İstanbul'un güzide Koşuyolu semtine yolu düşenler, genelde iki önemli detayı fark etmeden burayı es geçip yollarına devam ederler.
Birincisi, Koşuyolu'ndaki iki katlı evler, aslında bir zamanlar Levent'te yapılmış Emlak Bankası konutlarının aşağı yukarı aynısıdır. Sihirli bir güç Levent coğrafyasına "Yürü ya kulum," demiş, o bölgeyi kıymetlendirmiş, oradaki evlerin bilmemkaç defa yeniden yıkılıp yeniden yapılmasını sağlamış ve şimdilerde el yakan fiyatlarla satın alınması olanaksız hale getirmiştir. Öte yandan, aslında Levent'e ikizi gibi benzeyen Koşuyolu bölgesine tarih farklı davranmıştır. Burada hala eskilerden kalma, pek de restore edilmemiş iki katlı evlerin çoğunlukta olduğunu görürsünüz. Bu bölge kardeşi Levent'e göre hayli gölgede kalmıştır.
Bana kalırsa bu detay pek çok kişinin gözünden kaçar.
İkincisi ise, işte bu mecranın tam göbeğinde, bölgenin en civcivli iki caddesini bir birine bağlayan bir yokuş üzerinde arz-ı endam eyleyen Trattoria da Rosario derler İtalyan lokantasıdır. Bu lokanta, bana kalırsa, bir İtalyan lokantasının sahip olması gereken tüm özelliklere sahip nadir yerlerden biridir şehrimizde. Yine bana kalırsa, Rosario tüm yeme-içme-eğlence-kültür hayatının Avrupa yakasından ibaret olduğunu düşünen ve tüm Anadolu Yakası'nı "Cadde" zanneden İstanbul fakiri cahil dostlarımızın yüzüne inen okkalı bir tokat gibi kabul edilmelidir.
O zaman şöyle diyelim:
"Koşuyolu Caddesi'nden Altunizade istikametine giderken, bir dört yol ağzı görürsen, ey yolcu, oradan sağa sap. Kalfaçeşme Sokağı denilen yokuşa çıkacaksın. Buradan aşağı inerken sağ tarafta Rosario diye bir lokanta görürsen ve oraya girip bir masaya oturursan ve enfes yemeklerin tadına bakarsan sakin ol. Çok şaşıracaksın!"
Rosario uzun zamandır ziyaret ettiğim bir lezzet merkezi. 2001 senesinde şef Rosario Costa tarafından kurulmuş, kendine, "müşterilerine Sicilya mutfağının klasik İtalyan lezzetlerini aile ortamında yaşatmak" gibi bir misyon yükleyerek bugünlere gelmiş bir işletme.
Rosario Costa burayı bir "han" olarak tanımlıyor. Bana kalırsa da dekorasyonu hayli ilgi çekici. Bir yandan taş döşeli zemin ve duvarlar, diğer yanda, her taraftan sizi saran tahta mobilyalar dikkat çekiyor. Rustik bir atmosfer sizi sarıp sarmalarken, raflardaki kahve değirmenleri ve fenerler ayrıntıya ne kadar önem verildiğini gösteriyor. İçme mekanı da, bahçesi de özenle dayanıp döşenmiş ve eşya kalabalığına karşın insanın yalın bir mutluluk hissetmesine sebep oluyor.
Evet, burada hissettiğim tam olarak da bu. Her ayrıntının düşünülmüş olduğu, her gelişimde beni şaşırtan "yoğun yalınlık" hissi. Bunu açıklamak zor, biliyorum. Fakat başka türlü de kelimelere dökmem ne yazık ki olası değil. Gittiğinizde anlarsınız, diye düşünüyorum. Kalabalık, azıcık ekletik, çokça rustik bir dekorasyondan doğan, çiçekli, böcekli, eski bakır objelerle, folklorik garson kıyafetleri ile dolu bir atmosfer. Betimlemede daha fazlası mümkün değil.
Gelelim yemeklere...
Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz harikulade tabak yemekten önce geliyor. Kurutulmuş domates, biber, zeytin, patlıcandan oluşan, insanın damağında hiç tanımadığı öyküler çınlatan bir tabaktan bahsediyorum. O harikulade zeytinyağına ekmek banmadan edemeyeceksiniz. Yanında gelen domatesli ve sade sarmısaklı ekmeklere ne demeli? Aman dikkat! Erken tıkanmamak için hepsini silip süpürmeyin.
Bendeniz, ömrü hayatım boyunca yediğim en lezzetli dana carpaccio'ya bu lokantada rastladım. Bir giriş yemeği olarak kabul edilen carpaccio'yu burada ana yemek olarak mideye indirebilirsiniz rahatlıkla. Kalabalıksanız ortaya söyleyin, kimse bu yemekten mahrum kalmasın dostlar. Etin kalınlığı, parmesanın inceliği, rokanın dengeli tadı ve görüntüsüyle bir başyapıt...
Yemekte seçenek çok. Pasta, Antipasti, Pizza, ne arasanız mevcut. Bendeniz en son gidişimde deniz mahsüllü bir risotto sipariş ettim ve güzel bir rigatoni alla capresenin tadına baktım. Bunların yanında ise kadehle satılan kırmızı şaraptan içtim.
Yediğim Risotto Frutti di Mare'nin muhtevası olan, karides, kalamar, vongole, midye, maydanoz, soğan ve sarmısak beni ziyadesiyle mutlu etti diyebilirim. Özellikle mideye indirdiğim kum midyelerinin olağanüstü lezzetli olduğunu söyleyebilirim.
Rigatoni alla capresenin ise benim damak zevkime yüzdeyüz hitap ettiğini söyleyebilirim. İçinde zeytinyağ, kapari, kuru domates, zeytin, mozarella, fesleğen,roka, sarmısak, soğan ve şarabın müthiş uyumunu hissedebiliyordum tadına bakarken. Bu kadar çok malzemeden bu denli yalın ve homojen bir lezzet elde etmek her yiğidin harcı değildir, diye düşünmekteyim. (Yine yalınlık meselesi sevgili dostlar)
Bu yemekleri kırmızı şarap eşliğinde yedikten ve iyice doyduktan sonra insanı bir espresso paklıyor açık konuşmak gerekirse.
Porsiyonlar büyük ve doyurucu. Bu sebepten ne yazık ki tatlıya yer kalmıyor.
Garsonların bilgi seviyesi, yönlendirmesi ve güleryüzlü olmaları mekanın en büyük artılarından. Garsonların tavırlarına bayıldım diyebilirim.
Cuma, Cumartesi akşamları canlı gitar dinlentisi oluyor mekanda. Ama öğlen yemeklerinin de değişmez adresi. Çevreden iş yemeğine gelenlerle dolup taşıyor.
Park yeri bulmak konusunda sıkıntı olmayan bir bölgede Rosario. Ayrıca vale servisi de var.
Fiyatlar ucuz değil, ama ne yemeklere ne paralar ödediğimiz düşünülürse, kesinlikle ödenen parayı hak ediyor.
Sevgili dostlar, yemeği, görüntüsü, servis kalitesiyle sizi şaşırtacak, sımsıcak bu lokantaya gitmenizi şiddetle öneririm. Her defasında memnun kaldım. Siz de kalacaksınız.