Benim mesleğim zor bir meslek.
Doktor, hastasını iyileştirir; avukat, ipten alır mahkumu;
mühendis, binasını yapar; sanatçı, eserini sunar ama hiçbiri duygusal bir bağ
kurmaz iş yaptığı kişiyle… Bizlerse, o bağ olmadan mesleğimizi yapamayız! Sevmeden
yapılması mümkün olmayan bir meslek öğretmenlik.
Öğretmen, kendi evladının vaktinden çalıp, başkalarının
çocuklarına verendir… Her akşam eve gelen iştir… İren bu mesleğin içine doğdu, mesleğimin bir parçası oldu.
Çalıştığım tüm kurumları onun alacağı eğitimi düşünerek seçtim. O, hep mutluydu okullarında. Çalışma koşullarından mutsuz olmamla birlikte 3 farklı okul gördü benimle. Öğretmenliğin ekonomik koşullarını Türkiye’ de yaşayan herkes aşağı yukarı bilir ancak kurumların çalışan öğretmenlerine sağladığı burslardan dolayı şanslıydım. Yoksa bir öğretmen maaşı ile tek başıma özel okulda çocuk okutmam imkansızdı.
İren, son okulunu çok sevdi. Eskiden “Ben senin olmadığın okulda okumam.” diyen çocuk, bu okulu değişmeyi düşündüğümde “Sen gidersin, ben burada okumaya devam ederim.” der oldu.
Biz her sabah evden ele ele çıkıp okula el ele girerdik. Benim
odamda kahvaltısını yaptıktan sonra sarılır onu sınıfına uğurlardım. Gün içinde
koridorlarda, bahçede karşılaşırdık. Her öğlen teneffüsü yanıma gelirdi. Yerimde
yoksam “Annişkom, ben geldim, sen yoktun. Seni çok seviyorum!” yazan bir not
bırakırdı masama. Okul çıkışında benim işlerimin bitmesini beklerken odamda
ödevlerini yapardı. Sonra sabah geldiğimiz gibi el ele çıkardık okuldan.
Okulda her yerde İren var benim için.
Bu talihsiz olaydan sonra okula nasıl gideceğimi düşündüm,
istifa etmek istedim. İzin vermediler. Vefatından yaklaşık 10 gün sonra
birlikte kahvaltı yapacağız diyerek okula çağırıldım, maksat beni bir şekilde
okula sokmaktı biliyorum. Kendime “Eve girdiysen her yere girebilirsin.” dedim. Tüm
arkadaşlarım bahçeden girdiğimi görünce ellerimden tutarak soktular beni içeri. İren’ in bana bırakmış olduğu notları astığım panonun olduğu odama
birlikte girdik. İstediğim zaman çıkabileceğimi söylediler. Her gün beni kontrole geldiler,
kahvesini alan yanımdaydı. Yavaş yavaş alıştım.
Sonra öğrenciler geldi. İlk birkaç gün yanlarına gidemedim,
oysa ben hemen koridorlara çıkıp hepsiyle sohbet ederdim eskiden. Çalıştığım
grup İren’ den 5-6 yaş büyük olmasına rağmen ona ihanet ediyormuşum gibi
hissettim kendimi. Yanlarına gidemediğim öğrencilerim geldi yanıma “Hocam size
dondurma aldık, hocam size kahve aldık...” diyerek. Bir de teneffüste gelip
kontrol ettiler yiyip içtiğimi.
Sonra İren’ in arkadaşları, kalabalık gruplar halinde öğretmenleri
ile yanıma geldi. Beraber ağladık, sarıldık. “Siz iyi olun lütfen!” dediler. İren
gibi bale yapan bir arkadaşı sene sonu gösterisine davet etti beni. İren’ in
hediye verdiği bir arkadaşı “Sizde kalsın ister misiniz?” diyerek İren’ den ona
hatıra kalan hediyesini bana vermek istedi. Bütün 7. sınıflar İren oldu
birden. Beni her gördüklerinde yanıma koşup sarılıyorlar. Biri ödevine İren’ in
fotoğrafını koyuyor, biri şiirlerinde anıyor İren’ i. 40 duasında camiiye gelen
arkadaşları bile var.
Ben doğum günümü kutlayamadım biliyorsunuz, hiç bir tebrik
mesajı dahi almak istemedim o gün. İren’ in de yıllarca severek görev aldığı
Cumhuriyet Bayramı töreninde inanılmaz zorlandım. Sevdiklerimizin kaybının
ardından gelen her özel gün gibi, tüm özel günler yüreğimi kavurdu. Ama bugün öğretmenler gününü kutluyorum.
11 yaşından beri hayalini kurduğum, 20 yıldır severek
yaptığım mesleğimi bırakmak istedim. Bugün, “Seninle gurur duyuyorum, sen çok
iyi bir öğretmensin.” diyen kızımı dinliyorum.
Öğretmen, her öğrencisinin sevinçlerini ve acılarını
taşıyandır yüreğinde... Her öğrencisinin hikayesini bilendir… Kimi ailevi
problemler yaşar, kimi sağlık sorunları… Öğretmen, hepsini yüreğinde saklar…
Cenaze günü camiide, kendimde değilken sadece öğrencilerim yanıma
geldiğinde kafamı kaldırıyormuşum. Büfeden aldıkları suları, İren’ in fotoğrafı
ile iğne dağıtmışlar camiide… Kabristanda İren’ imin üzerine toprak atanlar
olmuş. Meslek hayatımın en zor gününde, seneler önce mezun
ettiklerim ile şimdiki öğrencilerim beraber acımı yüreklerinde taşımış.
Tabut üzerine yıllar önce mezun ettiğim öğrencimin Galatasaray forması bıraktığını,
yürüyemez haldeyken “Müsaade eder misiniz? Gaye Hoca’ yı ben tutayım.”
diyeni, hatta İren’ in başında “Fatiha okuyabilir miyim hocam?” diyerek izin isteyeni hatırlıyorum. Ahhh… Eve gelip mutfakta servis yapanı, bulaşık yıkayanı…
“Benim çocuklar...” diyerek okulda olanları anlattığım bir gün
İren “Senin çocuğun benim...” demişti içli bir ses tonuyla. Anlatmıştım ona
güzelce ama uzun bir süre kıskançlık rüzgarı esmişti evde. Sonra “Benim
okuldaki çocuklar..” oldu öğrencilerim.
“Benim okuldaki çocuklar” nasıl sahip çıktılar annene? Benim
kıymetli meslektaşlarım nasıl sarıp sarmaladılar anneni…
Ben, bu dünyada eksiğim ama canım öğretmen arkadaşlarım ve
bu mesleği anlamlı kılan canım "benim okuldaki çocuklar" sayesinde yalnız değilim…
Öğretmenler günümüz kutlu olsun!