Salı, Ağustos 19

Böyle Olur Pınar'ların Düğünü ve yahut Bir Başka Ankara Macerası




En son Mart ayında gidip bir kısım maceraya gark olduğumuz :) Ankara'ya bu kez ulvi bir amaç için gidiyordum: Pınar evleniyor! Her zamanki "6 saatlik yolu kim gidecek şimdi, bir de bir film koyup sesi sonuna kadar açarlar, nasıl olacak nasıl olacak" düşünceleri kafamda dönüp dönüp duradursun, ben çoktan yolu yarılamıştım, Fast Car eşliğinde. Gecenin bir yarısı Pınar'ın evinde aldım soluğu. Başladık hazırlıklara. Burcu'nun elbisesi, saçı, küpesi, Pınar'ın balayı planları ve Nazime Teyze ve ekürilerinin muhteşem yaprak sarmaları eşliğinde galiba sabahı ettik bir miktar. Sabah Pınar'ı kolundan çeke çeke kaldırıp kuaförün yolunu tuttuk. 11'de girdiğimiz kuaförden 5'i 5 geçe zorla çıkabildik. Kuaförden eve giderken 2 arabalık konvoyda korna sesleri arasında ben de gelinin yanında oturma şerefine eriştim.

















6'da fotoğraf stüdyosunda randevusu olan bir çift olarak evden adeta rüzgar gibi geçip bütün ritüelleri ve gözyaşlarını arkalarında bırkamayı beceren Bayram ve Pınar'ın bir sonraki duraklarında yanlarında tabi ki yine ben vardım. Pınar, her kendisine göre olmayan aktiviteden hızlı bir biçimde sıkılan bir insan olarak, fotoğraf çeken kadını da "evet daha bitmedi mi?", " bir de böyle mi poz vereceğiz?"diyerek hayattan soğuttu. Ancak kendisinden beklenmeyecek bir performans sergileyerek tüm süreci kazasız belasız atlatıp düğün salonuna attı kendisini. Gelin odasında beklerken, şaraplar çıkarıldı, kadehler kaldırıldı, gelen eski ve yeni konuklar, tanıdıklar ve arkadaşlarla kucaklaşıldı. En sonunda ben ve Burcu, volkan gösterileri ve "kilise korosunda solo söylüyorum, sesim güzelmiş peder öyle diyor" ana temalı şarkı eşliğinde giriş yapacak olan Pınar ve Bayram'ı beklemek üzere salona yollandık. Burada nicedir görmediğim Nurdan, Çiğdem, Sevgül ve Ali'yle buluştum, adeta eskilere gittim, ne kadar da zaman geçtiğini ve ne kadar da enteresan bir durum olduğunu fark ettim. Bir de aslında özlemişim onu fark ettim. Ve işte geliyorlar...Tamam, dans ediyorlar "Esmeralda" eşliğinde ve benim gözlerim nemleniyor, ne olmuş? Bu kısmı hızlı geçiyorum. Bir de bakıyorum ki doğduğu zaman ziyaretine gittiğim kuzen Berkin ve o sıralarda 3 yaş civarında olan kuzen Alkım bir güzel dans ediyorlar. Aşağıda görülen fotoğrafı çekiyorum, biraz zamana öfkelenerek. Ama hoş tabi yine de! Hadi bakalım gelsin oyun havası, gelsin roman havası. Arkadaşlar bir geldi pir geldi inanamazsınız. Kaba bir hesapla saat 9:30'dan 23:30'a kadar durmaksızın oynamanın ertesi gün bacak kaslarımda bir çeşit felç hali ile sonuçlanacağını bilsem bir ara pistten iner miydim? Hayır inmezdim. Ama 2 gün boyunca inledim ve yokuş inerken çok fazla acı çektim. İnanmayan Rabiş'e sorsun. Düğün Pınar'ın ailesinin toplu Harmandalı gösterisi ve Bayram'ın ailesine mensup genç arkadaşlarımızın kolbastı isimli enteresan performansı ile devam etti. Kolbastı için videoları buraya koyamıyorum. Ama biz Umut'la onların düğünde kuracağımız kolbastı ekibi ile sergileyeceğimiz gösteri için şimdiden çalışmalara başladık. İsteyen gelir görür. Son olarak 11:30'da ayrılacağım düğünde herkesle vedalaşıp çıkmama 5 dakika daha olduğunu görüp " Dur 5 dakika daha oynayayım" dediğim an, bu mevzuda iflah olmayacağımı anladığım an olarak tarihe geçti.



































Ertesi gün kendimi yine Rabiş'in mutfağında çayı koyup salatalıkları doğrarken bulduğumda bir şeylerin asla değişmeyeceğini görmenin derin huzuru içindeydim. Rabiş beni bir kenara itip meşhuuur sosisli yumurtasını yapmaya girişince ben de kahvaltı için orada bulunan Umut'la kolbastı çalışmaları yapma fırsatı buldum. Kahvaltı faslını takiben Umut'u postalayıp Rabiş'le "Bilmem Kaçıncı Geleneksel Aslı-Rabiş Oda Sohbetleri" ni başlattık. Ordan, burdan, şurdan, eskiden, yeniden, düğünden, dernekten birbirimizin ağzından laf çala çala milyonlarca lafın belini kırdık. Sonra da elbette ki, ver elini " Bilmem Kaçıncı Geleneksel Aslı-Rabiş Zara, Mango ve Ayşe Teyze Turları". Arada soluklanmak için Mado'ya oturup Kestaneli, Cevizli ve Karamelli dondurmayı yalana yalana yeme, yol boyunca olduğu gibi orada da iki dakika çeneyi tutamama vır vır vır konuşmaya devam etme kısımlarını zaten detaylandırmıyorum. Sonunda bacaklarımı sürükleyerek kendimizi akşam yemeğine davetli olduğumuz Umut oğlanın evine attık. Umut, hayatımda gördüğüm en hamarat ve becerikli erkek olduğu için, aşağıda fotoğrafını gördüğünüz sofrayı hazırlamasına da hiç şaşırmadım. Tabi bu durum Rabiş'i de o an ve ileriki hayatı açısından oldukça keyiflendirdiği için fondaki Yunan havalarına eşlik etmeye başladı. Oturduk sofraya başladık yiyip içip anlatmaya. Psikolojiden girip siyasetten çıktığımız sohbet kardeşlere gelince iyice alevlendi. Kardeşleri çekiştirmeye başladığımız dakikadan sonra zamanın nasıl geçtiğini hatırlamıyorum. Ama seslerin yükselip kaşların çatıldığını, ağızlardan köpükler çıktığını hatırlıyorum :)





















Son gün kahvaltı için tercihimizi okulun güzide mekanı Doyurucu'dan yana kullanmaya karar verdik. Ozan da bir miktar gecikmeli olarak bize katıldı. Baktım Ozan biraz mesafeli duruyor bana, böyle bir uzak uzak. Meğer nedeni sevgilisini ondan daha yakın zamanda görmüş olmammış. Bak şimdi. Benim ne kabahatim varsa! "Bak gelecek zaten, 1 ay kaldı, aman ne güzel vakit geçireceksiniz bir sürü" filan diyerek sakinleştirebildik kendisini. Takiben, klasik bir Umut-Ozan buluşmasının olmazsa olmaz konusu siyasete bir daldık, pir daldık. Ozan, " Ya biraz Şok manzarası seyretsek" deyip de biz bunu anlamlandırmak için düşünmeye zorlanmasaydık da çıkacağımız yoktu. Meğer güneş vurmuş çocukcağıza da "Biraz kaçılın da ben de gölgeye geleyim" demeye çalışırmış. Komplike Ozan :). Eh şu durumda mekan değiştirelim ferahlayalım diyerek kortlar bölgesine yöneldik. Burada "Şimdi o zaman Ramazan Bayramı'nda şuraya gitsek, yok orası şöyle olur burada kalsak" planlarıyla kendimizden geçtik, koltuklara yayıldıkça yayıldık, planı yaparken gitmiş kadar olduk. Otobüs saatim yaklaştı, yavaş yavaş yola koyulduk.




Ben Ankara'nın en çok İstanbul'a dönüşünü değil, içinde barındırdığı insanlarını seviyorum. Ankara benim için Rabiş demek, Berfu demek, Pınar demek, şimdi bir de Umut ve Ozan demek, hatta ve hatta Beyza, Zü ve Hatice demek. Onlar olduğu sürece benim için bırakıp İstanbul'a dönmek hep zor olacak, hep kalbimi kıracak.




Sevgili Paynır, buraya lisedeki yıllığa senin için yazdığım yazıdan bir kaç cümle koymak istedim, ama yıllığı bulamıyorum :) Şunu söyleyebilirim: Ben o yazıyı yazalı 10 sene oldu. Ama yazmak isteyeceğim şeyler değişmedi. Sen hayatta nerede olursan ol, ne durumda olursan ol, her zaman seni gerektiğinde kolundan sürükler, gerektiğinde arkandan iterim. Bana her telefonda teşekkür edip duruyorsun ya, asıl ben sana teşekkür ederim, buralarda olduğun için.



Ispanak gözlü kardeşin...

2 yorum:

elegimsagma dedi ki...

yavrım benim, yine acayip pozlara imza atmışız ez yuujıl. demek değişmeyen klasik sabah cay koymak. yahu belki ben sen bu zevki yıllar boyu tat, eski anılarımıza dön, nostalji olsun diye uyanmyorum, alla alla:)
pınar cok mutlu olsun, sen de hep buralara gel. öpüştüğümüz fotonun altına da bir foto kaçmış bu arada, ucu görünüyo.

yakınuzak dedi ki...

Ne fotosu kaçmış canım? Ayrıca senin sadece bana o tatlı anları yaşatmak için sabah yatağa 404'le yapışıyor olduğundan hiç kuşkum yok, hiç!