Aşk durdukça..




Dünya döner bir gün daha
Yeryüzünde aşk durdukça
Gece erken inse bile korkma
"O" hep seninle kaldıkça

Hattuşaş..
Tarihin en görkemli kentlerinden biri..

Yine de o kadar geç farkedildi ki..
"Aşk" gibi..

Hitit'lerin ne kadar büyük bir uygarlık olduğu da çok geç farkedilmişti..

Ya o toprarkar?
Ya o dönemin tanıkları?

İşte onlardan ikisinindi dünya üzerindeki en güzel aşk destanlarından biri..

Nuvanza.. Güçlü bir asker..
Ninatta.. ölümüne seven aşık, sadık bir kadın..

Ninatta, Nuvanzayı öyle çok severdi ki,

Nuvanza, Ninattanın babasının arkadaşı olmasına, evli olmasına hatta oğlu olmasına rağmen onu ölümsüz sevdi..

Nuvanza, kadına dedi ki,
Ben senin babanın arkadaşıyım.
Dedi ki:
Ben senin babanın yaşındayım.
Dedi ki:
Benim karım var.
Dedi ki:
Benim oğlum var.

Ama aşk oyle bişey işte.. Oyle bişey ki o aşk..
Ninatta şöyle dedi..
Dedi ki:
Ben senden bir şey istemiyorum.
Dedi ki:
Bir insan, bir nehri nasıl severse ki nehir o insanı bilmez, ben seni öyle seviyorum.
Dedi ki:
Ben senden bir şey istemiyorum.
Bir çocuk, oyunu nasıl severse ki oyun o çocuğu bilmez, ben seni öyle seviyorum.
Dedi ki:
Bir genç kız, bir çiçeği koparmadan, uzaktan koklayarak nasıl severse, ki çiçek o genç kızı bilmez, ben seni öyle seviyorum.
Dedi ki:
Ben senden bir şey istemiyorum, gülümsemeni eksik etme yeter.

Ninatta'nın Nuvanzaya sadık aşkı 3300 yıl sürer..
Sürdü de,
Hatta sürecek te..
Öyle ya, sağa sola bakın..
Günlük aşklardan mideniz bulanacaktır..
Onların adı aşk değil zaten..
Aşk dediğin minimum bin yıl sürer..

Nuvanza'ya ulaşabilmek için 12 şehire gömülü 12 bileziğin peşine düştü Ninatta..
Hala arıyor..
Çünkü aşık..
Binlerce yıldır arıyor..

Dedik ya,
Aşk dediğin bin yıldan az ise "Aşk" değildir..

Tanrı herkese boyle "destan"sı aşklar versin..
Amin..

Dünya döner tek bir yana
Dolsun diye gün bir daha
Ben de döndüm tekrar sana
Sönmek için yana yana

Psikopat..


Benimle ilgili genel kanıları vardır insanların..

Mesela telefonda veya yüzyüze konuşurken özellikle "güzel" türkçe konuşmamdan dolayı sempati oluşur.
Hadi tamam ki, ses tonumla birleştiği zaman da bu "güzel" türkçeyi, hani ne diyeyim ki, evet vurgulu olabiliyor.

Burada ilk kez tanıştığım insanlar bile "ne güzel kullanıyorsunuz türkçeyi" diye övgü ediyorlar.

Lakin şöyle de bir durum var.

Nezaketli konuşan, davranan insanları "yumuşak" görürler.. Bu yumuşaklık elbette ki kötü anlamda değil..

Geçen gün yine yeni tanıştığım eski "dayı"lardan biriyle şöyle olmuştu..

-Bir abi: Ya üstadım, sana hayranım, ne kadar güzel konuşuyorsun. Çok naziksin. Bak burada herkes bunu dillendiriyor. Biz iki kelimeyi yanyana getiremiyoruz.

-Ben: Estağfurullah üstadım. Aslında psikopatın önde gideniyimdir.

Gülüşmeler(İnanmıyor bana)

Evet evet, işin doğası gereği, güzel konuşan adamlar efendi olur..
Bende efendinin önde gideniyim.. Buraya kadar normal.
Nezaket hayatımın en önemli parçasıdır..

Ama herkese olur ya,
Bazen çıldırırsınız..
İçinizden bir psikopat çıkar..

İşte bende feci çıkıyor..
Kimse benden bu denli iyi bir psikopat çıktığını tahmin edemediği için hep 1-0 önde başlıyorum..
Nezaketim, efendiliğim kadar, psikopatlığımıda severim..
Gerçi şu sıralar yine çığrımdan çıkarmaya çalışanlar olmuyor değil ama..
Madem hergün deniz, plaj, tatil ortamı, bekliyorum sadece..

Neyse konuma döneyim..

Dün gece yarısından sonra,
Sabaha karşı hatta..
Çünkü ezan okunuyordu..

Ve bir psikopat "kadın" gördüm..

Demek, psikopatın dişi'sinden korkulurmuş arkadaş..

Hayatımda ilk defa,
"korktum"..

Boran Fırtınası


Boran bir yaban kuştur.
Gökyüzünün mavisine bata çıka bir maviş kuş. Konmaz hiçbir yere. Yuvasından bozkırlara koşan sulardan yuvasına.
Çok zor yakalanır.
Şahin bile tutamaz onu kanadından.
Yabandır!
Asidir ha..
Rengi kadar güzeldir.

Güvercin sahipleri sevmez boranı.
Girer evcil güvercin sürüsüne. peşine mutlaka takılan olur.
Bazen sürü bile düşer ardına.
Ya vurulur ya da yaralıyken yakalanır.
Diğer kuşlarla aynı kafese kapatılır.
Hiçbir evcil kuşu yaklaştırmaz kendine.

Hele bir de güvercin besleyenler evcilleştirmek için kanadının tüylerini çekti mi, vay vay yemez artık yemini.
Ya açlıktan ölür..
Ya da kafesin demirine kendini vura vura öldürür.

Sesi çığlıktır artık, turna indirir.
Ya gökyüzüdür ya ölümdür boran.
Boranlar kalktı mapushanelerden.
Şehre sokulmamış evlerden.
Dökerek renklerini şehirlerin ufkuna, gittiler dağların doruklarına.

s.e


Sonra düşündüm de..
Evet evet, bir boran'ım ben..
Hemde bu büyük Fırtına'da..
Ya gökyüzüyüm, Ya ölüm..
Ya adam gibi severim, ya hiç'im..
Araya asla sıkışmam..
Sıkıştırmam..
Sıkıştırılamam..

Bir Boran'ım, bir Boran..
Sonsuz uçar,
Sonsuz severim..

Aşk, böyle buyurur zaten..

İllumination



İşte günümün şarkısı..

İllumination..

Ha bu arada, sevgili dostum Eugene,
Güzel, Leeds'lerde sen o Türk Bayrağını yapıştırmışsın gitarına ..
Gözüme daha da giriyorsun ...



Don't believe them for a moment
For a second, do not believe, my friend
When you are down, them are not coming
With a helping hand
Of course there is no us and them
But them they do not think the same
It's them who do not think
They never step on spiritual path
They paint their faces so differently from ours
And if you listen closely
That war it never stops
Be them new Romans
Don't envy them my friend
Be their lives longer
Their longer lives are spent
Without a love or faithful friend
All those things they have to rent
But we who see our destiny
In sound of this same old punk song
Let rest originality for sake of passing it around
Illuminating realization number one:
You are the only light there is
For yourself my friend
There'll be no saviors any soon coming down
And anyway illuminations
Never come from the crowned
Illuminating realization number one:
You are the only light there is
For yourself my friend

Anlasana..



Nostalji iyidir..

Bugün yerine, hala dünden kalan bişeyler yaşayabildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.

Ve nostalji deyince aklıma geliyor hep..
İlhan İrem..
Anlasana...

Her sevincin her kederin, en ölümsüz sevgilerin
Sonsuz denen göklerin her şeyin bir sonu varsa
Ayrılıkların da sonu var, bir gün çıkıp geleceksin
İçimde bir ümit var, yeniden seveceksin

Yıllar varki ben böyle
Bekliyorum özleminle
Anıların, umutların kaldı bende

Anlasana Anlasana
Biraz da gerçekleri anlasana

Senden ayrı günlerimi, sana nasıl anlatsam ki
Mevsimsiz çiçekler gibi, yarım kaldım inanki
Sensizliğin acısını, sen nereden bileceksin
Sen hiç sensiz kalmadın ki, mevsimleri saymadın ki

E63 incele-me

Vay vay vay..
Bu yazıyı yazarken Kasım-2008 tarihine döndüm..

Sahi ben bu bloğu ilk neden açmıştım bilirmisiniz..
Ben biliyorum mesela..
O dönemde hatta bir gazetenin de teknoloji editorlüğü vardı gündemimde..
Ben bir blog yazayım dedim, ama konu teknoloji olsun dedim..

Nereden nereye..
Şimdi dönüp baktığımda, teknolojiden başka herşey yazmışım..
Ne sularla sevişmem kalmış,
Ne Aşk yazıları,
Ne öfkeler,
Ne sanat,
Ne siyaset..

Aslında zaten amacım da bu.

Yani hayata tek pencereden bakmak bana göre değil,
Sabit bir konu üzerinde gezinemem sanırım..

Neyse lafı uzatmadan konuya geçelim..
Benim sonyericsson w810 sizlere ömür olunca istemeye istemeye telefon edinmem gerekti.

Ama seçimimi şöyle yaptım,
1. Kesinlikle yeni nesil(3g) olsun,
2. İş hayatıma yardımcı olsun
3. Hayatımızda artık vazgeçilmez olan internet ve onun uygulamalarına uyumlu olsun.
4. Fiyat/performans bakımından uygun olsun.

Eh, şimdi tamamen dokunmatik telefonlar bana göre değil. IPhone ile o nedenle aram hiç olmadı. Benzerleriyle de..
Blackbery deseniz tam bir internet ortamı sunamıyor tarayıcısından dolayı (İlle de Blackberry diyene Cure 8900 ü en başarılı ürün olarak tavsiye edebilirim)

Tüm kriterleri göz önüne alarak,
Nokia E'series E63 ü tercih ettim.

Bir haftadır beraberiz..
Hadi biraz anlatayım..


Öncelikle, s60 platformunda hoş uygulamaları olan ve bence iyi bir iş telefonu diyebiliriz. qwerty Klavyeye sahip. Yani buda nedir derseniz, bildiğiniz Q klavyeli. Bu ismide, Klavyelerimizde bulunan Q ve sağında bulunan QWERTY harflerinden alıyor. Alışmak çok kolay olmasada, Q klavye mudavimleri çok da zorlanmayacaktır..


Telefonumuz 3G destekliyor ancak ön yüzünde kamerası yok.
Bir algı var Türkiye'de.. 3G li telefoların çift kameralı olması gerekir gibi, yanlıştır. 3G, yüksek hız ve bandlı internet erişimine uyumlu cihaz demektir, o nedenle telefonumuzda sadece 2MP tek bir kameramız var. Zaten en dandik kısmıda bu kamera olayı..
Çünkü gerçekten rezil.
Sanki bildiğiniz VGA(640x480) kameralardan bile daha dandik bir görüntü sunuyor.


Telefonumuzun en önemli özelliği iyi bir E-posta istemcisine sahip olması. Ve bunu ana ekranda sunabilmesi. Telefon Wi-Fi, Gprs, Edge kullanarak ve ayarlarını yaptıktan sonra belli aralıklarla(5 dk da olabilir, 2 saat de) e-posta larınızı kontrol ediyor ve sizin atadığınız zil sesiyle sizi uyarıyor. Ayrıca telefon AnaYüz'ünde gelen e-postaları size bu şekilde adetleriyle de belirtiyor. Hotmail ve gmail ayarlarını ise imap 4 protokolünden başarıyla kuruyor. Sadece mail adresinizi ve şifrenizi girdiğinizde tüm ayarları otomatik yapıyor. Ancak bir pop3 e-postanız varsa tüm ayarları tek tek yapmanız gerekiyor.

Basit ve karışık olmayan bir menü'ye sahip. Herşey yerli yerinde. 5 sene önce kullandığım 6260 ı düşününce.. Çok fazla gereksiz şey biriktirilmişti ana menüye. Şimdi daha derli toplu durumda..

Ofis uygulamaları tüm işlerinizi görebilecek durumda. Bu, çok iyi puanı alıyor. Çünkü excel, word, pdf gibi dosyalarla telefondan görüntüleme, düzenleme işlemleri yapabiliyorsunuz.



Telefon, daha çok iş ve internet hayatına hitap ettiği için, multimedia özellikleri bakımından çok da yeterli değil. Ancak yinede MüzikÇalar, Radyo, Visual Radyo da unutulmamış. Bunlarda gayet verimli çalışıyor. Özellikle PodCast uyumu beni büyüledi.

Web uygulamalarında da tam puanımı aldı. Harika bir Nokia Tarayıcısı var. Özellikle rss okuyucusu dahil, hiç birşey unutulmamış. Sevdiğiniz bloggerların yeni yazıları veya post yorumlarını rss ile anı anına takip edebiliyorsunuz. Zira yazı veya yorumlar yayınlandığı anda otomatik olarak çekiyoruz ve takip edebiliyoruz. Tabi ben daha çok haberler, ve gereksiz bir çok site için rss de kullandığım için bu otomatik alımlı rss uygulaması çok işime yarıyor.


İşte yukarıdaki resim, büyük yenilik.
Bu bir 3.5mm lik mini jack yuvası..
Bu da demektirki, en iyi kulaklıkları arada hiç bağlantı olmadan telefonunuza takabiliyorsunuz.
Oyle her markaya özgü girişli değil.
Bildiğiniz normal kulaklık girişine sahip bir cihaz bu. Mp3 çalarlarınız veya notebook larınızdaki olan kulaklık girişlerinin aynısı. Ve bu büyük yenilik..

Cihazımız yukarıda gördüğünüz gibi USB bağlantı girişi ve 8GB microSD desteklidir.


Evet, sonuç olarak bu cihaz gerçekten yukarıdaki 4 kritere göre gayet iyi bir cihaz.
Multimedia dan çok iş ve internet ile ilgili iseniz, bu telefonlardan edinirken korkmayın..
Biraz daha iyisi olsun diyorsanızda 3.2 MP kameralı ve daha iyi bir tasarıma sahip olan E71 i deneyebilirsiniz.

Bu yazıyı yazmamdaki amaç ise şudur;
Hepimiz bir şekilde sık sık gsm cihazı değiştiriyoruz.
Ancak genelde yaptığımız şudur.
Binbir çeşit cihaz içinde, rengine ve görünümüne bakarak karar veriyoruz.

Oysa önceliğimiz kriterlerimiz olmalı.
"Ne istiyoruz?" sorusu ve cevabı...
Çünkü, sık sık telefon değiştirmek maddi anlamda da çok iyi birşey değil..
Heleki şu kara-kriz günlerinde...
Yiğit muhtaç olmuşken kuru soğana..

Bu nedenle,
Telefonun rengi, görünümünden çok ne yapabilip ne yapamayacağı çok daha önemli olsa gerek..
O nedenle ince eleyip sık dokumak lazım..


Bir başka teknoloji köşesinde buluşuncaya dek..
Esenkalın, falan filan..

Yanmışım ben..


Şimdi beyazları giyince farkettim de..
Cidden yanmışım ben..
Olmuşum yani..

Tevekkeli,
Boşuna kıskanmıyor plajdaki onca kadın ve erkek beni..

Bu tevekkeli de nedirse,
Söyledim işte öylesine..

Ah göbek durumuna bakıyorum da şimdi..
Yok yok iyiyim iyi..
Göğüslerde yağ değil yani:)

Eh son söz ne diyeyim..
İnsan yanacaksa boyle yansın..
Varsın, böyle yanalım..

Kral Çıplakmış..


Hikaye tutmadı
Ahali yutmadı
Çocuklar kutlandı
Dediler kral meğer çıplakmış
Dediler tören değil tuzakmış

Hemen hemen herkesin başına gelir herhalde..

Ortada bir oyun vardır,
Oyuncular..

Hep beklersiniz nasıl biteceğini..

Gerçeği bilirsiniz aslında..
Ama dillendiremezsiniz..

Mükemmel oyuncular arasındasınızdır..
Herkes susar..

Seyredersiniz..

Oyunun bir parçası bile olursunuz sonra..

Lakin günün birinde,
Bir çocuk,
Başını uzatır kalabalıkların arasından..

"Anne.. Bakk, Kral Çıplak" der birden..

Halbuki, kral çıplaktı zaten..
Ama kimse dillendirememişti..

İşte..
Bugün bir çocuk oldum..
Bağırıyorum..

"Kral Çıplak..." diye..


Oyunu bozdum..
Evet..
Şimdi gerçekten mutluyum...

Hadi okuyucu..
Varsa seninde canını sıkan bir "oyun"..
Korkma,
Durma,
Bağır..
Bağır "Kral Çıplak" diye..

Uzun kısa bir öykü bu
Sıradan sessiz bir film gibi
Görevim anlatmak oldu
Akıtmak bendeki zehiri
Yıllar önce bir genç vardı
Yüreğini yakan bir sevda
Her şey böyle başladı
Işıklar sönük kaldı
Tutunmuştu... Köşe başı
Kalmamıştı açık kapı
Kaçtı durdu yıllar boyu
Her şey böyle başladı
Sonra bakmış dünya yokmuş
Umutları göçmüş gitmiş
Parasızlık yalan sarmış
Çareyi kaçmakta bulmuş
Küçük çarklar büyük çarklar
Birbirinden ne anlar
Döner durur zevke dalar
Yeni dişliler arar
Kendi oldu işte dişli
Bilmediği yola girdi
Gördü bütün gerçekleri
Sustu, durdu, herkes gibi
Şehir heyecanını aldı
Bunuda kendinden yaptı
Beyaz saçlar gözler söndü
Düşündeki düşte kaldı
Haluk uzak kendine
Kalmamış derman derdine
Yok sorunum mükemmelim
Desede inanma sözüne
Kral nerde diye sorma
Sende, bende, bizde, onda
Çıplak diyen kral olur
Taç giyen oturur tahtına
Patron burda, köyde ağa
Evde koca, okulda hoca
Dayı, baba, abi, ana
Kral vardır her tarafta
Krallıklar ülkesinde
Doldurur seven kesesini
Tolga görür kaybedeni
Ne zaman baksa aynaya
İtaat et biz kralız
Toz kondurma kendimize
Aslında yok terzi bile
Giysileri biz yaparız.

Hangimsin sen benim?


Hangimsin sen benim,
Hangi rengine boyasam ki seni gözlerimin..


Kederden çıkmış bir gecede,
Sabahın ilk güneşine dönüp ettiğim/iz dua'lar geliyor aklıma.
Öyle ya, -"yezidi" olmadan bile
bir "yezidi" sabahında, güneş bile bir başka doğuyor.

Öyle ya,
Bir yanım, fazlasıyla dönmüş güneşe, fazlasıyla "yezidi", fazlasıyla dua'cı..
Fazlasıyla açmışım ellerimi..
Gözlerimden umut damlıyor..

Bilirsin,
Tanrı, sadece Dünya'yı yaratandır "yezidi"lerde..
Sürecin içinde değildir yani..

Bazen, haklı değillermi..
Süreç çok çirkin,
Çok acımasız,
Çok yorgun..
Hergün daha da umutsuz..

Ve Tanrı hala sürece müdahale etmiyor..

Ben'se,
Ellerimi açmışım, sabahın erkeninde..
Yüzümü dönmüşüm güneşe..
Dualar ediyorum.. Duysun diye..

Peki ya,
Hangimsin sen benim?
Hangi yönüm?
Hangi aldanmışlığım?
Hangi üzüntüm,
Hangi gözyaşımsın sen..

Söyle bana..
Hangi acısın,
Böğrüme saplanmış ve oracıkta durup duran..

Hangi yönümsün?
Hangimsin sen benim?..
Şair tarafım olmadı hiç,
Zaten ben hiç şiir yazamam..
Ancak böyle, cümleleri parçalarım bazen..
Buda, şiir gibi görünür, hepsi bu..

Ben göğsüme güneş doldurmayı bilirim işte,
Biraz da, denizden umut almayı..
Sabahların değerini bilirim mesela..
Karanlıktan ve kötülükten, çabucak çıkmayı
Aydınlığa..

Ben, Irak'ta, Filistin'de, İsrail'de hatta,
Ölen her çocuğun yasını tutmayı bilirim sadece..
Kinlenmeyi,
Öfkelenmeyi bilirim..
Ve yumruğumu sıkmayı..

Kötülerden hesap sormayı bilirim..
Üzerlerine karanlık örtmeyi..
Güneşi bir daha kirletmesinler diye..


Söylesene,
Hangi ağrımsın sen benim?
Hani gözyaşım?
Hangi umudumsun?
Hangi çiçeğim..
Hangi yarım kalmış sevda masalımsın..


Söylesene..
Hangimsin sen benim?

Melekler




Karanlık korkutuyorsa seni,
ve yüzleri kararmışsa insanların..

Gördüklerin bir kabus değil,
hayatın gerçekleriyse..

Hayatmı kötü, insanlar mı,
Karar veremiyorsan..

Sen yine de pes etme..

Melekler seninle,
benimle,
bizimle..

Yüzü biraz aydınlığa bakan,
ve dudağının kenarında samimi bir tebessüm kalmış

Herkesle..

Evet iddialı değilim..


-Rakı-mangal sonrası..(Ne araç bana ait, ne yol, ne otopark.. Sadece kafası bulanık bir insanın bir test yapması gerekiyordu.. Taa ki ben ortaya çıkıncaya kadar.. Madem bende bu araç gibi sinirli ve ateşler çıkarıyorum sağımdan solumdan.. Evet evet, ben yapmalıydım.. Yaptım da..)


Efenim, dün İzmir'e yolum düşünce, haber alan arkadaşlardan bazıları ile görüşelim neyin dedik ama kimseye vakit ayıramadım.
Zira, ablamlar Torbalı tarafına gidelim "kendir pişir kendin ye" olayına girelim deyince, ee 1 yaşına girecek minik kızını da, yeğeni'de yani delice özlemişken programı oyle yaptık.

Rakıları İçtim içtim içtim..
Yedim yedim yedim..

Sırf bana bu sene "Yahu sen 10 kilo vermişsin" diyenlerin inadına..
Çünkü oyle kilo milo kaybım yok..
Ama herkes ağız birliği etmişcesine aynı şeyi söylüyor..
Ben vermedim ama nedense karakterimmi zayıfladı bilemiyorum, herkeste genel kanı, Kilo vermişim üzerine..

Neyse, lafı uzattım yine..
Bu araçları modifiye eden ve adam eden b. abimi dün görmem gerekiyordu,
Rakı mangal sonrası, hatta ablamlar, eniştemler ve miniklerle geçerken uğradık. Gece karanlığında buluştuk bu otoparkta.
Zaten içmişim..
Kafamda iyi..
E o zaman bir test yapmam gerekti, yaptımda yıkarıdaki gibi..

Bugün için de, yine bu drift araçlar ve pist bana ait olmamakla beraber,
b. abim, yarışalımmı yarın dedi..

E malum 2 senedir feci fobi var bende..
Ama yinede..
Varım dedim..
"İddialı gördüm seni" dedi.

Ve film koptu..

Ah be b. abi..
İddia nedir ki..
Ben hayatta hiç bir zaman iddia taşımadım ki dedim içimden..

Ki gerçekten öyle de..

Yani ne bileyim, bende bilirdim gitar çalayım, müzik yapayım, web cam ile kaydedeyim, sizlere sunayım..
Ama yok.. neye yarar ki..
İddialı değilim..

Yada, yakışıklı olmayan bir adam olduğum için, boy boy resimlerimi de koymuyorum ortaya..

Dahası,
Öyle görünüp, boyle yazanlar gibi de değilim..

Gösteriş te yapmıyorum..

Aştan da bahsediyorum, öylesine konulardan da..
Bak mesela, geçen postumda "orospu" kelimesi kullandım diye bir izleyicim kaçıp gitmiş..
Çok da umurumdamı sanki?
Asla..
Ben orospu görürsem ortalıkta, bunu soylemeyeceksem zaten ne ben yazayım, ne siz okuyun..

Neysem o..
İçimden gelerek yazıyor, gelmiyorsa yazmıyorum..
Buradan bişeyler yazarak birilerine mesaj vermiyorum..
Ya da, ne bileyim işte..
Hatta blog yazmasam da olur..
Hiç eksilmem..
Zira 24 saat, pc başında oyle-boyle muhabbetlerde de değilim..

İşte iddialı olduğum kısım da tam
yüreğimin merkezi..

İnanın bana,
Hayata dair hiç iddiam yok..
O, onu şey etsin, bu bunu etsin..
O onu alsın, bu bunu alsın..

Umurumda değil..

Ben hayatı bi kaç tur yaptım..

Şimdilerde tek iddiam,
İyi bir eş, iyi bir baba olabilmek ileriye..
Kimbilir, olur yada olmaz ama..
Ellimde kalan tek iddia bu işte..
Zaten bir tek bunu seviyorum..
Gerisi hikaye..

İşte ben yüreğimi ortaya koyuyorum..

Tek iddiam,
Zaten orada..
...yüreğimde.

Yıldızlar kuşanmışım,
Korkmadan, yılmadan, yıkılmadan işte..

Sahi..
Yarış için iddiaya girmedim..

Sevmiyorum iddiaları..
Benim iddiam bir yarıştan daha büyük..
Kaybedebilirim hep ama,
Beni kaybeden de kaybetmiş sayılır bir yerde..

Dedim ya,
İddiası büyük, ama yine iddiasızlardan sadece biriyim..

Gelişine ve öylesine..

varmış.. yokmuş..


İzmir'in kaldırımları..
Biraz güneş,
Biraz aşk,
Biraz umut,
Biraz gözyaşı kokuyordu..

Yine'de,
Uzaklarda, kaldırımların üzerinde yürümüş
Nice orospu'nun kokusu sinmiş..
"Umut" diye kokladığım kaldırımlara...

Dahası,
Bu çirkin kokuda,
"Aşk" bile kirleniyor..

Ve, artık dönmek gerek dedi adam..
Dönmek..
Çünkü,
Ortalık, iğrenç kokuyor..
Midem bulanıyor..

Şimdi hemen,
Denizinde arınmak gerek..
Mavisinde,

Bu pis kokudan,
Arınmak gerek..



Yalanmış hepsi yalan
Sevmek diye bir şey varmış
Sevmek diye bir şey yokmuş

Yaşadım bir kaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse

Galiba yeterince özgürüm..

h.h.k.

Fikriye..

Fikriye..

Benim saplantım..

Nedense bir türlü araştırmaktan vazgeçmediğim kadın.

Belki de kendimden çok sevdiğim adam olan, Mustafa Kemal'i en çok eleştirdiğim konu.

Fikriye..

Zübeyde Hanım'ın Mustafa Kemal'e layık görmediği, engelmeye çalıştığı ama tüm engelleri aşarak Ata'ya tam da kurtuluş savaşı yıllarında sadakatini ve hayatını vermiş kadın.

Peki bu saplantımın nedeni nedir?


Siz ne derseniz deyin..

İyidir Fikriye. Ata'ya aşık bir akrabadır nihayetinde..

Ancak Zübeyde hanım bu ilgiyi farkettiğinde o'nu Mustafa Kemal'den uzak tutmak için Mısırlı bir zengin ile evlendirdi.

Fikriye Mısıra gitti ama aklında Mustafa Kemal'den başkası yoktu.
Sonra Mısır'dan bir şekilde kaçarak İstanbula döndü.
"Ata"sından izin istedi o dönemde.
Mustafa Kemal'de "gelsin" deyince, "Ata"sının Ankara'da Kurtuluş Savaşını yönetttiği ve Ev olarak kullandığı o köhne tren gar'ına gitti.

Evi derleyip toparladı.
Güzel yemekler yaptı.
Mustafa Kemal'in yüzünü güldürdü.

Hatta Mustafa Kemal bir seferinde cephede Attan düşmüştü.
Kaburgasını kırmıştı.

İşte O an öyle istirahat filan yok.

Fikriye, Ata'sının sırtına, diklemesine bir kalas bağladı dik durabilmesi için, ve yine gönderdi savaşa.

Mesela yeni bir ev lazım geldiğinde, Mustafa Kemal, Fikriye'ye seçtirdi bu yeni evi. Ki o ev, şu an ki Çankaya köşkünden başka bir yer değildi.
Orayı seçen de zevkine göre dayayıp döşeyende Fikriye olmuştu.

Sonra nasıl olduysa oldu.

İzmir'im, Düşman'dan temizlendi ve bu temizlik Fikriye'nin de sonu oldu.

Ata, İzmir'de, Latife Hanımla tanıştı ve modern bir lider olarak modern bir düğünle Latife Hanım ile evlenmek istedi.

Peki ya Fikriye ne olacaktı?

Bir şekilde Fikriye, Mustafa Kemal'in isteğiyle Avrupaya tedaviye gönderildi.
O gittiğinde ise Mustafa Kemal ve Latife Hanım evlendi.

Fikriye ise bu haberi avrupada bir hastane'de, gözleri yaş içinde okuyacaktı.
Hemde, gazetelerden ve resimleriyle..

Yeni çift Çankaya'ya taşındı.
Yani Fikriye'nin güzel duygularla dayayıp döşediği o ev, Latife Hanım'ın evi oluvermişti.

Fikriye avrupadan İstanbul'a kaçtı.
İstanbul'dan da Ata'sının yanına Ankara'ya gidecekti.
Haber duyuldu ve Mustafa Kemal "engelleyin", "gelmesin" dedi devlet birimlerine.

Ama Aşk engel tanırmı ki,
Tüm devlet seferber olmuşken,
Fikriye tüm engelleri aşarak Ankara'ya vardı.

Dayandı Çankaya köşkünün kapısına.

Latife bozuldu tabi duruma.
Bir kaç gün mecburen misafir edildi Çankaya'da.
O sürede Latife Hanım, Fikriye'nin odası önünde, onun duyacağı şekilde hep bağırdı çağırdı.
"Ne zaman gidecek bu, yeni ev ayarlanmadı mı hala" diye..

Fikriye'ye Çankaya'dan uzak bir ev döşendi.
Oraya gönderildi.

Sonra Fikriye çok sevdiği Ata'sına Avrupadan hediye aldığı silahı götürmek için bir gün yine düştü Çankaya Köşkü yollarına.
Faytonla geldi,
Lakin kapıdan almadılar içeri.

Ağladı ve sızladıysa da..

Sonra faytona bindi, "geri dönüyoruz" dedi.

50 metre geçmeden bir silah sesi duyuldu.

Göğsünden vurmuştu kendisini bu acıya dayanamayıp.
Hemde Ata'sı için özel seçtiği avrupadan aldığı silahla.

Bir kaç gün numune hastanesinde tedaviye alındı,
Ama aşk acısı ve yarası galip geldi.

Sonrasında Latife Hanım ile Mustafa Kemal'in de evlilikleri sorunlu olacak ve ayrılacaklardı.
Hatta bir seferinde, Mustafa Kemal, Latife hanıma, bahçede köpeklerle oynarken "Fikriye.. Bak.." diye seslendi.. Kıyamet de kopmuştu.
Yani aslında, Ata'nında aklındaydı hep "Fikriye"..

Hayatı sona erdi Fikriye'nin.
Ve bir aşk masalı da..

Sahi, siz "aşk" için ölen bir insan gördünüz mü?

Ben gördüm...

Adı, "Fikriye"..

Tembel teneke..



Madem "O", bana "neden tembelleştin, neden yazmıyorsun artık eskisi gibi" dedi.

O halde izah etmek şart oldu.

Gerçi, "O" neden tembelleştiğimi biliyor ama e haksız da değil..

Zira, farkettim ki bugün, cidden tembelleşmişim.
Nerede o eskiden günde 5 post yazan Digital Kelebek..

Heyt bee.. Ardı ardına..
Durmadan yazardım deli gibi..

Ama bişey daha farkettim ki,
Ben mutsuzken daha çok yazı yazıyorum..

Bir süredir mutsuzluğumun sebebi de aleni ve sebepsiz tartışmalar..

Yani bir müddet ses çıkmıyorsa benden,
Biliniz ki, keyfim yerinde,
Mutluyumdur..

Gerçi "O" da biliyor mutlu olduğumu..
Nasıl bilmesin ki..
Gece yatıyorum "O"nunla,
Kalkıyorum "O"nunla..

Hem mutluluk bir yana da,
Şu halimi anlatayım da bilin..
Ama şunuda bilin ki nispet felan yapmıyorum..
Sadece beni kıskananlara söylediğim tek şey var,
Hayatı sizin kadar ciddiye almıyor ve çok da umursamıyorum..
Para hırsı, şan, şöhret, popülarite, marka, kalite, Hayat kavgası bilmem ne kaygılarından epeyce uzağım..
Zaten pek de sevmem boyle yaşamayı..
Herkesin bir çizgisi var ve ben çizgimi gerçekten çok seviyorum..
Kendimi yaşıyorum "O"nunla..
Ya da "O"nu yaşıyorum kendimle..

Sabaha karşı yatıyorum.. Çoğunlukla "O"nunla..
Öğlen 11 gibi kalkıyorum yine kulağımda "O"nunla..


Kahvaltımı yapıyorum açık havada, çiçek kokulu bir bahar tadında.


Sonra plaja gidiyorum.
Deniz, güneş v.s derken..
Şu sıralar ortalık biraz kalabalıklaştı.

s. ve b. isimli erkek arkadaşlarımın yanı sıra b. abim de beni ne zaman görse,
Hadi tavla oynayalım diyor....

Ama oyle havasına suyuna değil..
Mutlaka alkol oluyor ucunda.

Şansım yaver gidiyor bu sıralar..
Hayli alkollü oluyorum anlayacağınız gündüzleri..

Hatta bugün, n. isimli bir kız arkadaş ta herkesin eline tavlayı verdiğimi görünce, hadi bakalım beni yenebilecekmisin dedi.
-Ben: Nesine n.?
-N. : Rakısına..
-Ben: Bak geçen seneden borçların var, bu sefer alırım rakımı..
-N. : Tamam valla.

Neyse, sonuç 6-3 yendim.

Ama yine N. cıvıttı..
Rakıdan Biraya çevirdi..
Sonra onuda inkar etti..
(Bir daha bu kızla asla oynamayacağım..)

Akşam üzerine kadar boyle geçiyor..
Her gün değil ama..
Bazen sıkılıyorum,
Evde vakit geçiriyorum "O"nunla..
Boylesi daha güzel oluyor zaten..


Akşam ise (her akşam olmamakla beraber) yine sahile gidip, içiyor ve klip izliyor, müzik dinliyorum. Çoğu zaman da yalnız kalamıyorum. Arkadaşlarla laflıyoruz..
Ama şunu farkettim ki,
Şu sıralar en çok dönen klip, Gülben Ergen'nin Oğzuhan ile beraber soylediği şarkının klibi. Zaten bende şarkıyı pek bir sevdim..

Yahu, padişahın sol bilmem nesi mi filan diye düşünebilirsiniz benim için..
Vallahi değilim..
Bende sizler gibi sıradan bir "fani"yim.

Sizler gibi "çalışarak" para kazanıyorum hatta..
Mesela şu an saat 01.47 ve, ben şu yazıyı yazana kadar çalıştım diyebilirim..

Ama benim çalışmam için bir pc, bir de internet bağlantısı yettiği için,
İşlerimi "papua yeni gine" den bile yürütebiliyorum.
O nedenle sınırsız seyahat özgürlüğüm oluyor haliyle..

Ki gerçi, benim şansımmıdır nedir,
Ben kariyer hayatımda da hep aynı özgürlüğe sahiptim..

Yani tek şansım bu olsa gerek..
Ama sanırım bu tembellikten sıkıldığım için yaz sonu kendimi adam etmeyi de düşünmüyor değilim..
Sanki adam değilmişim gibi de söylendim ya kendime, helal olsun..
Neyse..

Evet evet..
Birde gerçekten mutluyum "O"nunla..
Haddinden de fazla hatta..

İşte hayat boyle gidiyor.
Ama rutin gidiyor..
Güzel bir rutinlik..

Yazdıklarımın dışında pek değişiklik yok hani..
O nedenle yaşadıklarımdan çok yazamıyorum..

Tabi aklıma çok şey geliyor yazmak için..
Neyse tembelliği kırıp biraz daha fazla yazmam lazım..
Bunu istiyorum çünküi..


Son nefesimde elimi sen tutacaksın,
Son sözlerimi bir sen duyacaksın,
Meleklerin sözü var..

Herkese,
İyi
Haftasonları..

Ve sevgilerimle..

Ben, şimdi biraz Truva..


Kendimi bütünleştirdiğim mitolojik ve
Bir o kadar "kurnazlıklara" yenilmiş güzel şehir..

Döneminde,
Egenin, Akdenizin en güzel şehri..
Truva..

Ne zaman aklıma düşsen sen truva,
Şu dizeler çınlatır kulağımı..

Bahçe kapisindan sızdılar
Aralık kalmış neresi varsa hayatımın
Bünyede bastirilmamış ne kadar isyan varsa ordan..

Aşk'a ve kurnaz oyunlara yenilmiş güzel şehir..

Ne zaman yolum düşse o taraflara,
Her fırsatta uğrayıp
Havasını, çiçeklerini koklarım.


Dokunurum o günlerden kalan taştan ibaret kalıntılarına.

Aşk'ı anımsatır bana dokunuşlarım.
Baharı,
Yıllar boyu süren göğüs göğüse savaşları..

Bilek bilğe yenilmemeyi anımsatır bana,
Yenilmek ise sadece kurnazlıklarla..

Öyle ya,
Aşk için çıktı bu kavga..
Eğilmedi Hector, Paris ve Kral Priamos..

Ama bilemediler,
Tahmin edemediler düşmanın bu kadar kurnaz olacağını..

Düşman sızmıştı içeri..
Sonrası harabe, yangınlar ve yitik bir şehir..
Acı ve gözyaşı hatta..

Ben ise, Truva'dan uzaklaştırılmış
Daha güney denizlerde,
Sadece bir Truvalı..

Bugün denize baktım,
Baktım ve düşündüm..

Bunca oyun hile ve hurda,
Güzelim şehri yıktı da,
Aşk'ı yenebildimi acaba..


Harap edilmiş taş duvarlar,
Kan dökülmüş topraklar,
ve kirli bir savaşa rağmen..


Ben Ege'nin biraz güneyinde bir Truva'lı,
Ben, şimdi biraz Truva hatta..
Yüreğimde,
oyunlara,
alçaklıklara,
çirkinlikliklere
yenilmemiş bir "aşk"la,

Hâlâ dimdik ayakta..

Kaldı yürek sızısı


Bir de saman sarısı,
Bir de özlem kırmızısı..
Demek ki göçtü usta,
Kaldı yürek sızısı..


Eh bizde adettir..
Aylardan Haziran oldumu aklımıza düşeriz birbirimizin..

Hal hatır sorarız..

Bugün Fikriye aradı..
Yorum'un eski solistlerinden..
Eski günleri yad ettik..

Baktık ki hepimiz dağılmışız çil yavrusu gibi.
Ne acı..

Zaten kim dağılmıyor ki hemde "darma dağın"..

Dedim ki,
Ulen bir gün yine başlayacağım müziğe..
Boyle ıssız bir yerde,
Öylesine bir yerde,
Küçük bir mekanda mesela..
Yine başlayacağım müziğe..
Hiç tanımadığım insanlar arasında olmak istiyorum,
Tanımadığım 5-10 kişiye şarkılar söyleyeyim..
Tanımasam kimseyi..
Tanımasalar beni..

Tamam iyilerde olmasın,
Sırf kötüler olmaması adına
Onlarıda seve seve kurban edebilirim.

E.. güldü tabi..
Güler de..
Normaldir..

Şu an kaç kişi bakıpta gülüyor bana hınzırca acaba..
Bunu bile kestiremezken, ama yinede bazılarını kesin olarak bilsemde..

Arkadaşımın yüzüme gülmesi,
Hoşuma bile gitti..

Öyle ki,
Biri bıçaklasa bile,
Sırtımdan vurulmayı hiç istemem..
Ne olacaksa yüzümüze olsun,
Değil mi ama.

Haziran'da ölmek zor demişti usta..

Yıllara var ter içinde taşırım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
Üç haziran atmış üçü


Evet evet,
Az önce..
Olduğum yerden kalktım yukarıdaki gibi..
İnsan bi "çekiyorum" demez mi..
Hatta, denizden gelmişim gibi olmuş yürürken..
Olsun be severim denizlerden gelmeyi..

Birde sansür uyguladım kendime alenen..

Sözüm vardı kendime,
Üç Haziran'a boyle bir yazı yazarak Usta'yı yad etmem gerekiyordu..
Geldim,
Yazdım,
Gidiyorum..


Evet Usta,
Hiç yanılmadın..
Haziran'da ölmek,
...zor,
Gerçekten zor...

Ne duruyorsun...?



Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
İçinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin..

Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin..
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda..
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize
.
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;

Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere...


Orhan Veli

Begonvil

Geçen sene,
Kupkuruydu..
Sadece kuru dallardan ibaret orada oylece duruyordu.


Üzülüyordum..
tek bir tomurcuk,
tek bir yaprak bile vermemişti.

Hatta, babam geçen sene, "Olmazsa keselim bunu" demişti.
"Olmaz" dedim..
Hissetmiştim.
"Ben ölüye bile şans vermek isterim.."

Evet,
Sonra oldu işte..

Nisan 13..
Başladı canlanmaya..
Kalktı ayağa..
Tap taze bahar gibi,
Verdi yine çiçeklerini..
Hemde, insanı baştan çıkaran o "beter çiçekleri"..

Sabahın köründen beri altında oturmuş,
Çay yudumluyorum.

Gazete aldım, okuyamadım..
Öylece müzik, ve insanı donduran o gözlerin dalması hali.

Çay'ı çok seviyorum..
Birde
Burnumda ki o en mükemmel ama
hiç yiyemediğim "omlet" kokusunu..

Anladımki,
"Can çıkmadan umut kesilmez" sözü yalanmış.

Ve şunu geçirdim içimden..
Demekki,
"Can çıksada, umut kesilmezmiş"



Tetiği kim çekecek ?

Bacağı kırılmış vahşi bir at gibiyim şu an.

Güne güzel başlayalım derken,
herkese güzel bir gün dilerken,

Kırık bacağımı vodkayla onarmaya çalışıyorum şu an..

Çalıştıkça yeni şeyler..
Yeni şeyler..

Sahi,
"Adam" olan kendine sıkmaz diye
Oturmuş erkeklik taslıyorum..

Sağda solda kimse de yok.

Bir başımayım..

Sahi,
Biri çekse ya tetiği..

Daha fazla acı istemiyorum.

Rica ediyorum,
Biri lütfen çeksin artık şu tetiği.

Off ama, kolay olmayabilir..

O halde hem tetik çeksin, birde el bombası atsın yanıma ve kaçsın..
Fena fikir değil sanki..

Ama garantiye almak lazım..

Bak şöyle yapsın,

Önce sis bombası atsın içeri,
Girsin içeri tetiği çeksin ama mümkünse beyin bölgemden,
Sonra makinalıyla felan şöyle adam akıllı tarasın beni boydan boya..
Çıkarken evden, yanıma hem TNT koysun, hem de bi kaç el bombası.
Ohhh mis gibi.. Yeme de yanında yat..

Hah tamam sonra kaçsın evden ki ona bişey olmasın.

Çıkınca, patlama da olunca,
Birde Roket fırlatsın dışarıdan..
Neme lazım, garantiye almak lazım..

Bu sefer kesin olur sanki..

Vallahi yine de tedirginim..
Ya olmazsa, yinede olmazsa?

Neyse nerede kalmıştık..
Sahi tetiği kim çekecek?

son söz






Sormasa kimse seni, anlatmasam kimseye
Bana yaptığın herşeyi
Silebilsem seni de daha öncekiler gibi, ah çok zor
Yandı gönlüm yandı yandı hem hiç yanmadığı gibi
Kül olupda savruldum ama o son sözün kafi geldi


Şimdi sil baştan yaşanırmı hayatım
Yoksa sonuna varıp noktayımı koysaydım
Bu gece çok karanlık olmaz, olası bir zamandayım
Kaybolsam, bulunmasam bir daha


*Şarkı sözüdür.

Pazartesi çıkmazı

Efenim..
Pazartesi öcüdür,
Kakadır hatta..

Lanet olasıca gündür
ve saire..

Biliyorum ama,
Daha fazla sizi aldatmaya içim elvermiyor.

Evet ben hafta içi ve sonunda hergün,
Şu denizde keyif yapıyorum.

Biliyorum çok acımasızca..
Hepinizden özür diliyorum bu durum için ama,
Evet evet ben o sendromu yaşamıyorum malesef..
Beni affedin..
Ama ama, sakın ha, keyifli günler geçireceğim için pazartesiyle aram iyi sanmayın.

Benim Pazartesi'yle aram hep iyiydi zaten.

Sonrasında diyeceğim şudur ki,
Pazartesi güzeldir ya..

Herşeyden önce bir "Başlangıç"tır.

Düşünsenize, hayatımızda yaptığımız başlangıçlar
Sonu hüsran bitse de,
Yine de "başlangıç" olması nedeniyle
İyi değilmiydi?
"Umut" taşımıyormuydu?

Evet, yarın yeni bir gün,
Yeni bir hafta başlangıcı..

Suratınızı asmayın,
Mutlu olun,
Mutlu kalın bu başlangıçta..

Sevin şu Pazartesi'yi
:))

Hepinize iyi haftalar diliyorum.
Kendime de tabi..

Günün şarkısı da Teoman'dan gelsin o zaman..
Senden önce, senden sonra..