Genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
25 Ekim 2013 Cuma
Anne babalar... Bir dakika bakar mısınız:)
Bugün çok güzel bir söyleşiye katıldım. Anne Baba Akademisi başlığı altında "Çocukla İşbirliğini Sağlamak" konulu söyleşide Prof. Dr. Eda Balkas Erdoğan ve Çocuk Psikoloğu Bedia Deliduman konuşmalar yaptılar.
Yaklaşık iki saat esprili yaklaşımları ve örnekli konu anlatımlarıyla çocuklarla iletişimlerimizde sıkça yapılan hataları önümüze koydular. Aslında bilinçsizce ve iyi niyetle yapılan öyle hatalar va rki. En çok vurguladıkları 0-6 yaş arası iletişimin çok özenli ve bilinçli yapılması ve çocuğa yanlışlıkla verdiğimiz mesajların onların ruhsal dünyalarında yaralar açabileceği.
Bir kaç not aldım.
Örneğin çoğunlukla onları suçlayıcı şekilde konuşuyoruz.
"Bak yine musluğu açık bıraktın her yer ıslandı, sana kaç kere söyledim musluğu kapat diye, niye anlamıyorsun sen"
"Oyuncakları dağıtmışsın, hiç toplamıyorsun zaten, ne kadar dağınık bir çocuksun"
"Yemeğini niye yemiyorsun, senin için o kadar uğraştım yoruldum sen bana eziyet mi etmek istiyorsun"
Şunu vurguladılar en çok,
BİLGİ, SUÇLAMADAN DAHA ÇOK AKILDA KALIR
Yukarıdaki yaklaşımlar yerine şunlar söylenmeli kısa ve öz olarak.
"Musluk açık kalırsa etrafı su basar"
"Oyuncaklar dağılmış"
Dikkat ettiyseniz onu direkt suçlayacak bir cümle yapısı değil. İkinci tekil şahıs içermiyor.
Suçlamalar içeren bu tarz konuşmalarımız veya kardeşiyle, arkadaşlarıyla yaptığımız kıyaslamalar onların kendi iç dünyalarında farklı mesajlar yaratmalarına neden oluyor, kendilerini değersiz beceriksiz hissediyorlar bu da dış dünyada davranış geliştirmelerinde kendine güvensiz, çekinik kalmalarına sebebiyet verebiliyor.
İletişimde dikkat edilecek 5 madde varmış. Mesela dişlerini fırçalamasını istiyoruz çocuğumuzun
1) Durumu Gösterme, Anlatma,
Hadi dişlerini fırçala .....değil...... Dişlerin kirli gözüküyor
2) Bilgilendirme
Dişler fırçalanmazsa çürür
3)Kısaca Söylemek
Dişler..... Bu çocuğu düşündürtecek ve ne yapması gerektiğini kendi bulacak, daha önce dişlerini fırçalamasını söylediğiniz çocuğunuza zamanla sadece "dişler" diyebilirsiniz.
4) Duygularınızdan söz edin.
Dişlerini fırçalarsan çok mutlu olucam.
Çocuklarımıza duygularımızdan bahsetmiyoruz. Durumlarla ilgili nasıl hissettiğimizi söylememiz gerekir. Örneğin "Kapıyı açık bırakınca içeri sinekler giriyor ve ben çok sinirleniyorum"
5) Not yazmak,
Çocuklara ufak not yazmak onların hoşuna gidiyor, okuma bilmeyenler için bile merak edici bir unsur oluyor ve yazılanı size sorarak öğreniyorlar.
Mesela yemekten önce çikolata yemek isteyen bir çocuk için annesi mutfağa bir not yazmış. "Mutfak yemek saatine kadar kapalıdır" Merak etmiş ne yazdığını çocuk ve annesinden öğrenmiş. Sonrada kardeşine dönüp mutfak kapalı yemeğe kadar demiş:) Kabullenmiş yani... Bazı notlar esprili de olabilir.
Dişler konusunda banyoya şu not bırakılabilir. "Beni kullanmayı unutma.. Diş fırçan"
Bir de şu örneği verdiler, Diyelim ki çocuk evde azmış koşturuyor ve sizi dinlemiyor, siz ona "Sabrım karpuz kadar" diyorsunuz ellerini açıp, bir müddet sonra
"sabrım portakal kadar "diyorsunuz elinizle gösterip, biraz daha kudurma süresinden sonra
"sabrım fındık kadar" diyorsunuz parmaklarınızla göstererek ve sakinliğe geçmelerini istediğiniz belirtiyorsunuz.
Bu betimleme zaman içinde sizin sınırlarınızı anlamalarına yardımcı oluyor ve onlar size sormaya başlıyor anne sabrın ne kadar diye ve oyunlarını ona göre düzenliyorlar.
İnsan iletişiminde yapılması gereken en önemli başlıklar ise şöyle,
1) Dikkatle dinleyin....
Biri size sorununu anlatırken sessizce ve dikkatinizi ona vererek dinleyin, sürekli soru sorarak onu kesmeyin
2) Anladığınıza Dair Sözcükler Kullanın...
Hmmm, evet, yaaa, öylemi...
3) Duyguları tanımlayın....
En önemli ve en zor maddeymiş, onu anlamaya çalışarak o vakada onun neler hissettiğini bulmaya çalışmak.... Sen çok öfkelenmişsin, hayal kırıklığına uğramışsın... gibi
4)Dileklerini Hayali Biçimde Sunun....
Bu da çocuklara yönelik yapmamız gereken bir madde. Örneğin akşam çocuk sizden çikolata istedi, dolapta kalmadığını farkettiniz...
"Çocuğum şimdi dükkanlar kapalı şuan alamayız ama yarın alırız bugünlük idare et" demek mantıkçı bir yaklaşım olur ve çocuklar bunu kabullenemeyebilir.
Onun yerine "çikolatamız kalmamış keşke olsaydı beraber yerdik" diye aynı duyguları paylaştığınızı önce gösterin sonra da "şimdi düşünsene bu dolap kadar bir çikolatamız olsaydı bir ucundan sen bir ucundan ben yeseydim" gibi hayal ile yaklaşmak onu biraz rahatlatabilecek konudan yumuşak bir geçiş yapmasını sağlayacaktır.
İşte böyle umarım bir kaç ipucu getirebilmişimdir seminerden, konferansın sonunda ufak da bir tiyatro gösterisi yaptılar konuşulanla ilgili, çok komikti ve de düşündürücü.....
7 Şubat 2013 Perşembe
Çocukla konuşurken 10 kere düşün öyle konuş
Az önce marketten döndük Doruk'la, Kasada bana yardım etti bütün sepeti boşalttı. Kasiyerin de pek hoşuna gitti bu durum ve Doruk'la iletişim kurdu kafasınca.
Kız: Senin adın ne
Doruk: Doruk
Kız: O bezi kime aldınız bakiim,
Doruk: Arya'ya,
Kız: Arya kim
Doruk: Kardeşim
Kız: Keşke olmasaydı diyor musun sende kardeşin için
Doruk: !?!?^+%^%&+%/&
Kız: Genelde çocukla öyle diyor da kardeşi için
Ben laf karıştırmaya çalışıyorum buarada kız devam ediyor,
Doruk: Niye öyle diyorlar anne başka çocuklar
Ben: Küçük çocuklar onlar Dorukcum
Kız: Kardeşin seni üzüyormu peki
Doruk: Yoooo
Kız: Seni üzerse ağzına kırmızı biber sür
Doruk: Nasıl yani,
Ben: Şaka yapıyor abla şaka,
Doruk: heeee
Şu yukarıdaki diyaloğun abesliğini farkettinizmi, ya da benim kibarlığımı birtürlü bozamayıp kızı susturamamı, gerçi okadar seri bağlıyorki saçmalıkları oradan hızlıca kurtulmaktan başka çare bırakmıyor insana.
İki dakika sürmeyen bu gereksiz iletişim kurma acınalığı içinde Doruk'un kafasına sokulanlar:
- Kardeşten nefret etmek ve onu istememek doğaldır
- Kardeşin sevmediğin bişey yaptığı zaman onu cezalandırabilirsin...
Biz oya işler gibi çocuklarımızın hayata bakışlarını, algılarını, değer yargılarını, terbiyelerin, canlılara sevgi beslemeyi, kardeşini ailesini canı gibi sevmesini, bağışlamayı bilmesini, merhametli olmayı, adil olmayı öğretmeye çalışırken üçüncü şahıslar bir dakikada neler sokabiliyor küçük savunmasız akıllara.
Elbette evde saklı odalarda sadece ailesi olarak yetiştirmeyeceğiz çocuklarımızı ama bu devirde daha bilinçli insanların olmasını ve en önemlisi çocuklarımızın insancıl, sevgi dolu, bilinçli ve iyi insanlarla hep karşılaşmasını diliyorum.
Kız: Senin adın ne
Doruk: Doruk
Kız: O bezi kime aldınız bakiim,
Doruk: Arya'ya,
Kız: Arya kim
Doruk: Kardeşim
Kız: Keşke olmasaydı diyor musun sende kardeşin için
Doruk: !?!?^+%^%&+%/&
Kız: Genelde çocukla öyle diyor da kardeşi için
Ben laf karıştırmaya çalışıyorum buarada kız devam ediyor,
Doruk: Niye öyle diyorlar anne başka çocuklar
Ben: Küçük çocuklar onlar Dorukcum
Kız: Kardeşin seni üzüyormu peki
Doruk: Yoooo
Kız: Seni üzerse ağzına kırmızı biber sür
Doruk: Nasıl yani,
Ben: Şaka yapıyor abla şaka,
Doruk: heeee
Şu yukarıdaki diyaloğun abesliğini farkettinizmi, ya da benim kibarlığımı birtürlü bozamayıp kızı susturamamı, gerçi okadar seri bağlıyorki saçmalıkları oradan hızlıca kurtulmaktan başka çare bırakmıyor insana.
İki dakika sürmeyen bu gereksiz iletişim kurma acınalığı içinde Doruk'un kafasına sokulanlar:
- Kardeşten nefret etmek ve onu istememek doğaldır
- Kardeşin sevmediğin bişey yaptığı zaman onu cezalandırabilirsin...
Biz oya işler gibi çocuklarımızın hayata bakışlarını, algılarını, değer yargılarını, terbiyelerin, canlılara sevgi beslemeyi, kardeşini ailesini canı gibi sevmesini, bağışlamayı bilmesini, merhametli olmayı, adil olmayı öğretmeye çalışırken üçüncü şahıslar bir dakikada neler sokabiliyor küçük savunmasız akıllara.
Elbette evde saklı odalarda sadece ailesi olarak yetiştirmeyeceğiz çocuklarımızı ama bu devirde daha bilinçli insanların olmasını ve en önemlisi çocuklarımızın insancıl, sevgi dolu, bilinçli ve iyi insanlarla hep karşılaşmasını diliyorum.
6 Şubat 2013 Çarşamba
Beyoğlu'ndan Kitap Manzaraları
Bugün yine Beyoğlundaydık, gezmeye doyamadağım Beyoğlu'nda.
Her pasajı, her kitapçıyı tekrar tekrar gezsem sıkılmam, oranın atmosferi ve dokusu İstanbul'un başka biryerinde yok benim için.
İmge, Müge, Seda ve ben 4 blogger beraberdik. Sohbet muhabbet, bolca gülmece ile çok güzel bir gün geçirdik.
Ne içtiniz ne yediniz derseniz onlar belki anlatır blogunda:) ben bugün kitapçılara götüreyim sizi, daha doğrusu bugün gözüme çarpan kitap ve kitap raflarına bakalım.
Not: Robinson Crusoe 389 Kitabevi içinde yaşanılası kitapçılardan biri benim için, fotoğrafların çoğu da oradan...
Eski kitap dolu raflar ne kadar büyüleyici bir görüntüdür, hatta içindekiler daha merak uyandırıcı belki de....
Sanatla ilgili kitap rafları buaralar önlerinde uzun süre geçirdiklerim..
Bu da piskopat bir kitap arkadaş... daha doğrusu Marvel takıntılılara deneme testi... 2500 soruluk:)
Bu rafa da bayıldım içinde bir de pembe kapaklı üstünde kedi resimli bir kitap var, fingerprint art adında, çocuklara yönelik parmak boya ile yapılabilecek şekilleri gösteriyor. Çok sevimli.....
Game of Thrones'un bizim için önemi büyüktür....
Bu kitabın kağaı da çok albenili geldi bana, arka kapağındaki yazı da hayli ilgi çekici...
Her pasajı, her kitapçıyı tekrar tekrar gezsem sıkılmam, oranın atmosferi ve dokusu İstanbul'un başka biryerinde yok benim için.
İmge, Müge, Seda ve ben 4 blogger beraberdik. Sohbet muhabbet, bolca gülmece ile çok güzel bir gün geçirdik.
Ne içtiniz ne yediniz derseniz onlar belki anlatır blogunda:) ben bugün kitapçılara götüreyim sizi, daha doğrusu bugün gözüme çarpan kitap ve kitap raflarına bakalım.
Not: Robinson Crusoe 389 Kitabevi içinde yaşanılası kitapçılardan biri benim için, fotoğrafların çoğu da oradan...
Eski kitap dolu raflar ne kadar büyüleyici bir görüntüdür, hatta içindekiler daha merak uyandırıcı belki de....
Sanatla ilgili kitap rafları buaralar önlerinde uzun süre geçirdiklerim..
Bu da piskopat bir kitap arkadaş... daha doğrusu Marvel takıntılılara deneme testi... 2500 soruluk:)
Bu rafa da bayıldım içinde bir de pembe kapaklı üstünde kedi resimli bir kitap var, fingerprint art adında, çocuklara yönelik parmak boya ile yapılabilecek şekilleri gösteriyor. Çok sevimli.....
Game of Thrones'un bizim için önemi büyüktür....
Bu kitabın kağaı da çok albenili geldi bana, arka kapağındaki yazı da hayli ilgi çekici...
9 Temmuz 2012 Pazartesi
Beyoğlu'nda Gezersin:)
Bugün uzun zamandır gezmeyi özlediğim Beyoğlu'nu turladık. Kitapçıları, pasajları, ikinci el kıyafet dükkanları, kırtasiyeleri, balıkçı çarşısı, cafeleri, her yeri ayrı keyifli Beyoğlu'ndan amatör karelerim:)
1 Temmuz 2011 Cuma
19 Haziran 2011 Pazar
Duyuru: Belgesel Film Atölyesi
Geçen kış sinema ile ilgili derslerin anlatıldığı atölye varmı diye çok araştırmış ve sonunda Paradoks Film Atölyesinin değerli hocası Metin Gönen'in verdiği Sine Felsefe seminerlerini bulmuş ve bir dönem katılımcı olmuştum. Çok keyifle dersleri dinlediğim bu dönem içinde sinemaya bakışım ve izleyici olarak algımın farklılaştığını hissettim.
Metin Hoca şimdi yeni bir proje ile bizi bilgilendirdi. Ben de ilgilenenler olur diye size de duyurmak istedim.
Belgesel Film Atölyesi
Metin Gönen’in hazırlayıp yönettiği Belgesel Film Atölyesi 16 haftalık yoğun ve zengin programıyla özgün, kapsamlı ve komple bir sinema eğitim sunuyor.
Atölye; Belgesel Sinema alanındaki sinematografik anlatım modellerinin, gerçekliği senaryolaştırma yöntemlerinin, yaşamı sahneleme kurallarının ve bu amaçla kullanılan sinema dilinin belgesel sinema tarihinin önemli filmleri üzerinden tek tek somut olarak öğretilip uygulanacağı pratik çalışmalardan ve atölye sonunda hep birlikte bir kısa belgesel filmin projelendirilip çekileceği komple bir eğitim müfredatından oluşmaktadır.
Atölye, Belgesel Sinemanın yaratıcı gücünü, anlatım zenginliğini ve gerçekliği düşünmek için onu yapılandırmak gerektiğinin önemini kavrayan tüm sinemacılara açık olarak hazırlanmıştır.
Atölye; lokal gerçeklikleri, sinema sanatının yaratıcı ve çarpıcı görsel diliyle evrensel boyutlarda düşünebilmeyi ve tüm dünyaya anlatabilmeyi arzulayan alternatif sinemacılar yetiştirmeyi hedeflemektedir.
Atölye çalışmaları; Eğitim, Politika, Sanat, Tarih, Savaş, Adalet, Sağlık, Direniş, Mücadele gibi insanlığın temel konularını işleyen, Vertov, Robert Flaherty, Luis Bunuel, Chris Marker, Alain Resnais, Raymond Depardon, Claude Lanzmann, Jean-Luc Godard, Guy Debord, Wim Wenders, Abbas Kiarostami, Michael Moore, Pedro Costa, Jia Zheng-ke, Rithy Panh, Jean-Charles Hue, gibi yönetmenlerin Dünya sinema tarihinde örnek oluşturan filmleri ölçü alınıp üzerlerinde çalışılarak yapılacaktır…
Kontenjan Sınırlıdır.
http://www.paradoksfilm.org/ sitesinden şimdiden online kayıt yapılabilir.
Başlangıç Tarihi: Ekim 2011 (Dersler hafta sonu olacaktır. Daha sonra gün ve saatler netleştirilecektir).
Metin Hoca şimdi yeni bir proje ile bizi bilgilendirdi. Ben de ilgilenenler olur diye size de duyurmak istedim.
Belgesel Film Atölyesi
Atölye; Belgesel Sinema alanındaki sinematografik anlatım modellerinin, gerçekliği senaryolaştırma yöntemlerinin, yaşamı sahneleme kurallarının ve bu amaçla kullanılan sinema dilinin belgesel sinema tarihinin önemli filmleri üzerinden tek tek somut olarak öğretilip uygulanacağı pratik çalışmalardan ve atölye sonunda hep birlikte bir kısa belgesel filmin projelendirilip çekileceği komple bir eğitim müfredatından oluşmaktadır.
Atölye, Belgesel Sinemanın yaratıcı gücünü, anlatım zenginliğini ve gerçekliği düşünmek için onu yapılandırmak gerektiğinin önemini kavrayan tüm sinemacılara açık olarak hazırlanmıştır.
Atölye; lokal gerçeklikleri, sinema sanatının yaratıcı ve çarpıcı görsel diliyle evrensel boyutlarda düşünebilmeyi ve tüm dünyaya anlatabilmeyi arzulayan alternatif sinemacılar yetiştirmeyi hedeflemektedir.
Atölye çalışmaları; Eğitim, Politika, Sanat, Tarih, Savaş, Adalet, Sağlık, Direniş, Mücadele gibi insanlığın temel konularını işleyen, Vertov, Robert Flaherty, Luis Bunuel, Chris Marker, Alain Resnais, Raymond Depardon, Claude Lanzmann, Jean-Luc Godard, Guy Debord, Wim Wenders, Abbas Kiarostami, Michael Moore, Pedro Costa, Jia Zheng-ke, Rithy Panh, Jean-Charles Hue, gibi yönetmenlerin Dünya sinema tarihinde örnek oluşturan filmleri ölçü alınıp üzerlerinde çalışılarak yapılacaktır…
Kontenjan Sınırlıdır.
http://www.paradoksfilm.org/ sitesinden şimdiden online kayıt yapılabilir.
Başlangıç Tarihi: Ekim 2011 (Dersler hafta sonu olacaktır. Daha sonra gün ve saatler netleştirilecektir).
30 Mart 2011 Çarşamba
a aaaa
Tünel kaza kaza güçlükle ulaştığım bloglara biraz önce direk adresimi yazarak gireyim dedim bilinmeyen bir dürtüyle veya bir umutla ve a aaaa çat diye açıldı sayfam, garip oldum:)
Çoğu arkadaşım gibi hem soğudum hem özledim bloğumu.
Kavuşmuşuz meğer.
Bu şaşkınlığım geçsin hemen bir yazı yacıcam,
Merhaba millet nasılsınız yahu:))))
Çoğu arkadaşım gibi hem soğudum hem özledim bloğumu.
Kavuşmuşuz meğer.
Bu şaşkınlığım geçsin hemen bir yazı yacıcam,
Merhaba millet nasılsınız yahu:))))
11 Şubat 2011 Cuma
Public Enemies - Suçlulara Sempati (mi) Duyuyoruz
Geçen gün Public Enemies'i izledim. Uzun ve güzel bir film. Hem gerçek bir yaşam hikayesini anlatıyor hem de Amerikanın büyük bunalım dönemini dekor, kostüm, mekan ve hukuk sistemi yönüyle çok iyi yansıtıyor.
Bilirsiniz Punblic Enemies, o dönem çok popüler olan bir banka soyguncusu, çete elebaşı John Dillinger'ın (Johhny Depp) macera dolu hayatını ve duygusal ilişkisini anlatıyor.
Bu filmden sonra arkama yaslanıp düşündüm, filmde baştan sona Dillinger sempatizanı oluyor seyirci. Ve yasayı temsil eden FBI ajanı Melvin Purvis (Christain Bale) sanki bir anti kahramanmış gibi kötü bir karakater olarak algılanıyor. Yani Melvin'e sinir oluyoruz film boyunca, Dillinger'a her yaklaştığında aman yakalamasın diye heyecanlanıyor, neredeyse Dillinger Melvini vursa diye dua eder hale geliyoruz.
Algımız körelmiş bir şekilde kimi tuttuğumuzun farkına varmıyoruz. Biz aslında bir suçluya sempati duyuyoruz. Farkındamısınız:)
Bu akım ilk nasıl başladı bilemiyorum, o kadar araştıramadaım daha. Sinema tarihine baktığımızda hep yenilikler peşinde olduğunu görüyouz senaristelerin ve yönetmenlerin. Klasik film tarzlarında kahramanlar iyi tarafta olup filmin sonunda da hep kazananlar oluyorlardı. Anti kahramanlar ise kendi inandıkları şeyler uğruna farklı methodlarla başarı sağlamaya çalışan ve bu uğurda herşeyi göze alan karakterlerdir.
Yukarıdaki yaklaşımla sunulan hikayelerde anti kahramanların ruhsal ve duygusal dünyası da ön plana çıkarılarak izleyicinin özdeşleşme süreci yumuşak ve başarılı bir şekilde oluşuyor.
Bu türün çok ilgi gördüğünü göz ardı edemeyiz.
Ben aklıma gelen bazı filmleri sıralıyım. Yani suçlulara sempati duyduğumuz filmler
- Natural Born Killers - Bu filmde Amerikan halkının kendisi bile delice suçlar işleyen katillere sevgi besliyoe ve destekliyorlardı. Üzerlerinde "gel beni vur" yazan t-shirtler bile giyiyorlardı.
- Leon
- Taxi Driver
- Catch me If you Can
- Fight Club
Belki siz listeyi biraz daha genişletirsiniz, şuan aklıma gelenler bunlar, bir de mesela Lost dizisinde Sawyer'sa sempatimizi kazanmıştı mesela:)
Bilirsiniz Punblic Enemies, o dönem çok popüler olan bir banka soyguncusu, çete elebaşı John Dillinger'ın (Johhny Depp) macera dolu hayatını ve duygusal ilişkisini anlatıyor.
Bu filmden sonra arkama yaslanıp düşündüm, filmde baştan sona Dillinger sempatizanı oluyor seyirci. Ve yasayı temsil eden FBI ajanı Melvin Purvis (Christain Bale) sanki bir anti kahramanmış gibi kötü bir karakater olarak algılanıyor. Yani Melvin'e sinir oluyoruz film boyunca, Dillinger'a her yaklaştığında aman yakalamasın diye heyecanlanıyor, neredeyse Dillinger Melvini vursa diye dua eder hale geliyoruz.
Algımız körelmiş bir şekilde kimi tuttuğumuzun farkına varmıyoruz. Biz aslında bir suçluya sempati duyuyoruz. Farkındamısınız:)
Bu akım ilk nasıl başladı bilemiyorum, o kadar araştıramadaım daha. Sinema tarihine baktığımızda hep yenilikler peşinde olduğunu görüyouz senaristelerin ve yönetmenlerin. Klasik film tarzlarında kahramanlar iyi tarafta olup filmin sonunda da hep kazananlar oluyorlardı. Anti kahramanlar ise kendi inandıkları şeyler uğruna farklı methodlarla başarı sağlamaya çalışan ve bu uğurda herşeyi göze alan karakterlerdir.
Yukarıdaki yaklaşımla sunulan hikayelerde anti kahramanların ruhsal ve duygusal dünyası da ön plana çıkarılarak izleyicinin özdeşleşme süreci yumuşak ve başarılı bir şekilde oluşuyor.
Bu türün çok ilgi gördüğünü göz ardı edemeyiz.
Ben aklıma gelen bazı filmleri sıralıyım. Yani suçlulara sempati duyduğumuz filmler
- Natural Born Killers - Bu filmde Amerikan halkının kendisi bile delice suçlar işleyen katillere sevgi besliyoe ve destekliyorlardı. Üzerlerinde "gel beni vur" yazan t-shirtler bile giyiyorlardı.
- Leon
- Taxi Driver
- Catch me If you Can
- Fight Club
Belki siz listeyi biraz daha genişletirsiniz, şuan aklıma gelenler bunlar, bir de mesela Lost dizisinde Sawyer'sa sempatimizi kazanmıştı mesela:)
8 Şubat 2011 Salı
Fıkra..
Bu fıkrada kendinize uygun bir rol olduğunu düşünüyor musunuz?
Bizim aileye kesinlikle bu telesekreter lazım:))
Büyükanne ve Dedenin evindeki telesekreter
Günaydın ... şu anda evde değiliz, lütfen mesajınızı bip sesinden
sonra bırakınız. biiiiiiiiyyyp.
Eğer çocuklarımızdan biri iseniz, "1" e basınız. Daha sonra 1 ila 5
arasında dünyaya geliş sırasına göre kim olduğunuzu belirtiniz.
Eğer çocuklarla kalmamızı istiyorsanız "2"ye basınız
Eğer arabayı ödünç almak istiyorsanuz "3" e basınız
Bizlerden yıkama ve ütü yapmamızı istiyorsanız "4"e basınız
Çocuklarınızın bu gece bizde kalmasını istiyorsanız "5"e basınız
Okuldan torunlarımızı almamızı istiyorsanız "6"ya basınız
Pazar günü için yemek hazırlamamızı istiyorsanız, yada eve servis
edilmesini tercih ediyorsanız "7"ye basınız
Bize yemeğe gelmek istiyorsanız "8"e basınız
Sorun para ise "9"a basınız
Bizi yemeğe davet edecekseniz, yada, bizi tiyatroya götürmeyi arzu
ediyorsanız, hemen konuşmaya başlayın, DİNLİYORUZ...*
Bizim aileye kesinlikle bu telesekreter lazım:))
Büyükanne ve Dedenin evindeki telesekreter
Günaydın ... şu anda evde değiliz, lütfen mesajınızı bip sesinden
sonra bırakınız. biiiiiiiiyyyp.
Eğer çocuklarımızdan biri iseniz, "1" e basınız. Daha sonra 1 ila 5
arasında dünyaya geliş sırasına göre kim olduğunuzu belirtiniz.
Eğer çocuklarla kalmamızı istiyorsanız "2"ye basınız
Eğer arabayı ödünç almak istiyorsanuz "3" e basınız
Bizlerden yıkama ve ütü yapmamızı istiyorsanız "4"e basınız
Çocuklarınızın bu gece bizde kalmasını istiyorsanız "5"e basınız
Okuldan torunlarımızı almamızı istiyorsanız "6"ya basınız
Pazar günü için yemek hazırlamamızı istiyorsanız, yada eve servis
edilmesini tercih ediyorsanız "7"ye basınız
Bize yemeğe gelmek istiyorsanız "8"e basınız
Sorun para ise "9"a basınız
Bizi yemeğe davet edecekseniz, yada, bizi tiyatroya götürmeyi arzu
ediyorsanız, hemen konuşmaya başlayın, DİNLİYORUZ...*
19 Ocak 2011 Çarşamba
Ekmeği Kap Gel:)
E haydi öyleyse başlamışken sofrayı donatalım.
Şimdi bir köfte tarifi vericem arkadaşlar, bir yöresel tarif bu. Van dolaylarına ait. Ailede Van kökeni var dolayısıyla sofralarımızı da Van yemekleri zaman zaman şereflendirir.
Mesela sabah kavaltıda yenen "murtua" vardır, of bombadır o gerçek bomba, yiyeni duvara tırmandırır.
Bolca tereyağını eritip içine unu koyup kavurursun, sonrada içine çırpılmış yumurtaları döker karıştıra karıştıra pişirirsin. Ama duuuuuuur daha bitmedi. Sofrada murtuadan tabağına aldıktan sonra üzerine bal döküp yersin.
Şimdi anladım da yemek tarifi yazısı yazmak pek faydalı olmayacak bana, anlatırken canım çekti, haftasonu kaçarı yok yaparım artık,
bu işin sonu 42 bedene gidecek:)
Neyse ekmeği kapıpı geldiyseniz, ekmeğiniz kadar köftenizin tarifini vereyim birde.
Bildiğimiz köftelerden biraz farklı bu.
Adı "Bostaniye Köftesi"
Mücver kıvamında oluyor ve kızartılıyor.
Ben yemekleri hep göz kararı ve evdeki malzemelere göre yaparım. Çoğunlukla uydururum ama güzel olur (çok mütevaziyimdir:)
Köftenin yapılışını anlatıcam ama ölçüyü Deryabaykalın sayfasından alınıtılıycam zira göz kararımı ölçülendirmem biraz zor olacak. (Bak işte sinema filmi tarifine benzemiyor olay, zor zanaat buyemek tarifi vermek)
Bostaniye'nin Sinem'ce Tarifi (Fotoyu ben çektim ona göre)
Kıymaya, yumurta, un, süt, taze soğan, maydanoz, tuz, karabiber ekleyip mücver kıvamına getirip kaşıkla kızartma tavasına koyuyoruz. İşte bu kadar.
Afiyetler olsuuuuuun...
Derya Bayalın sayfasından gelen ölçüler
Not: Ben sütte koyuyorum bilginize
400 gr az yağlı dana kıyma
5 adet yumurta
1 çay kaşığı tuz,karabiber
1 çay kaşığı karbonat
Kızartmak için;
1 su bardağı sıvıyağ
Şimdi bir köfte tarifi vericem arkadaşlar, bir yöresel tarif bu. Van dolaylarına ait. Ailede Van kökeni var dolayısıyla sofralarımızı da Van yemekleri zaman zaman şereflendirir.
Mesela sabah kavaltıda yenen "murtua" vardır, of bombadır o gerçek bomba, yiyeni duvara tırmandırır.
Bolca tereyağını eritip içine unu koyup kavurursun, sonrada içine çırpılmış yumurtaları döker karıştıra karıştıra pişirirsin. Ama duuuuuuur daha bitmedi. Sofrada murtuadan tabağına aldıktan sonra üzerine bal döküp yersin.
Şimdi anladım da yemek tarifi yazısı yazmak pek faydalı olmayacak bana, anlatırken canım çekti, haftasonu kaçarı yok yaparım artık,
bu işin sonu 42 bedene gidecek:)
Neyse ekmeği kapıpı geldiyseniz, ekmeğiniz kadar köftenizin tarifini vereyim birde.
Bildiğimiz köftelerden biraz farklı bu.
Adı "Bostaniye Köftesi"
Mücver kıvamında oluyor ve kızartılıyor.
Ben yemekleri hep göz kararı ve evdeki malzemelere göre yaparım. Çoğunlukla uydururum ama güzel olur (çok mütevaziyimdir:)
Köftenin yapılışını anlatıcam ama ölçüyü Deryabaykalın sayfasından alınıtılıycam zira göz kararımı ölçülendirmem biraz zor olacak. (Bak işte sinema filmi tarifine benzemiyor olay, zor zanaat buyemek tarifi vermek)
Bostaniye'nin Sinem'ce Tarifi (Fotoyu ben çektim ona göre)
Kıymaya, yumurta, un, süt, taze soğan, maydanoz, tuz, karabiber ekleyip mücver kıvamına getirip kaşıkla kızartma tavasına koyuyoruz. İşte bu kadar.
Afiyetler olsuuuuuun...
Derya Bayalın sayfasından gelen ölçüler
Not: Ben sütte koyuyorum bilginize
400 gr az yağlı dana kıyma
5 adet yumurta
4 tepeleme yemek kaşığı un
3-4 adet taze yeşil soğan
1 demet maydanoz1 çay kaşığı tuz,karabiber
1 çay kaşığı karbonat
Kızartmak için;
1 su bardağı sıvıyağ
14 Ocak 2011 Cuma
Sanat Notları Kimliğini Şaşırdı:)) Zencefilli Kurabiye Tarifi
Evet sayın izleyiciler Sanat Notları'nda bir ilk yaşanıyor! Bugün çok değişik bir konuda yazı hazırladım.
Kendime bir çizgi belirlemiştim, ve bir yıldır o çizgide notlarımı alıyordum. Son zamanlarda yavaştan yavaştan çizgi dışı manevralarım olmaya başladı:)
Hatta birgün bir mesaj bile almıştım "kendini çok sıkma blogunun adı Sanat Notları diye illa sinema veya kitap konularında yazmak zorunda değilsin" diye.
Doğru bir tespit:)
İşte bugün bir tarifle karşınızdayım.
Dün zencefille tanışmamı anlatmıştım. Sevgili Berna'da çok iyi bir zencefilli kurabiye tarifi bildiğini söyleyip bana yolladı. Ben de bugün uyguladım . İşte fotoğraflarla belgesi.
Berna'ya çok teşekkür ederek bu güzel tarifi herkesle paylaşmak istiyorum.
Malzemelerimiz:
-2 yumurta
-50 gr tereyağ
-1 çay bardagı sıvı yag
-4 kahve fincanı pudra şekeri
-2 tatlı kaşıgı zencefil
-2 tatlı kaşıgı tarçın
-1 paket kabartma tozu
-aldıgı kadar un
Zencefil ve tarçını olcusu damak tadina göre ayarlayabilirsiniz.
Yapılışı
Tereyagını eritin.
Tum malzemeyi karıştırıp bir hamur yapın.
Merdane ile açıp şekilli kalıplarla kes.
180 derecede fırında pisirin. (yaklaşık 15 dak)
Soğuyunca üstüne pudra şekeri ele.
Fırında çabucak pişiyor, aklınızda olsun.
Sanat Notları'nda durdurulamaz not: Bakın fotoğrafın yanına bir kitap iliştridim. Yekta Kopan'ın Karbon Kopya isimli öykü kitabı.
Yekta Kopan'ın öykülerini çok severek okuyorum, çok özgün hikayeler yazıyor, hayatın içine sıradışı bir bakış açısı var. Her kitabı vazgeçilmez bir başucu arkadaşı.
Herkese afiyet olsun...
Kendime bir çizgi belirlemiştim, ve bir yıldır o çizgide notlarımı alıyordum. Son zamanlarda yavaştan yavaştan çizgi dışı manevralarım olmaya başladı:)
Hatta birgün bir mesaj bile almıştım "kendini çok sıkma blogunun adı Sanat Notları diye illa sinema veya kitap konularında yazmak zorunda değilsin" diye.
Doğru bir tespit:)
İşte bugün bir tarifle karşınızdayım.
Dün zencefille tanışmamı anlatmıştım. Sevgili Berna'da çok iyi bir zencefilli kurabiye tarifi bildiğini söyleyip bana yolladı. Ben de bugün uyguladım . İşte fotoğraflarla belgesi.
Berna'ya çok teşekkür ederek bu güzel tarifi herkesle paylaşmak istiyorum.
Malzemelerimiz:
-2 yumurta
-50 gr tereyağ
-1 çay bardagı sıvı yag
-4 kahve fincanı pudra şekeri
-2 tatlı kaşıgı zencefil
-2 tatlı kaşıgı tarçın
-1 paket kabartma tozu
-aldıgı kadar un
Zencefil ve tarçını olcusu damak tadina göre ayarlayabilirsiniz.
Yapılışı
Tereyagını eritin.
Tum malzemeyi karıştırıp bir hamur yapın.
Merdane ile açıp şekilli kalıplarla kes.
180 derecede fırında pisirin. (yaklaşık 15 dak)
Soğuyunca üstüne pudra şekeri ele.
Fırında çabucak pişiyor, aklınızda olsun.
Sanat Notları'nda durdurulamaz not: Bakın fotoğrafın yanına bir kitap iliştridim. Yekta Kopan'ın Karbon Kopya isimli öykü kitabı.
Yekta Kopan'ın öykülerini çok severek okuyorum, çok özgün hikayeler yazıyor, hayatın içine sıradışı bir bakış açısı var. Her kitabı vazgeçilmez bir başucu arkadaşı.
Herkese afiyet olsun...
13 Ocak 2011 Perşembe
Hoşgeldin Zencefil:)
Bu yaşıma kadar zencefil hiç kullanmamıştım. Yurtdışında ne çok kullanılır aslında, kurabiyelerde özellikle ama yurdumuzda bu alışkanlık ve bu tada aşinalık pek yok. Ama artık marketlerde karşımıza çıkmaya başladı üstelik tazesi.
Geçen sene almıştım bir adet taze zencefil, bir yerde kullanırım diye. Buzadolabında aylarca bekledi ne birşeye ekledim, ne de tarif uyguladım. Sonrada çürüdü gitti zavallıcık.
Ama bu hafta zencefil kullanımı resmen ve törenle açıldı mutfakta..
Yaklaşık 10 gündür geçmeyen bir boğaz rahatsızlığım ve öksürüğüm var. Ne konuşabiliyorum ne de rahat rahat gülebiliyorum hemen gıcık tutuyor çünkü.
Bir kaçgündür ise zencefilli ıhlamur yapıyoruz evde. O kadar iyi geliyor ki, üstelik hem ev mis gibi kokuyor hem de tadı nasıl güzelleşiyor ıhlamurun.
Ben şu şekilde yapıyorum,
Ihamur, yarım elma (kabuklu ve çekirdekli), kabuk tarçın, ve rendelenmiş taze zencefil kaynadıktan sonra içine bir tatlı kaşığı bal ve biraz limon sıkıyorum. Şimdi yine ocakta pişiyor ben de hemen paylaşayım istedim.
Şu aralar öksürük çok yaygın. Belki deneyip siz de faydasını görürsünüz.
Bu arada Wikipedia'dan da bir iki bilgi alıntılıyorum.
Zencefil kökünün bileşiminde önemli etken maddeler var. Taze zencefil etken madde bakımından daha zengin; % 80 su, % 2 protein, % 1 yağ, % 12 nişasta, kalsiyum, fosfor, demir, B ve C vitamini içeriyor. Kuru zencefilde su oranı % 10'dur.
Zencefilin; iştah açıcı, antiseptik, midevi, gaz söktürücü, sindirimi düzenleyici, solunum yollarını açıcı ve toksin atici etkileri bulunuyor. Zencefil kan damarlarını açar, terleme ve sıcaklık yapar, kalbi canlandırır. Mutfakta çorbalara, patates, sosis, çeşitli dolmalar, ızgara etler, söğüş, pilav, her türlü beyaz peynire, çeşitli sebzelere, meyva salatasına, çeşitli pastalara, kurabiyelere ve keklere katılır.
Geçen sene almıştım bir adet taze zencefil, bir yerde kullanırım diye. Buzadolabında aylarca bekledi ne birşeye ekledim, ne de tarif uyguladım. Sonrada çürüdü gitti zavallıcık.
Ama bu hafta zencefil kullanımı resmen ve törenle açıldı mutfakta..
Yaklaşık 10 gündür geçmeyen bir boğaz rahatsızlığım ve öksürüğüm var. Ne konuşabiliyorum ne de rahat rahat gülebiliyorum hemen gıcık tutuyor çünkü.
Bir kaçgündür ise zencefilli ıhlamur yapıyoruz evde. O kadar iyi geliyor ki, üstelik hem ev mis gibi kokuyor hem de tadı nasıl güzelleşiyor ıhlamurun.
Ben şu şekilde yapıyorum,
Ihamur, yarım elma (kabuklu ve çekirdekli), kabuk tarçın, ve rendelenmiş taze zencefil kaynadıktan sonra içine bir tatlı kaşığı bal ve biraz limon sıkıyorum. Şimdi yine ocakta pişiyor ben de hemen paylaşayım istedim.
Şu aralar öksürük çok yaygın. Belki deneyip siz de faydasını görürsünüz.
Bu arada Wikipedia'dan da bir iki bilgi alıntılıyorum.
Zencefil kökünün bileşiminde önemli etken maddeler var. Taze zencefil etken madde bakımından daha zengin; % 80 su, % 2 protein, % 1 yağ, % 12 nişasta, kalsiyum, fosfor, demir, B ve C vitamini içeriyor. Kuru zencefilde su oranı % 10'dur.
Zencefilin; iştah açıcı, antiseptik, midevi, gaz söktürücü, sindirimi düzenleyici, solunum yollarını açıcı ve toksin atici etkileri bulunuyor. Zencefil kan damarlarını açar, terleme ve sıcaklık yapar, kalbi canlandırır. Mutfakta çorbalara, patates, sosis, çeşitli dolmalar, ızgara etler, söğüş, pilav, her türlü beyaz peynire, çeşitli sebzelere, meyva salatasına, çeşitli pastalara, kurabiyelere ve keklere katılır.
9 Ocak 2011 Pazar
Ödül ve cevaplar
Ve bir ödül daha Sanat Notlarına gidiyor:)))
Ödül almak, ebelenmek (mimlenmek) çok mutlu ediyor beni, arkadaşlarımın beni düşünmesi asıl memnun eden tabii ki. Hem de bu mimlere bağlı şartları yerine getirirken aklıma gelmeyecek şeyleri düşünmek de hoşuma gidiyor.
Efendim bu sefer ki ödülümü almak için beni sahneye sevgili Berna davet etti. Koştum gittim aldım ama öyle beleşe vermiyor ödülümü:) Hani güzellik yarışmalarında finale kalan üç hatuna mikrofonu uzatıp soru sorulur onlar da "dünya barışı" diye cevap verir ya burada da öyle bir durum var:)
Sevgili Berna'da bana sorusunu yöneltti ve sordu:
"Seyahat etmek istediğin üç yeri sebepleriyle birlikte anlatırmısın"
Ben de hemen yanıtlamak istiyorum ve yeni bir ödülü de gezmeyi çok seven arkadaşım sevgili Nesobaby'e vermek üzere sahneye davet ediyorum.
1) Pek tabiiki ilk seçeneğim Ekim ayı içinde eşimle Toscana bölgesinde kasaba kasaba dolaşmak olur. Mümkünse bir motor kiralayıp, küçük bir sırt çantasıyla hergün başka bir meydanda ve yerleşim alanında yapılan bağbozumu festivallerini birer birer dolaşıp, bol bol şarap içip Italyan peynirlerini şarabıma katık etmek isterim.
2) Laf festivallerden açılmışıken ezelden beri çok hoşuma giden bir festival daha var. Peynir yuvarlama festivali. Bunu da canlı olarak izlemek isterdim.
Festival heryıl İngeltere'nin Gloucester bölgesindeki 200 mlik Coopers tepesinde yapılıyor. 45 derecelik eğimi olan bu tepeden bir tekerlek peynir aşağıya doğru yuvarlanır peşinden de onu yakalamak isteyen yarışmacılar koşmaya başlar ve doğal oklarak onlar da peynir gibi yuvarlanır.
Sanırım yarışmacılar belli miktar alkolü baştan almışlardır. Peyniri ilk yakalayan ödül ise tabiiki peynir:) Yalnız yarışmacıların başına istenmeyen sonuçlar gelebiliyor o yüzden yolunuz düşerse katılmak yerine izlemenizi tavsiye ederim.
3) Ve yine bir festival daha var görmek istediğim hatta buna belki de katılırız. Adı Eşini Sırtında Taşıma festivali. Temmuz ayında Finlandiya'da düzenlenen festivalde eşini sırtlayıp yarışmayı birinci bitiren yarışmacıya eşinin ağırlığı kadar bira ödül veriliyor. Evet 65 kilo olabilirim, taşınması da biraz zor olabilirim ama 65 kilo bira var işin ucunda belki bu bir motivasyon olur eşime değil mi?
Ödül almak, ebelenmek (mimlenmek) çok mutlu ediyor beni, arkadaşlarımın beni düşünmesi asıl memnun eden tabii ki. Hem de bu mimlere bağlı şartları yerine getirirken aklıma gelmeyecek şeyleri düşünmek de hoşuma gidiyor.
Efendim bu sefer ki ödülümü almak için beni sahneye sevgili Berna davet etti. Koştum gittim aldım ama öyle beleşe vermiyor ödülümü:) Hani güzellik yarışmalarında finale kalan üç hatuna mikrofonu uzatıp soru sorulur onlar da "dünya barışı" diye cevap verir ya burada da öyle bir durum var:)
Sevgili Berna'da bana sorusunu yöneltti ve sordu:
"Seyahat etmek istediğin üç yeri sebepleriyle birlikte anlatırmısın"
Ben de hemen yanıtlamak istiyorum ve yeni bir ödülü de gezmeyi çok seven arkadaşım sevgili Nesobaby'e vermek üzere sahneye davet ediyorum.
1) Pek tabiiki ilk seçeneğim Ekim ayı içinde eşimle Toscana bölgesinde kasaba kasaba dolaşmak olur. Mümkünse bir motor kiralayıp, küçük bir sırt çantasıyla hergün başka bir meydanda ve yerleşim alanında yapılan bağbozumu festivallerini birer birer dolaşıp, bol bol şarap içip Italyan peynirlerini şarabıma katık etmek isterim.
2) Laf festivallerden açılmışıken ezelden beri çok hoşuma giden bir festival daha var. Peynir yuvarlama festivali. Bunu da canlı olarak izlemek isterdim.
Festival heryıl İngeltere'nin Gloucester bölgesindeki 200 mlik Coopers tepesinde yapılıyor. 45 derecelik eğimi olan bu tepeden bir tekerlek peynir aşağıya doğru yuvarlanır peşinden de onu yakalamak isteyen yarışmacılar koşmaya başlar ve doğal oklarak onlar da peynir gibi yuvarlanır.
Sanırım yarışmacılar belli miktar alkolü baştan almışlardır. Peyniri ilk yakalayan ödül ise tabiiki peynir:) Yalnız yarışmacıların başına istenmeyen sonuçlar gelebiliyor o yüzden yolunuz düşerse katılmak yerine izlemenizi tavsiye ederim.
3) Ve yine bir festival daha var görmek istediğim hatta buna belki de katılırız. Adı Eşini Sırtında Taşıma festivali. Temmuz ayında Finlandiya'da düzenlenen festivalde eşini sırtlayıp yarışmayı birinci bitiren yarışmacıya eşinin ağırlığı kadar bira ödül veriliyor. Evet 65 kilo olabilirim, taşınması da biraz zor olabilirim ama 65 kilo bira var işin ucunda belki bu bir motivasyon olur eşime değil mi?
5 Ocak 2011 Çarşamba
Sızlanmalar..
İnsan etrafında sevdikleri olunca sızlanırmış. Bugün biraz sızlanmak istiyorum. Aslında çok yaptığım birşey değildir ama şımarmışım işte:)
Boğazım çok yanıyor ve acıyor, birde sürekli öksürüyorum, akşam oldu şimdi bir halsizlikte çöktü. Üstüne üstlük bütün gün bilgisayar başında Ajanda'nın hazırlıklarını sürdürdüm. An itibariyle bitmiş durumda ve online okunması için yüklenmesini bekliyorum. Bende buarada Sederjinimi içip bloguma sızlanıyorum, aaaaah başım, aaaah gözlerim...
Akşama dergimiz çıkıyor inşallah. Yine acayip dolu dolu oldu, reklam yapıyor gibi olmıyayım ama rengarenk ve çok eğlenceli.
İşte böyle, yine eğlenceli bir yazıda görüşmek üzere...
Boğazım çok yanıyor ve acıyor, birde sürekli öksürüyorum, akşam oldu şimdi bir halsizlikte çöktü. Üstüne üstlük bütün gün bilgisayar başında Ajanda'nın hazırlıklarını sürdürdüm. An itibariyle bitmiş durumda ve online okunması için yüklenmesini bekliyorum. Bende buarada Sederjinimi içip bloguma sızlanıyorum, aaaaah başım, aaaah gözlerim...
Akşama dergimiz çıkıyor inşallah. Yine acayip dolu dolu oldu, reklam yapıyor gibi olmıyayım ama rengarenk ve çok eğlenceli.
İşte böyle, yine eğlenceli bir yazıda görüşmek üzere...
30 Aralık 2010 Perşembe
Manevi Senetlerim
Bu yıl çocukluğumuza geri döndük pek değerli blog arkadaşım Leylak Dalı sayesinde.
Birçok kişiyi organize ederek, yılbaşı kartı etkinliğini yürüttü. Ben de böylece hem yeni blog yazarlarını tanımış oldum hem de onlardan gelen kartları posta kutusunda görünce değişik bir sevinçle yılı kapatıyorum.
Şu ana kadar gelen kartlarımı birgüzel dizdim ve fotoğrafladım, daha yolda da kartlarım olduğunu düşünüyorum onları da geldikçe sergime katarım.
Her kart birbirinden sevimli ve çok güzel dileklerle dolu. Define Adasına, Müge'ye (İçimden Çağlayanlar), Sabunlarım'a, Kara Kitap'a, Nihan Sarı'ya, Birazşöylebirazböyle'ye, Hüznün Tadı'na, Bir Dilim Sohbet'e, Hepsüslüydüm'e, Lezzetli Somunlar'a, Lalenin Bahçesi'ne, Selma Er'e ve Macera Kitabım'a hayatıma kattıkları bu güzel anılar için çok teşekkür ederim.
Yalnız özellikle etkinliğin evsahibesinden aldığım karttaki çok özel bir şiiri paylaşmak istiyorum.
Leylak dalı o kadar ince düşünceli ve harika buluşları olan biri ki, şöyle bir hoşluk hazırlamış bana.
Talat Halman'ın "Eski Uygarlıkların Şiirleri" antolojisinden rastgele bir sayfayı açıp çıkan dizeleri kartıma yazmış, o kadar da anlamlı ve mesaj doluki kartım da kalmasın herkes okusun istiyorum.
Bir de beni düşünerek el emeğiyle hazırlamış olduğu çok değerli bir yılbaşı hediyesi eklemiş zarfa.
"Beni çok mutlu ettin sevgili Leylakçım her okuduğum kitapta severek kullanacağım, çok çok teşekkür ederim."
Birçok kişiyi organize ederek, yılbaşı kartı etkinliğini yürüttü. Ben de böylece hem yeni blog yazarlarını tanımış oldum hem de onlardan gelen kartları posta kutusunda görünce değişik bir sevinçle yılı kapatıyorum.
Şu ana kadar gelen kartlarımı birgüzel dizdim ve fotoğrafladım, daha yolda da kartlarım olduğunu düşünüyorum onları da geldikçe sergime katarım.
Her kart birbirinden sevimli ve çok güzel dileklerle dolu. Define Adasına, Müge'ye (İçimden Çağlayanlar), Sabunlarım'a, Kara Kitap'a, Nihan Sarı'ya, Birazşöylebirazböyle'ye, Hüznün Tadı'na, Bir Dilim Sohbet'e, Hepsüslüydüm'e, Lezzetli Somunlar'a, Lalenin Bahçesi'ne, Selma Er'e ve Macera Kitabım'a hayatıma kattıkları bu güzel anılar için çok teşekkür ederim.
Yalnız özellikle etkinliğin evsahibesinden aldığım karttaki çok özel bir şiiri paylaşmak istiyorum.
Leylak dalı o kadar ince düşünceli ve harika buluşları olan biri ki, şöyle bir hoşluk hazırlamış bana.
Talat Halman'ın "Eski Uygarlıkların Şiirleri" antolojisinden rastgele bir sayfayı açıp çıkan dizeleri kartıma yazmış, o kadar da anlamlı ve mesaj doluki kartım da kalmasın herkes okusun istiyorum.
Bir de beni düşünerek el emeğiyle hazırlamış olduğu çok değerli bir yılbaşı hediyesi eklemiş zarfa.
"Beni çok mutlu ettin sevgili Leylakçım her okuduğum kitapta severek kullanacağım, çok çok teşekkür ederim."
Bütünlüğe Ermek
Alçakgönüllü ol
Bütünlüğe kavuşursun
Dosdoğru olursun yere eğersen kendini
Çukur ol, dolarsın
Onarılırsın kırılırsan
Malın az mı, zenginsin demektir
Malın çok mu, çökersin er geç
......
Ne güzel söylemiş atalarımız
Bütünlüğe ermek için
Gerçek varlığa dönmeli insan
Hepinize Şansınızın Bol Olduğu Mutlu Yıllar.......
24 Aralık 2010 Cuma
Blogumu özledim:) ve Prensesin Uykusu
Hergün aramayı düşünüpde birtürlü arayamadığım arkadaşım gibi oldu. Hep aklımda ama elim bir türlü gitmiyor, aradığım da da ne diyeceğimi bilemediğim.
Konu açılmışken ben telefonda konuşmayı gerçekten sevmem, evde biri varsa telefon çaldığında hiç hamle yapmam, beni bir hipnoz tedavisine alsalar kim bilir altından ne çapanoğlu çıkar bilmem:)
Hele bir de "uzun zamandır aramıyorsun" sitemiyle karşılaşmak vardır ya, tam aramışsın ilk duyduğun cümle bu olunca buz gibi soğurum bir daha da ne zaman ararım onu bilinmez.
Bloguma epeydir yazamadaım derken konuyu nereye getirdi bilinçaltım kendim de şaşırdım. aslında bu da bir terapi yöntemi, hiç düşünmeden yazmak bilinçaltımızdan gelen gizli mesajlardır. Ben de buna takmışım kafayı meğer haberim yok:)
Neyse gerçekten bu ara birşeyler yazmak istiyorum epey de film seyrettim tam bahsetmelik ama dergilerden fırsat kalmadı. Artık dergiler oldu:) Ajanda'ya kardeş yaptım.
Playbarn grubu için anne babalara yönelik acayip keyifli yazı ve paylaşımların olduğu ve ilk sayısı Ocak'ta çıkacak bir dergi bu. Tasarımını yapıyorum aynı Ajanda'daki gibi. Ama bu sefer her sayfayı boya badana, duvar kağıdı, rengarenk renklerle süslüyorum. Blog camiamizdan pek değerli yazar arkadaşlarımızda ekipteler ve nasıl güzel yazılar hazırladılar bilseniz.
Bu aralar Av Mevsimi eleştrileri ve tanıtım yazıları dolu heryerde. Bir iki hafta önce yine bir başa Türk filmi daha vizyondaydı. Çağan Irmak'ın Prensesin Uykusu filmi. Sanırım çok ses getirmedi bu film. Türk filmi merakımdan gidip seyrettim. Genel olarak baktığımda pozitif yaklaşımın önemini vurgulayan bir hikayeye sahip.
Fantastik öğelerle de süslenmiş zaman zaman ama çok zorlamamışlar bu yönden. Görsel olarak fark yaratılmaya çalışılmış, masalsı yaklaşımlarda bulunulmuş ama bence havada kalan ve bütünde yer bulamamış üvey evlat sahneler bunlar. Birtek Aziz'in çocukluğunun anlatıldğı animasyon çok güzeldi hakkını vermek gerek.
Açılışta tanıştığımız Aziz karakteri iyimser düşüncenin temsilcisiyken komşusu Seçil ise kötümserliği temsil ediyor. İkisi de hayatta hep mücadelesi olan karakterler. Aziz babasının annesini öldürmesi üzerine yetimhanede büyüyen ve oradaki arkadaşıyla bir evi paylaşan kütüphane görevlisi, Seçil ise ilkokul çağındaki kızıyla kocasından kaçan bir kuaför.
Bu iki karakterin dolduramadığı senaryoyu çok zekice bir planla ve oyuncu seçimiyle dişe dokunur hale getirmeyi başarmış Çağan Imak.
Eski Yeşilçam yönetmenlerinden Kahraman rolüne Genco Erkal pek yakışmış. Onun olduğu sahneler filmin zirve yaptığı anlardı. Kahraman bey bir dönem şaşalı bir sinema hayatından sonra düşüşe geçmiş, unutlmuş, yaşlı ve yalnız yaşayan biri. Ölümü bekliyor, gel gör ki fiziken de pek sağlam. Bu durumda kendi başının çaresine kendisi bakmak durumunda ama intihar da edemiyor.
Aziz, Seçil'e kendini farkettirme ve sevdirme mücadelesinde, Seçil hastanelik olan kızının mücadelesinde, Kahraman ise ölümle pazarlık peşinde özet olarak.
İyi düşün iyi olsun fikrini sonuna kadar savunan ve örneklerle ortaya koyan bir film. Neden olmasın. Bazen bunu hatırlamak iyi oluyor. Özellikle Genco Erkal için seyredilir.
Buarada son günlerde yeni bir yönetmenle tanıştım. Bir türlü yanına gidemiyordum nasıl bir spekülasyon varsa ortamda birtürlü elim varmıyordu. Başka bir yazıda bahsedeceğim kendisinden. Bu yönetmeni ya çok sevenler vardır ya da hiç sevmeyenler. Ben şuursuzca sevmeyenlerdendim, nedenini ben bile bilmiyorum. Anladınız herhalde Woody Allen'dan bahsediyorum. Onu tanımaya başladım ve önyargının ne fena birşey olduğunu birdaha anladım:) Başka yazıda yazıcam.
Birde tesadüf eseri üst üsre Coen kardeşlerin filmlerini izliyorum bu da bir başka yazı konusu. Bunlarda hep belli kadrolarla çalşıyorlar bu da ayrı zevk veriyor. Hani Fargo'daki polis kadın var ya Frances McDormand, seyrettiğm her filmde var mesela, aileden gibi oldu kadıncağız benim için. Ama filmler bir harika. Buna da ayrıca değineceğim.
Bugünlük bu kadar.
Konu açılmışken ben telefonda konuşmayı gerçekten sevmem, evde biri varsa telefon çaldığında hiç hamle yapmam, beni bir hipnoz tedavisine alsalar kim bilir altından ne çapanoğlu çıkar bilmem:)
Hele bir de "uzun zamandır aramıyorsun" sitemiyle karşılaşmak vardır ya, tam aramışsın ilk duyduğun cümle bu olunca buz gibi soğurum bir daha da ne zaman ararım onu bilinmez.
Bloguma epeydir yazamadaım derken konuyu nereye getirdi bilinçaltım kendim de şaşırdım. aslında bu da bir terapi yöntemi, hiç düşünmeden yazmak bilinçaltımızdan gelen gizli mesajlardır. Ben de buna takmışım kafayı meğer haberim yok:)
Neyse gerçekten bu ara birşeyler yazmak istiyorum epey de film seyrettim tam bahsetmelik ama dergilerden fırsat kalmadı. Artık dergiler oldu:) Ajanda'ya kardeş yaptım.
Playbarn grubu için anne babalara yönelik acayip keyifli yazı ve paylaşımların olduğu ve ilk sayısı Ocak'ta çıkacak bir dergi bu. Tasarımını yapıyorum aynı Ajanda'daki gibi. Ama bu sefer her sayfayı boya badana, duvar kağıdı, rengarenk renklerle süslüyorum. Blog camiamizdan pek değerli yazar arkadaşlarımızda ekipteler ve nasıl güzel yazılar hazırladılar bilseniz.
Bu aralar Av Mevsimi eleştrileri ve tanıtım yazıları dolu heryerde. Bir iki hafta önce yine bir başa Türk filmi daha vizyondaydı. Çağan Irmak'ın Prensesin Uykusu filmi. Sanırım çok ses getirmedi bu film. Türk filmi merakımdan gidip seyrettim. Genel olarak baktığımda pozitif yaklaşımın önemini vurgulayan bir hikayeye sahip.
Fantastik öğelerle de süslenmiş zaman zaman ama çok zorlamamışlar bu yönden. Görsel olarak fark yaratılmaya çalışılmış, masalsı yaklaşımlarda bulunulmuş ama bence havada kalan ve bütünde yer bulamamış üvey evlat sahneler bunlar. Birtek Aziz'in çocukluğunun anlatıldğı animasyon çok güzeldi hakkını vermek gerek.
Açılışta tanıştığımız Aziz karakteri iyimser düşüncenin temsilcisiyken komşusu Seçil ise kötümserliği temsil ediyor. İkisi de hayatta hep mücadelesi olan karakterler. Aziz babasının annesini öldürmesi üzerine yetimhanede büyüyen ve oradaki arkadaşıyla bir evi paylaşan kütüphane görevlisi, Seçil ise ilkokul çağındaki kızıyla kocasından kaçan bir kuaför.
Bu iki karakterin dolduramadığı senaryoyu çok zekice bir planla ve oyuncu seçimiyle dişe dokunur hale getirmeyi başarmış Çağan Imak.
Eski Yeşilçam yönetmenlerinden Kahraman rolüne Genco Erkal pek yakışmış. Onun olduğu sahneler filmin zirve yaptığı anlardı. Kahraman bey bir dönem şaşalı bir sinema hayatından sonra düşüşe geçmiş, unutlmuş, yaşlı ve yalnız yaşayan biri. Ölümü bekliyor, gel gör ki fiziken de pek sağlam. Bu durumda kendi başının çaresine kendisi bakmak durumunda ama intihar da edemiyor.
Aziz, Seçil'e kendini farkettirme ve sevdirme mücadelesinde, Seçil hastanelik olan kızının mücadelesinde, Kahraman ise ölümle pazarlık peşinde özet olarak.
İyi düşün iyi olsun fikrini sonuna kadar savunan ve örneklerle ortaya koyan bir film. Neden olmasın. Bazen bunu hatırlamak iyi oluyor. Özellikle Genco Erkal için seyredilir.
Buarada son günlerde yeni bir yönetmenle tanıştım. Bir türlü yanına gidemiyordum nasıl bir spekülasyon varsa ortamda birtürlü elim varmıyordu. Başka bir yazıda bahsedeceğim kendisinden. Bu yönetmeni ya çok sevenler vardır ya da hiç sevmeyenler. Ben şuursuzca sevmeyenlerdendim, nedenini ben bile bilmiyorum. Anladınız herhalde Woody Allen'dan bahsediyorum. Onu tanımaya başladım ve önyargının ne fena birşey olduğunu birdaha anladım:) Başka yazıda yazıcam.
Birde tesadüf eseri üst üsre Coen kardeşlerin filmlerini izliyorum bu da bir başka yazı konusu. Bunlarda hep belli kadrolarla çalşıyorlar bu da ayrı zevk veriyor. Hani Fargo'daki polis kadın var ya Frances McDormand, seyrettiğm her filmde var mesela, aileden gibi oldu kadıncağız benim için. Ama filmler bir harika. Buna da ayrıca değineceğim.
Bugünlük bu kadar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)