hava yol su etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hava yol su etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Eylül 2012

Lucid Dreaming


Blogu açtığım ilk zamanlar lucid dreaming ile ilgili bir yazı yazmıştım. 
Bugün kardeşimin uzun zamandır bahsettiği ama bir türlü tanışamadığım arkadaşları ile tanıştım. Sohbet uzadıkça konu rüyalara, lucid dreaming'e ve astral seyahate geldi. 

Hayatımda ilk kez lucid dreaming deneyimi yaşayan biriyle karşılaştım. Anlattığım zaman anlaşılamadığımı biliyordum ve ilk kez beni anlayan biriyle konuşabildim.

Lucid Dreaming'in ne olduğunu link verdiğim yazıdan okuyabilirsiniz. Ben uzun zamandır böyle bir 'dert'le yaşıyorum. Gerçi dert mi değil mi henüz karar verebilmiş de değilim. 

İstanbul'a gelmeden önce uyku saatlerim sorun olmadığı için her gün bu deneyimi yaşayabiliyordum ama İstanbul, çalışma hayatı, erken kalkış derken lucid rüya görmez oldum. Bu artık göremediğimden değil. Ben uykuya dalar dalmaz lucid rüya gören biri değilim. Daha çok, gündüz ışığına ihtiyacım oluyor bunun için. Pazar günlerini bu yüzden seviyorum. 10-12 saat uyuyabiliyorum, ki bırakılsam 20 saat de uyurum. Lucid rüya o kadar eğlenceli ki iki gün boyunca aralıksız uyuyup o dünyada kalabilirim.

Neden eğlenceli?
İstediğin her şeyi yapabiliyorsun. Ölülerle iletişime geçebiliyorsun, sende olmayan bir şeyi var edebiliyor, olanı geliştirip işleyebiliyorsun. Bir dönem sürekli internet kullandığımı hatırlıyorum ve bu öyle bir şey ki bir kelime arıyorum Google'da doğru sonuca ulaşıyorum, oyun oynuyorum ve bunların hepsini rüyada olduğumu bilerek yapıyorum. Rahatsız olduğum yerde, sonuçtan hoşlanmayacağımı anladığımda kesebiliyorum. Nadiren de olsa kaldığım yerden devam edebiliyorum. Birkaç kez aynı rüyayı tüm ayrıntılarıyla aynı olarak görmüşlüğüm var. Üniversite sınavına hazırlandığım dönemde rüyalarda ders çalışmak da işe yarıyordu. Sanırım sadece rüyamda çalışmıştım zaten.

Üretebiliyorsun. Rüyamda takvim arkasına menkıbe uydurduğumu, şarkı bestelediğimi biliyorum. Hafızam iyi olsa ve müzikten anlasam o şarkı kesinlikle patlardı. Mükemmeldi.

Neden yapmamak istiyorum?
Çünkü uyanmak çok can yakıcı oluyor. O dünya çok eğlenceli ve biri seni uyandırdığında sana en büyük kötülüğü etmiş oluyor. Her şey yarım kalıyor. 
Yaşadıklarını gerçekten yaşadığın için tüm psikolojik etkileri taşıyorsun. Sabahtan akşama kadar gerginliğini taşıdığım rüyalarım oluyor.

3 tür uykum var. İlki çok yorgun olduğumda simsiyah geçen bir gece. Tek rüya izi yok. İkincisi herkes gibi gördüğüm sıradan, hissiz, öylesine rüyalar ve üçüncüsü lucid rüyalar. Bunların arasındaki fark çok bariz. Ben bunu büyükbabamlı rüyalarımda anladım. Büyükbabamla buluşuyorduk rüyalarımda ve ben ona gerçekten dokunuyordum, onu hissediyordum. Bir keresinde onun aslında ölmediğini gördüm. Rüyada olduğumu biliyordum ve buna inanmak istiyordum. Büyükbabam capcanlı karşımdaydı. Son bir senedir ise büyükbabam sadece sıradan rüyalarımda var, o da çok nadir. Sıradan rüyalar o kadar sahte o kadar sahte ki uyuduğuma pişman oluyorum.

Zamanında bir arkadaşım vardı ve astral seyahat edebiliyordu. Onunla uzun uzun konuşurduk, yöntemlerini, nasıllarını.. Ama bugün öğrendiğim bir şey var ki astral seyahate en kolay çıkma yöntemi lucid rüya imiş. Bana ikisi bağımsız gibi geliyordu hep. Çünkü arkadaşım astral seyahat için uzun zaman çalışmış ve çok da iyi seviyede bile değildi. Benim dibimde böyle bir olanağın olduğunu bilmiyordum. 

Astral seyahat beni korkutan bir şey. Bedenime yukarıdan bakmak, bilmediğim bir aleme gitmek ve bilmediğim 'varlık'larla karşılaşacak olmak beni korkutuyor. Korkumu yenip her şeyi göze alıp belki bir gün bunu da deneyebilir ve sizin evinizde sizi izleyebilirim nihaha

Lucid Dreaming'i hatırlatma yazısı idi bu.
İyi uykular...

7 Nisan 2012

Otobüs Metro ve Metrobüs İnsanları Farkları Benzerlikleri Üzerine Metoforik Aligorik Sikindirik Vakalar Bütününden Çıkan Sonuç


 Arkadaş, 

Selam öncelikle sonra da sadede geleceğim zira çok doldum. 
Metrobüs paylaşımlarımın çokluğu aşikar ama metrobüsü özleyeceğim aklıma gelir miydi gelmezdi, gelse iyi olurmuş zira şu an  metrobüsün köpeği olacak kadar bezdim otobüs yolculuklarından.

İşim ile evim arasındaki mesafe dağlar dereler boyunca uzandığı için yollarda heba oluyorum yine ve öyle bir otobüse binmek zorundayım ki off ki of.. 
Kırmızı otobüslerden varın siz düşünün. Taşın üstünden geçtiğimizi hissediyoruz biz yolcular olarak, bu yüzden de hepimizin bilmem kaçıncı gözü açıldı, hislerimiz tavan yaptı. 
Camlar takırdıyor, her tümsekte herhalde şimdi camlar üzerimize dökülecek diyorum. Tekerleklerin çıkmasından duyduğum endişe ise çok yüksek.
Geçenlerde kızın biri düştü, bir insan otobüsün içinde düşebilir mi ya valla düştü. Aynı anlarda benim de saçım koltuğun arasına sıkıştı. Kabus gibi yolculuklardı. 

Her sabah bir kavga çıkıyor garanti. Geçenlerde de bir kadın polisi arayıp benim kimliğimin kopyasını çıkarıp onunla evime giriyorlar diye bağırdı. En arkadan bağıran bu kadının sesi şoföre yakın oturan bendeniz tarafından da duyuldu. 

İnmenin ayrı dert, binmenin ayrı dert olduğu bu otobüste ikinci durakta nasıl ayakta kalınabilir diye düşünüyorum, nasıl nasıl?? İkinci durağa yürümemizin de anlamı olmadığını anlayınca ayakta 2 saat gitmekten başka çözüm olmadığını idrak edebildim.

Bu varoşluğumdan çıkıp elitliğin tavan yaptığı metroya biniyorum. Şişli'den İtü'ye kadar sanki defiledeyim. Plazaların hatunları pek bir süslü oluyor canım. Doğanın mucizesi işte Zaytung haberi gibi... Sabahın köründe bir insanın o kadar süslü olması için 5 gibi kalkması lazım. Ee valla eli öpülesi plaza kadınları diyorum da başka bir şey diyemiyorum.
Bir insan modayı metrodan takip edebilir kanımca. 

Bir de ünlüsü bol. Ünlü de demiim de tanıdık simalar nedense sadece metro kullanıyor. Kendilerini metrobüste, otobüste göremezsiniz. Metro girişinde bir buçuk saat bekleme gafletinde bulunduğum bir gün olmuştu; dakika başına 8520145252100 ünlü düştü. Aaa bu Periliçe değil mi? Aaa bu Kavak Yelleri'ndeki kısa boylu kız değil mi?  Bu da kötü adam ama nerede oynadığını bulamadım. 
Geçenlerde şaka maka Periliçe'yi gördüm, yılların oyuncusu tabii. Hükümet gibi kadınmış meğersem, ben çıtı pıtı bir insan sanıyordum. Hayat bazen çok acımasız.

Metrodaki elit kesimle, otobüsteki varoş kesim arasında kalan bir kesim daha var bir isim koyamadım. Metrobüs insanları onlar.. Tam anlamıyla metrobüs yani.. Arada çaktırmadan osururlar, yer bulmak için itip kakarlar ama ellerinde hep Kıçüstü Edebiyat kitapları vardır. Biri o kitaplarda yaşlılara falan yer vermelerini söylese de bunlar okurken öğrenseler..

Öyle böyle işte. Metrosu ayrı dert, metrobüsü ayrı dert, otobüsü ayrı dert.
Alışıyorum, en çok da bundan korkuyorum :)

31 Aralık 2011

Yaşasın Kötülük


Mimler gelmişti, 2012'den beklentilerimi yazayım dedim ama aklıma bir halt gelmedi, daha doğrusu bir halt istemediğimi fark ettim. Şöyle gönül alayım:

2012 az biraz normal olabilir. Sıradan, basit, stabil, default, normal, bir "yıl"ın olması gerektiği gibi..

Dünyaya da bunu gönderiyorum:

İyi seneler.

Giderayak bir de tavsiye: Ölen kişilerin ırklarını, düşüncelerini, yaşayışlarını unutun gerekirse. Sevmeseniz bile sevenlerinin olduğunu düşünüp saygı gösterin. Her gidiş yarım, eksik kalmış hayat demektir. Kalplerinizi bu kadar karartmayın.

27 Kasım 2011

Home is Where the Heart is



Merhaba sevgilim blog, 

Dün harika bir kahvaltıya davetliydim. İtiraf ediyorum mızmızlandım, hasta mı etsem kendimi gitmesem mi diye düşündüm bir an yalan yok ama ekip ruhu diye bir şey var değil mi? Atladım gittim iyi ki gitmişim, çok keyifliydi. Oyun bile oynadık bir ara. 

Sonra eve çıkacağım güzel insanla evlere bakalım dedik ama maalesef fiyatlar çok uçuktu götüm götüm uzaklaştık. Oradan metrobüse yürüdüm. Uzunca bir yol gittikten sonra metrobüse geldim. Lakin yer-yön duygum, bilgim sıfır olduğu için yanlış taraftan giriş yapmışım. Sordum yine "Öbür tarafa geçmeniz lazım." dedi bir cengaver. Geçtim hadi, diğer tarafta da emin olmak için sorayım dedim, "Diğer taraf, yanlış yerdesiniz" dedi cehepe kadın kolları kılıklı bir kadın. Cebimde para az, akbil bitmek üzere. Sinirden köpürdüm haliyle. Sonra sakinleşmek için kenarda dikilmeye başladım. Sakinleşince iki hanım kıza daha sordum. Doğru yerde olduğumu öğrendim. Bindim, eve geldim. Anahtarı unuttuğum için kapıda kaldım, Allahtan apartmanın kapısı açıktı. İçeride iki saat kadar oturdum. Bir ara kimliğimle kapının kilidini açmaya çalıştım ama maalesef bu konuda yeteneğim olmadığını kimliğimi haşat ederek öğrendim. 

Buz gibiydi, üşüdüm üşüdüm üşüdüm üşüdüm.. Ben neden bu kadar üşüyorum arkadaş.. UFO bana sponsor olsun, ayak ısıtıcı versin bana. 

Bir de bağlama çalan bir arkadaşım olsun istiyorum.
Hımm bir de "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi"ne gitmek istiyorum. 
Bir de metrobüste kitap okumak istiyorum, otursam okuyacağım ama oturamıyorum bir türlü. Üç hafta oldu sanırım, daha oturarak gidebilmiş değilim. 

Bir cenabetlik var bende, hiçbir işim rast gitmiyor bu aralar. Hayırlısı bakalım.

Daha arkadaşlarımla buluşamadım, ne zaman buluşacağım bilmiyorum. Papatya Prenses geldi geçenlerde, kek yapmış elleriyle, pek güzeldi kek. Ellerine sağlık.
Bir de yine denk gelen hediyelerden birine sahip oldum. Evim neresi bilmiyorum dedim ve üzerinde "Home is Where the Heart is" yazan bir teneke kutum oldu. Teneke kutu hastası bir insan için seçilmiş mükemmel bir hediye. Papatya Prenses hediye konusunda yine beni benden aldı. 

Durum raporum bu. Menopoza girmek üzereyim sanırım, herkesin her hareketi batıyor. Çocuklar balkona top atsa keser miyim acaba? Yok o kadar değil ama metrobüste çıldıran kadın videosu ararsanız benimkine rastlayabilirsiniz yakın zamanda.

Metrobüs kurallarım var: 

Sakız çiğnemeyin. 
İkidir yanıma sakız çiğneyen birileri düşüyor. Allam çarp ağzına iki tane diyorum ama hemen vazgeçiyorum, şiddete hayır. Cak cak cak cak sinir oluyorum. Kulaklık taktım kulaklarıma, müzik de çalıyor, daha duyuyorum cak cak'larını düşünün.

Sevgilinizle fingirdeşmeyin.
Metrobüs kabusum bu benim. Ben orada uyanmaya çalışıyorum, kafam olmuş bir milyon, bunlar nereden buldularsa o enerjiyi öpüşüp koklaşıyorlar. Hormonlarını sevdiklerim.. "Ayyyşkımm yaae,bana bundan alsanaağ" Lan kadın bir dur sabah sabah adam yeni uyanmış zaten, ne masraf çıkarıyorsun herife. Adam da aynıymış meğer "Tameeem aşkııığğm sen ne istersen alııırıım" iyi aman alın alışın ama biz duymayalım tamam mı? Bak dellendim yine durduk yere. Aç var tok var sonuçta.

Telefonda konuşmayın. 
En azından uzun konuşmayın. Özelinizi bilmek zorunda değiliz.
Geçen gün yarım saat içinde adamın evlenmek üzere olduğunu eve eksik perde gittiğini duvarlarının mavi olduğunu, eşi ya da sevgilisi neyse işte onunla sinemaya gitme planları yaptığını, kadının gitmek istediğini ama adamın mecburen eşlik edeceğini, adamın sigortacı olduğunu, bir müşterisinden 15323685962022 kez gerizekalı, salak, manyak gibi ifadeler kullanacak kadar kadar nefret ettiğini öğrendim. Bir de hafızam kötü, kim bilir neler duydum daha. 
Dün de adamın birinden şunları öğrendim. Hakkari Yüksekova'da askerlik yapıyormuş. Pusuya düşürülmüşler. Şehit yokmuş ama bazı arkadaşları yaralanmış. "Bilmem kim orada götünü yayarken biz orada çatışıyoruz. Benim silahım şu, bize şu silahtan vermediler daha. El bombası var bir de. Ben mükemmel nişancı olduğum için beni özel göreve aldılar, farklı bir ekibimiz var bizim. Zaten Hakkari'ye de iyi nişancı olduğum için gönderildim." dedi.

Mümkünse hiç konuşmayın.
İki kişi tanıdık çıkacak diye aklım çıkıyor. Bağırarak birbirlerine doğru koşup sarılıyorlar. Hayatlarını özet geçiyorlar. Dinliyoruz işte biz de. Uyku sersemi oluyorum zaten her şekilde. Gözlerim kapalı dinliyorum, yapacak bir şey bulamıyorum.

Çok uzun boyluysanız oturun, domalın, çömelin bir şey yapın. 
Kısa boyluların önüne perde gibi gerilmeyin. Ya panik atak varsa o kısa boyluda he? Ya kendini mezarda gibi hissediyorsa.. Arada bazı yere bakın, görün bizi. 2 metrelik adam üstüme abanıyor arkadaşım, insaf insaf.. Bana kadar güç alacak birini mi bulamadın?

Terli ellerinizle oraya buraya tutunmayın.
Bazen tutunacak oluyorum ıyy ıslak! Yapmayın.

İnsanların yüzüne öksürmeyin, hapşırmayın, solumayın.
Kapatın ağzınızı bu kadar basit. 

İnsanlara salatalık fırlatmayın.
Geçen başıma gelen olaydan sonra bunu da ekleme ihtiyacı hissettim.

Saçınız sallım saçak ise başınızı çevirip durmayın.
Özellikle kıvırcık saçlılar saçlarına hakim olsa çok güzel bir yer olacak dünya, ahanda buraya yazıyorum.

Sırt çantanızı elinize alın, en azından onun bir parçanız olduğunun bilincinde olun.
Ağzımı bozmak istemiyorum ama bazıları var işte isim veremedim siz verin, sırt çantaları sanki onlara ait değilmiş gibi yürüyor. Madem beceremeyeceksin taşıma arkadaşım o çantayı. Çarpa çarpa geçiyor her yere, iki kişilik yer kaplıyor. Bir bak ben kaç kiloluk çantayı elimde taşıyorum değil mi yavrucuğum, neden 2 saatimi kilolarca yük taşıyarak geçiriyorum bir sor kendine ama ama ama..

Müziğin sesini ayarlayın, kulaklığınız var madem sadece kendiniz dinleyin. 
Sabah sabah Sezen şarkısı dinlemek istemiyorum misal ben. Bir yerden dumtıs üçyüzbeşyüz çalıyor, bir yerden Sezen çalıyor. Kafa daha işe gitmeden bir milyon oluyor. Kendiniz dinleyin, sadece kendiniz. O insanlar müzik dinleyecek teknolojik ürünlere sahip olmadıkları için dinlememezlik etmiyorlar, müzik dinlemek istemedikleri için müzik dinlemiyorlar. Amme hizmetine lüzum yok, yıpratmayın kendinizi.

Oturuyorsanız ve ayakta insanlar varsa gülmeyin.
Biliyorum görüyorum bazıları var, ben 100 kiloluk adamlarla mücadele ederken onlar oturmuş erkekler hakkında feylosof boku yemişcesine konuşuyorlar, gülüşüyorlar. Ay o bana bunu aldı, bununla buraya gittik hahahahahaha. Biz orada canımızla haklaşıyoruz bunların derdi daha hâlâ erkekler.. gıır.. Ayakta olanlar, sizden nefret ediyor. Ümüğünüzü sıkmak istiyor, bilginize.

Yine nereden nereye geldim, böyle bir yazı olmayacaktı bu. 
Bahçelerde et met koca kafalı haşmet!

24 Temmuz 2011

İş Arıyorum


Merhaba, "Bizimle çalışmak ister misiniz?" demediniz ama ben size şöyle sorayım: "Beni işe almak ister misiniz?"

Şirketinizin olmasına gerek yok, herhangi biriniz de işe alabilirsiniz beni. Şöyle ki, başınızı kaşıyacak vaktiniz yok ama yapmanız gereken bir sürü iş mi var? Bana gelin, işin internetle, bilgisayarla olan kısımlarını ben halledeyim. Teziniz için araştırma yapayım, anketiniz varsa yayayım cevaplayayım, tezinizin düzeltmenliğini yapayım. Yazıyla ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi yapabilirim.

İki düğün davetiyesi metni yazmışlığım var. İkisi de çok beğenildi. Biri o kadar beğenildi ki, hangi davetiyeyi görsem içinden benim yazdığım metin çıkıyor, atlamış millet hemen. Diğerini dağıtma aşamasına denk geldim, kadının biri davetiyeyi alıp içini okuduğunda duygulanıp ağladı.

Bunun dışında sitelerinize üye olup sitenizi geliştirme adına fikirler verebilirim. Daha önce bir sözlük sitesinin AR-GE işi bendeydi. Ayrıca 1,5 sene kadar yöneticilik de yaptım bir sözlükte. 
Oyun mu geliştirdiniz hemen oynayıp size fikirler verebilirim. 

Bilmek isterseniz bunlar da var hani: 2008'den beri sosyal medyayı aktif olarak kullanıyorum. 2007'den beri blog yazıyorum. 

Anadolu'nun bağrında yaşadığım için bana uygun bir iş bulamıyorum buralarda. Bu nedenle de evde, bilgisayar başında yapabileceğim işler arıyorum. 


Aklınızda bulunsun, ben varım. 


Güncelleme: İstanbul içinde, internete ve/veya yazıya dayalı tam zamanlı işler de aramaktayım. 


Güncelleme: İstanbul'dayım artık, tam zamanlı harika bir işim var. Yine de serbest olarak işlerinize taliplik durumum devam etmekte. 


mail: pippihasmet  gmail

19 Temmuz 2011

Ev Hali


Evde ne giymem gerektiğine bir türlü karar veremiyorum. 
Saçı başı yapılmış, süslü püslü insanların ev halini gösteren diziler yüzünden bir dönem okuldan gelip kot pantolon üstü güzel bir tişört ve güzelce taranmış saçlar ile bacak bacak üstüne atıp kolumu kolçağa koyup kitap okuduğum zamanlarım oldu. O dönemlerin en güzel yanı, çalan kapıyı çekincem olmadan açabilmekti. 

Bir zaman sonra bunun ne kadar saçma olduğunu anladım. Eşofman-pijama karışımı şeylere geçiş yaptım. Yalnız bunların diz yapma sorunu var işte. Nasıl dizlerim varsa giydikten 10 dakika sonra iki tane koca diz izine sahip oluyorum. Haliyle yıllardır kapı da açamıyorum. Kapı çalar çalmaz hemen kaçıyorum. Evde yalnız kaldığımda da açmıyorum kapıyı, çalan kişi çalıp çalıp gidiyor. Belli bir karizmam var neticede, diz yapmış eşofmanla yok edemem bunu. 

İyi güzel de, kotla dolaştığım zamanlarda davrandığım gibi havalı davranamıyorum eşofmanla. Hani bir elimde kahve, dik oturur vaziyette kitap okuyamıyorum. Diz yapmış eşofmanı giyince ister istemez fazla "rahat" oluyorsun. Eşofman giyince bende bir değişiklik oluyor. Havalı pippi gidiyor yerine "rahat" pippi geliyor ve amaaaaan battı balık yan gider diye uzatıyorum bacakları televizyon izliyorum. Daha da kötüsü bacağımın birini dikip köy ağaları gibi oturuyorum. Saygı maygı kalmıyor. Bir de çirkinleşiyorum ki off ki of. Bir de eşofmanın üstüne güzel taranmış saçlar yakışmıyor, en güzeli diyorsun temizlik yaparcasına toplamak. İyice pejmürde oluyorsun yani. 
Ve ben sıkıldım bu durumdan. Şimdi tekrar kota da dönüş yapamıyorum, eskiden nasıl rahat ediyorsam şimdi edemiyorum arkadaş. 

Diz yapmayan eşofmanlar da var ama daha bir fırsat bulup da alamadım ki ben bunların varlığına da inanmıyorum aslında, var olduğu söyleniyor ama benim dizlerime çare olacağını sanmıyorum.

Ayyyh çirkinim özetle, çok çirkinim. Hele de insan kendini bir bıraktı mı, bir daha zor toparlıyor. İşte ben o toparlanamaz çirkinlikteki kişilerdenim. 
Ne yapsam ne etsem bilemiyorum. Pazen etek mi giysem acaba, o beni daha mı bozar yoksa.. 

Çocuklar Duymasın'daki Meltem'e de ayrı gıcığım. Bir git allasen, bir eşofman giy arkadaşım. Ne o öyle topuklularla süslü püslü dolaşıyorsun evde. Adamı hasta etme Meltem, gelirsem saçını başını yolarım zıplaya zıplaya. heh bilesin yani.

11 Temmuz 2011

Orkideler Yardım Bekliyor


CNN Türk'te "Ne Haber" isimli yeni bir haber yarışma programı var. Orada sorulan sorulardan biriydi bu. Salep ve dondurma yapımı yüzünden yok olma tehlikesindeki bitki hangisi diye sordular ve cevap ORKİDE idi. Bu zamana kadar nasıl görmemişim, öğrenmemişim bunu bilmiyorum ama bu soru sayesinde öğrendim ve üzerine biraz araştırma yaptım. 

Orkideler pahalı bir hediye olarak biliniyor malum, ama orkidelerin başka kullanım alanları da var ve maalesef bu kullanım alanları yüzünden de Türkiye'deki orkide türleri ciddi bir tehlike altında. 

Türkiye'de yetişen orkide tür sayısı ile ilgili farklı bilgiler var ama, 175 kadar diyebiliriz. Bunların sayısı her geçen gün biraz daha azalmakta. Çünkü orkidelerin kökleri salep yapımında kullanılıyor. Ayrıca salep tozu ile yapılan özellikle maraş dondurması da yine orkideler için tehdit oluşturuyor. Maraş dondurmasına o bayıldığımız kıvamı veren şey orkide işte. Türkiye'de her yıl ortalama 120 milyon orkide yumrusu toplanıyormuş. Bu da bireylerin olduğu kadar, türlerin de azalması anlamına geliyor, ki uzun zamanlardan bahsetmiyoruz, bir iki yıl içinde sadece Türkiye'de yetişen türler de dahil olmak üzere bu türlerin çoğunu kaybedeceğiz. 

Salep üretimi için orkideler, çapalarla iki yumrusuyla beraber sökülmekte, sökülen iki yumrudan yeni orkideler için gerekli olan açık renkli yumru alınmakta, yeni orkide oluşturamayacak diğer yumru ise atılmakta imiş.
1 kilo salep için 1000-4000 arasında yumru gerekmekteymiş. 
Dünyada orkideleri söken tek ülke Türkiye'ymiş. Hollanda'da 40 tür orkide var ve eğer bir orkide sökerseniz hapis cezası alabiliyormuşsunuz. 
Sadece salep değil tabii, diğer bitkileri etkileyen her şey orkideleri de etkiliyor. Bodrum'daki orman yangınında, sadece Bodrum'da doğal yetişen "serapias carica" adlı orkide türü ciddi zarar almış mesela. Bu arada ülkemizde yetişen orkidelerin yarıdan fazlası Muğla civarındadır.

Şimdilik salep üretimine acil olarak ciddi bir kontrol getirilmesi orkidelerin durumunu iyileştirmeye yetecek gibi görünüyor. 

Türkiye'deki orkidelerle ilgili Türkiye Orkideleri adlı bir kitap yazan Karel Kreutz şöyle demiş bir röportajında:
"Mayıs 2010’da binlerce birey orkide gördüğüm yerlerde bugün (2010 sonu) dört saat yol aldım, bir iki türe zor rastladım. Antalya Ağullu Köyü’nde Likya orkidesi dört beş yerde vardı. Oralar da mezarlıktı. Son gelişimde son bireyler de kalmamıştı. Mezarlıklara ‘çimen yapacağız’ diye orkideleri kesiyorlar. Abant’taki çalışmalar nedeniyle 10 tür yok oldu. Sadece salep üretimi durdurulsa orkideler kurtulur. Söyleyince yetkililer gülüyor. Başbakan Erdoğan’dan randevu talep ediyorum."

Prof. Dr. Ekrem Sezik'in şu yazısını da mutlaka okumanızı istiyorum, linke tıklamayacaklar için konunun ciddiyetinden dolayı yine de alıntılama yapacağım:
"Yumrulu orkidelerin toprak altında 2 yumrusu bulunur. Kışı bir önceki sene meydana gelen yumrunun aracılığı ile geçiren bitkinin, bahara doğru ek köklerinden biri kalınlaşmaya başlar ve ucunda bir yumru daha meydana gelir. Bu yumru gelişirken, yukarı doğru da, bir tomurcuk vasıtasıyla, yeni yılın gövdesi meydana gelmeye başlar. Bitkinin gelişmesi ilerledikçe yeni yumru da gelişir; eski yumru ise yeni yumrunun yanında ona yapışık ve içi boşalmış halde bulunur. "

"Salep elde edilişinde yeni yumru kullanılır. Genellikle bitkiler çiçek açtığında veya bazen taban yaprakları belirgin hale gelince, salep toplayıcılar özel çapa,demir çubuk veya diğer bahçe aletleriyle, bitkinin etrafını kazar, yumruları çıkarır, yeni yumruyu alır, geri kalan kısımları ise bir kenara atarlar. Bir kenara atılan, yeni orkideleri verecek tohumları meydana getirecek olan çiçekli bitkilerdir. Yani henüz tohuma geçmemişlerdir. Böylece bu orkide ve ondan meydana gelecek fertlerin üremesi durdurulmuş olmaktadır. Salep yumruları ya köylerde çoban, çocuk, kadınlar veya işleri salep kazma olan kişiler tarafından topraktan çıkarılmaktadır. Normal olarak, bir salep toplayıcı, bir günde en çok 1-2 kilogram taze yumru toplayabilir.   Topraktan çıkarılan yumrular bol su ile ovularak yıkanır ve topraklarından kurtarılır,  su, ayran (yağ ayranı ) ve nadiren  süt içinde 15 dakika kadar kaynatılır. Kaynatmanın esas sebebi yumruların gelişmesini durdurmaktır. Çünkü, kaynatılmayan yumrularda baharda enzimatik faaliyet başlar ve dolayısıyla yeni bir orkide meydana gelebilir. Tabii bu bilgi, konunun bilimsel açıklaması. Halk bu işlemin ilmi açıdan yararını bilmez, ama atalarından intikal eden bilgiler sonucu gayet iyi bir şekilde uygular. Ayrıca, yumrular kaynatılmazsa, salebin kendine has tadı ve kokusu da  meydana gelmez. Kaynatılan yumrular ya doğrudan güneşe serilir veya adeta tesbih dizer gibi, yorgan iğnesi yardımı ile ipe dizilir, ondan sonra kurutulur. Kuruyan yumrular son derece sert parçalar halindedir. Kullanılacağı zaman özel degirmenlerde ince toz edilir. Sizler daha çok, salep tozunu  satıcılarda görürsünüz."
"Salep asırlarca Hipokratın” Smila smilibus curantur” (benzer ile tedavi) kaidesinden dolayı afrodisiyak olarak kullanılan terkiplerin formüllerine girmiştir. Daha sonra müsilajı halinde göğüs yumuşatıcı olarak kullanılmıştır. Halen, yazın dondurma, kışın sıcak sütlü içecek “salep”hazırlanmasında kullanılmaktadır. “Kahraman Maraş Dondurması” şöhretini salebe borçludur. Kahraman Maraş dondurmasına sertlik ve geç erime özelliğini, salebin içindeki glikomannan denen, su ile (tabii süt ile de) şişerek, akıcılığı az olan bir çözelti meydana getiren  poliholozitler sağlar."
"Türkiye’de  salep üretiminin miktarı, TUBİTAK için yaptığım son araştırmada ortaya çıkmıştır: 30-40 ton civarında. Bu rakam çok değil gibi görülebilir. Gelin küçük bir hesap yapalım: Kuru bir yumrunun ortalama ağırlığı 0.5 g dır. O halde 1 kg da 2.000, 1 tonda 2.000.000, 30 tonda ise 60.000.000 (ALTMIŞ MİLYON) orkide bulunmaktadır.Yanlış okumadınız! Altmış ile seksen milyon orkidenin canına kıyılmaktadır! Bu soy kırıma orkideler ne kadar dayanacaktır? Dayanamamışlardır! Her geçen yıl sayılarının azalması bir yana, bazı türler, artık uzun aramalara rağmen bulunamamaktadır. Salep, acaba toplayıcıları için vazgeçilemez bir ekonomik ürün müdür? Yani, toplanmadığı takdirde köylülerin bütçelerinde sarsıntı olur mu? Hayır! Çünkü, salep, orman köylerinde çoban, kadın ve çocuklar tarafından toplanmaktadır. 1 kg taze yumruyu ancak 1 - 2 günde toplayabilmektedirler. 1 kg taze yumrunun fiyatı geçen sene, sadece 10-15 YTL civarında idi. Orman köylüleri, işçi olarak çalıştıklarında, en az 30-40 YTL gündelik almaktadırlar. Salep yumrusu kazmanın köylülerin bütçelerine çok önemli bir yararı olmadığı   aşikardır.Dondurma yapmak için salebe muhakkak ihtiyaç var mı ?Hayır! Ülkemizde uzun yıllardır suni salep adı altında , “guar gum, çözünen nişasta , karboksimetil selüloz” ve benzeri maddeler, ya tek başına veya salep ile karıştırılarak dondurmacılıkta kullanılmaktadır.Yurt dışındaki o güzel lezzetli dondurmalarda ise salep hiç kullanılmamıştır. Pastanelerde içtiğiniz veya super marketlerden aldığınız saleplerin hazırlanmasında, daha çok nişasta  veya suni salep kullanılmaktadır! Bana inanmıyorsanız, lütfen hazır salep kutularının üzerini okuyunuz."
Ve daha da ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için Prof. Dr. Ekrem Sezik ve çalışma arkadaşlarının Tübitak için yaptığı çalışma sonucu yazdığı "Salep ve Orkidelerin Tahribi" adlı makaleyi de okuyabiliriz. Bu makaleden bazı notlar:
"Salep, ülke içinde yaygın bir şekilde kullanılmasının yanında uzun yıllar ihraç edilmiştir. Bazı yıllar bu ihracat 15 tona ulaşmıştır. Bu ihracat ortalama 10 ton olarak yıllarca sürmüştür. Salep ihracatının yasaklanmasına rağmen, salep tozu ya da paketlenmiş halde ihracatı devam etmiştir. Bu ihracat da ortalama üç ton civarındadır. Yurt içi kullanım da göz önüne alınırsa yılda 20 ton civarında salep elde edildiği düşünülmektedir."
"Ormanlık alanlarda ve çayırlıklarda yapılan büyük ve küçük baş hayvancılık da orkidelerin üremesini engelleyen önemli bir sakıncadır. Orkidelerin, tohumlarından üremeleri de zordur. Çünkü tohumlar, toprakta bulunan Rhizoctonia gibi mikrofunguslarla bu ortak yaşam sonucu bir protokorm meydana getirmekte, bu birliktelik 2-15 yıl içinde bitkiyi verebilmektedir. Bu süre içinde protokormun değişen çevre şartlarından çok etkileneceği kaçınılmazdır. Orkide tahribatının önemli bir sebebi de aşırı şehirleşmedir. Orkide yetişen bölgeleri yerleşime açmak Populasyonların tamamının yok olmasına sebep olmaktadır. Güney ve Batı illerimizde yapılan tatil köyleri ve tatil amaçlı kullanılacak bölgelere yapılan yollar da orkidelerin tahrip olmasına yol açmaktadır."
"Orta kuşak orkideleri Avrupa'da koruma altına alınmıştır. Değil yumrunun sökülmesi, çiçeklerinin koparılması bile cezayı gerektiren fiillerden sayılmaktadır."
"Piyasa iki çeşit hazır salep bulunmaktadır: 'UHT hazır salep' ve 'sütlü salepli içecek tozu'. UHT hazır salep, sıvı olup ısıtıp içilmektedir. 'sütlü salepli içecek tozu' olarak isimlendirilen ise toz sulandırılıp kısa bir süre kaynatıldıktan sonra içilmeye hazır hale gelmektedir. Her iki tipin formülleri incelendiğinde kıvam verici olarak guar gum, nişasta, modifiye nişasta, çözünen nişasta, karrageen gibi koyulaştırıcı ve stabilitörler; aromatizan olarak da salep aroması, tarçın gibi maddeler bulunduğu görülmektedir. Formüllerde genellikle miktarı belli edilmemekle beraber bir miktar da salep tozu bulunmaktadır.  Hakiki salep tozu ile sütlü sıcak salep şu şekilde hazırlanır: Salep tozu bir miktar soğuk su ile şişmeye bırakılır, daha sonra yavaş yavaş süt ilave edilir ve uzun süre ateşte karıştırılarak kaynatılır. Kullanılan salep oranı % 0,5-0,7 arasındadır. Bu şekilde hazırlanmazsa salep tozu şişmez. Piyasadaki hazır salep tozları ise kaynar suya atılarak kısa bir süre kaynatılarak hazırlanmaktadır. Yapılarındaki guar zamkı, çözünen nişasta gibi maddeler hemen şişme özelliğine sahiptir. Aşağıda, bir firmadan temin edilen hazır salep formülü bulunmaktadır. Bu formülde görüldüğü gibi salep %0,5 oranında ilave edilmiştir. Bu oranda bile hızla şişmesi mümkün değildir. Bu formülde bulunması istenen kıvam, buğday nişastası ve guar zamkı ile sağlanmaktadır.
Maraş tipi dondurma için kullanılan salep miktarı da %0,7 oranındadır. Değişen şeker miktarının dondurmada daha fazla olması, soğutma ve karıştırma işlemleri uygulanmasındandır. Piyasada bulunan hazır dondurmalarda da kıvam, guar zamkı, CMC, keçi boynuzu benzer maddelerle sağlanmaktadır. Hatta suni salep adı altında guar zamkı, CMC gibi maddeler pazarlanmakta, dondurma üreticileri ve pastaneler tarafından satın alınıp kullanılmaktadır. Hazır dondurma üretip Ankara'da pastanelere pazarlayan bir firmadan özel bilgiye göre 1000 kg maraş tipi dondurma için 3,5 kilo salep tozu, 3,5 kilo değişik stabilizörler ve emülgatör olarak ayrıca CMC türevleri kullanılmaktadır. Yani %0,35 oranında salep kullanılmaktadır. Bu rakam görünüşte fazla değildir ama firma yılda 1,5 ton salep kullanmaktadır."
Makalede, aklınıza takılan birçok sorunun cevabı ve orkidelerin korunması için neler yapılması gerektiğine dair çok fazla bilgi bulunmakta. Ayrıca orkidelerimizle ilgili fazladan pek çok bilgi de yer almakta. 


Ekrem Sezik, Orkidelerimiz: Türkiye'nin Orkideleri isimli bir de kitap yayımlamış. . 
Ayrıca benim bulamadığım "Türkiye'nin Orkideleri" isminde bir TRT belgeseli varmış. Bulup izleyen olursa ne mutlu ona. 

Başlık Kabızı Olabilir İnsan Ne Var


Saliha, kültürlü bir eşektir. 
Aynı zamanda, güzelliğine de düşkündür:


Geceleri internet kullanmaya bayılır. Twitter'ı takip eder, ederken de arada sigara içebilir:


Ama odamdaki tek arkadaşım Saliha değil tabii. Geçen, bu örümceği içiyordum neredeyse:


Bir de kelebekimsi bir yaratık var misal:


O da kültürlüdür:

Bu da manzaramdan bir kuple:



Bir de sorum olacağıdı:
İstanbul bebesi kardeşimin evinde uydu falan hiçbir şey olmamasına rağmen National Geographic ve Nickelodeon izlenebiliyor. Bende uydu da var ama yok bunlar mesela. Tamam biliyorum şifreli normalde ama onda var da bende neden yok? Bilen var mıdır sebebini?

6 Temmuz 2011

Ben Deli Değilim

Şizofreniye dikkat çekmek amacıyla başlatılan "Gerçekler Maskelenmesin" projesi kapsamında düzenlenen öykü yarışması birincisi Süveyda Ölüdeniz'in öyküsünden uyarlanmış bir video izlettireceğim size. Muhtemelen çoğunuz gördünüz zaten ama dayanamadım görmeyenler varsa onlar da görsün dedim:



Videoyu göremeyenler için Facebook üzerinden link
Dailymotion link

27 Haziran 2011

İslami Seks Shop

Efenim siz de eşinize sürpriz yapmak istiyorsanız online olarak bir şeyler alabilirsiniz ona.
Ne mi? Don gömlek ne bileyim işte..

Hollanda'da seks ürünleri satan İslami bir site açılmıştı. Reklamlarını görünce yine, yazayım dedim. Siteye erkekler sağ, kadınlarsa sol taraftaki linkten ulaşabiliyormuş.
Satılanların hepsi helalmiş, sıkıntı yok. 
Vibratör falan beklemeyin daha çok masaj yağı, parfüm gibi ürünler satılıyor.

26 Haziran 2011

Cinsel Gelişim ve Freud

Aslında öğretmen adaylarının bildiği bir konu bu ama yeterince anlaşıldığından şüpheliyim. Sadece çalışıp geçilecek bir konu değil bu. Herkesin özellikle de her ebeveynin çok iyi bilmesi gereken bir konu, bu yüzden de ekliyorum buraya ayrıntılarıyla.

Freud, bireyin kişisel gelişiminin beş dönemden oluştuğunu söylüyor:
1) Oral Dönem
2) Anal Dönem
3)  Fallik Dönem
4) Gizil (Latans) Dönem
5) Genital Dönem

Oral Dönem
0-18 aylık çocukların içinde bulunduğu dönem oral dönem oluyor efenim. Bu döneme, Freud'un "id" olarak belirttiği ilkel benlik hakimdir. Çocuk bu dönemde annesine bağımlıdır. Bu dönemde temel eylem "emme"dir. Çocuk emerek beslenir. Sadece beslenmek için değil dünyayı tanımak için de ağzını kullanır. Gördüğü herhangi farklı bir şeyi ağzına götürme isteği bundandır.
Yine bu dönemde ihtiyaçlarının annesi tarafından karşılanmasıyla "verme-alma" duygularını tanır. Eğer çocuğun ihtiyaçları bu dönemde sağlıklı bir şekilde -ne az ne çok- karşılanırsa çocuk karşısındaki insanlara yardım etmeyi seven ve bunu karşılık beklemeden yapan biri olabilir. Aksi durumlarda saplanma olabiliyor.

Oral döneme Saplanma (Fiksasyon ya da Asılı Kalma)
Çocuk, bu dönemde memeden erken ya da geç ayrılırsa başka bir ifadeyle ihtiyaçları çok ya da az karşılanırsa bu döneme yani oral döneme saplanabilir. Bu ne demektir.? İlerleyen yıllarda da bu dönemin özelliklerini gösterebilir. Oral döneme saplanan bir kişi, ilerde sigara ya da alkol bağımlısı olabilir, cinsel faaliyetlerinde ağız etkin olabilir, çok fazla yemek yiyebilir, aşırı bağlanma yaşayabilir. Aşırı saldırgan, küfreden biri de olabilir. Bunların dışında "verme-alma" dengesini sağlayamadığı için insanlara karşılık beklemeden yardım etme duygusunu edinemez, yaptığı her şeyin bir karşılığını bekler hale gelebilir.

Anal Dönem
1,5- 3 yaş arası çocukların içinde bulunduğu dönem. Bu dönem tuvalet eğitimi için kritik dönemdir. Kritik dönemden kasıt, tuvalet eğitimi bu dönemde edinilmezse bir sorun var demektir. Bu dönemde çocuk tuvalet kontrolünü öğrenir, dışkıların atılmasının gerekliliğini ve bunu insanı malum sıkıntıdan kurtaran bir haz olduğunu keşfeder.
Bu dönemde yanlış ve doğru davranış ayırt edilmeye başlanır, süperego gelişmeye başlar.
Kişi bu dönemi sağlıklı olarak atlatırsa kendi kararlarını kendi verip kararlarının sorumluluğunu alabilmeyi öğrenir. Kendine saygısı gelişir, diğer insanlarla sağlıklı ilişkiler kurabilir.

Anal Döneme Saplanma (Asılı Kalma)
Çocuk eğer tuvalet kontrolü konusunda ailesinden çok fazla baskı görürse ya da bu konuda çok serbest bırakılırsa anal döneme saplanabilir.
Bu konuda baskı gören birey, dışkının atılmasının zevkini almak yerine dışkıyı değerli bir şey olarak yorumlar bu da onun ileride cimri, aşırı titiz, aşırı düzenli, inatçı, sabit fikirli olmasına sebep olabilir.
Bu konuda çok serbest bırakılan bireylerde dağınıklık, umursamazlık görülebiliyor.


Fallik Dönem
3-6 yaş arasını ifade eder. Bu dönemde cinsel duygular ve saldırganlık daha baskındır. Bu dönemde ailelerin çok fazla şikayetçi olduğu, cinsel organla oynama davranışı görülür. Bu davranış aslında normal bir davranıştır, aileler paniklememeli. Çocuk bu davranışı, bedenini tanıma amaçlı yapar. 
Bu dönemde vicdan gelişmeye başlar. Cinsel gelişim içinde yaşanan saldırganlığı vicdanı hafifletir.
Bu dönemde cinsel kimlik oluşmaya başlar. Karşı cinsi küçümseyip kendi cinsini yüceltmek sık rastlanır bir davranıştır. Yine ailelerin endişelenmemeleri ve yargılamamaları gereken bir konu daha var: mastürbasyon. Çocuklar bu dönemde sürtünme yoluyla tatmin yaşayabilirler. Bu dönemdeki çocuklar kendi cinsiyetindeki ebeveyni taklit etmeye ve cinsel kimliklerini bu yolla da edinmeye başlar. Kendi cinsiyetindeki ebeveyni taklit etmesine eder ama karşı cinsteki ebeveynini fazla benimsediği için de yine kendi cinsindeki ebeveyne düşmanlık besler. Hepimizin bildiği oedipus ve elektra karmaşaları yaşanır. Bunlara da değinmek lazım tabii.

Oedipus Karmaşası: Oedipus, Yunan mitolojisinde bir karakter. Linkten ayrıntılar okunabilir. Özetlersek, Odi'nin babası oğlundan olsun ölümün şeklinde lanetlenir. Baba da önlem olsun diye onu yok etmeye çalışır ama işler umduğu gibi gitmez ve yıllar sonra başkalarının büyüttüğü ve gerçek babasını bilmeyen Odi gelir. Şehri kurtarır ve kral olan babasını öldürüp kraliçe ile evlenir. Daha sonra işler anlaşılır tabii ama iş işten geçmiştir. İşte bu mitolojik hikayeden gelir Oedipus Karmaşası. Erkek çocuğun babasını düşman görüp annesine derin bağlılık duymasıdır. 

Elektra Karmaşası: Elektra, Yunan mitolojisindeki karakterlerden biri. Babasının öldürülmesine neden olduğunu düşündüğü annesini ve onun sevgilisini öldürüyor. Babasına büyük aşk duyan Elektra'dan ilham alan Freud da babaya düşkün olup anneye düşman olan kızlar için bu karmaşayı uygun buluyor. 

İğdişlik Korkusu: Bu, inanılmaz etkilere neden olabilen bir korku. Erkek çocuklar bu yaşlarda penislerine çok fazla anlam yükler. Bunda çevrenin de büyük etkisi bulunmakta. "Amcana pipini göstersene" cümlesine maruz kalmamış erkek çocuk yok denecek kadar az malum. "Hanimiş oğlumun pipisi" gibi cümlelerle erkeğin sahip olduğu en önemli şeyin penisi olduğu düşüncesi çocuğa daha o yaşlarda veriliyor maalesef. Çocukta da "Ya en değerli şeyimi kaybedersem..." düşüncesi baş gösteriyor. Hele de kızlarda penis olmadığını öğrenip bunun erkeklere verilmiş bir lütuf olduğunu düşündüğünde penise daha da fazla anlam yüklüyor. Bir de üstüne ceza olarak penise zarar verme konulu tehditler eklenince iğdişlik korkusu beliriyor. "Çağırın sünnetçiyi", "Keserim pipini", "çükün düşer" gibi cümlelerle pekiştirilen bu korku, ilerleyen yaşlara kadar devam edebiliyor. 
"Ben penis sahibiyim, penisim olduğu için de mükemmel biriyim, kadınlardan üstünüm" düşüncesi ta o zamanlardan gelen bir düşünce işte.
Bir de hepimizin bildiği bir gerçek var: Çoğu erkek küçücük bir çizikte dünya yıkılmışcasına tepki verebilir, azıcık bir ateşi çıksa yataklara düşebilir. Bunun nedeni de işte bu iğdişlik korkusu. Ya penisime bir şey olursa düşüncesi ile erkeklerin bazılarında böyle davranışlar ortaya çıkabiliyor.

Burada eklemem gereken bir şey var. Sünnet yaşı çok tartışılmakta malum. Sünnetin 2,5-5 yaş arasında yapılmaması gerekmekte. Sünnetle birlikte bedensel herhangi başka bir müdahale de çok mecbur kalınmadıkça bu yaşlar arasında yapılmamalı. Bu yaşlarda yapılırsa yaşadığı baskıdan dolayı iğdişlik korkusu, girişim eksikliği görülebilir. 2,5 yaşından önce ya da 8-10 yaş gibi daha ileri yaşlarda yapılması uygun. Yine de eğer sağlıkla ilgili sorunlar nedeniyle 2,5-5 yaş arasındaki çocuğun sünnet olması gerekiyorsa, çocuğa bunun uygun bir dille anlatılması hatta psikologdan yardım alınması, çocuğun hiçbir aşamada yalnız bırakılmaması, hediyeler ile ödüllendirilmesi gerekmekte.

Fallik Döneme Saplanma
Çocuk bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatamaz, davranışları aşağılamalara, ayıplamalara, yargılamalara neden olursa fallik döneme saplanabilir. Bu da aşırı çekingenliğe, karşı cinsle ilişkilerde sorunlara neden olur. Cinsel konularda fazla bağnaz, enseste aşırı tepkili ya da eğilimli olabilir. Yani yine aşırı uçlara neden oluyor. Çok uç fanteziler ya da çok uç tepkiler. Bazılarımızın porno izleyen insanları yok edelim, taşlayalım, öldürelim tepkilerinin nedeni budur işte.

Gizil (Latans) Dönem
6-12 yaşları arasındaki çocukların içinde bulunduğu dönemdir. Gizil dönem adından da anlaşıldığı üzere cinsel gelişim içinde gizli dönemdir. Çocuk, bu dönemde enerjisini okula ve derslere yönlendirir. Bu dönemde bir önceki dönemin aksine hemcinsler önem kazanır. İletişim daha çok hemcinslerledir. Çocuklar bu dönemde sosyalleşir. Yetişkinlikle olumlu iletişim kurulur. 

Gizil Döneme Saplanma
Fallikten sonrası için saplanma ifadesini kullanmak yanlış oluyor aslında ama yine de Gizil döneme saplanmayı Erikson'un kişilik gelişim kuramı ile anlatmaya çalışayım. (Onu da yazacağım yakında) Erikson, kişilik gelişim kuramında 6-12 yaş için Çalışma ve Başarılı Olmaya karşı Aşağılık Duygusu demiş. Bu ne demek? Bu dönemde eğer başarıları, çabaları sağlıklı bir şekilde yorumlanır ve gerekli takdiri görürse çocuk bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlatır ve başarılı olma duygusuna sahip olur. Çocuk, bu dönemi sağlıklı bir şekilde atlamaz, yaptıkları takdir görmez, alay edilir, küçümsenirse eğer aşağılık duygusuna neden olur ve bu duygu da ilerleyen yaşlarda da etkisini gösterir. "Ben salağım, ben zaten başaramam, ben yapamam ki" gibi

Genital Dönem
12-18 yaş arasındaki çocukların içinde bulunduğu dönem. Fiziksel olarak gelişim, gizil dönemdeki enerjiyi yine cinselliğe çeker. Bu da yine çeşitli çatışmalara neden olur. Cinsel organlar ile duygularının arasında bağ kurmayı öğrenir. 
Ergenlik dönemini de içine alan bu dönemde toplumda yer etmiş hurafeler çocuğun cinsel kimlik gelişimini olumsuz etkilebilir. Bu nedenle kendi cinsinden ebeveynin eğer şimdiye kadar yeterli bilgiyi vermemişse oturup tüm ayrıntıları anlatması zorunludur. Çocuğun internetten ya da arkadaş çevresinden edindiği yalan yanlış bilgilerle doldurulmaması için şart bu. Bazı erkek ebeveynler oğulları için en güzel cinsel eğitimin "deneyim" olduğunu düşünerek maalesef büyük hataya düşmekte, çocuklarını da riske atmaktalar. Bu bilgileri kitaplarda bulamazsınız malum, ama birilerinin yazması da şart değil mi? Yazalım o zaman.. Utandığı için çocuklarına cinsel bilgi veremeyen ebeveynler bazen çocuklarını para karşılığı seks yapan kişilere teslim etmeyi daha doğru bulur. Bunun normalde bile birçok riski varken, ilk birliktelik için riski çok çok büyüktür. Çocuğun cinsel organının şekline, boyuna söylenen sözler, çocuğun performansıyla edilen alaylar imalar ve verilen yalan yanlış bilgiler çocuğun ileride çok büyük sorunlar yaşamasına neden olur. Çocuğa cinsel bilgi ebeveyn tarafından tüm ayrıntılarıyla verilmeli, aksi yanlış. Bilgi verirken, penisin yapısı, ortalama penis boyu, sevişme süresi, karşı cinsin nelerden hoşlanabileceği, karşı cinsin cinsel organının yapısı, karşı cinse nasıl davranılması gerektiği gibi gibi gibi "gerçekçi" birçok bilgi verilmeli ki, bu bilgileri yalan yanlış şekilde başka yerlerden edinmesin. "Benimki 23 santim" "Bir kadına gittim 5 posta yaptım" "x'le 7 saat seviştik" (kusura bakmayın, biliyorum iğrenç ama liselilerin çoğu aralarında bunları konuşuyor) cümlelerini duyan çocuk ister istemez kendini onlarla karşılaştıracak ve hayal kırıklığına uğrayıp kendine olan güvenini kaybedecek. Bunların olmaması için ayrıntılı bilgilendirme şart.
Kız çocuk bilgilendirmesinde ise toplum biraz daha farklı malum. Kızımız namusumuz ya hani ondan. hı hı.. Bizim kültürümüzde böyle bir eğitim olsa bile elbette baba vermez bu eğitimi, tamam şansımızı fazla zorlamayalım ama anne de vermiyor arkadaş. Annenin oturup tane tane anlatması gerek tüm ayrıntıları. İlk ilişkide yaşanacakları, şu "çok önemli" zarı, zevk noktalarını, nasıl korunulması gerektiğini gibi gibi gibi... Yoksa ilk birleşmede tavana kadar kan sıçrayacağını zanneden kızınız mı olsun istersiniz? 
Bunları muhafazakar ailelerin de yapması gerekiyor, bunu özellikle belirteyim de. İlk birleşmeyi evlendiği gece yaşayacak kişiler için de cinsel bilgiler çok çok önemli. Yalan yanlış bilgilerle aşırı meraktan doğan yanlış ilişkiler ya da korkudan kaynaklanan başka sorunlar.. Hepimiz öğrendik Haydar Dümen sayesinde vaginusmusun ne olduğunu. İlk cinsel birleşmenin büyütülmesi ile yaşanan korkular nelere sebep oluyor malum işte. Yazık değil mi bu millete aaa!
İsmini hatırlayamadığım bir doktorun röportajında okumuştum. İki üniversite mezunu evleniyor. Birkaç sene sonra doktora gidiyorlar ilişkiye giremedik diye. Doktor muayene etmek istiyor. Kadın, doktora "Orası değil burası" diyerek göbek deliğini gösteriyor. Evlendiklerinden beri adam, girmek için haşat etmiş göbek deliğini. 
Varın siz düşünün gerisini.


Soru varsa sorabilirsiniz, bildiğim bir şeyse cevap veririm bilmediğim bir şeyse araştırırım sizin için. 

22 Haziran 2011

Not Defterimden Düştüler

  • Karacaoğlan, Türk Halk Edebiyatı'nda sevdiğinin adını açıkça belirten ilk ozandır. "İncecikten bir kar yağar/tozar elif elif diye/deli gönül abdal olmuş/gezer elif elif diye..."
  • Her iki haftada bir dil yok oluyor. 
  • Maleo, soyu tehlikedeki kuş türlerinden biri. 5000 civarında kalmış sadece. En büyük özelliği ise yumurtalarını toprağa gömmeleri. Yumurtalar 70 gün toprağın altında kalıyor, yavrular yumurtadan çıkınca toprağı kazarak yüzeye ulaşıyor. 
  • Mungo, öğretebilme yetisine sahip olduğu kanıtlanmış memeli. Bu hayvancık, yavrularına zehirli akrepleri nasıl yakalamaları gerektiğini aşama aşama Şekil A Sütun 1 şeklinde anlatmakta imiş.

  • Deniz yosunları, planktonlar ve bataklık bitkileri DMSP denilen bir madde yayar. Bakteriler bu maddeyi besin olarak almak için bir enzim kullanır, bunun sonucunda da DMS gazı ortaya çıkar. İşte deniz kokusu budur aslında. DMS: Dimetil Sülfit DMSP: Dimetil Sülfoniopropionat evet çok anladık neyse
  • Bazı canlılar bazı canlıların gözyaşlarını içerek su ihtiyaçlarını karşılar. Pipete benzer bir uzuvla besin alacakları hayvana sabitlenirler, hatta hayvanın bu işlem sırasında uyanmaması için de hayvana bir madde verirler. Anestezi bildiğimiz işte. Kelebek ve güveler başvuruyormuş bu yönteme.
  • Köpekler, bir haftalık ayak izlerinin bile kokusunu alabilir. Klasik müzikle sakinleşir. 0,2 saniyede bir havlayabilir. Kalp krizi geçirmiş hastaların daha uzun süre yaşamasını sağlayabilir. Dünyayı sarı ve mavi ağırlıklı görür. Köpeklerin %30'u obezmiş efenim. 
  • Kediler, şekerli şeylerin tadını alamaz. Burunlarının altındaki kör nokta nedeniyle önündeki yemek kırıntılarını göremeyebilir. Kara kediler, tüylerinin renginden dolayı virüslerden korunur. Kedilerin %10'u obezmiş. Kedi sütünde, insan sütünden 8 kat fazla protein ve 3 kat fazla yağ varmış. 

Ekonomist Şirin - Finance Smurf - Le Schtroumpf Financier


Dün şurayı karıştırıyordum bilmediğim şirin var mı acaba diye. Ahaa bir de baktım ekonomist şirin.. Köye para getirmiş akıllım.
Tabii biz sadece çizgi filmi bilince çizgi romanda olanlardan bihaberiz. Kapitalist mi olmuş bu eşşoğlubeşkulaklar dedim ve araştırdım.


Şirin Baba, laboratuvarında bir şeylerle uğraşırken patlama olur, Şirin Baba patlamanın etkisiyle kendinden geçer. Sonradan Ekonomist Şirin olacak şirinimiz, yardım istemek için Şirin Baba'nın yakın dostu Homnibus'a gider. 


Homnibus, Şirin Baba'nın sülfür yüzünden rahatsızlığını söyler ama Şirin Baba'yı iyileştirecek antidotlar onda yoktur. İlacı bulması için Oliver'ı gönderir, sonradan ekonomist olacak şirin de Oliver'la beraber ilacı bulmaya gider. Şirinimiz bu yolculukta parayı öğrenir. 



Şirin, ilaçla döndüğünde Şirin Baba'yla para konusunu konuşmak ister ama Şirin Baba hastadır ve konuşacak durumda değildir. Şirinimiz de ticari sistemi hayata geçirmeye karar verir.


Böylece Ekonomist Şirin olur. İlk işi ressama gidip Şirin Baba'nın portresini çizdirmektir. Heykeltıraş Şirin'den de hazırlayacağı paralar için kalıp yapmasını ister. 


Usta Şirin'le beraber erimiş altını kalıplara dökerek ilk şirin parayı yaparlar. 


Ekonomist Şirin, paranın ne olduğunu ve nasıl kullanıldığını anlatmak için bir toplantı düzenler. Herkesten destek görür, Gözlüklü hariç. Başlangıç için her şirine birer torba para verilir. Şirinler, paraya alışana kadar Ekonomist'e sık sık sorular sorar. 


Başlarda güzel güzel eğlenen Şirinler, zamanla para yüzünden sorunlar yaşamaya başlar. Aşçı, Çiftçi, Usta gibi şirinler zenginleşirken diğerleri fakirleşir ve önceden karşılıksız yaptıkları işleri para için yapmaya başlarlar. 


Ekonomist Şirin, bunun üzerine banka kurmayı akıl eder. Böylece, fakir şirinlere kredi verecek, zengin şirinlerin de parasını saklayacaktır. Çiftçi, bankaya güvenmez ve parasını ormana gömer. Yalnız o gömerken, Gargamel de onu izlemektedir. Çiftçi, koşarak uzaklaşır oradan. Gargamel bu olaydan sonra Şirinlerin parasından haberdar olur. 


Çiftçi Şirin, biraz zaman sonra parasını almak için geri dönmek ister, ancak köprüyü geçerken köprü ikiye ayrılır. Ekonomist, köprüyü tamir ettireceğini ama şirinlerden her geçiş karşılığında para alacağını söyler. Usta Şirin'e gider ve köprüyü kaç paraya yapacağını sorar. Usta da odun için marangoza gider. Marangoz, 1500 para ister. Usta, bu parayı fazla bulur ve başka bir şirinle 1000 paraya anlaşır. 


Bir şekilde köprü yeniden yapılır ve Çiftçi, ormana dönebilir. Gargamel, onun için tuzak hazırlamıştır. Çiftçi'yi yakalar ve kargası ile Şirinler'e haber gönderir. Çiftçi Şirin'e karşılık bütün paralarını istemektedir. 

Bu arada Şirin Baba iyileşir ve duruma müdahale eder. Plan yapar ve Çiftçi'yi kurtarırlar. 


Kurtulması şerefine bir parti düzenlemek isterler ama Ekonomist, parayı kim ödeyecek diye sorar ve tartışma çıkar, partiden vazgeçilir. 

Şirin Baba da paraya uyum sağlamaya çalışır. Şirine'ye, ona hastalığı boyunca baktığı için, aşçı ya yemekler için bir miktar para verir ve kısa zamanda fakirleşir. Ekonomist Şirin, Şirin Baba'ya her şirinin şimdiye kadarki hizmetlerinden ötürü para ödemesini teklif eder ama Şirin Baba bunu reddeder. 

Şirin Baba, köye şöyle bir bakar. Şirinler mutsuz ve kavgalıdır. Eskiden zevk alarak yaptıkları işleri artık para almadan yapmamaktadırlar. Şirin Baba, duruma çok üzülür, yine de bir şey yapamaz. 


Bir gün şirinlerden biri paradan sıkıldığını söyler ve köyü terk edeceğini açıklar. Şirin Baba dahil bütün şirinler de onunla birlikte gitmeye karar verir. Ekonomist Şirin, bana borçlusunuz gidemezsiniz der, ama diğer şirinler cevap olarak bütün paralarını ona fırlatır. Ekonomist, parasız zamana dönmeyi reddeder. Bütün köyün ona ait olduğunu iddia eder. 


Geride sadece Ekonomist Şirin kalmıştır artık ama yalnızlıktan sıkılır ve herkesi geri çağırır, artık para olmayacağını söyler. 


Ve mutlu son bütün şirinler geri döner ve paraları eritip müzik aletleri yaparlar. 


Bölümün tamamını isterseniz pdf olarak şuradan indirebilirsiniz.