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim. İlk gidişimde  çok keyif almıştım. Hem içimi açan bir sohbet vardı, hem de yemekler çok güzeldi. Emin olmak için bir defa daha gitmem, bir şeyler daha tatmam, etrafa biraz daha alıcı gözlüyle bakmam gerekiyordu. Ben de bunu yaptım geçen hafta. Sonuç ise mükemmeldi.

    Hiç vakit kaybetmeden yorumlara geçmek, tek tek yaşadıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum:
    1. Nasıl gidilir? Kendi dünyama göre anlatmam gerekirse, hayatımın bütük bölümünü geçirdiğim Asmalımescit'ten Beyoğlu'na çıkıp tam karşımda gördüğüm Hidivyal Palas'a dalarak, ikinci kata çıkmam suretiyle ulaştım Eleos'a. Taksim Meydanı'ndan Tünel'e giderken 231 numaralı binayı gördüğünüz zaman Eleos'a geldiniz demektir.
    2. Bu güzergahta bulunan binaların sürprizli iç dünyası Hidivyal Palas'ta da karşınıza çıkıyor. 5-6 katlı binaya giriyor, ikinci kata çıkıyor, sonra birdenbire nefeslerinizi kesen bir Boğaz manzarası ile karşılaşıyorsunuz. Üstelik de bu manzaraya kocaman bir terastan bakma şansınız var. Ben oldum olası Kızkulesi, Sarayburnu, Ayasofya ve Süleymaniye'nin birbirine karıştığı, camilerin kurşuni kubbeleri ile denizi yaran Şirket-i Hayriye vapurlarının aynı karede yer aldığı bu manzaranın hastasıyımdır. Eleos'un tepeden denize bakışı bir iki dakikalık saygı duruşunu hak ediyor bu anlamda.
    3. Unutulmaması gereken bir mesele var. Eleos manzara anlamında sigara içenlerin ödüllendirildiği bir mekan. O muazzam görüntüye bakan kısım, aslında üzeri kışlar için kapatılmış bir teras ve burada sigara içilebiliyor. Rezervasyon yaptırdığınız zaman  mutlaka "sigara içilen" yerden istemeniz gerekiyor. Aksi takdirde içeride, manzaradan mahrum kalarak oturursunuz. Kapalı mekanı seksen, terası otuzbeş kişilik. Yani aynı anda yüz kişinin üzerinde bir ağırlama kapasitesi var.
    4. Mekana yazın gitmediğim için yorum yapamıyorum, ama bu güzelim terası, üzeri açık, kesintisiz bir şekilde Sarayburnu'na bakarken hayal ediyorum. İnanılmaz bir keyif olmalı bu, Dolayısıyla yazın da gidecek, akşamüstü yedi gibi, buradan Kızkulesi'ne bakarak rakı ve beyaz peynir eşliğinde şehri dinleyeceğim mutlaka. Bu yaşlı kentin anlatacağı bir şeyler olmalı bu terasa.
    5. Eleos, kendi iddiasına göre Rum meyhane kültürü ile Ege ot ve deniz mahsülü mutfağını sentezlemiş ve üzerine Ermeni mezelerini ilave ederek bu lokantanın yemek seçkisini oluşturmuş.
    Gelelim yemeklere:

    Soğuk mezelerden yengeç salatasına bayıldım. Her insan evladı bu güzelliğin tadına mutlaka bakmalı diye düşünüyorum. Tamamen taze. Hafif körili sosu ise asla ve asla ağır değil. İnsanın yüzünde gülücükler açtıran cinsten bir lezzet.

    Fava ve patlıcan salatası her meyhanede sipariş ettiğim mezeler olduğu için burada da söyledim. Kendimi yerden yere attım diyemem tatlarına baktığım zaman. Ama ortalamanın üzerinde, ağırbaşlı, insana dokunmayan, sevimli mezeler. Asla yıldız değil, ama sizi üzmeyeceğini garanti edebilirim.

    İkram olarak masaya gelen kabak kızartma için bir es vermemiz gerektiği kanaatindeyim, zira her yerde yediğimden farklı bir tadı olan bu yemeği, gerçekten çok beğendim. Seviç Meyhanesi ve Todori'de sık sık sipariş ettiğim kabak kızartmanın Eleos versiyonunun içinde tadı iyice hissedilen bir peynir lezzeti olduğunu söylediğimde şaşırmayın. Çok kıvamında bir eklenti olmuş bu. Mucidini can-ı gönülden tebrik ediyorum.

    Levrek marin ve yine ikram olarak getirdikleri istridye mantarı da sipariş edildiğinde insanın yüzünü kara çıkarmayacak, rahatlıkla mideye indirilebilecek seçimler. Beyaz peynir de tam rakıyla gidecek cinsten mis gibi kokuyor.

    Ama esas süpriz, kırmızı biberin içine doldurulmuş olarak gelen tulum peyniri sevgili dostlar. Gerçekten, benim gibi kırmızı biber fanatiği olmayan, hatta kimi vakitler uzak durmaya bile gayret eden bir şahıs için bile vazgeçilmez bir lezzet olabilecek bir eser bu. Eleos'a giderseniz bu dolmadan mutlaka sipariş edin derim. Üzerindeki hafif zeytinyağıyla birlikte damağınız bayram edecektir.

    Ben iki gidişimde de ana yemek sipariş etmedim, zira -artık bunlara "ara sıcak" mı dersiniz bilmiyorum- sıcak mezeler insanılmaz lezzetli ve doyurucu Eleos Meyhanesi'nde. Yediklerimiz sırayla saymam gerekirse:

    1. Saganaki
    2. İstakoz Kavurma
    3. Kalamar Izgara
    4. Ahtapot Izgara
    5. Karides Güveç


    Bunların hepsi gerçekten olağandışı yemekler sevgili dostlar. Ama bir sıralama yapmak gerekirse ilk sıraya mutlaka istakoz kavurma dedikleri o muhteşem yemeği koymak isterim. Ağızda dağılan, pamuk gibi bir tadı var bu güzelliğin. Çatal çatal yemek istiyor insan. Kolesterol hastaları Lipitorlarını alıp istakoz kavurmanın tadına baksınlar mutlaka. Beş yıldız verdiğim bu yemeği düşündükçe hala ağzım sulanıyor.


    İkinci sıraya kalamar ızgara -ki bugüne kadar yediklerimin en iyisi, ama istakoz ızgaranın gölgesinde kalıyor-, üçüncü sıraya saganaki, dördüncü sıraya karides güveci, sona ise ahtapot ızgarayı koyarım bana kalırsa.

    Midye saganaki  her zaman için nefis bir seçim olacaktır. Açık konuşmak gerekirse bendeniz, ekmeğimi, adından da anlaşılacağı üzere sahanda gelen bu nefis kavurmanın peynirli sosuna şamadıra yapmak suretiyle tabakta hiçbir damla kalmaması görevini genel olarak üstlendim.

    Meyve ve tatlı faslına gelince, inanılmaz bir sunumla getirdikleri meyve tabağına tam not veriyorum. Tabakta yerine tenecerede demeliyim aslında. Buza yatırılmış meyvelerin üzerinde bir de nane likörü dolu küçük şişe oluyor. Çok şirin. Bu sunuma gerçekten şapka çıkartıyor insan. Tatlı olarak ise sufle ve doldurmalı irmik helvası yedik. Güzeldi.


    Netice itibariyle Eleos, yeme içme tutkunlarının eğer henüz gitmedilerse mutlaka ziyaret etmeleri gereken, her şeyi tadında sunan, bazı yıldız yemekleri ile insanın gönlünde taht kurabilecek bir meyhane. Sadece yemeklerin lezzeti değil, manazarası da muhteşem. Ayrıca garonların servis kalitesi, deneyimi güleryüzlülüğü de insanı rahat ettiriyor. Ahtapotun görüntüsüne bakıp kafamız biraz iyiyken "Bu canlı mı?" diye soruğumuz genç garson, "Abi bunların hepsi bir zamanlar canlıydı" diye cevap verdi. Çok güldük.

    Eleos'a gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Mutlaka rezervasyon yaptırmayı ve "sigara içilen" yerden ayırtmayı unutmayın.

    Fiyatlar ise bana kalırsa çok makul. Nevizade ve Sofyalı cenahlarındaki standart meyhanelerde yediklerinizin kat be kat daha iyisini yiyip aynı fiyatı veriyorsunuz. Fiyat performans olarak bugüne kadar gördüğüm en iyi yerlerden birisi.

    Unutmadan, bir ufak parantez de yemekten önce ikram ettikleri Uzo shot'lar için açalım. Bayıldım!

    İstiklal Cad.No:231 K:2 Hıdivyal Palas Tünel / Istanbul
    0 212 244 90 90 – 663 39 11 – 573 68 28



    http://www.eleosrestaurant.com












     

    28 Ocak 2012 Cumartesi

    Elmadağ Meyhanesi

    Sevgili okurlar, bu satırları, muhteşem bir yemeğin ardından, sıcağı sıcağına paylaşıyorum sizlerle. Yedi senedir aralıksız görüştüğümüz ve "Ayılar" adını verdiğimiz meyhane topluluğumuzun Ocak ayı organizasyonu için seçtiğimiz Elmadağ Meyhanesi'ne üçüncü defadır geliyorum. Açık söylemem gerekir ki, bu mekanın her seferinde daha da kendini geliştirmiş olduğunu görmekten büyük mutluluk duymaktayım. Dolayısıyla, yine bazen yaptığım gibi, aslında en sonda söylemem gerekeni ilk satırlarda sizlere aktarıyor olacağım: Elmadağ Meyhanesi muhteşem bir mekan. Kaçırılmaması gereken bir yer. İstanbul'un kuşkusuz en iyi meyhanelerinden biri.
    Meyhane meselesi söz konusu olunca, bazı farklı kriterleri göz önüne almak gerekir diye düşünenlerdenim. Sözgelimi, meze kalitesi, eğer varsa müzik kalitesi, fiyat / perfomans oranı gibi konuları incelemek gerekiyor bir meyhaneyi ele alırken. Çok net bir gerçek var benim için: Favori mekanım daha önce de yazdığım gibi Asmalı Cavit'tir. Servis, mezeler, lokasyon, ambiyans, her şey çok iyidir orada. 
    Öte yandan Cankurtaran'daki Giritli de büyük bir yıldızdır meyhane konusu açıldığı zaman. Yazları ziyaret ettiğimiz bahçesi, tarihi kışlık mekanı, inanılmaz kalitedeki Ege mezeleri, bu meyhaneyi kuşkusuz en iyiler arasına sokmaktadır.
    Unutulmaması gereken anıtsal bir meyhane de Yedikule'deki Safa Meyhanesi'dir. Bu mekanı hem mezeleri, hem de lokasyonu büyülü kılmaktadır. Yedikule Zindanları'nın hemen dibinde, insanı girdiğinde büyüleyen bir dekorasyonu ve atmosferi vardır. (Tahmin edebileceğiniz gibi, hem Safa , hem de Giritli daha sonraki yazıların konusu olacaklardır.)
    İşte, sevgili okurlar, dün akşamdan sonra sevinerek belirtmek isterim ki, olağanüstü meyhaneler listesine ilave edecek bir mekanımız daha var artık. Elmadağ Meyhanesinin kalitesini kelimelerle anlatmak zor olduğu için, daha önceki uygulamalarımdan farklı olarak birkaç tane fotoğraf paylaşmak istiyorum öncelikle. Yediklerimizden bazılarını (pancar otu, haydari, börülce, yeşil zeytin, şakşuka, havuç taraması)  ve Ayılar grubunun tabak süsleme dalında en büyük ustası olan Yener'in tabağını aşağıda görebilirsiniz:





    Elmadağ Meyhanesi'nin yukarıda sözü geçen mekanlardan önemli bir farkı var. Meyhane dünyasında hoş görülmeyen, ama buraya inanılmaz yakıştığını az sonra anlatacaklarımdan da çıkarabileceğiniz müzik meselesi. Bu meyhane inanılmaz bir müzikle  başınızı döndürüyor sevgili okurlar.

    Şimdi bazılarınızın Galata Meyhanesi adı verilen yerden söz açacağını ve buradaki müziğin kalitesinden bahsedeceğini de adım gibi biliyorum. Dolayısıyla siz söylemeden ben cevap vereyim: Galata Meyhanesi gibi, daha telefonda konuşurken ve hiçbir şey söylemeden "Sadece erkek almıyoruz, bayan var değil mi yanınızda?" gibi konuşmalar yapan bir meyhane müsveddesi ile ilgili, bu blogda asla ve asla bir yazı çıkmayacaktır. (Bu ilk ve son paragraftır). İsterse dünyanın en iyi müziğini yapsınlar, buraya gitmeye değmez.

    Şimdi gelelim Elmadağ Meyhanesi'nin güzelliklerine:
    1. Öncelikle, Elmadağ Meyhanesi'nin inanılmaz merkezi bir konumu var. Elmadağ'da Divan Oteli'nin hemen yanında. Bilmem tarif etmeme gerek var mı?
    2. Mekanın önünde otoparkı var. Burayı kullanabilirsiniz, ya da en yakın yer olan Ceylan Oteli'nin arkasındaki İspark'a koyabilirsiniz. Tabii ki, meyhaneye giderken insan araba kullanmamalı dememe gerek yok herhalde.
    3. Mekan popüler bir meyhane olduğu için, özellikle haftasonları giderken mutlaka rezervasyon yaptırmanızı öneririm. Bizim dün yaptığımız ziyarette üç masaydık, ama İBB'nin yaptığı kıyamet duyuruları (KAR) sebebiyle her yerin boş olduğunu vurgulamalıyım. Sonuçta gece kar yağmadığı için, meyhaneden çıktıktan sonra hayatımızın en rahat yolculuklarını yaparak on dakikada evimize ulaştığmızı da belirtmeliyim.
    4. Dekorasyon çok şirin, insanın içini ıstan bir sıcaklığı var. Masalar tıkış tıkış değil. İnsanlar üst üste çıkmıyor. Onbeş kişilik gruplar bile rahat rahat hareket edebiliyorlar. Duvarlarda bir sürü resim ve fotoğraf var. Mekana havasını veren özelliklerden bir tanesi de bu kalabalık duvar dekorasyonu. Bir de küçücük sahnesi var Elmadağ Meyhanesi'nin. Burada sizi mutlu eden harika bir müzik icra ediliyor.
    5. Mekanın sahibi Pürlen Kurtböke. Çerkez geleneğinden gelen bir ailenin ferdi. İşinin başında duran, işinin düzgün yönetilmesini sağlayan başarılı bir işletmeci.
    6. Tıpkı Giritli gibi, burada da yemekleri seçerek yemek mümkün değil. Fiks menü uygulaması var. Limitsiz içki seçerseniz adam başı 95 TL ödeyeceksiniz.
    7. Yemekler konusunda söylenecek bir söz yok. Fava, Pancar Otu, Havuç Taraması, Zeytinyağlı Dolma, Börülce, Haydari, Şakşuka, Pilaki,Yeşil Zeytin, Beyaz Peynir geliyor önden. Anlatılması güç bir lezzet girdabının içinde buluyorsunuz kendinizi. Yeşil zeytini çok beğendiğimi söylemem lazım. Fava, börülce ve şaşukaya da tam not veriyorum. Ama hepsinin ötesinde pancar otu denen bir başyapıtla karşılaştım burada. Bunu söylemeden olmaz.
    8. Arada mevsimine göre küçük balıklardan getiriyorlar. Tadımlık. Ayrıca ada böreği adında muhteşem bir lezzet de getiriyorlar. Bu ada böreğini tavsiye ediyorum. Damaklarınız bayram edecek.
    9. Biz ana yemek olarak köfte yedik. Tepeleme yığılmış şekilde masanın dört bir köşesine getirdiler. Çok beğendik ve bir tur daha söyledik. Pek keyifliydi.
    10. Yemek için söylenecek bir şey yok. Her lokmanın tadını çıkartarak yedim açık konuşmak gerekirse. Rakıyla beraber pek de güzel gitti. Çıktığımızda hava çok soğuktu, ama ben hiç üşümüyordum.
    11. Esas parantezi müzik için açacağım sevgili okurlar. Başta yazdım; meyhane dünyasında müzik, ya da bilinen adıyla "fasıl" pek hoş görülmez. Eskiler meyhanede müziğin işi olmadığını, insanların bu mekanlara sohbet edip çatal ucuyla meze yemeğe ve iki tek atmaya geldiklerini söylerler. Asmalı mescit mıntıkasındaki hiçbir iyi meyhanede müzik göremezsiniz. Fasıl yapılan yerlerde ise, ki buna en iyi örnekler Kumkapı bölgesinde karşımıza çıkar, bir grup çingenenin masaları dolaşıp sizden bahşiş istemesi şeklinde bir müzik adeti vardır ki, kanaatimce bu çok sıkıntılı ve keyifsiz bir uygulamadır. Elmadağ Meyhanesi ise,Türk Sanat Müziği ile klasik meyhane kavramını çok iyi harmanlamış gibi geldi bana. Müzik gerçekten çok kaliteli. Münir Nurettin, Selahaddin Pınar, Saadettin Kaynak gibi bestecilerin eserlerinden oluşan çok iyi bir repertuar çıkıyor karşınıza. Çok güzel söylüyorlar ve her şeyden önemlisi bunu sahnede yapıyorlar. Masalara gitmek gibi bir adet yok. Programları üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm TSM, ikinci bölümde birkaç tango ve dansa yönelik parçalar da çalıyorlar ve nihayet istek parçaları ile bitiriyorlar. Burada Tanju Okan'dan bile söylediklerini gördüm ve çok hoşuma gitti.
    Neticede söylemek istediğimi en başta söyledim aslında. Elmadağ Meyhanesi nadir bulunan güzellikte bir lokanta. Burası meyhaneperver okurlar için önemli bir buluşma noktası olmalı bence...

    Elmadağ Meyhanesi

    Cumhuriyet Caddesi
    Pak Apt.6/C
    Elmadağ (Divan Oteli Yanı)
    Taksim-İstanbul

    0 212 241 03 20- 23


    info@elmadagmeyhanesi.com 



    25 Ocak 2012 Çarşamba

    Todori

    Gözümün önünde beliren manzara biraz puslu da olsa, hayal meyal tahmin edebiliyorum gerçekleşenleri: 1970'li yılların başı olmalı. O zamanların İstanbulu'nda bugünlerden farklı olarak çok şiddetli kar yağışları olur, bu durum günlerce sürer, insanlar beyaz bir örtünün altına saklanan kentin sokaklarında bata çıka dolaşırlarmış.
    İmgelemimde canlanan siyah beyaz resmin içinde lapa lapa kar yağıyor.
    Bir adam, Kalamış civarlarında, gecenin karanlığına bürünmüş sokaklarda dolaşıyor.
    Her yer bembeyaz. Adamın evi Kızıltoprak'ta Kolej Sokağı'nın hemen başında ve oradan buraya kadar yürümek zorunda kalmış. Zira evdeki bebeğin biten mamasını bulabileceği tek dükkan buralarda bir yerlerde.
    Sokak lambalarının sarımsı ışığında ağır ağır inen kar tanelerinin görüntülerine takılıyor bakışları. Sessizlik... Sonra rakı kokusu geliyor burnuna; beyaz peynirle karışık. O da içinden geleni yapıyor ve hemen önünde durduğu Todori'nin kapısından iki tek atmak için içeri giriyor.
    İçerde az sayıda masada oturan birkaç erkek var. Herkes sessiz sessiz rakılarını yudumlayıp mezelerini yiyor. Adam bir masaya oturup rakısını, beyaz peynirini, ciğer tavasını, patlıcan turşusunu söylüyor. İki yudum sonra, yan masadan birisi laf atıyor: "Siz ne almak için çıktınız evden?"
    Adam gülüyor, aklına evdeki bebek ve mama meselesi geliyor, rakısını içip Todori'den çıkıyor ve bembeyaz sokakları arşınlayarak Kızıltoprak'a geri dönüyor.
    O adam benim babam...
    Şimdi benim iki haftada bir gittiğim Todori'ye kırk sene önce babamın da gitmiş olması, hem bu mekana beni sonsuz derecede yaklaştırır, hem de Todori'nin ne denli eski, geleneği olan bir yer olduğunu her defasında bana anımsatır.
    Bu yazımın konusu, "eski dostum" Todori olacak sevgili okurlar. Lafı daha fazla uzatmadan konuya girelim:
    1. Todori'nin tarihçesini araştırmaya çok lüzum yok. Kendi web sitelerinde anlatılanları özetlemek niyetindeyim.  "Bir zamanlar  Fener Caddesi’nden vapur iskelesine inen yolun sağ tarafında Vasil’in, sol tarafında Todori’nin meyhaneleri vardı. Vasil Kalamış’ta iş yaparken Todori ikinci planda kalmıştı, fakat Vasil batarken Todori adeta şahlandı. 1927’de Carliston ve Fokstrot çılgınlığı İstanbul’u sarınca, Todori bahçeye bir pist yaptırıp, pazar günleri caz getirerek Rum gençlerinin dans ihtiyacını karşılamışsa da Belvü Gazinosu bütün debdebe ve şaşaası ile ön plana geçince bundan vazgeçmişti." Gördüğünüz gibi, geçen yüzyılın başında bile ismi bilinen bir yer burası. Ben çocukluk dönemimde Todori'nin, -hangisi bilmiyorum- bir bankanın lokali olarak hizmet verdiğini anımsıyorum. Biz oraya giremezdik, sadece anlatılanları dinler ve tarihini bilirdik.
    2. Sonra ne olduysa oldu, bugün hapiste olan Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım buraya el attı ve Todori'yi eski günlerine geri döndürdü. Ben Fenerbahçe'nin tesisleşmesi konusunda büyük bir hamle yapan ve stadını, idman sahalarını, basket salonunu, Faruk Ilgaz tesislerini yaptıran Aziz Yıldırım'ın en büyük icraatlerinden birisinin Todori'yi tarihine yaraşır bir şekilde açmak olduğunu düşünenlerdenim. Sadece maçlardan önce buraya gidip yemeklerinden yediğim için değil, ailemle birlikte özellikle yaz akşamlarında harika bir yeme içme ortamı sağladığı için de burayı çok seviyorum.
    3. Bilmeyenler için, Todori'nin yeri çok kolaydır. Kızıltoprak'tan Fenerbahçe'ye kadar uzanan Fener Kalamış Caddesi'ni takip edin, Fenerbahçe ayrımına gelmeden hemen önce sağ kolda Todori'yi görürsünüz. Hemen yanında yeni yapılan büyük bir otel vardır.
    4. Todori'nin iki katlı ve farklı salonları olan bir binası var. Kış günlerinde burası tercih edilir. Yaz günlerinde ise o kocaman bahçesinde, keyifli geceler geçirmek mümkündür. Bu bahçeyi anlatmadan edemeyeceğim sevgili okurlar. İçinde asırlık ağaçların bulunduğu, her ne hikmetse, bu ağaçların üzerine kimbilir nerelerden gelmiş yeşil papağanların tünediği bir bahçeden bahsediyorum. Yaz geceleri tüm Kalamış'ı kaplayan o büyülü rakı-beyaz peynir kokusu işte bu bahçeden gelir. Önünden geçerken dayanamaz içeri girmek istersiniz. Tıpkı kırk yıl önce babamın yaptığı gibi. Yaz geceleri çok yoğundur burası. Mutlaka rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ederim.
    5. Ben buranın özellikle ciğer tavasına ve paçanga böreğine bayılırım. Yanında kabak kızartma da söylerim. Her üç yemek de lezzetinden parmaklarını yedirir adama. Paçanganın içindeki peynir-pastırma uyumu müthiştir, ağızda dağılıverir. Ciğer ise mideye oturmaz, rahat rahat yersiniz.
    6. Soğuklardan patlıcan salatası ve zeytinyağlı dolma hiç fena değildir. Tavsiye ederim.
    7. Balık olarak, tabii mevsime bağlı olarak seçersiniz ama, ben buranın hamsisini iyi bulurum. Hamsi söyleyip doyabilirsiniz.
    8. Tabii çok gidince her türlü yemeği deneme fırsatım oldu diyebilirim. Köftesi de güzeldir. Hafif baharatlıdır ve rakıyla iyi gider.
    9. Dondurmalı irmik helvası, ayva tatlısı yemenizi de öneririm. Güzeldir.
    10. Tüm bunları ağır ağır yerken, özellikle yaz akşamları kendinizi 1930 yılların, Taksim Gezi Parkı'nda ya da Tepebaşı'ndaki açık hava lokantalarındaki gibi hissedersiniz.
    11. Çok kalabalık gecelerde servis aksayabilir, ama genelde hızlı ve güleryüzlü hizmet alırsınız burada.
    12. Fiyatlar insanın cebini yakmaz, sizi rahatsız etmez. İçkiye abanmadan adam gibi yer içerseniz, 65 TL gibi bir şey gelecektir kişi başı.
    13. Fenerbahçe'nin maçı olan günlerde yer bulamazsınız, benden söylemesi. Ayrıca maç izlemek için de gidebilirsiniz. Bahardan itibaren bahçesine büyük ekran koyup maç yayını yapmaktadır Todori. Tabii hangi takımın maçlarını yayınladığını tahmin edersiniz.
    14. Mekanın önemli bir özelliği de Ahmet Rasim, Yahya Kemal Beyatlı ve Selahattin Pınar'ın burada sık sık içtiğinin bilinmesidir. Selahattin Pınar, burada hayata gözlerini yummuştur. Bahçede büstü bulunmaktadır.
    Zaman zaman gözlerimi kapayıp burayı kuran Todori'nin devrinde neler olup bittiğini düşlemeye çalışırım. Şişman, yuvarlak ve kocaman çıplak kafalı meyhaneci Todori'nin masaların arasında dolaştığını hayal ederim. Burada iki tek attığımı, ardından "Fenerbahçesi" tarafına yürüdüğümü ve bir süre Belvü'nün bahçesinde takıldıktan sonra bir kayığa atlayıp Moda'ya doğru kürek çektiğimi düşlerim. İlla ki bir yerlerde bülbül sesleri vardır bu hayalin içinde.

    Sözün özü, sevgili dostlar, Todori'ye gitmenizi şiddetle tavsiye ederim. Memnun kalacağınızdan eminim.

    Fenerbahçe Spor Kulübü Todori Tesisleri
    Fener Kalamış Caddesi No:46 Kadıköy İstanbul
    Telefon:
    0216 450 20 44-45
    Fax: 0216 450 44 46

    26 Eylül 2011 Pazartesi

    Asmalı Cavit

    "İstanbul'un en iyi meyhanesi neresi?" diye sorulsa, vereceğim yanıt kuşkusuz, hiç düşünmeden "Asmalı Cavit" olur. Pek çok otoriteye göre bu mekan, son 5-6 yıldır hem meyhaneler aleminin, hem de (şu anda taarruz altında olan) Asmalımescit kolonisinin yükselen değeridir. Bir gazetenin işin ustalarından oluşturduğu bir jüri aracılığıyla yaptığı "en iyi meyhaneler" yarışmasında, Giritli'nin ardından ikincilik ödülünü almış olsa da, bana kalırsa aslında gönüllerin şampiyonudur. Söz konusu Cavit olunca, lafı fazla uzatmadan maddelere geçmekte ve her bir detayın üzerinde sabır ve itinayla durmakta yarar var diye düşünüyorum. İşte yıllar boyu bu meyhaneye yaptığım sayısız ziyaretler neticesinde oluşturduğum düşüncelerim:
    1. Mekan Asmalımescit'in göbeğinde, Yakup2'nin tam karşısındadır. Daracık bir girişi olduğundan, ilk defa gelenler için zaman zaman bulması zor olmaktadır. En kolay tarifi, "Yakup'u bul, tam karşısına gir!" şeklinde olacaktır.
    2. Asmalı Cavit iki katlıdır. Her iki katın da, bana kalırsa ayrı bir tadı, "ambiyansı" vardır. Alt kat küçüktür, 5-6 masalıktır, ama gavurların deyişiyle "cozy" bir atmosfer sağlamakta, samimi ve sıcak durmaktadır. Gelen geçeni incelemek, yan masalara laf atıp sohbet açmak için alt katı önerebilirim. Bu katın bir uzantısı gibi düşünebileceğiniz "pasaj" kısmı da, Cavit'in açık hava bölümü olarak düşünülebilir. Belediyenin son saldırılarından sonra, sokağa masa atmak mümkün olmamaktadır. Üst kat ise oldukça geniş ve keyiflidir. Burada 20 kişiye kadar oturulabilen büyük masalar vardır. Ayrıca yuvarlak masadan hoşlananlar için köşelerde bu cinsten masalar da kullanılmaktadır. Kalabalık gruplar için burayı önerebilirim.
    3. Mekan, 2000'li yılların başında, Cavit'in Yakup'ta kopmasıyla doğmuş. Önce bir şarapevi olarak açılmış, ardından bölgenin meyhanelere çok daha uygun olması sebebiyle meyhaneye dönmüş, o gün bugündür de, giderek artan talebe cevap vermeye çalışıyor.
    4. Burası kısmen de olsa bir aile işletmesi. Meyhane'nin sahibi Cavit'i her daim masaların arasında dolaşırken görebilirsiniz. Kızı Seyhan, ağbisi, yeğenleri hep burada çalışmaktadır. Servis hızlı, sıcak, güleryüzlü ve "proaktif" bir tavırdadır. Ne yiyeceğinizi bilemediğiniz zamanlarda, sizi tanıyan garsonlar masayı adınıza donatıverirler.
    5. Mezeler, muazzamdır burada. Kim olursan ol, ister tanıdık, ister devlet başkanı, ister meczub, önüne koyulacak mezeler hep aynı seviyede ve kalitededir. Pek çok mekanda karşımıza çıkan, müşteri kayırma tavrı, Asmalı Cavit'te asla göremeceğiniz bir davranıştır. Ahçı aynı ahçı, meze aynı mezedir.
    6. Gidecek olanlara öneriyorum: Patlıcan salatasını kaçırmayın. Müthiş bir lezzettir. Patlıcanı damarlarınızda hissedeceksiniz yerken.
    7. Mevsim uygunsa tarama söyleyin. Eşi benzeri olmayan bir damak çatlaması yaşacaksınız. Kolesterolü olanlar ilaçlarını alıp gelemeliler. Zira insan bu taramayı ekmeğe sürüp falan değil, kaşık kaşık yemek istiyor.
    8. Meze arabasında varsa beyin salatası isteyin mutlaka. Üzerine bol limon sıkın. Ağır ağır ağızda dağılan beynin o mükemmel lezzetine kendinizi bırakın.
    9. Acılı ezme, haydari, favadan azar azar alın tabağınıza. Çatal ucuyla yiyerek keyfini çıkarın. Hepsi çok güzeldir.
    10. Deniz börülcesi hafif yağlı, azıcık sarmısaklı sosuyla masanıza çok yakışacaktır. Mevsim uygunsa ihmal etmeyin.
    11. Deniz yaraktıklarından ahtapot ve karidesin karışık olduğu ufak bir salata tabağı yaptırın. Zeytinyağı limon dolaştırın üzerinde ve afiyetle yiyin.
    12. Lakerdası harikadır. Balıkpazarı'ndan alınmadır ve ağızda pamuk gibi dağılan cinstendir. Tadımlık olarak alın. Kızarmış ekmeğin üzerine ince bir dilim soğan ile birlikte koyup mideye indirin.
    13. Yaprak ciğer, kanımca Beyoğlu'ndaki en iyi ikinci ciğeridir. Kurutmamaya çok dikkat ederler. Çiğnemeye doyamazsınız.
    14. Mekan sahibi Karadenizli olunca turşu kavurmanın hası da sofranızı şenlendirecektir. Yalnız tansiyon hastaları dikkatli olmadır, zira hayli tuzlu bir yemektir.
    15. Rakı-balık tartışmaları süredursun, Cavit'te hamsi tavayı kaçırmamanızı öneririm. Tabağa inci gibi dizilmiş bu güzelliği soğutmadan yemek farzdır.
    16. Asmalı Cavit'te "küçük köfte" adı verilen, genelde tatlı meyvaya geçmeden önce yediğimiz harika bir yemek daha vardır. Tadı gerçekten parmak yedirten cinstendir. Domatesli sosuna banarak, saymadan yersiniz bu köfteleri. Ölmeden yenmesi gereken müthiş bir yemektir.
    17. Tatlı olarak ev yapımı baklava yemenizi öneririm. Hafif ve lezzetlidir.
    18. Son olarak kahvenizi söyleyin, yanında da bir acıbadem likörü atın, keyfiniz tam yerine gelsin kalkmadan.
    Sözün özü, memnuniyet seviyenizin hep en üstte kalmasını isterseniz Asmalı Cavit'e mutlaka gidin derim. Pişman olmayacaksınız. Tekrar tekrar gelmek isteyeceksiniz buraya.

    Bir de, benden söylemesi, muhakkak rezervasyon yaptırın gitmeden önce, zira yer bulamazsınız.

    Asmalımescit Caddesi 16/D, Tünel
    Beyoğlu, İstanbul

    0 212 292 49 50



      1 Haziran 2011 Çarşamba

      Yakup 2 Restaurant


      Şimdi size yıllardır gittiğim, mezelerin, muhabbetin ve rakının tavan yaptığı nice gecelerde takıldığım bir mekan olan Yakup'u anlatacağım. Yakup zaten çok bilinen bir meyhane olduğu için, bu yazıda tarihçesinden uzun uzun bahsetmek, detaylarla sizleri bayıltmak gibi bir amacım yok açıkçası. Çok ayrıntılı bilgi sahibi olmayanlar için, mekanın kurucusu Yakup'un, az ötedeki Refik ile yakın akraba olduğunu, hepsinin Karadenizli (bildiğim kadarıyla Çamlıhemşin) olduklarını söylemem gerekir. Zaten bugün Asmalımescit yöresinde meyhaneler Karadenizlilerden soruluyor.Yakup 1977'de kurulmuş, bugünkü yerine ise Yakup 2 adıyla 1982 yılında geçmiş. O gün bugündür, binlerce kişinin ziyaret ettiği, güzel anılarla ayrıldığı bir yer haline gelmiş.
      Mekan, şimdilerde insanların akın akın geçtikleri "meyhane üssü" Asmalımescit'in tam göbeğine konuşlanmış durumda. Bir yanında yine sevdiğimiz bir mekan olan Zeytinli Meyhane, tam karşısında ise bence İstanbul'un en iyi meyhanesi olan Asmalı Cavit var. (oraya sıra daha sonra gelecek). Adet şöyle: Kışları Yakup'un alt katındaki geniş salonunda muhabbet edilip rakılar yuvarlanırken, yazları, masalar üst kattaki kocaman terasa taşınıyor. Bu teras her sene biraz daha gelişti, güzelleşti, dayandı, döşendi ve yağmurlu günler de düşünülerek, üstüne kapanabilir bir sistem yapıldı. En son 27 Mayıs 2011 tarihinde ziyaret ettiğimde, bu terasta adım atacak yer yoktu, insanlar yer bulamıyor, turistler kapıda sıra bekliyordu. Bunun başlıca sebebinin, Yakup'un turistlere rehberlik etmek amaçlı kitaplara girmesini (Lonely Planet, Rough Guide gibi) bağlayabiliriz. 
      Bir de ön taraftaki sokağa bakan 6-7 masalık ön bahçesi var Yakup'un. Burası mekanın en prestijli ve "piyasa" bölgesi. Meyhanenin gediklileri burada ve her akşam aynı masalarda oturarak muhabbet ediyor ve gelen geçeni izleyip rakılıyorlar. Hep aynı masalara oturan bu kişilerin arasında yazarlar, gazeteciler, ressamlar ve Türk entelejensiyasından bilimum isme rastlamak mümkün. Bu isimlerden bazıları, Nedim Gürsel gibi, yazılarında da sürekli Yakup'tan bahsederek mekanın reating'ini tavana vurdurmuşlar zaman içinde.
      Okumakta olduğunuz bu yazıda, mekanın soğuk mezelerinden, ara sıcaklarından, ana yemeklerinden nispeten daha az bahsedecek, ağırlıklı olarak Yakup 2'nin atmosferinden ve müşterilere yaklaşımından söz açacağım. Bu minvalde sunacağım düşüncelerimden satırbaşları aşağıdaki gibidir:
      1. Yakup 2'nin mezeleri genelde gayet güzel diyebilirim. kalabalık bir grup ile gittiğinizde fiks menü yaptırabiliyorsunuz ve 10-12 adet soğuk meze getiriyorlar. Bu mezeler ortalamanın üzerinde bir lezzete sahip, fakat aralarında büyük bir yıldız yok. Acılı ezme, patlıcan salatası, şakşuka, haydari, mantar salatası, deniz börülcesi, börülce, kavun, beyaz peynir, fava, salata getiriyorlar masaya. Bunlardan hiçbiri için tadı aklımı aldı diyemem açıkçası.
      2. Ara sıcak faslında, eğer fiks yaptırdıysanız yaprak ciğer, muska böreği, tereyağında mantar getiriyorlar. Muska böreği standart, tereyağında mantar güzel, fakat ciğer için iki çift laf etmek gerekir. Çukur Meyhane'nin, Asmalı Cavit'in  ve Gedikli Meyhane'nin ciğerini yemiş adam Yakup 2'deki ciğerin yanından bile geçmez. Kuru ve kalın kesilmiş, lezzetsiz bir ara sıcak bu.
      3. Fiks menüde balık ve karışık et getiriyorlar. Karışık eti beğendim. Balıkta pek bir numara yoktu. Pek çok meyhanede yapıldığı gibi, artık yemeğin sonunda iyice sarhoş olan insanların yemeğin tadını nasıl olsa alamayacaklarını düşünüyor olmalılar.
      4. Yemeklere dair bir saptama yapmak gerekirse, fiks menü aldığınızda, çok etkilenmiyorsunuz. Meze tablasından seçerek ve a la cart sipariş vererek yerseniz çok daha mutlu olursunuz. (bu her yer için geçerli bir kural gibi duruyor, ama aslında değil. Gedikli Meyhane'de ya da Zeytinli'de fiks de hayli lezzetlidir örneğin.) Meze tablasında soslu balık, lakerda vs gibi daha performanslı mezeler seçebilirsiniz.
      5. Yakup'un en eleştiriye açık yanı, yemek servisindeki "adam seçme" tavrı olarak kabul edilmeli. Ben bazı ziyaretlerimde, mekanın gediklileri ile birlikte çok lezzetli yemekler yediğimi, farklı servis yapıldığını gördüm ve açıkçası buna bozuldum. Normalde mekanda tanınmadığım için, diğer gidişlerimde yemek ve servis kalitesi daha aşağıdaydı. Açıkçası ben, Yakup'ta adamına göre muamele yapıldığını düşünüyorum.
      6. Öte yandan, Yakup'un insanlara bu kadar çekici gelmesinin önemli sebeplerinden de bahsetmek lazım diye düşünmekteyim. Mekanın konumu, içindeki atmosfer, duvarlarındaki resimler, masaların yerleşimi, masaların arasında arı gibi çalışan garsonlar; gülen , konuşan, içen insanların neşeli kahkahaları mekanı büyülü bir yer gibi gösteriyor. Sigara içilmesine izin verilen dönemlerde şiddetli dumanaltı olan büyük salon, yasaktan sonra tertemiz, herkesin birbirini görebildiği bir yer haline geldi. Bu çok güzel.
      7. Diğer bir çekicilik unsuru, mekanın büyüklüğünden ötürü sunabildiği, Asmalımescit'teki çoğu meyhanenin alamayacağı büyüklükteki grupları barındırabilme kapasitesi. En son ziyaretimde iki tane 40 kişik masa olduğunu gördüm. Masaların ucu bucağı yoktu diyebilirim.
      8. Yukarında sözünü açtığım, meyhahenin sokağa bakan kısmı için de ayrıca bir parantez açmak gerekiyor. Yakup'un bu kısmında oturan adam, Asmalı'nın tam kalbinde yer alıyor, olan biten her şeyi görüyor. İsterseniz tek bir kelime etmeden bütün akşam oturun, gelen geçene bakın, her türden insanı, turistleri, takım elbiseli adamları, saçı sakalı birbirine karışmış meczubları, şık şıkıdım giyinmiş kadınları izleyin. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamayacaksınız. Gece birden bitmiş gibi gelecek size.
      9. Fiyata gelince...Mayıs 2011 tarihinde yapılan son ziyaretimde fiks menü için 80 TL ödedim. Doydum mu? Evet! Limitsiz içki var mıydı? Evet! Günümüz standartları düşünüldüğünde normal bir fiyat olarak kabul edilmeli. Ne pahalı, ne de ucuz kanaatimce.
      Tüm bu söylediklerim neticesinde, Yakup 2 hakkında nihai bir fikir beyan etmem gerekirse, kendi adıma senede iki- üç defa davet üzerine gittiğim, havasını solumayı sevdiğim, yemeklerinden ise öyle çok da etkilenmediğim bir mekandır burası diyebilirim.

      Haftada bir meyhaneye giden adamsanız eğer, karşılaştırma şansınız olacağı için elbette daha iyisini bulursunuz.

      Senede iki defa meyhaneye giden adamsanız eğer, turistler gibi Yakup ya da Refik'e gitmeniz yerinde bir karar olacaktır.

      Hülasa-i kelam, turistlere tavsiye ederim. Meyhaneciler ise temkinli yaklaşsınlar.

      ASMALIMESCİT MAHALLESİ NO:35/37 BEYOĞLU
      TEL    0 212 249 29 25
      FAKS 0 212 251 31 81
      www.yakuprestaurant.com/