Dün bir festivale katıldım. “Yas ve Ölüm Festivali”. “Yas ve ölüm” sözcükleri “festival” sözcüğü ile tezat oluşturuyor ilk bakışta, değil mi? Bu sözcükler nasıl bir araya gelebilir demeyin. “Festival” TDK’ da “şenlik” olarak tanımlanıyor. Ancak, ikinci tanımı olan “dönemi, yapıldığı çevre, katılanların sayısı veya niteliği programla belirtilen ve özel önemi olan gösteri” ele alındığında bu tezat duran sözcükler aynı çatıda toplanabilir.
Festivalin ev sahibi tahmin edebileceğiniz üzere ölüm gerçeği ile yüzleşmiş, yası yaşayan gönüllüler tarafından kurulan https://yasveolumbilgeligi.org/. Festival, 3 kanaldan devam eden 20 oturumdan oluşuyor. Katılabildiklerimden öğrendiklerimi blogda paylaşmak istedim.
Açılıştan sonra Berna Köker Poljak’ ın “Yasın Kutsal
Toprakları” oturumuna katıldım. Kendisi ölüm ve yas doulası, hem de bu projenin
yürütücüsü. Ayrıca, “Ölüm Yaşamın Mührü” kitabının yazarı. Berna Hanım, Micahel
Colbi’ nin “Grief” kitabından bahsederek ölüm ve yas ile ilgili felsefi nitelikte
sorular sorarak farklı bakış açıları sundu.
“Kimler için yas tutarız?”
Akla ilk gelen cevaplar: kaybettiklerimiz, sevdiklerimiz, yakınlarımız,
bağ kurduklarımız…
“Kimliğimize yatırım yapmaya yardımcı olan kişilerin yasını
tutarız.” cümlesi beni çok etkiledi ve İren’ i kaybettikten kısa bir süre sonra
yaşadığım “kimlik krizi” deneyimimi paylaştım.
Doldurduğum bir formda “Çocuğunuz var mı?” sorusu ile
karşılaştığımda ne yazacağımı bir süre düşünmüştüm o gün. O soru annelik kimliği
kaybetmiş olduğumu yumruk gibi indirmişti kalbime. Sonrasında, annelik
kimliğimi kaybetmediğimi, anneliğimin dönüştüğünü gördüm. Halen de dönüşmeye
devam ediyor. Bu noktada, İren için “sessizlik duruşunda” bulunuldu. Hiç görmediğim,
tanımadığım insanların acımı paylaşması ve bazı yakın tanıdıklarımın
hissettiremediği “kaybın bizim için değerli” duygusunu yaşatmaları çok
anlamlıydı benim için. Böyle topluluklarda söyleyeceğin herhangi bir cümlenin,
düşüncenin yargılanmayacağını bilmek insana büyük bir konfor sağlıyor. O yüzden,
bu festivaller, bir araya gelişler keşke daha sık gerçekleşse.
Benim için bir diğer önemli nokta, Berna Hanım’ ın yasın
duygular ve seçimler olduğunu vurgulamasıydı. Süreçte, en sık duyduğum ve en
çok yaralayan cümleler İren’ in eşyalarını, fotoğraflarını, ona ait olan
şeyleri kaldırmam üzerineydi. Oysa, yas seçim demekmiş. Ben ona ait hiçbir şeyi
hayatımdan çıkarmamayı seçtim.
Bu ilk oturumda o kadar çok dikkat çeken nokta vardı ki 2 dolu
sayfa not almışım. Berna Hanım’ ın bu oturumu Youtube’ a yüklendiğinde mutlaka
paylaşacağım.
Beni etkileyen bir diğer oturum Fatma Ece Çetin tarafından
hazırlanan “Aktif Yas Sürecinde Aktif Beyin” oldu. Nörolojik sistemin yas
sürecinde nasıl işlediğini öğrendik. Yine kendi yasımın ilk günlerine gittim. Beynimin
içinde bir milyon kişi zıplıyor gibiydi. Baş ağrım ilaçlara rağmen asla
geçmiyor, zar zor daldığım kısa süreli uykularda bile kafamın içindeki ağırlığı
hissediyordum. Gözümü her açıp kapadığımda süreçle ilgili bitmeyen yüzlerce
soru geliyordu önüme. Fatma Ece Çetin yas sürecinde bir ağacın tepesinden köklerine
düştüğümüzü, dipten çıkmak için beynin mücadele verdiğini ancak çıkarken atılan
her adımda yeni bir şeyle karşılaştığımız için (anılar, pişmanlıklar, keşkeler,
ölüm şekli, kişinin bizdeki yeri vb.) ağacın tepesine ulaşmanın zamana bağlı
olduğunu söyledi. Tabii, bu zaman kişiye göre değişiyor. Ağacın tepesine
ulaşmak için kayıpla gelen yeni yaşantıya, yeni kişiliğe, kimliğe, yeni beyne
adapte olmamız, kısacası bu yeniyi öğrenmemiz gerekiyor.
Daha sonra, Nazlı Akın’ ın “Yasım Bir Öykü Olsaydı”
oturumuna katıldım. Burda, https://yasveolumbilgeligi.org/
çatısı altında online bir dergi ile karşılaştım: “Eşik”. Gönüllü yazarların yas
ve ölüm üzerine kaleme aldıkları öykülere, şiirlere, denemelere https://yasveolumbilgeligi.org/esik/
sitesinden bakmanızı öneririm. Belki, İren’ le “Eşik” te oluruz…
Bir başka etkileyici oturum “Judith Liberman’ la Sohbet” ti.
Ölümü, ölüm olmadan nasıl konuşacağız üzerinde duruldu. Fark ettim ki, gerçekten
ölüm kapımızı çaldıktan sonra ölümü konuşuyoruz, daha öncesinde yokmuş gibi
davranıyoruz. Bunun için benim hayatımda en belirgin örnek, İren’ den birkaç ay
önce okulumuzdan bir çalışma arkadaşımızın oğlunu kaybetmesiydi. Yanına gidememiştim.
Aslında kaçtığım böyle bir şey başıma gelirse ne yaparım duygusu idi. Evladı
olmadan ne yapar diye kendi kendime sorduğumda artık hayatının bittiğini,
aklını kaçıracağını, işe gelemeyeceğini düşünmüştüm. Çok tuhaf değil mi? Hayat devam
ediyor, aklımı kaçırmayı çok istememe rağmen kaçıramadım, işe gidiyorum… Düşündüğüm
hiçbir tepki olmadı benim hikayemde… Çünkü yaşam hikayeleri uzaktan öngörülerle
yazılamayacak kadar tahmin edilemez…
Bir sonra ki oturum Handan Armağan’ ın “Tutunmak ve
Tutunamamak” oturumuydu. Handan Hanım, hayatı kontrol altında tutma
sanrılarımızdan bahsetti. Söylediği her cümlede aynada kendime baktığımı
hissettim. Yas sürecinde aklımızdan çıkmayan “Neden? Kimin hatası? Öyle mi
olsaydı? Böyle mi yapsaydık?” sorularının kaynağının, gerçeğin doğasında olan
ölümü kontrol edebileceğimiz güdüsü olduğunu söyledi. Aslında, zihnimizi bile
kontrol edemeyen varlıklar olarak, her şeyi kontrol edebileceğimizi düşünmenin
ne kadar nafile bir çaba olduğunu anladım oturum sonunda.
Son olarak, Nur Engin’ in “Momento Mori: Kelimelerle Dönüşen
Ölüm ve Yas Algısı” oturumunda ölüm ve yasa edebiyat penceresinden baktık. Okuma
listeme yeni kitaplar eklendi.
Bu arada katılmak istediğim 4 oturum daha vardı ancak zaman
uymadı. Onların kayıtlarını mutlaka izleyeceğim.
Ölüm ve yasın konuşulduğu, yaklaşık 12 saat süren bu
festivalde, dünyaya gelişimizle birlikte ölümün varlığını kabul etmiş olmamız ve
hayatın olağan döngüsünde bu gerçekle yaşamamız gerekliliği üzerinde
farkındalık yaratılmış oldu. Benim için en önemli olan şey birbirini anlayan
bir toplulukta dayanışmada bulunmaktı. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler…
Güzel kızım yazdıklarını okuyorum sayende çok şey öğreniyorum kalemine sağlık. Acım azalmıyor senin yazdıkların çok anlamlı .irenin ruhu hep seninle olsun
YanıtlaSil