Radovan Karadzic’le ilgili bir makale okudum. Evet, kendisi bir psikiyatrist ama burada bundan bahsetmeyeceğim. Aslında neden ondan başladığımı da tam olarak bilmiyorum. Çağrışımlar çok yoğun yine bu aralar :) . Adamla ilgili okuduklarım arasında pek çok enteresan şey vardı. Ancak hiç biri tek başına neden “ Hadi Şehre İnip Bir Kaç Pislik Öldürelim” isimli bir şiir yazdığını açıklamıyor. Ah, işte çağrışımımın kaynağını buldum. İnsan yapısının kaynağını ne açıklıyor? Davranışının, alçaklığının ya da erdemliliğinin. Çok yenilerde, peş peşe ve de tesadüfen aldığım bir kaç haber beni – hayır bunları düşünmeye sevk etmedi. Tam aksine uzun bir süredir bunları düşünmenin aslında zamanımdan ne kadar çaldığını, bana nasıl havanda su dövdürdüğünü ve hissetmem gereken duygulardan nasıl da alıkoyduğunu fark ettirdi. İsterseniz buna bir çeşit aydınlanma diyelim. Ya da şöyle bir kaç metafor işimizi görebilir: Denizin kenarında otururken ve karşı kıyıdaki ışıklar hakkında spekülasyon yaparken birden bire bir kısım ışık toplu halde söner: Muhtemel bir elektrik kesintisi. Ve spekülasyonların anlamsızlığı ile kalakalırsınız. Her an kopabileceğini ve canınızı acıtabileceğini düşündüğünüz bir paket lastiğini çekmeye devam edersiniz, edersiniz ve kopar. Şak diye. O kopunca artık geriye kaygı, heyecan, vb. kalmamıştır. İşte benim aydınlanmamın bana hissettirdiği böyle bir şeydi.
Sanırım bu, maalesef bir çeşit mesleki deformasyon...Hayatı, olanı biteni bir “Kişilik Kuramları” kitabı gibi okumaya çalışmak, anlamlandırmaya ve anlamlar yüklemeye çalışmak bazen gerçekten sadece sıkıntı veriyor. Çünkü, bu hayat tam da üzerine bastığınız şey ve bu yüzden asla neyin ne olduğunu tam olarak göremiyorsunuz. Belki de yapılan açıklamalar, teoriler, hipotezler kendinizle ilgili bir yere tekabül ediyor. Ve hatta; “Belki de yapılan açıklamalar, teoriler, hipotezler kendinizle ilgili bir yere tekabül ediyor” cümlesi bile hayatınızda bir yere tekabül ediyor ve bunu “şu” çeşit bir insan olduğunuz veya “şöyle” bir takılma yaşadığınız için söylüyorsunuz. Bunun sonu yok. Dolayısıyla mevzu kendimiz ve etrafımızdakilerken, en doğru açıklama en basit açıklama oluveriyor: “Meğer öyle değilmiş, kendimi kandırmışım” ya da “ İşte saçma sapan bir bir durum/insan, yapacak bir şey yok” ya da “ ....olsaydı .....olurdu; demek ki ..... değil”, gibi.
Ben anladım anlayacağımı, eriştim erişeceğim yere. Artık daha rahat ve huzurluyum. Bazen de aslında bir tarafıyla kendimi şanslı hissediyorum. Fark ediyorum ki, insan hep anlamaya hep yorumlamaya uğraştıkça sadece kendine öfkeleniyor, ya da son derece çılgınca bir biçimde hep kendisiyle uğraşıyor. Karadzic’in kötü bir çocukluk geçirdiği için sebep oldukları, bu işlerle profesyonel olarak uğraşanlar için aydınlatıcı olabilir, ama sanırım, ölen, tecavüze uğrayan, işkence gören, evlerini ve yakınlarını kaybeden onca insanı hiç ama hiç ilgilendirmiyor. Ve biz kendi hayatımızın profesyoneli değiliz. Oldukça amatör bir ruhla yaşamaya çalışıyoruz.
Bu sürece yardım eden insanlara binlerce teşekkürler!
1 yorum:
doğru, kendi hayatlarımızın profesyoneli değiliz. haftasonu bu konu üzerinde bir kuple daha konuşmak, sonrasında da dinginleştirici bir kaç aslı-rabiş on saatine imza atmak niyetindeyim. bi gel hele..
:)
Yorum Gönder