Hikaye Babil’de başlıyor. Harut ile Marut bize büyü sanatını
öğretiyor. Bu iki melek vasıtasıyla insanoğlu büyü ile tanışıyor. Başka bir
evrenin veya farklı boyutların canlıları olan cinlerle temas kuruluyor.
Bu Babil öğretisi “Süleyman’ın hazinesi”nin en değerli
parçası oluyor. Süleyman, Kudüs’te kendi adına yaptırdığı tapınakta bu hazineyi
muhafaza ediyor. Süleyman gibi hayırlı bir elde hazineye dönüşen bu öğreti,
Kudüs’ün Haçlılar’ca işgalinin ardından Tapınak Şövalyeleri’nin eline geçiyor.
Babil’e efsanevi kuleyi ve bahçelerini, Mısır’a piramitleri
ve muhteşem tapınakları yaptıran; Süleyman’a cinlere hükmetmeyi, rüzgarı
boyunduruğu altına almayı, hayvanların dilinden anlamayı ve onlarla konuşmayı
öğreten ve göz kamaştırıcı bir krallık kazandıran öğreti, Tapınakçılar’ın ve
onların da aralarında bulunduğu gizli teşkilatların elinde, şeytani planlarını
gerçekleştirmek için kullandıkları bir silah haline geliyor. Araçları zaman
içinde amaçları oluyor; bütün bu gücün kaynağı olarak gördükleri İblis’e tapar oluyorlar.
Bin yıllık zaman dilimi içerisinde gelişip genişleyen ve
dallara ayrılan bu uluslar arası gizli teşkilat, Tapınakçılar, Hospitalierler,
mason locaları, Gül ve Haç Kardeşliği, İllüminati ve Kurukafa & Kemik
Teşkilatı gibi giderek aynı çatı altında birleşen farklı oluşumlar ile
kendilerine has yöntemlerle dünyayı yönetmeye başlıyorlar.
Büyük bir gizlilik içinde, dünyanın her köşesini ve hemen
herkesi kontrolleri altına alacak güce erişiyorlar. Örgütlenmeleri bir piramit
şeklinde; en tepede Horus’un “her şeyi gören gözü” ile sembolize ettikleri ve
büyük bir sır olarak sakladıkları bir cin mi, yoksa İblis’in kendisi mi
bilinmeyen yöneticileri bulunuyor.
Hemen herkesi izleyebiliyorlar, hemen her şeyden
haberdarlar. Yüzlerce yıllık planlarla dünyayı yönetiyorlar. Belki dünyanın
bilinen bütün parasal varlığı kadar büyük bir ekonomik güce sahipler
(teşkilatın en tepesindeki yönetici elitler, “en zenginler” klasmanının dışında
ve hepsinden zengin ailelere mensuplar). Sahip olduğumuz menkul tarihi eserler
ve sanat eserleri, onların gizli hazinelerine dâhil bulunanlar yanında belki
sadece birer gölge. Hz. İsa soyunun devamı saydıkları kişileri (Merovinyanlar)
bir kutsal hazine gibi muhafaza ediyorlar. Çağ kapatıp açıyorlar, ülkeleri
yönetip lider atıyorlar, devrimler yapıyorlar. Deprem, tsunami gibi doğal
afetler gerçekleştiriyorlar. Çevre felaketleri, salgınlar, hastalıklar
üretebiliyorlar. İklimlerle oynuyorlar. Tarım ve hayvancılıkta
kullanılanlarından şampuan ve diş macunlarına, medikal ilaçlardan su şebekelerinde
kullanılanlara kadar istedikleri şekilde kullanabildikleri kimyasallara
sahipler. İnsanların zihinlerini kontrol edebiliyorlar. Toplumlarda huzursuzluk
ve karmaşa ile korku ve paranoya hissi uyandırıyorlar. Bütün bir eğlence
sektörü, filmler, çizgi filmler, müzik ve spor dünyası, mimari gibi yöntemlerle
kitleleri etkileyip yönlendiriyorlar. Hipnotize edici etkisiyle televizyonu
kullanıyorlar.
Simgelerle konuşuyorlar. “Milenyum” ile birlikte, doruğuna
çıktıkları gücü gizlemeye gerek duymaksızın her yerde varlıklarını
hissettiriyorlar. Filmler, klipler, sanat eserleri, banknotlar, kitaplar,
afişler, binalar, şehirler onların simgeleriyle dolu.
Orbus unum: Kendi
şeytani dinlerinin, kendi dillerinin (İngilizce!) hakim olduğu tek bir
totaliter dünya devleti için çalışıyorlar.
Novus ordo seclorum: Kendi
kurallarının geçerli olduğu bir “yeni dünya düzeni” belirliyorlar.
Ordo ab chao: Teşkilatlarına
mensup olmuş en ünlü ve etkili düşünürlerden Hegel’in diyalektik kuramına (tez
– antitez – sentez) bağlı olarak tarihi “yazıyorlar”. Kriz ve karmaşa çıkarıp,
bu kriz ve karmaşanın içinden kendi menfaatlerine uygun bir düzen husule
getiriyorlar. Fransız Devrimi ve peşinden gelen milliyetçi devrimlerle kendi
düzenlerine aykırı imparatorlukları deviriyorlar. Komünizm, faşizm gibi kendi
belirledikleri ideoloji ve ideologlarla siyaseti yönlendiriyorlar. 1929 Krizi
gibi büyük ekonomik krizler yaratıyorlar. Bundan hem çok büyük maddi kazanç
sağlıyorlar, hem de ekonomi ve siyaset arenasını kendi istedikleri gibi
yönlendiriyorlar. Dünya savaşlarını tetikliyor ve tarafları finanse ediyorlar,
böylece haritaları istedikleri gibi şekillendirip silah endüstrisiyle servetlerine
servet katıyorlar. Pearl Harbour’lar, Körfez savaşları, medeniyetler çatışması,
İkiz Kuleler’e saldırılar, Afganistan ve Irak işgalleri, Arap Bahar’ları, deli
dana, kuş gribi, domuz gribi gibi suni hastalıklar ve benzeri pek çok
güncel/tarihsel olay ve olgu, bu düsturun hayata geçirilmesinden başka bir şey
değil. Bluebeam teknolojisi gibi yöntemlerle sanal bir UFO/uzaylı istilası,
Empire States binasının İkiz Kuleler gibi yıkılması, virüs salgınları, et yiyen
mikroorganizmalar, canlanan cesetler (zombiler!), hatta bir III. Dünya Savaşı,
şimdiden sinyalini verdikleri kaos hareketleri.
Zion: Siyonist
ideallerin nihai hedefi olarak, belki bir III. Dünya Savaşı sonrası, yani dünya
nüfusunu önemli ölçüde azalttıktan sonra, sadece kendi inananlarından oluşan,
(vaat edilmiş!) Kudüs merkezli bir dünya devleti kurmayı amaçlıyorlar.
Cinlerle sürekli temas halindeler ve belki onlar tarafından
yönetiliyorlar. Okült gizli ayinler düzenledikleri biliniyor. Ve bunların
içinde bakirelerin, küçük çocukların şeytana kurban olarak sunulduğu kanlı
ayinler de bulunuyor.
Tarih boyunca sansasyonel pek çok cinayetin sorumlusu
durumundalar: Rudolf Valentino, Marilyn Monroe, J. F. Kennedy ve ailesi, James
Dean, John Lennon, Jimi Hendrix,Prenses Diana, Kurt Cobain, Anna Nicole Smith, Michael
Jackson, Heath Ledger, Tupac ve Amy
Winehouse bunlardan birkaçı. Kimi ölümsüz kılınma uğruna kurban ediliyor, kimi
de teşkilattan ayrılmak istedikleri ve/veya fazla konuşup açıklanmaması gereken
sırları ifşa ettikleri için öldürülüyorlar.
Tanrılık iddiasındalar ve tanrı gibi davranıyorlar; belki,
Olimpos gibi eski çağların tanrılar oligarşisini hayata geçirmek düşüncesindeler.
Ama insanlar ve her insan gibi zaafları ve korkuları var.
Sırlarının gerekenden fazlasının bilinmesinden korkuyorlar.
Sadece “aydınlanmışlara” özel bilgilerin başka ellere geçmesinden korkuyorlar.
Birlik’ten korkuyorlar. İnsanların bir araya gelip birlik
olması düşüncesinden korkuyorlar. Kendilerine karşı bilinçli bir hareket
oluşmasından, politikalarının protesto edilmesinden, şirketlerinin zarar
etmesinden, akaryakıtlarının alınmamasından, alternatif enerji kaynaklarının
kullanılmasından, kolalarının içilmemesinden, bankalarının kullanılmamasından,
boykotlardan korkuyorlar. Grevlerden korkuyorlar.
Uluslar arası çıkarları doğrultusunda planlarını bozan,
tekerlerine çomak sokan cesur politikacılardan korkuyorlar. Kendi kontrolleri
dışında kitleleri arkalarından sürükleyecek liderlerden korkuyorlar.
Kitlelerin kaliteli eğitiminden bilinçlenmesinden
korkuyorlar. Düşünen ve sorgulayan bireylerin kendileri için teşkil ettiği
tehlikenin farkındalar.
Ahlak anlayışlarının her türünden ve bunları destekleyen
dinlerden korkuyorlar. Tanrı inancından ve inançla hareket eden insanlardan
korkuyorlar. Daha ahlaklı ve samimi bir şekilde inanan toplumların kendilerine
tehdit oluşturacağını biliyorlar.