İnsanların önemli bir kısmı için duygularını ifade etmek zordur. Ancak, acaba kaçı için anlamlandırmak zordur? Bazen aklıma bir düşünce, olay, durum gelir. Hemen ardından da bana ne hissettirdiği. Zaman zaman, örneğin, sokakta dilenen yaşlı bir adam gördüğümde, ya da uzun bir aradan sonra Berfu’yla karşılaşmamda hissiyat nettir. Nereye temas ederse etsin, ne hatırlatırsa hatırlatsın, nettir. Ama başka noktalarda, bazen önüme duvar çekilmiş, bazen tül perde gerilmiş, bazen de kabuk kaplanmış gibi geliyor. Bu da, karşı tarafta bir şeyler gizliyormuşum ya da söylemekten çekiniyormuşum duygusuna neden oluyor.
Bu gerçekten çok tuhaf! Sanki, hızla giderken bir şeye toslamak, ama tosladığın şeyin ne olduğunu bir türlü anlayamamak gibi. “Bu burda olmamalıydı” demek ve ne olduğunu anlayamadığın ama bir türlü de ilerisine geçemediğin şeyin önünde durup şaşkınca ve biraz da karikatürize bir biçimde kafanı kaşımak gibi. Gözünün önünden aynı anda bir milyon tane film karesi geçiyor da sen her bir karede aynı anda bir milyon farklı şey hissediyormuşsun gibi. Ya da, gözünün önünde sadece boş beyaz bir dosya kağıdı varmış gibi. İşte, hafta sonu, bana “Hadi, anlatmalısın” dendiğinde aklımdan geçenler bunlardı. Ve düşündüm uzun uzun; “Acaba neyi anlatmalıyım?” diye. En son vardığım yer; “Galiba kendimi anlatmalıyım” oldu.
Bir de bunun, “Pekiii, bu hissettiklerim bana ait olanlar mı yoksa dışarıdan gelenler, bana verilenler mi? “versiyonu var. Yani, “Bir ben mi var acaba benden içeri?” hezeyanları. “Eh, varsa da malzeme bu yoksa da bu” denebilir pekala. Ancak, işte bu kabuk meselesi orada devreye giriyor. Hani kabuğu kırmak ya da kabuktan sıyrılmak dediğimiz şey. Bu ne demek? Çıplak kalmak demek. Çıplak kalınca ne olur? Her türlü saldırıya açık hale gelirim. O zaman belki de, kabuğu kırmak yerine kabuğu inceltmek daha iyi bir fikirdir. Hem o zaman, hissettiklerimle ilgili de kendime yabancılaşmam belki de.
Yine de, sanıyorum ne olursa olsun, asla tam olarak ne olduğundan emin olamadığım hislerim olacak hayatımın sonuna dek. Korktuğum şey, yani bu yazıyı yazma motivasyonunu bana kazandıran, bir gün kabuğun bana dönüşmesi. Yani, kabuk=ben olmam.
Yani, belki duygusuzlaşmam. Korktuğum bu. Hımm, bu korku bana bir yerlerden tanıdık geliyor...
Bu, evvelki bir yazıma gönderme yapacak olursam eğer (bkz. İnsan Denen Küçük Çılgın Şey), bir çeşit mesleki deformasyon galiba yine. Her şeye, her yere her türlü açıdan bakmak, bir içgörü, bir empati süreci ve tuhaf bir anlamayı getiriyor beraberinde. Bu da, yine beraberinde, bir eylemsizlik getiriyor aslında. Fazla anlamak eylemsizleştiriyor insanı. Sanırım, içimdeki korkunun biraz yukarısında bu var.
Bu yazı da, aslında bir çeşit sayıklama olmuş gibi görünüyor: Dağınık, takibi ve anlaşılması zor. Ama bana bir şeyler anlattı. Dolayısıyla bir yazıyı da sizin için değil kendim için yazmış oldum. Yoksa, aslında bütün yazıları mı kendim için yazıyorum?
Hehehe...