yalın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yalın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KALAMADIM


İnsan kimsesizliğini en çok ne zaman hissediyor biliyor musun?
Yüreğinde taşıdığın çocukluk,
Boncuk boncuk ötelerden göz kırptığında
Galiba!
Dokunmak istiyorum çocukluğuma...

İlk kez bir kızla dans edecekmişim gibi uzattım elimi ona.
Gözlerimde yakalanma korkusu
Baksam kızın gözlerine
Süslü elbiselerden boğulmuş ruhu sarılacak boynuma
Yeniden dokumak var serde elbiselerini
Oyalamak ince ince kızı
Dokunmak belki gerçek elbisesine
Tenine
Dokumak ilmek ilmek derisini
Sonra tenden geçip, yüreğini düğümlemek
Belki...

Küçük bi kız bu
Yüzü nasıl bilmiyorum
Saçları kıvırcık mı, düz mü bilmiyorum
Düşlerimdeki kız bu mu sahi
Yoksa ben çağırdımda mı geldi
Bilmiyorum!

Çocuksu gülümsemesini hissediyorum
Bi büyü-sün diyorum içimden!
Büyü-sün!

O sanki benim, ben sanki onun
Kendimi ondan ayrı düşünemiyorum
Korkuyorum!
Kızın süslü elbiseleri sis gibi sarıyor ruhumuzu
Ben bakmadıkça ona, çocukluğum üzerime üzerime yürüyor..
Neden kimse usulca benim elimi tutmuyor?
Kız da ardını dönüp gidiyor

Renkli ışıkta sokağa savrulan baloncuklar gibi hayalde sönüp gidiyor
Gerçeğin soğuğu kalbime vuruyor.

Sanki bir filmin tek karesinde yaşıyorum.
Sınırları ne kadar kesin çizgilerle çizilmiş bu hayatın!
Varlık ve yokluk med-cezirinde
Ancak, ölükten sonra tüm kareler birleşecek sanıyorum
İşte ben “hayatımın filmini” o zaman seyredeceğim..
Biliyorum!

Başı yok
Sonu yok
Ömrün

Neden mi?

Şimdi biri bana gelsin
Söylesin

Annemin karnına düştüğüm ilk an mı başlar hayatım?
Yoksa
Annemin karnından çıkıp bağımsız ilk soluğumu aldığımda mı?

Soluğum kesildiğinde mi ölüyüm,
Yoksa
Gömülüp toprağa karıştığımda mı?


Sorular...

Cevapları benden sakınılmış, bir odaya saklanmış sorular.
Arıyorum!
Ama, doğru cevapları bir türlü bulamıyorum.
Sanki hep bir filmin arasındaymışım gibi yaşıyorum.
Bir türlü “filmin devamı başlıyor” uyarısı gelmiyor.
Öylece yaşayıp gidiyorum.
Belki de bu yüzden hiçbir yerde kalamıyorum
Hep gidiyorum…



Fotoğraf: Özgür Çakır

33 KÖY, 3003 ÇOCUK İÇİN EL ELE KAMPANYASI

Bir Çocuğun Elindeki Kalem Olabilirsiniz!




SENİ ÇIPLAK GÖRMEK İSTİYORUM

Senin tek bir sözün üzerine yazmaya başladım. Öyle bir söz söyledin ki yüreğimi kanattın. Kelimelerin, satır oldu üzerime yürüdüler. Sen dediler: Bizim özümüzü çaldın. Kimliksiz bıraktın. Düşünce yoksa, kelimeler apansız bir odada kıstırılan beden gibidir. Sen, bizi çıplak bıraktın.

Kimseyi çıplak bırakmadım ben. Hele gün ortasında. Apansız. Çırılçıplak koymadım kimseyi ben. Son bir kez seni görmeye geldim. Kelimelerini çek üzerimden. Kelimelerin kudurmuş köpek gibi. Üzerime bulaşan kelimelerin içimi kanatıyor. Ben sana geldim, edilen yeminlere değil. Ben, seni görmek istiyorum. Çıplak, çırılçıplak! Fonda hiçbir şey olmadan. Sadece sen. Sadece ben. Sadece seni görmek istiyorum. Sendeki benimi almaya geldim. Ben sende neredeyim bulmaya geldim. Sana çok uzak bir yerden, senden geldim. Senden kendimi almaya geldim. Kabuğu kırılmamış fıstığı kırmaya geldim. Dokundum sana. En az senin bana dokunduğun kadar dokundum sana.

Şimdi soyun. Daha öncekilere yaptığın gibi soyun. Ser de erkeklik var de m? İşte seni harekete geçiren düşünce bu. Soyun diyorum, giyindiklerine bak. Erkekliğine bak. İnsanlığına bak. Yakın temastan ödün kopuyor. Biri seni gözleriyle okşamayalı ne kadar oldu? Ya da hiç konuşmadan saatlerce yanında oturduğun, dönüp bakınca kendi varlığını hissettiğin, seni özleyen ve arzulayan biri olmayalı ne kadar oldu? Ederi olmadan, bedeli olmadan en son ne zaman soyundun. Unuttun mu güneştim ben. Hesap sorduğun güneş. Her sabah bi tek sana doğan. Her akşam ardına bile bakmadan seni gecenin kollarına koyan. Döndüğünde bir tek sual bile sormadan saran. Şimdi hakkımı almaya geldim. Kendimi almaya geldim. SOYUN! Senden düşen kendimi toplamaya geldim. Dağılmış parçalardan bir ben eder mi bilmiyorum. Değerinden eksiğine bozdurulmuş bir düğün takısı değilim ben. Miras yedi gibi davrandığın, yağmaladığın benim bedenim. Ruhunu yüzdüm etinden. Canını almaya geldim. Soyun! Soyun beni. Soyun..

Üç küçük domuz hikâyesini bilir misin efendi? Tilki domuzları yiyebilmek için olmadık numaralar çevirir. Domuzcuklar çekirge misali bir, iki canlarını kurtarır. Üçüncüde domuzların saklandığı ev betondur ve tilki bildiği tüm numaraları çekse de içeri giremez. Şimdi burada kim domuz, kim tilki diye düşünmeye. Çünkü bu hikâyedeki her şey sensin. Domuzu gören senin gözlerin. Onu anlamlandıran senin beynin. Domuzcukların peşine düşen tilki de sensin. Yani hikâyede ki her şey sensin. Kendini hem harekete geçiren, hem de durduran. İşte ben bu halini görmek istiyorum. Yani çıplak. Söz bağırmayacağım: Kral çıplak diye! Sadece göreyim yeter. Seni bir kez çıplak görebileyim yeter. Sonra ardımı dönüp gideceğim. Parçalarımı bile toplamayacağım. Geriye kalan beni değil, senden evvelli kendimi verebilecek misin bana? Yok, yeni bir istemiyorum. Senin ırzına geçtiğin benimi istiyorum. Soyun!

Korkma! Beş duyun bir olunca senin olacağım demiştim. Bunu bekleyemedin. Arzularına yenildin. Senin beş duyun hiçbir oldu mu ki? Bu hali hiç yaşadın mı ki? Aşk denilen çeşmeden su içebildin mi ki? Ah bunlar seni kışkırtmak değil. Seni kendinle yüzleştirmek benim ne haddime. Soyun şimdi soyun. Senin çıplaklığını giyinmeye geldim. Seni sensiz bırakmaya geldim. Senden bir kıl kopartmaya geldim. Kar saydığım benimi almaya geldim.

Senin derdin ne biliyor musun? Hep bütünlük peşindesin. Peki, benim derdim ne biliyor musun? Sadece bütünlüğü olmayan insanlarla birlikte olabiliyorum. Çünkü ya kendimi ya da onları, ancak bir araya geldiğimizde tamamlayabiliyorum. Seni çıplak görmeyi hayal edip, senin çıplaklığınla kendim giyiniyorum. Dünyan gerçek olsaydı seni çıplak görmeyi hayal etmezdim. Sen zaten çıplak olurdun. Tıpkı ben gibi. Kendi hükmümü verdim seninle örtünmek istiyorum.

Seni çıplak görmek istiyorum. Ama az da korkuyorum. Sen soyunursan ne olur biliyor musun? Canın yanar. Yansın! Kendini gör. Bendeki seni gör. Vurdumduymazlık maskesi altında insanları nasıl uzak tutabilirim diye yakarışın bitsin. Bu yüzden bir varsın bir de yoksun. "Ya kal, ya git. Her şeyi konuşalım yataklara bir şey kalmasın." Canın yansın! Soyun!
Daha önce soyunduklarından öte soyun.
Seni çıplak görmek istiyorum.
Sendeki insanı görmek istiyorum.
Urbalarını at da gel buraya…


Fotograflar: Özgür Çakır