30 Aralık 2011 Cuma

İllüminati: Teoriler, Görüşler; Bir Genel Bakış




Hikaye Babil’de başlıyor. Harut ile Marut bize büyü sanatını öğretiyor. Bu iki melek vasıtasıyla insanoğlu büyü ile tanışıyor. Başka bir evrenin veya farklı boyutların canlıları olan cinlerle temas kuruluyor.

Bu Babil öğretisi “Süleyman’ın hazinesi”nin en değerli parçası oluyor. Süleyman, Kudüs’te kendi adına yaptırdığı tapınakta bu hazineyi muhafaza ediyor. Süleyman gibi hayırlı bir elde hazineye dönüşen bu öğreti, Kudüs’ün Haçlılar’ca işgalinin ardından Tapınak Şövalyeleri’nin eline geçiyor.

Babil’e efsanevi kuleyi ve bahçelerini, Mısır’a piramitleri ve muhteşem tapınakları yaptıran; Süleyman’a cinlere hükmetmeyi, rüzgarı boyunduruğu altına almayı, hayvanların dilinden anlamayı ve onlarla konuşmayı öğreten ve göz kamaştırıcı bir krallık kazandıran öğreti, Tapınakçılar’ın ve onların da aralarında bulunduğu gizli teşkilatların elinde, şeytani planlarını gerçekleştirmek için kullandıkları bir silah haline geliyor. Araçları zaman içinde amaçları oluyor; bütün bu gücün kaynağı olarak gördükleri İblis’e tapar oluyorlar.

Bin yıllık zaman dilimi içerisinde gelişip genişleyen ve dallara ayrılan bu uluslar arası gizli teşkilat, Tapınakçılar, Hospitalierler, mason locaları, Gül ve Haç Kardeşliği, İllüminati ve Kurukafa & Kemik Teşkilatı gibi giderek aynı çatı altında birleşen farklı oluşumlar ile kendilerine has yöntemlerle dünyayı yönetmeye başlıyorlar.

Büyük bir gizlilik içinde, dünyanın her köşesini ve hemen herkesi kontrolleri altına alacak güce erişiyorlar. Örgütlenmeleri bir piramit şeklinde; en tepede Horus’un “her şeyi gören gözü” ile sembolize ettikleri ve büyük bir sır olarak sakladıkları bir cin mi, yoksa İblis’in kendisi mi bilinmeyen yöneticileri bulunuyor.

Hemen herkesi izleyebiliyorlar, hemen her şeyden haberdarlar. Yüzlerce yıllık planlarla dünyayı yönetiyorlar. Belki dünyanın bilinen bütün parasal varlığı kadar büyük bir ekonomik güce sahipler (teşkilatın en tepesindeki yönetici elitler, “en zenginler” klasmanının dışında ve hepsinden zengin ailelere mensuplar). Sahip olduğumuz menkul tarihi eserler ve sanat eserleri, onların gizli hazinelerine dâhil bulunanlar yanında belki sadece birer gölge. Hz. İsa soyunun devamı saydıkları kişileri (Merovinyanlar) bir kutsal hazine gibi muhafaza ediyorlar. Çağ kapatıp açıyorlar, ülkeleri yönetip lider atıyorlar, devrimler yapıyorlar. Deprem, tsunami gibi doğal afetler gerçekleştiriyorlar. Çevre felaketleri, salgınlar, hastalıklar üretebiliyorlar. İklimlerle oynuyorlar. Tarım ve hayvancılıkta kullanılanlarından şampuan ve diş macunlarına, medikal ilaçlardan su şebekelerinde kullanılanlara kadar istedikleri şekilde kullanabildikleri kimyasallara sahipler. İnsanların zihinlerini kontrol edebiliyorlar. Toplumlarda huzursuzluk ve karmaşa ile korku ve paranoya hissi uyandırıyorlar. Bütün bir eğlence sektörü, filmler, çizgi filmler, müzik ve spor dünyası, mimari gibi yöntemlerle kitleleri etkileyip yönlendiriyorlar. Hipnotize edici etkisiyle televizyonu kullanıyorlar.

Simgelerle konuşuyorlar. “Milenyum” ile birlikte, doruğuna çıktıkları gücü gizlemeye gerek duymaksızın her yerde varlıklarını hissettiriyorlar. Filmler, klipler, sanat eserleri, banknotlar, kitaplar, afişler, binalar, şehirler onların simgeleriyle dolu.

Orbus unum: Kendi şeytani dinlerinin, kendi dillerinin (İngilizce!) hakim olduğu tek bir totaliter dünya devleti için çalışıyorlar.

Novus ordo seclorum: Kendi kurallarının geçerli olduğu bir “yeni dünya düzeni” belirliyorlar.

Ordo ab chao: Teşkilatlarına mensup olmuş en ünlü ve etkili düşünürlerden Hegel’in diyalektik kuramına (tez – antitez – sentez) bağlı olarak tarihi “yazıyorlar”. Kriz ve karmaşa çıkarıp, bu kriz ve karmaşanın içinden kendi menfaatlerine uygun bir düzen husule getiriyorlar. Fransız Devrimi ve peşinden gelen milliyetçi devrimlerle kendi düzenlerine aykırı imparatorlukları deviriyorlar. Komünizm, faşizm gibi kendi belirledikleri ideoloji ve ideologlarla siyaseti yönlendiriyorlar. 1929 Krizi gibi büyük ekonomik krizler yaratıyorlar. Bundan hem çok büyük maddi kazanç sağlıyorlar, hem de ekonomi ve siyaset arenasını kendi istedikleri gibi yönlendiriyorlar. Dünya savaşlarını tetikliyor ve tarafları finanse ediyorlar, böylece haritaları istedikleri gibi şekillendirip silah endüstrisiyle servetlerine servet katıyorlar. Pearl Harbour’lar, Körfez savaşları, medeniyetler çatışması, İkiz Kuleler’e saldırılar, Afganistan ve Irak işgalleri, Arap Bahar’ları, deli dana, kuş gribi, domuz gribi gibi suni hastalıklar ve benzeri pek çok güncel/tarihsel olay ve olgu, bu düsturun hayata geçirilmesinden başka bir şey değil. Bluebeam teknolojisi gibi yöntemlerle sanal bir UFO/uzaylı istilası, Empire States binasının İkiz Kuleler gibi yıkılması, virüs salgınları, et yiyen mikroorganizmalar, canlanan cesetler (zombiler!), hatta bir III. Dünya Savaşı, şimdiden sinyalini verdikleri kaos hareketleri.

Zion: Siyonist ideallerin nihai hedefi olarak, belki bir III. Dünya Savaşı sonrası, yani dünya nüfusunu önemli ölçüde azalttıktan sonra, sadece kendi inananlarından oluşan, (vaat edilmiş!) Kudüs merkezli bir dünya devleti kurmayı amaçlıyorlar.

Cinlerle sürekli temas halindeler ve belki onlar tarafından yönetiliyorlar. Okült gizli ayinler düzenledikleri biliniyor. Ve bunların içinde bakirelerin, küçük çocukların şeytana kurban olarak sunulduğu kanlı ayinler de bulunuyor.

Tarih boyunca sansasyonel pek çok cinayetin sorumlusu durumundalar: Rudolf Valentino, Marilyn Monroe, J. F. Kennedy ve ailesi, James Dean, John Lennon, Jimi Hendrix,Prenses Diana, Kurt Cobain, Anna Nicole Smith, Michael Jackson, Heath Ledger,  Tupac ve Amy Winehouse bunlardan birkaçı. Kimi ölümsüz kılınma uğruna kurban ediliyor, kimi de teşkilattan ayrılmak istedikleri ve/veya fazla konuşup açıklanmaması gereken sırları ifşa ettikleri için öldürülüyorlar.

Tanrılık iddiasındalar ve tanrı gibi davranıyorlar; belki, Olimpos gibi eski çağların tanrılar oligarşisini hayata geçirmek düşüncesindeler. Ama insanlar ve her insan gibi zaafları ve korkuları var.

Sırlarının gerekenden fazlasının bilinmesinden korkuyorlar. Sadece “aydınlanmışlara” özel bilgilerin başka ellere geçmesinden korkuyorlar.

Birlik’ten korkuyorlar. İnsanların bir araya gelip birlik olması düşüncesinden korkuyorlar. Kendilerine karşı bilinçli bir hareket oluşmasından, politikalarının protesto edilmesinden, şirketlerinin zarar etmesinden, akaryakıtlarının alınmamasından, alternatif enerji kaynaklarının kullanılmasından, kolalarının içilmemesinden, bankalarının kullanılmamasından, boykotlardan korkuyorlar. Grevlerden korkuyorlar.

Uluslar arası çıkarları doğrultusunda planlarını bozan, tekerlerine çomak sokan cesur politikacılardan korkuyorlar. Kendi kontrolleri dışında kitleleri arkalarından sürükleyecek liderlerden korkuyorlar.

Kitlelerin kaliteli eğitiminden bilinçlenmesinden korkuyorlar. Düşünen ve sorgulayan bireylerin kendileri için teşkil ettiği tehlikenin farkındalar.

Ahlak anlayışlarının her türünden ve bunları destekleyen dinlerden korkuyorlar. Tanrı inancından ve inançla hareket eden insanlardan korkuyorlar. Daha ahlaklı ve samimi bir şekilde inanan toplumların kendilerine tehdit oluşturacağını biliyorlar.

18 Aralık 2011 Pazar

Ne denli ilerlersem ilerleyeyim, asla bir kesin doğruya, bir son amaca ve zorlayıcı hiçbir başlangıç ilkesine varamıyorum. Ama aynı zamanda bu sonu gelmeyen gidişi de kabul edemiyorum. Çünkü birşeyler yapmam gerekiyor; dolayısıyla bir karar almak, bir tercih yapmak ve o tercihi yaparken bir postülata dayandığını kabul etmek zorundayım. 


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-

2 Aralık 2011 Cuma

Yedi yüzyıl önce derin bir vadiden yedi beyaz güvercin yükselip dağın karla kaplı doruğuna doğru uçtular. Bu uçuşu seyreden yedi adamdan birisi, "Yedinci güvercinin kanadının üstünde siyah bir nokta gördüm" dedi.
Bugün o vadideki insanlar karlı dağın doruğuna uçan yedi siyah güvercini anlatırlar.

-Halil Cibran-

Back to the Future-2

Bu da aynı dizinin ikincisi:

Back to the Future

Fotoğraf sanatçısı Irina Werning'in güzel mi, eğlenceli mi, hüzünlü mü yoksa hepsi birden mi karar veremediğim dizi çalışması. Tıklayın, görün...

27 Kasım 2011 Pazar

Hayatın dört yol ağzındasın delikanlı! Ve şehzadelerin karşısında yollar üçe ayrıldı... bu yolların yalnız biri mutluluğa gider.


Kasırgalı bir deniz. Kayalara koşan gemi. Ve kuleden avazı çıktığı kadar bağıran nöbetçi.


Bakışların ayakkabılarına takılı, samanyoluna değil.


-Cemil Meriç, Jurnal-

26 Kasım 2011 Cumartesi

Makinalar insanın yapacağı işi yapabilir... Ama yapıyorlar mı? Hangi çağda çalışma, ulaşım, eğlence, çevre kirlenmesi tempoları, bugünkünden daha çok sinir hastalıklarına, enfarktüse, şiddet olaylarına, hayati sakatlanmalara, uyuşturucunun ve intiharın kucağına sığınmaya yol açmış; insanı diğer insanlardan ve kendisinden böylesine uzaklaştırmıştır?


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Rönesans'tan beri bilim ve teknikler dinin yerine geçti. Bunlar bize "Kâdiri mutlak" olmayı vadediyor. Marlowe'un Faust'u şunları telkin ediyordu: "Ey insanoğlu. O güçlü beyninle bir tanrı, bütün unsurların maliki ve rabbi ol!" Descartes da "bizi tabiatın efendileri ve sahipleri kılacak bir bilimin" müjdesini veriyordu. gerçekten bu bilim dört asırdır göz kamaştırıcı başarılar ortaya koydu.
Başka hiçbir şeyin Batı'ya, insanlık tarihinin ilk toplu hegemonyası olan bu dört asırlık dünya egemenliğini verecek kadar yararı dokunamazdı.
Bilim ve teknik, vebayı ortadan kaldırma imkanı verdi ama 1939'dan Hiroşima'ya kadar 60 milyon insanın yok edilmesini de sağladı.
İlk top, bütün motorların atasıdır. Atom bombası da nükleer santrallerin atası... Bu rastlantı mı? Hayatımıza savaş teknolojisi yön veriyor.
Motorlu taşıt sanayii insana 14. Louis'nin saltanat arabasından çok daha hızlı ve konforlu arabalar bahşetti, ama dünyada yılda 200.000 insanı öldürmekte (yılda 3 Hiroşima!).


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-

25 Kasım 2011 Cuma

Hiçbir partiden çağımızın çapına yaraşır, büyük bir tasarı, geleceğe yönelik büyük bir proje gelmediğinden, seçimler siyaset entropisinin bataklık kanununa uyarak %49'la %51 arasında dağılım gösteriyor, ama karşı düşüncede olanlar yeni bir düzen tasarlayıp öneremediklerinden, eski düzeni ayakta tutma ve statükoyu sürdürme konusunda en güvenilir olanlar hafif bir üstünlük elde ediyorlar.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Gerçek iktidar "ekonomik büyüme"yi kendileri için en gelir sağlayıcı sektörlere bağlayan baskı grupları elindedir. Nükleer enerji ve otomotiv sanayii. Büyümenin iki memesi. Trafik terörü neden büyüdü?


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-

23 Kasım 2011 Çarşamba

Oyunun yöneticileri, o pek kutsal “ekonomik büyüme”lerinin motorunu sakatlamadan, çalışmanın yanı sıra “eğlenme”nin kişiyi özgürleştirici değerlerine yer veremezlerdi, ama eğlenceyi pazarlamayı doğrusu pek iyi becerdiler.
Onların “ne pahasına olursa olsun büyüme” diyen iş mantığı, sahici bir çevrebilim mantığına sahip çıkmalarına imkan vermiyordu, ama onlar çevre kirliliği ile mücadeleyi ekonomilerinin gelişip serpilen bir dalı haline getirmeyi iyi becerdiler.
Cinsel özgürlük, erkeğin hegemonyasını tartışma konusu yaparak, sistemin dayanaklarını sarsabilirdi, işte bu nedenle; iktidara bir zararı dokunmayan, yazılı e film halindeki müstehcenliğe izin verme politikası güdüldü.

-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Gerçek inanç: VAROLMA. Bugünkü tarihi sapmalara karşı sürekli bir meydan okumadır ve ancak şu şartlarda muzaffer olabilir: Eğer araştırmanın ağırlık noktasını hemen hiç tükenmez olan güneş enerjisi selinin kullanımına hasredip, artık suni ihtiyaçları ve pazarın ve savaşın gayriinsani istekleri doğrultusunda en affedilmez savurganlıklar doğurmadan, tabiatla yeni ilişkiler kurmayı başarırsak; insanla orman kanunu bireyciliği ve beyaz karınca yuvası totalitarizmi arasında artık gidip gelmeyen, insanla insan arasında yeni ilişkiler kurmayı ve toplumun tam anlamıyla insani münasebetini yeniden kurmayı başarabilirsek içinde insanın bulunmadığı bir gelişmenin korkunç ve gerçekten uzaklaşmış yanılmalarına kendimizi bırakıvermenin ötesinde, geçmiş ve şimdiki zamanla bağları kurmanın sürekli imkanını ve aşkınlığın boyutunu yeniden keşfedip Tanrı ile yeni bir bağ kurmayı başarabilirsek...


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Musa ve İşaya süper güçlere - krallara başkaldırıyor. Bir kavmin başına gelen felaketleri bu peygamberler, insanı, kötü başarısızlıkların ötesinde, tarihten ve geleceğin zaferinden bütünüyle sorumlu kılarlar. İsa şeriat adına siyasete istedikleri biçim ve yönü vermek isteyen din adamlarına, tanrı-imparatora ve Roma totalitarizmine karşı çıkıyor. İslam büyük uygarlıkların mirasçısı olarak bereket götürücü kasırga gibi yayılıyor. Bilimin, tasavvufun ve sanatların inanılmaz serpilişiyle geleceğin ufuklarını açıyor.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
İran'la Afganistan sınırında Zerdüşt'ün sesi yükseliyor. İlk defa "toprağa yerleşmiş iyi çiftçinin" yağmacı göçebe karşısındaki dramı evrensel "iyi-kötü savaşı" boyutunu alıyor.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-

22 Kasım 2011 Salı

Göçebe hayattan tarım ve şehirleşmeye geçiş, günübirlik ihtiyaçların tutsaklığından kurtulma ve insanlaşmaya başlayışın kesin adımı olan kültüre ve gayeler üzerinde düşünmeye adanma imkanı vermiştir.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Her şeyi kavrama indirgemek iddiasında olan sakat akılcılığıyla her şeyi bizim yalnızlığımıza denk duruma düşürmek isteyen ve aşkınlığın ve aşkın tam anlamıyla insani, yani ilahi boyutlarını gitgide daha çok tanımazdan gelen bireyciliğiyle, Rönesans'tan bu yana Avrupa politika ve ekonomisinin dar ufku içinde kendimizi sınırlandırmamız mümkün değildir.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Şiddet ve çöküş, büyüme modelimizin yan ürünlerinden başka bir şey değildir.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Kimileri için ressamlığın amacı yalnızca resim yapmak olur, edebiyatın amacı da yazmak. Felsefede ise bilme eylemi amaçsız bir felsefenin konusunu oluşturur. Bu felsefe sokaktaki adamı ilgilendirmez, çünkü ortaya koyduğu sorunlar, sadece yanlış ortaya kondukları için ortaya çıkmışlardır.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
20. Yüzyıl'ın son çeyreğindeki ölüm tohumları ve spazmları baskı altına almanın yeterli olabileceği aksaklıklar ya da sapıtmalar değildir. Bu kaos, (bütün dünyaya kendini zorla kabul ettiren) Batı büyüme modelinin ve onu kuran ve haklı gösteren kültür modelinin iç mantığındadır, yani tabiatla, insanla ve Tanrı'yla ilişkileri kavrayış ve yaşayış biçiminde yatmaktadır.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Eğer araçlara yeni amaçlar göstermemeye devam edersek, bizi yok edecek araçlar eksik olmayacaktır.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Dört yüzyıldan beri üç dünyanın zenginlikleriyle bilgeliklerini yağmaladık, har vurup harman savurduk. Şimdi söz konusu olan, o eski peygamberliklere, o antik keşiflere dönmek değil, ama çağımızın sorunlarına cevap verebilme gücünü onlardan devşirmektir. Hala varolmak ve yaşamak mümkündür.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-
Eğer gelecek 30 yılı geçmiş 30 yıl gibi yaşarsak, torunlarımızı katletmekteyiz demektir. Kendi türümüzün yaşama ve sağ kalma şartlarını belirlemek ve gerçekleştirmek için daha fazla hayal gücü gerekiyor.


-Roger Garaudy, Yaşayanlara Çağrı'dan-

8 Kasım 2011 Salı

Sizin hiç babanız öldü mü?

Sizin hiç babanız öldü mü? 
Benim bir kere öldü kör oldum 
Yıkadılar aldılar götürdüler 
Babamdan ummazdım bunu kör oldum 
Siz hiç hamama gittiniz mi? 
Ben gittim lambanın biri söndü 
Gözümün biri söndü kör oldum 
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak 
Şöylelemesine maviydi kör oldum 
Taşlara gelince hamam taşlarına 
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi 
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm 
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü 
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum 
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

-Cemal Süreya-
‎...
Ömür ki, bir kurak çöl,
Onu tek bir güne böl;
Şebnem gibi doğ ve öl,
Yıldızlı bir gecede!..

-N. F. Kısakürek-
Şimdiye dek düşünmediyseniz
Bakmayın içinde ne var,
Küçük bir kitaptır yaşamak
Elinde tutmaya yarar.

-C. Süreya-

7 Kasım 2011 Pazartesi

Petrol lambası yanan
Kamış sazlı kulübede
Çerden çöpten kulübede
Mısır ekmeği yiyen çocuk
Seni seviyor.

-S. Faik-

6 Kasım 2011 Pazar

Tepedeki Çimenlik

Tepedeki çimenlikte
Yalınayak dolaşarak
Yemyeşille masmavinin ortasında uzanarak
Hayaller kurarak
Rüzgara savurarak
Vazgeçmek birdenbire
Herşeyden vazgeçmek

-Nejat Yavaşoğulları-
Bir başka alem seni benden alırsa
Bir başkasına olur a aşık olursan
Sanma ki senden
Senin uğruna verdiklerimden
Geriye birşey isterim sen ayrılırken
Sanma ki senin için yaptıklarımın
Hesabı sorulacaktır senden.

-Mehmet Teoman-

5 Kasım 2011 Cumartesi

Pink Floyd, kapağında "tokalaşırken yanan adam" olan albümünden...

Hatırlıyor musun, gençliğinde güneş gibi parıldardın
Şimdi semada kara deliklere benziyor bakışların
Patlat kendini çılgın elmas
Haydi gel ve parılda!.. 
Şimdi aynı akvaryumda yüzen iki yitik ruhsuz yalnızca 
Yıllar yılı aynı eski toprakları aşındırarak ne bulduk ki?
Aynı eski korkulardan başka...
Burada olsaydın keşke...

Hatırlar mısın, gençliğinde güneş gibi parıldardın
Şimdi semada kara delikler gibi bakışların...

Keşke burada olsaydın...

Mina Urgan'dan...

Ölüm ona yaklaştıkça
O çılgın ağaca sevdası artıyor.
Sevdası arttıkça
Büsbütün çıldırıyor ağaç,
Ölüm de biraz uzaklaşıyor sanki.

Gürhan Uçkan'dan...


...
Zaman burçları da yener, bilirsin sen de,
Mevsimler sarılarını, yeşillerini bırakarak geçer
Açılır bütün kapılar, görülür bütün düşler,
O iğneyle acının dantelini örerim, biliyorsun
Bir de seni sevmem var ki, o beşinci mevsim.

Münevver Oğan'dan...

... Ne yapsam nafile! Kimse tanımıyor onları. Eski bir kenti, kentin o güzelim sokaklarını da anımsayan yok... Balık istifi biniyorum otobüse. Blues çınlıyor kulaklarımda. Ağlıyorum. Ben burada mı yaşıyorum? Nerede sevincimi, üzüntümü paylaşacak dostlarım? Üşüyorum, üşüyorum... Lütfen beni eski bir kentte indirin. Sokakları tanıdık olsun, Yoğurtçusu ve horoz şekercisi de bulunsun. Unutulumuş bir zamanın fotoğrafında kalmak istiyorum...

Öl ve Ol...


Alevler içinde ölmeye can atan canlıyı
Övmek istiyorum.
Hayatı aldığın ve onu geri verdiğin
Aşk gecelerinin ilkbaharında;
Sessiz alevlerin önünde
Seni garip bir baş dönmesi yakalayıverdi.
Gölgenin boşluğunda
Artık kapanıp kalmayacaksın
Yeni bir arzu, seni çağırmakta
Daha ulvi bir aşka doğru
Hiçbir mesafe seni durduramaz.
Ona doğru uçuyorsun büyülenmiş,
Ve sen nurun aşığı,
Orada tıpkı bir pervane gibi yanıyorsun.
Sen gölgeden başka birşey değilsin
Yeryüzü gecesinde,
Anlamadığın müddetçe
Bu kanunu: Öl ve ol!


-Goethe, Doğu-Batı Divanı-

Tahta At

Kadehimi yere vurdular
Bir adam ağlıyordu, deli
Kendine tahta bir at yaptılar
Özgürdü bu at, kırdılar.

Kapalıydı tüm kapılar
Çok uzakta beyaz bir at yaptılar
Dörtnal gökyüzüne uçabilirdi
Elleri yelesinde, tahta atı kırdılar.

-Cahit Irgat-

4 Kasım 2011 Cuma

Rüya

Bir rüya gördüm gündüz uykusunda
İncecikten bir kar yağıyordu
Sabahat'im hasta yatağında doğrulmuş
Bir aydınlığa bakıyordu
İncecikten bir kar yağıyordu
Bahriyeli ağabeyimi düşünüp
Erzincan'da annem ağlıyordu.

Kar yağıyordu.

-M. C. Anday-

Kötü Tüccarlar

Tanrım, biz basit insanlardık,
Mal alıp satmaktı bizim işimiz
(ve kimsenin almayı düşünmediği mallardı ruhlarımız)
Kumaşın kenarına bakıp paha biçmezdik
Ölçtüğümüz kumaşta bile hile olmazdı
hiç yarı fiyata satmaya kalkmazdık kalan parçaları

Buydu bizim günahımız.

Yalnız iyi mal satmaktı bizim işimiz
hayatta bir küçük köşemiz olsun bu bize yeterdi
değeri çok olan eşya hayatta az yer tutar.
Biz nasıl bir ölçü kullandıysak şimdi sen de
bizi o ölçüyle yargıla.
Biz mülkümüze mülk katmadık.

Tanrım biz kötü tüccarlardık.

-Dimitrios Antoniu-

30 Ekim 2011 Pazar

Köyde, su kenarında akşamı severim...
Her yanda beyaz bulutlar kaynaşır...
Karşımdaki kapı artık görünmez oldu,
Artık yalnız tavuklarla köpekler birbirini işitebilirler.

Köyde, su kenarında akşamı severim,
Bütün köylülerin bitap oldukları,
Fasulye sırığından yapılmış çardağın altında gevezelik ettikleri,
Her sözün bir şiir olduğu anı severim.

-Hsü Wei-

Brihadaranyaka Upanişad

Başlangıçta yalnız Atman vardı. Etrafına baktı, ama kendisinden başka hiçbir şey  görmedi. “Ben varım” dedi. Bundan dolayı, O’nun adı “Ben” oldu. Bu nedenle şimdi dahi bir adama kim olduğunu sorsanız o önce “Ben” der, sonra da sahip olduğu diğer ismini söyler. O her şeyin en eskisidir. Bu yüzden O’na “ilk fert” adı verilmiştir. Bu gerçeği bilen kişi her kötülüğü yok eder ve insanlar arasında ilk sırayı alır.
Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır. “Benden başka hiçbir şey yoksa niçin korkayım?” diye düşündü. O zaman korkusu geçti, korkacak bir şey yoktu. Çünkü korku, ikinci bir varlık olduğu zaman geçerlidir.


(Upanişadlar – Tanrı’nın Soluğu
Mehmet Ali Işım, Dergah Yay., İstanbul, 1999.)

Dans!..



İnsan hayatının üç boyutlu bir tasviri olan dansın gücü simgeselliğinde gizlidir. Kristalize olmuş bir simgeler bileşkesi olarak dans, bu simgelerin insan vücudunda şekil bulmuş hâlidir. Öncelikle, ruhsal âlemlere ulaşmak için fizikselliğin sınırlarını aşmak isteyen insanoğlunun çabalarını dile getiren bir simge sayılabilir dans. “İnsanı temsil eden bir görüntü” oluşturmak için bedensel davranışlar kullanılır.

Ancak dansın bir bedensel yeterlilik veya kabiliyet gösterisi olarak görülmesi, dansın sanatsal işlevini ortadan kaldırır; onu salt eğlence, akrobasi veya cimnastik sınıfına koymamıza neden olur. Zira sanatı sanat yapan ölçü, araçlarının ifade yüklü olmasıdır. Bu noktadan hareketle, kişisel veya grup becerisine dayalı kinetik unsurların tamamını “dans” başlığı altında tasnif edebilsek bile, bu unsurların tümünü “sanat” adı altında açıklayamayız.

Ayrıca diğer sanat dalları gibi dansı da, davranış bilimlerine ve tarih, antropoloji gibi beşeri bilimlere dayalı farklı okumalara tâbi tutabiliyoruz. Bu okumaların çoğu sosyolojik ve sosyo-psikolojik olmak durumunda.

Bugün biliyoruz ki dansın ana ilham kaynakları öncelikle eğlence ve dînî ritüellerdir. Rüzgârda ağaçların, çiçeklerin salınışı, yılanın kıvrılışı, ateşin hareketi veya fırtınalı denizde dalgalanmalar gibi –mimesis ile açıklayabileceğimiz- menşei doğa olan danslar ile, matem ve savaş gibi sosyal olgular üzerine kurulu danslar da, bu olgunun bir sanat dalı olarak doğuşuna öncülük etmiştir.

Hıristiyanlığın gelişmesiyle doğan ahlâk anlayışı; dansı aşk, şehvet ve şiddeti çağrıştıran bir unsur olarak görmesi ve buna karşı tavır alması, dansın en azından Batı’da yüzyıllarca tahkir olunmasına yol açmıştır. Yine kendisiyle hemen hemen ortak araçları (insan bedeni ve sesi) kullanan farklı sanat dallarının (tiyatro, opera, pantomim, sinema; bizde meddah, ortaoyunu, vb.) gelişimi de, ifade biçimi temelde simgelere dayalı ve en eski sanat dallarından biri olan dansın gelişimini sekteye uğratmıştır. Özellikle modern çağda sinemanın devreye girmesiyle bir sanatsal faaliyet olarak geri planda kalmıştır.

İlk çağlarda tiyatro ve modern çağda sinema, bir sanatsal araç olarak insanı farklı kılıflarda ve çok çeşitli yönleriyle kullanarak çığır açmıştı. Bu sanat dallarındaki görsel ve işitsel öğelerin çokluğu, herbiri ortaya çıktığında dansı geri plana itmede etken oldu. Ayrıca bu sanat dalları, bu varyasyonlar içinde dansa da yer veriyordu. Dansa eşlik eden müzik de en şık ve çeşitli örnekleriyle bu sanat dalları içinde pek âlâ yer bulabiliyordu. Dansın işlediği bütün temalar, bu diğer üç boyutlu insanlı temâşâ (gösteri) sanatlarının tümünde de işlenebiliyordu. İşte temelde bu nedenlerden ötürü dans, diğerleri yanında bir sanat dalı olarak gelişimini rahatlıkla sürdüremedi, bunların gerisinde kalmaya mahkûm oldu.

Oysa ki dans, insan duygularının en kolay, estetik ve –ve çoğu zaman zevkli- ifade biçimlerinden biri olmuştur.zaten bu nedenle en eski çağlardan beri –hiç olmazsa bir davranış biçimi olarak- varlığını sürdüregelmiştir ve sürdürecektir de.

Ancak biliyoruz ki, eski çağlarda dansın insan hayatındaki yeri ve önemi çok daha büyüktü. Bu bilgiyi Eski Mısır, Yunan, Orta ve Uzakdoğu ile Güney Amerika medeniyetlerine ait yazılı ve görsel kaynaklarından rahatlıkla edinebiliyoruz.

Az önce de belirttiğim gibi, basit ve simgesel ifade biçimleri yerini daha sofistike olanlara bıraktı. Bunun nedenlerini de yukarıda açıkladım. Modern çağlara yaklaşıldığında bu hareket ivme kazandı, bu duruma dans da dahildir. Bu durumun nedeni olarak da değişen sosyal ilişki biçimleri, hayat tarzları ve standartları gösterilebilir. Elbette bunun geri planında da üretim ve paylaşım tarzı ve ilişkileri ile teknolojik gelişim bulunuyor, yani klasik altyapı unsurları..

Dansta da modernleşme öncesi ve sonrası, bu yönde yeni açılımları görüyoruz. Bu açılımlar Batı’da ve öncelikle bale, sonra salon dansları (ki vals bu konuda öncü örnektir) ve nihayet modern danslar olarak tezahür etti.

Faulkner'dan...

İşte bu yüzden, bugün yazan gençler, hakkında yazmaya değen, dert ve yorgunluğa değen tek şeyi, sırf bu yolla iyi yazmalarını sağlayabilecek olan tek şeyi unuttular: kendiyle çatışan insan kalbinin sorunlarını. Bunu yeniden öğrenmeliler. Olabilecek en bayağı şeyin korkmak olduğunu kendilerine öğretmeliler: bunu yaparken de çalışmalarında ezelî gerçeklerden ve yüreklerinin doğrularından, geçici ve yok olmaya mahkûm herhangi bir öykü içermeyen evrensel doğrulardan –sevgi ve onurdan, şefkat ve gururdan ve merhamet ve fedakârlıktan- başka hiçbir şeye yer bırakmayacak biçimde, her şeyi sonsuza kadar unutmalılar. Yoksa bir lânet altında çalışırlar. Aşkı değil şehveti, kimsenin değerli bir şey yitirmediği yenilgileri ve umut içermeyen, en kötüsü de şefkat ve merhamet içermeyen zaferleri yazarlar. Kederleri hiçbir evrensel kedere neden olmaz, hiçbir iz bırakmaz. Kalpten değil, hormonlardan yazarlar.

W. Faulkner, 1949 Nobel Ödül Töreni  Konuşması’ndan

29 Ekim 2011 Cumartesi

... işte son yirmi dört saatin envanteri: hiçbir yeni fetih yok!

Cemil Meriç'ten...

Bu kitapların da, fedakarlıkların da kimseye faydası yok. Sen de koş, sen de düş, sen de yaralan. Kalbinin duracağı bahtiyar güne kadar seninle beraber yaralanmaktan başka ne yapabilirim?..Advertise with my Blog



buy blog reviews
Zümrüt görünüşleri göğe değen sivri dağ tepeleri arasında, yılların nasıl geçtiğini bilmeden, özgürce yaşıyorsunuz. Eski yolu görmek için iri bulutları şöyle bir yana itiyorum. Kaynakların sesini dinlemek için ağaç kütüklerine yaslanıyorum. Yumuşacık çiçeklerin içinde kara sığırlar yan gelip yatmış. Ulu çam ağaçlarının üstünde beyaz turnalar uykuya dalmış. Irmakta akşam olduğunda daha biz söyleşmekteydik. Ve işte tek başıma sisin ve soğuğun içine yine dalıyorum.

-Li P'o-

Azize Hildegarde (1098-1179) diyor ki:


Hayatın bütün kıvılcımlarından ışın ışın yayılan ve en üstün gücüm ben. Bende ölümün hiç yeri yoktur...
Ben, tarlaların güzelliğinde parlayan ilahi cevherim. Ben suyun parlaklığıyım. Ben güneşte, ayda ve yıldızlarda yanarım. Görülmeyen rüzgarın esrarengiz gücü, benim gücümdür. Ben, yaşayan her şeyin soluğundayım. Ben yeşil çayırlar ve çiçeklerle nefes alıp veririm. Sular canlı varlıklar gibi akıp gittiğinde, işte ben oyum. Ben arzı üzerinde taşıyan sütunlar arasındayım. Ben bilgelik'im. Yaratıcı kelamın gürlemesi herbir şeyden yankılandığı zaman, bu kelam benimkisiydi. Ölmesinler diye ben bütün varlıklarda bulunurum. Ben hayatım.

Uyanın beyler!
Biraz kafa patlatın da
şu derdimize bir derman bulun!


-Fareli Köyün Kavalcısı'ndan-

28 Ekim 2011 Cuma

Şark'ın sonsuz ve esrarlı 
Gecelerinde bir hayal gibi göründü 
Otuz-kırk tane gemi 
Binlerce renk pullar saçan tüle büründü 


-Sema, "Efsane Hanımlar" albümünden-
Kısa bir gülümseme yürüdü dudaklarından
Benim dudaklarıma da geçti
Çocuklar gibi kızardım
Öteki kızlar gülüştüler
Ben kendimi sevdim, güvendim
Saçlarımı düzelttim, göğsümü biraz kapadım
Bana elini uzattı, ellerimiz birbirine değdi
Sıcaktı, inceydi, kıskanırım anlatmaya bu eli 


-Edip Cansever-
Ne zaman bir tilkinin, sanki dünyada hiçbir derdi yokmuş gibi, tam bir özgürlük içinde buz tutmuş gölün üstünden geçişini veya güneşli bir havada tepelerde koştuğunu görsem, güneşin ve dünyanın gerçek sahibinin o olduğunu düşünürüm.

H. D. Thoreau

27 Ekim 2011 Perşembe

Vaktin birinde, caddede, sırtına İsis heykeli yüklenmiş bir eşek görünür. Heykeli görenler, ihtiramla önünde eğilip saygılarını sunarlar tanrılarına. Zavallı eşek bunu üzerine alınır ve kendisini tanrı zanneder...

Bunun üzerine onu süren işçi sopasıyla eşeği dürtüp der ki:

"Non es Deus tu, aselle, sed Deum vehis." - Sen tanrı değilsin küçük eşeğim, tanrıyı sırtında taşıyorsun.

O tarihten beri, kendisini birşey zannedenlere bu söz itham olunur.

Annem her fırsatta çocuklarına , güneşe doğru zıplamalarını öğütlerdi. 
Güneşe ulaşamazdık ama hiç olmazsa ayaklarımız yerden kesilirdi. 


Z.N. Hurston

1 Haziran 2011 Çarşamba

George Dalaras'tan...

Sesinin içine girsem, sesimin içine girsen, 
Memeden kesilmiş bir yazın anısında 
Sığınsak birbirimizin sesine. 
Yumurtaları çalınmış kırlangıç yuvası kalbim, 
Yavrularını şahin kapmış bir zavallı güvercin, 
Ey acılar hasadında kervan başı duran! 
Hasretini çekenin hasretiyle yanar hasret çeken.” 


-George Dalaras-

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Aragon'dan...

İnsanlarda tek sıcak kanun 
Üzümden şarap yapmaları 
Kömürden ateş yapmaları 
Öpücüklerden insan yapmalarıdır 


-Aragon-

23 Mart 2011 Çarşamba

Kaptan İyi Kalpli

Oymuş ora!.. Neymiş, nereymiş, tam bilemeden yazıyorum... Öyleymiş orası işte... Çok çocukken; böyle bir gölgeli masa altı, dikiş makinasıyla duvar arası, en ufak odadaki eski halı, artık neresi olursa, oradaymışım ben!.. Oradaydı da tabii, orası bir geminin gizli yeriymiş, ben kaçakmışım, trende evine dönen yorgun minikmişim, orada uyuyakalmalıymışım, kimseye anlatmadığım kahramanlıklar yapmakmış işim... Kedini kutu, sepet sevmesi gibi, gayet miyop, gelişmiş bir kedi... Meğerse başka biriymişim... "Gündüz ruyası" deyip geçelim... Gizlice rom içen bir çakal miço yakaladı diyelim beni, olsun- kaptan iyi kalpli!..


 -Vedat Özdemiroğlu'ndan-

1 Mart 2011 Salı

Sevinçliyken yüreğinizin deriliklerine bakın, sizi şimdi sevindirenin, sizi bir zamanlar üzenden başka birşey olmadığını göreceksiniz. Kederli olduğunuz zaman yine yüreğinize bakın, aslında bir zamanlar mutluluk kaynağınız olan için ağladığınızı göreceksiniz.. 


Halil Cibran

4 Ocak 2011 Salı


ilk tanıştığımızda daha çocuktuk, asiydik, toyduk
ve sonra hissiz, umursamaz, buz gibi birisi oldum
seni yanıma aldığım, mutluluklar vaadettiğim
hatıraya sarıldım
bir uykudaymış gibi hissettiyorlar ve hiç uyanamıyorum
...arkandan koşup, seslenmek istiyorum, ama yapamıyorum, hep erteliyorum
metroda bir sırrımı paylaşıyorum
ağlamaktan makyajı bozulmuş bir kadınla

şimdi anlıyorum, ne kadar toy ve yüreksiz olduğumu
gözlerimi kapatmış, sövüp sayıyorum bu dünyanın düzenine
Sarah, her şey eskisi gibi olacak mı?

önceden gittiğim tüm yerlere veda ettim
tanıdığım tüm yüzlere veda ettim
hiçbir şey sonsuza dek sürmez
sanırım, bunu bilmem gerekiyor
bilmem gerekiyor

söyleyecek tek sözüm yok, tüm bunları düzeltebilecek
çok tavsiye verirdin ancak daha bir şey söylemedin
belki de bir gün, ardımıza bakıp gülümseyeceğiz
ama şu an buna dayanamam

şimdi anlıyorum, ne kadar toy ve yüreksiz olduğumu
gözlerimi kapatmış, sövüp sayıyorum bu dünyanın düzenine
Sarah, her şey eskisi gibi olacak mı?