"Herkes, önünden geçen bir ayna gibidir."













5 May 2009

DELİLİĞİME ÖVGÜ

Uzanıp bir ağacın gövdesine
Var gücümle sarılıp
Köklerinin sağlamlığıyla
Ruhumu ve nefesimi
Ona teslim etsem
Deliliğin aslen
Övünülecek bir şey olduğu
Kanaatîyle
Aklım fikrim birdir bilinciyle
Çözülüp çözülüp tekrar bağlansam

Ben bir ağacın
Âşk ile aşısı olsam
Kendimce
Ne baharı ne güzü
Daîmi ve inkârsız
Kuş yuvasından hafif
Bir gönül ağırlığınca yüklü
Nazarlardan sıyrılıp
Yaradana emanet olduğumuzun
Harıyla tekrar tekrar yansam

KAL-U BELÂ

Bir pencerenin arkasından tek bir gözle
Her zerreyi bir bilip, ayırtetmeden
Aynı tonda görmek için

Bir kelimeyi, ben zaten bekliyordum der gibi
Saçın telinden, kirpiğin seyirmesinden
Ruhun ne hâlde olduğunu bilmek için

Bir varmış bir yokmuş’un
Var kısmını tekrarlarken
Ve bunu gökkubbeye yazmak için

İçilen bir yudum suyun izini
Aynı anda merdiven, sarmaşık
Kâlpten kâlbe sarmak için

Ezelden gelen her hükmü
Cüz cüz ayırmadan, sindirerek
Yolun her karışını şevkle adımlamak için

El baş üstüne

DAYIM'A


Sana daîr özlemin adını tekrarlıyorum
Gönlümüzde güzel hatıralarınla
Hayata karşı içimize yer etmiş şen kahkahalarınla

Bir araya geldiğimizde
“Buldular yine birbilerini” diye
Çevremizdekilerin tatlı serzenişleriyle

Usulca, bir yürekten çıkan
Ömrümüze serilmiş
Sözlerimizin, renkten renge dönüşmeleriyle

Öğütlerinin her bir noktasını
Aklımla, fikrimle, can kulağıyla
Dinlediğim için şükürlerimle

Ne kadar uzağımızdasın
Bu sılanın sırrı ne, sen söyle
Aslında biliyorum ki
O da vuslata kısmet

DUÂ

Güneşli yağmurlar yağdırdığında
Bereketi de
İçtiğimiz su da en eşsiz tadları tattırdığında
Şükrü de
Yalınayak çıkılan yollarda,
Sebatı da
Her anına kördüğüm olmuşcasına dağıldığımız hayatımıza
Sabrı da
Kırdığımız, kırıldığımız kalpler arasında,
Merhameti de
Her suret de türlü türlü cân görme hallerimizi
Dâim kılmayı
Misafirliğimizi yaşarken hâlden hâle bürünüp,
Riyâdan uzaklaşmayı
Hoş dost sohbetlerinde
Kibiri terkeylemeyi
Nasip eyle

GAFLETTEN

Bir kahvenin hoş sohbetiyle
Bir bardak suyun
Mübârek hâli birbirine denktir
Ve
Fırtınanın akîbetini suyla
Karıştırmamak yeğdir

Herkes beşerdir
Ama illâ şaşacak diye bi hüküm yoktur
Ben şaşmam demek
Gaflettendir

İnsan olmak zordur
İnsanlığa yaklaşmak için
Yola serili dikenlerin
Kendince değil de
Başkalarınca serildiğini sanmak
Gaflettendir

Bir arının kovanını
Bir karıncanın yuvasını
Ezip geçmekle
İyilik gelmez beşere
Ahîr ömrümüzün hangi nefeste
Sonlanacağını düşünmeden
Hareket etmek
Gaflettendir

Büyük lâf etmeyi sevmem ben
Ahkâm kesmedim hiçbir zaman
Her baktığını gördüm diyebilir misin?
Her duyduğumu bildim?
Hamken ol’dum?

Bilip bilmeden bildim demek
Gaflettendir.

BİZ'E


Biz,hepimizdik..
Okulun tüm bahçelerinde,ara sokaklarında mahallenin..
Avare dolaştık çocukça...
Boy sırasına girdik,henüz boyumuzun ölçüsünü almadan..
Sınavlar verdik,dersler aldık güya...

Bir gün dağıldık,dağıldık...
Esas 'ders' zili işte o an çaldı başımızda..
Çeşit çeşit hayatlara girdik...
Hayallerin üstünde yürüdük..
Yeni dünyalara daldık balıklama..
Eşler,dostlar,kardeşlikler edindik..
Kimimiz sulara yazılar yazdık çokça..
Yaşantısını roman yaptı kimimiz..
Törpülendik..
Zaman zaman ruhumuzu genişlettik..
Ömrümüzü büyüttük kendi içimizde,kendimize göre..
Mutluluktan ağladık,bazen delirdik,deliliğe vurduk üzüntüleri..

Çocukluğum,arkadaşlarım,hayallerim ve hayat...
Şimdi ben,
Gelecek günler,geçmiştekileri aratmasın diye dilekler asıyorum gönlümüzdeki dallara...

07 Şubat 2008 /İstanbul

EKSİK Bİ'ŞEY

En derinine dalıp
Kum çıkartıyorum hayatımdan
Hep sade, hem en parlak
Bu yüzden
Güneşten yüzüm yanmış gibi
Oysa ben
Güneşe hiç çıkmadım ki
Serinletemiyorum
Eksik bi’ şey var

Manzaralı kahvelerin köşelerinden
Teğet geçen bi’ ömrün
Kale duvarını örüyorum şimdi
Hep umutlu, hem en muhabbetli
Bu yüzden
Elim, kolum açılmış gibi
Oysa ben
Hiç sarmaşık olmadım ki
Saramıyorum
Eksik bi' şey var

HATIRASI VAR

Eski fotoğrafların
Kokusunundan hatıraları tek tek ayıklar gibi

Pencere içlerinden perdeleri aralayıp
Yağmurun bir anda yeksân olması gibi

Gümüş bir tastan
En saf halimizle su içer gibi

Hangi deniz fark etmez
Ele geçen ilk taşı heyecânla kaydırır gibi

Sokaklarını ezberlediğim direk kenarlarında
Karadut’un o en muhteşem lezzetinde çocukluğumu tadar gibi

Kimler geldi, kimler geçti saymadım neslimizden
Ha bir varmış, ha bir yokmuş
Sevgileri, saygılarıyla bir yumak olmuş gibi

KUMRU

Gördüğüm bir kuşu seviyorum
Kumru niyetine
Sorgu suâl bilmeden coşuyorlar ya
Bir'ini kılavuz bilerek
Ve en şahânesinden müptelâlığına sığınarak
Ve ezelî hükme göre
Kâinatın her cüz'ü kendi çiftine âşıktır ya
Âşık hangimiz, mâşuk hangi mesafede şimdi
Bazen kanat kanat bulut üzerinde
Bazen bir salıncağın gölgesinde
Med cezîr'i bol hayatımızda
Ulaşabileceğim hâllerce kabul etsin beni

GÖNÜL KÂLBE BİR GÖKKUBBE

Savrula savrula düşler içindeyim
İnceden sarsmadığım düşüncelerle
Serenat eyleyelim gönülleri
Başımıza sevgiliden tac
Sabahlar gelsin, akşamlar geçsin
Yeniden yekpâre bir yaşam yaratsın üzerimizde
Yeryüzünde kalan son âşık gibi

İMÂME


Çıldırtıcı olabilir yanımda elinin eksikliği
Karşılığı yok ki neyle değiştireceğim
Yaradılışım avare diyorum
Pazarlıksız dualarımla
Hangi tünellerden ürkerek geçip
Özlediğim ışığı
O en muhteşem haliyle göreceğim

Akşam sefaları arasında
Günü güne katarak
Kendiliğimden
Hüznü, kederi, gamı çoktan öldürdüm ben
Yangınlar daîm bir tek
Şimdi bir imame gibi yanıbaşımda gözlerim

O KUŞ BENİM

Meğer ben farkında değilmişim
Yoklukta varlığın derinliğini
Meğer ben bilmemişim
Gönülden gönüle nakışların inceliğini
Meğer ben,hecelemesini öğrenmekteymişim
Hayatın dipsiz alfabesini
Bu yüzden,yanımda bir güneş
Köy yolundayım
Yalınayak,yapraklarla yürüyorum
Selviler gölgesinde
Renkli bir düş içinde savrulur gibi
Uçan o kuşum
Etraf alem
Dönüyorum
Çok şükür!

Brüksel/Paris arası Temmuz'08

İKRÂR

Lavantaların bereketiyle
Deniz bir gözümde
Şavkı bir gözümde

Bir bütün oldu dünya bak
Etraf âlem, etraf şâhika

Elimdeki ayna, elimdeki hamam tası
Ve mis gibi sabun kokusu
Aileden yadigâr
Kıymet bilenler huzurunda

Biz hep böyle bakarız
Engin ve engin gökyüzüne
Kâh lacivert olur, kâh en hakikî yeşil
Her anımız turfanda
Sonsuz heves ve ikrârla

GÜNEŞ

Güneşli günlerle karşılaşınca
Kamaşan sadece göz olmaktan çıkarsa
Ruh ısınır, baş döndürür
O ana kadar aldığın nefeslerin
Hiçliği ayaklarına dolaşır da dolaşır

Aşk peydah oldu mu
Maşuk bir sarmaşık olur
Boynuna süzülen gözyaşlarıyla yarışır

İçilen her bir yudum su
Zemzem kuyusundan karışır

Bir sihirli halı gibi
Ve daim aşk ile 7’ler etrafında dolaşır

Mevsim gelmiş, dal kurumuş
Umursamaz artık insan
Bilir ki ümitsizlik gönüllerden silinmiştir

Sabır ile selametin yoldaşlığına
Sevdanın da aşk ile kutsallığına
Canın tek yürekle sırdaşlığına
Ezeli ve ebedi gönüllü tanıktır

HEP BİR

Gözümdendir güneş
Parklar, kıyılar
Kapı pervazına
Dayanmış omuzlarım
Denizli, yosunlu
Kokusuna doyulmaz
Sabahların
Ruhumda bitmeyen neşesi
Hepsi bir

Bir kelimenin, bir günün
Sevgiye has bereketiyle
Ve olanca kıyametiyle
Alemlerden yükselen her bir sesle
Âşka âşkla ayna olmuş
Sefası yüksek ve göz hizasında
Uzaktaki ağaç
Hepsi bir

Gönül köşküne tırmanılan yollar
İnce düşünceler
Beklenmedik hoşluklar
Naîf hâller
Bir nefesle, heyecan içinde
Alabora olan merdivenler
Yekpâre eller
Gül kokusu saran geceler
Hepsi bir

Haber geldi ezelden
Hayat tereddütsüz güzel

Hikâyeci;
Çok şükür

HAYR'OLA

Benim bahçeme nicedir düştü bu tohumlar
Günden güne bakî kalma telaşıyla
Sevdanın yıllara sığmadığı gibi
Gördüğüm güneşler sayısınca
Göğsüm alabildiğine genişlese de
Nefesim nefesime uymadı

Kâlpten kâlbe işlediğimiz
Bir oya gibi, bir su gibi
Hayatımıza bir kere
Denk düşen
Hem geceye, hem sehere hâr
Gül kokusuyla sevgili
Sevdiğim her bir dalgadan
Yükselerek benden öte beni
En pür neşe hâliyle sarmaladı

Gafletle adım atanların
Kıyâmetinden
Korusun şimdi her birimizi Rabb’im
Ve unutmayın
“Her bir kimse
Kapısının anahtarını bekleyen
Boş bir ev gibidir”

KIYMET...BİLMEK/BULMAK...

Bir kelimenin ucundan kıyısından tutmadan
Kırmadan, kırılmadan dosdoğru durabilmek için
Yüzümüzü, gözümüzü, ince tenimizi
Dupduru kılabilmek için
Ne denli zorlansak da zamanın damla damla akışı
Aşikârdır
Hep zorlar, hep yol aratır
Tesellisi bir son duraktır
Bu, muhtelif sayfaları ters yüz eder
Ders verir
Ama bir dilekle baştan aşağı
Ruhumuzu temize çeker
Ve illâ ki çıkış her zaman hayr’adır
Bu yüzdendir sabr’ı var gücümüzle sahiplenip
Bir saç telinde kâinatı kıymetlendirmeyi bilmek

ŞAFAK KAÇ

Sabahtır
Ve kararlıdır
Hayli telaşlı, bir ışığın peşinde
Savrulan bir noktadır

Akrepten yelkovana
Ritmi bozuk olan zaman değil
Kâlptir
Bildiğinden fersah fersah eksiktir
İyi ki de böyledir

Her zaman bir kör nokta var mıdır
Uykusuz kalan ruhu sevgilerle parçalamaya
Elbette vardır

Geceden de güneşe sancılı, çetin bir göç vardır
Şafak kadar gerçektir

İllâ ki gelir, sonra
Sarar sarmalar ruhu
Bir ateşten alır bambaşka bir ateş içine atar

İşte o an'da ne sûr kalır
Ne kalkan ne de takât
İsyânsız bir teslimiyettir bu
Herkesi de böylesine kuşatmayan

İYİ NİYETLE

Niyetçi;
Bi günün, bi yılın, bi ömrün ardınca
Adım adım
Hiç bıkmadan, usanmadan
Her biri ayrı anlamlarla
Bi dolu niyetim var
Haberin olsun
Kadere ve kısmete dayalı

Ve elbette
Bir köprüyü yekpâre sararcasına

CÂN KURTARAN

Ellerimi denize daldırıp da bu akşam saatinde
En billur hâliyle yıkadıktan sonra
Suya kimli, kimsesiz bi suret yansır mı
Ya da ruha yok'luğun ziyadesiyle perişânlığı

Pembe bir göğe
Turkuaz bi buluta
Yüzüm dönerek
Her an’ından bir parça tatlılıkla
Ve bol şükürlü ömrümüzde
Gördüklerimizden, göreceklerimizin
Mislince çoğalmasını dileyerek
Ya sabırlar sayılır mı tesbih boylarında

Bir günü daha hayatın arpa boylarına ilâve ediyoruz bak
Bu yüzden sözlerimiz, olağanüstü besteler içinde
Bu denli canlıdır
Bir kelimeyle bir büyük dünya kurulur
Mutluluğu ayrı, burukluğu ayrıdır sevmelerin
Ama her zaman ve her zaman
Kanımızda âşk varsa
İşte o hayat kurtarır

TAHTA MANDAL...SANDIK...BARDACIK...


Ve ilkin, zamandan önce, kendimizle olan mücadelemizin seyrine bakmalıyız, dedirten bir idrâk zuhur etmişti bende. 8-10 senedir.
Öz değişmez neticede, yaradılışın hikmetlerindendir.
Ve siz kendinizi, sadece ve sadece beşere naklederseniz, kazanç saydıklarınız maddeden ileri gitmez, hebâ olur.
Sakinleşmenin, durulmanın ve "yol" a koyulmanın hevesiyle, geçmişe seyâhatleri her zaman sevmişimdir...
Kazancım, biriktirdiklerimin manevî keyfidir.


Rahmetli Saim Dayım'ın vefatının 3. günüydü- yolu açık olsun. Kuzenim Aydın "Ablacım, gel 'eve' gidelim" dedi. Tedirgin bir hevesle "hadi hemen " dedim.

Bahçeden adım attığım o gün-ki eski demir kapı kilidinin inatçılığı tutar mı acaba diye yanımızda destek kuvvetle gitmiştik. Sağolsun Komşu Abi.
Kapı inadetmeden açıldı o gün.
Hepimizi kucaklarcasına.

Çocukluğumda, daha sokağın başında belirsek, evin kapısında heyecanlı iki çift güzel göz yoktu o gün… Olmayan binlerce güzellik gibi. Akşamüstleri dedeme rica minnet hortumla benim suladığım ve betonun suyu emerken çıkardığı ses, yoktu. Sağda abdest alınan lavabonun kenarında duran kokulu sabun, dibindeki dallarından adeta akarcasına sarkan yasemin, kısa ipte asılı peşkir*…
Tuvaletin bitişiğindeki aslanağzı, benli hanım çiçekleri. Aradım, ama yoktular.

Bir ara oda olarak kullanılan, sonradan mutfağa ve son bildiğim haliyle tamir atölyesine dönüşen küçük odacık. İçinde bir sandık… Fotoğraflar, kağıtlar… Notlar, bordrolar.
Kapısının önünde gerili duran bi ip var. Üstünde 8 tahta mandal. Metalleri paslanmış.
4’ü anneme, 4’ü bana hatıra… Alıyorum.

Kenardan kenardan bir kâlp çarpıntısıyla ilerliyorum erik ağacına doğru… Altında bayram sofraları kurulan erik…Bunu hayatta kendi kesmemiştir. Kahroluyorum.
Biraz ilerdeki dut duruyor. Ama içi boş duruyor.
Sola döndüğümde tüm heybetiyle bardacık**. Üzeri dolu…Komşu Abi; “Toplayalım… Çoluk çocuk yersiniz.”
Ben şaşkınım halâ… Ve bahçeye adım attığım andan beri ağlıyorum.
Hiç bilmediğim bi defne peydâh olmuş. Yere düşen yaprağından bir tane alıyorum. Cüzdanımdadır halâ.

Uzaktan saçlarımızı kokusuyla tarayan denizin tuzu, gözlerimde.
Ve benim gözlerimin rengi değişir denizde.

Dışı beyaz, içi mavi badanalı ev.
Ay büyürken bizi büyüten, üstünde mandalin, portakal kabukları yanan sobalı şirin ev.
Sana şimdi böyle, dönüp bakmaya dayanamadığım, anılarla dolu, mis kokulu, içi boş ev.

Hayatımızda ne kapılar açıldı ama hiç biri böylesi açılmadı.
Böylesine hasretle yerden yere vurup harmanlamadı gönlümüzü.
Bardacıklar böyle tad bırakmadı.
Yaseminler de böylesine kokmadı.

***


O evde yaşamış olan "büyük yürekli" aileme... Pamuk Anneanneme, asfalyası her an atabilen sulugözlü Dedeme ve çok sevdiğim iki dayıma... Ruhları şâd olsun... Ve başımdan eksik olmasın, bi'tanecik anneme... Hasretle.
Sevgi ve selâm olsun.



* Peşkir : Havlu
** Bardacık : İncir







24 Ocak’09 İstanbul

LİMON ÇEŞME

Bir kayık içinde seyir hâlindeyim
Elimde bir dilim limon Çeşme
Arada uzanıp sular alıyorum deryâdan
Serinletme bahanesiyle
Dalıyorum yine bilge denizin
Adımı haykıran dalgalarına severek

Kulağımda o en muhteşem bestesi ömrümün
Ben ben’i bildiğimden beri zuhûr etmemiş
Bir tastan aksîni görmemiş
Ama her baharda aynı çiçeği sevmiş

Biliyordum oysa
Gamı, tasası ödünç hayatımızın
Ve mutlak gamdan azadolacağını

Kapılar kapılara
Pencereler bize komşudur
Limon ağacının bittiği yerde
Ben ağaca, ağaç bana yaslanmış

Biliyordum oysa
Ne yöne baksak sevdâsı aynı sevdâ
Ve mutlak gözümün gözde azadolacağını

PERVÂNE

Nerden kalktım,nerden vardım
Hangi kervanın kıyısında soluklandım
Yollara, yolculuklara ve dahi yolculara
Ağıtlarla heybemde selâm getirdim

Yamaçlardan kılpayı döndüm
Darmadağın, sahipsiz
Viraneler arasında dolaştım
Gönlüme kazınmış kelâmlar vardı
Her yıldığım an sarılıp sarılıp onları içtim

Hiç kopmayacak düğümler attım
Her seferinde umulmadık sevinçler tattım
Aklım fikrim, kâlbim daîmi pervâne
Ve elbette kusursuz bir nefesle başbaşayım.

ÇOKTAN SEÇMELİ...HAYAT...VE GAMDAN AZAD...

Çoktan seçmeli hayatlarımızın,bir son söze, bir son nefese muhtaç gönüllerimizin, iz düşümü gibi başlar her hayat.Neye doğduğumuzu, neyle doyacağımızı bilmeden.
Ve açlığın sadece gıdadan öte olduğunu kaç kişi bilebildi...?

Bir kayanın, bir köprünün, bir kayığın en keskin kenarından kollarını sarkıtmış, gözlerinde efkâr, gözler duman duman.Kırlaşmış saçlarında binbir an’ın gamı, tasası…
Ama bilmeliydi ki “O, gamdan azadederdi her gamlı kulu”

Yolun bir köyden, bir kentten başlaması önemli değildi.Başlamıştı işte bi leylek kanadı misâli, çetin ama mutlu ömre nefesi, hep beklenmedik güzelliklerle gelmeliydi.Kâinatın yaradılışından beri sevdâya daîr bi âşıktı o.

Alnı açık, yüzü her zaman bir nur’un habercisi.Yere her zaman ses getirircesine basışı, sarsılmaz teslimiyetindendi.Bir arpa boyunun hesabını hiçbir zaman yapmadı o.Önüne sunulan hayatın kaderiyle, cilvesiyle dertlenmedi.
O her zaman bilmeliydi ki “Derdi ona derman idi”

Aslına uygun kurgular üstünde yürürdü yolda, adım adım…Hiç koşmadı o.Yürek koşmaları ise hep vardı, varolacaktı, nefesi yettiğince.

Elleri herşeyin aynasıydı.Ne gördüyse o yansıdı, ne verdiyse, ne aldıysa.Yürek neyi bilediyse onunla gör’dü, onunla işit’ti, onunla oku’du.

Hiçbirşeyin yetmediği an’ları oldu…Herşeyin fazla geldiği de.
Sır’ra mahzar yolların varış noktası hep muamma.
Ama ümidin en kallâvisini, bi kapının tokmağına, bi pencerenin pervazına takan eller değil, gönlüydü, bildi.

HİÇ Bİ'ŞEY BİLMİYORUM

Bilirim,
Ceviz konsol üstünde yanan
O engin, o en derin
Lavanta tütsüsündeki kokunun
Yıllara nasıl dağıldığını

Anlarım,
O hiç istenmeden
Ele verilen tonlarca ağırlığın
Omuzlara çöken gönülsüz sancılarını

Görürüm,
Reddeden ama aslen
Bir o kadar kabul dalgalarıyla
Sarsan, vuran, kıyıdan sonsuza
Uzanan med cezirleri

Bilirim,
Zamana dair her şeye
Silip silip destanlaşma heveslerini
Uzak bir besteden kalkıp
Alınlara çizilen her bir izin kıymetini

Anlar, bilir, görür gönüllerden miyim ben şimdi?

KEHRİBARDIR GÖNÜLLER...VE ASFALYA...

Kehribar bir sabaha uyanınca tüm ruhlar, mekan, memleket dinlemez…

Hasret dile gelirse burnunun direği nerde olursa olsun sızlar.

Zaman zaman rayında gitmez hayat, dikenler saçılmıştır, bazen iyi niyet dışında her şey döşenmiştir yollara.

Hırçınlaşır, öfkelenir ama asla kinlenmez.Ama asla unutmaz da.

Sebepli, sebepsiz dalgınlaşır, duygusaldır gözler, birkaç damlanın akması an meselesidir.

Yürek tel teldir yufkalıktan.

Merhametin en sahicisi ellerindedir, kimseyi ayırtetmeden açar yüreğini, her yardıma koşarak gider.

Hisleri kuvvetlidir, bir deniz görse tuzu bir gözünde, kum bir gözündedir.

Ağıt yakmaz o, hayatının en eşsiz ezgilerini içine içine akıtır.

Her sonu hayr’a yorar ve her seferinde muhteşem bir başlangıç yapar.

Hikmetten suâl etmez.

Önünde serili, alnında çizili bir kaderdir.Ve razıdır her daîm.

Ömrü türlü uçurumların kıyısından sekmiştir kimi zaman, başı dimdiktir.

Bazen de zirvededir ama, esas o anlarda mütevazılığının doruklarındadır.

Sevdâsını, âşkını haykırırcasına yaşamak ister.

Bulduğunu bilir, bildiğini ebediyete taşımak ister.

Nefes alışı, verişi başlı başına bir seramonidir.

Gönlü ile dili aynı çizgidedir.

Bir ufka bakarak bir destan yazabilir.

Bir noktaya, bir anda koyduğu her varlığı, bir anda ordan indirebilir.

Huzursuzluğu, gürültüyü patırtıyı sevmese de; şahsına veya yakınlarına bir hâli, tavrı, sözü sindirmezse yeri yerinden oynatma pahasına susmaz, susturulamaz.

O zaten hiçbir zaman durmaz, durdurulamaz.

Etrafınıza bir bakınsanız, o hiç kimseye benzemez, kimse de o’na.
Asfalyasını attırmaya gelmez Girit’linin.

TESELLİ OLACAKSA

Taş taş üstünde bırakmak istemez kimi zaman insan
Sureti ordan oraya savurmak ister
Baktığı hiç bir şey başka gelmez, birdir
Duydukları duymak istedikleri değildir
Bir kapıdan öylece girip geçmek
Elini uzattığında kendince ve istediğince bulmak ister
Kâh bi avuçta su olur beklediği, kâh bi yudum sevdâdır

Ama illâ ki insandır
Ve ne yöne baksa gözünün önünde pervâneler uçuşur
Manâsı farklı

Ömrümüz gönlümüzdeki hayat’ı şekillendirmez bazen
An’lık sıkıntılar törpüler de törpüler
Ruh, tene fazla gelir
Bir gömlek gibi yırtmak sakinleştirmez
Bir söz, efkârı dağıtmaz
Hangi hâl olursa olsun, bulutları dağıtmaz
Batan gemileri mavi sulara çıkartmaz

En sahici aşklar nasıl yaşanıyosa binbir çeşit bedende
Kahrı göğüslemek zor gelir ve haklıdır

Tozu dumana katmak ister kimi zaman insan

Ama illâ ki insandır
Manâsı birbirinden farklı olsa da
Şükredebilmiş olmak adına da şükretmeli

O DERYÂNIN SUYU BAMBAŞKADIR


Rastgele önümüze çıkan veya ömrümüzün sonuna kadar arsızca beklediğimiz sır'ra mazhar masalımız

Kaynağının nerden, kimden olduğunu bilmeden göz yakan, acıtan, başımızı alıp harabeye döndüren gönül yaramız

Bahardan bir gül, kıştan bir ayaz uğruna ortalığı yerle bir etme gayretimiz

Gelen, giden ve göçen her bir hadîse de “ bu da geçti ya hu “ dedirtircesine kendi kendimizce yalvar yakar olunan

Bir kapıdan, bir pencereden dirhem dirhem içimize çektiğimiz o büyük hasret

Onsuz gecelerde yıldızlara verdiğimiz isimler

Hayatı el yordamıyla geçirirken sancıların sancılarla yoğurulduğu ve şekilden şekle giren
ruhlar

İnkârsız ve izâhsız günlerimizin yerle yeksân bir düzen içinde olduğunu bildiğimiz meşakkatli bir yol

Hangi deryâya bakarsak bakalım, onun bizim suyumuzdan ve soyumuzdan olduğunu varsaymak

Karşımıza çıkan kılavuz rüzgârın ömrümüzde gördüğümüz, göreceğimiz ve bıkmadan, usanmadan peşinde koşacağımız huzurun her bir zerresini inşâ edeceğine gönüllü sahiplenişimiz

Avare başımızın bir gökkubeden farksız, yadigâr her bir anıyı lavantalar içinde saklayışı…

Ve bunları tekrar etmeden geçirdiğimiz bir gün bile olmasın
Ada, köy, ev hasretimiz ...

Kaç kuşağı sahiplenen memleketimiz ve ruhu şâd olan büyüklerimizi yâdetmek gayretiyle vesselâm …

ŞİİR Mİ BU?

Katmerlenmiş bir gül gibi açıldı önümde sayfalar
Elim mürekkep, elim hikâye

Avcumda bi mum
Arada üflemişim gibi savruluyor
Kendime hayret ediyorum
Bir rüyâ eşiğinde gibi
Ama yine de bilmiyorum ki niye
Sesimin sessizliği çınlıyor gökyüzünde

Mektuplar yazıyorum
Şimdiden ve gelecekten havadisler
Boşlukta uçup giden, unutulan
Kelimelerden değil, hiçbiri

Kimi zaman kendi etrafında seyreyleyen
Ama aslen âlemlerde dağılan
Daîmi bir aşinalık var
Kâh çocukluğum
Kâh o en muhteşem yolculuğun
Dönemeçlerinde saklı

Aklımın peşine düşüyorum
Gözlerimle her an
Buğulu camlara yazılar yazar gibi
Gözlerimi hare hare yaşlardan atlatıyorum

ŞERBET

İçime nüfûz ediyor her zerresi zamanın
Zaten geçmiş her an
Kayıptır ve hasrettir

Söylenen her şey harf be harf
Ağrıtır ya en saf halinde sevdanın
Ateş olur yakar
Ama aslen
İçin için daha da derinleştirir

Susuz kalır bazı anlar
Sanırsın kaynağın tükenmiştir
Oysa kelimeler her seferinde
Pare pare etse bile
Sızıntıya izin vermeyecek
Şekliyle gönülleri mühürlemiştir

Hani arsızdır
Bir ömür beklediğindir
Hani sokakları çocukluğumuzun
Taş be taş
Halâ aynı merdiven oturduğumuz
Bedenlerimiz küçük
Oysa büyük olan kalbimiz bilir
Hayat herkesinkinden apayrı
Tadlar verecektir
Aşkı her bir rahiyâsı muhteşem bir şerbet gibi
Damağımızda hissettirecektir

Hayatım hasretim tadım tuzum
Ve suyum
Siz hiç eksik olmayın

GEMİLER GELİYOR ADA'DAN


Hesapsız bir yola savruldu,
Yürekleri ağızlarında.
Kiminin eteğinde bir bebek,
Kiminin eteğinde bir parça toprak.
Ayakları geri geri gidemedi,
Takatsiz kollar ve saksılarda adanın yaseminleri.

Birbirine benzer kederli kaderlerle,
Deniz mi onların,
Onlar mı denizin çocuklarıydı,kimse bilemedi.
Gönüller dilsiz,
Gönüller yorgun bakıyor,
Gitgide uzaklaşan fenere.
Şimdi âlem simsiyah masmavi yüzlerde.

El verin..
Gemiler geliyor adadan.
Hüzünler,gözyaşları,vedalar taşıyan gemiler.
El verin..


(bnu-23.09.2008 / Girit'ten gelip,geçenlere...)

MAVİ


Eskiler arıyorum,eski sevdalar arasında
Kiminde kulbu kırık bir kalp
Kiminde tarih silinmiş,ahir.
Bu kasede akide eksik değildi ,sahibi gibi
Cam daha ahenkliydi,ama yine de mavi
Kül renginden sarıya savrulan resimler kucağımda
Bense bir alemin ucundaki ay gibiyim..

İSTANBUL


Kimi gün kanatsız bir kuş gibi naçâr kalan bu şehir, yine de her düşüşte bir yokuş bulduğu için sendeleyerek de olsa kalkar ve sarılır “hayat”a…
Bu yüzdendir ki o, yüzlerce yıldır kimseden saklısı gizlisi olmayan medeniyetler silsilesinin can damarı, güç simgesi olmuş bir ömrü içinde barındırır.

“İstanbul deyince aklıma martı gelir” diyen şâire hak vermemek elde değildir.
O göz alıcı denizine uzaktan uzağa yaklaşsanız bile martılar bir kanadına sizi, bir kanadını İstanbul’u alır çelebi misâli bulutlara erdirir.

Bu şehirden çıkınca insan, ilkin bir “oh “ çeker…Herşeyden biraz uzaklaşmak, herkese, her zaman iyi gelir…Ama beklenen olur, nereye giderseniz gidin, gittiğiniz her yerin en güzel yönü İstanbul’a geri dönmektir.

İstanbul,bazen üstünüze üstünüze gelir, kimi zaman da göğsünüzün tam ortasına “basar”.Herşey fazla gelir o anlarda ve her şey bir parça eksik.Ruhunuzu alıp bir girdabın içinde ezer,buruşturur…Ve bir başına bırakır pek çok zaman.

Yine de insan vazgeçemez ondan.Dönüp, dolaşır, kıvranır, onu arar ve onda kaybolmak ister.

Ve İstanbul’a daîr ne duygular, ne yazılar, ne de çiziler biter…Her geçen gün İstanbul’a daîr sevdâlara sevdâlar, eklenir de eklenir.

Bu şehir, insanı alır götürür...Bazen bir martı kanadında, bazen bir lodosla, kimi zaman ve çoğunlukla, âşk ile…
Daîma…

GÜNEŞ GİDERKEN

Ayasofya'dan gidiyo bugün
Ömrümüzden yine birgün
Yarın keyfe gelir belki "yeşil"den
Mahsun, yalnız ama hep gönüllü âşık
Kimbilir kimin içi yanar
Medcezirli hayatlara
Nefes veren güneşten

29 May'07

BELKİ

Göğün rengi ahenkleniyor suya dalınca
Bu yüzden topluyorum
Yapbozun parçalarını günün sonunda
Belki bir iyilik, belki iki satır güzellik
Kimbilir belki bir derin hüzünlü düşünce
Gönlümün ruhlara dokunan o mis kokusu belki

BİR AKŞAM SAKARYA TÜRKÜSÜ

Yol kenarlarından, duvar diplerinden fısıltısı geliyor taşların
Toprağı her avuçlayışta iki satır ağıt
Gidene dur denilemeden gitti ne varsa
Bir akarsu gibi zamana mahkum gönüllü bi serüven içinde belli, bu yaşam
Kimi nefesler boşluğa sarılmış gibi, takatsiz
Yakalanabilen anlar için çırpınsın semâda kuşlar
Bir son selam,bir son söz,bir son ses..Aşk ile daim...

KİM BU


Vapurdan indiğin an gördüm yola kılavuz gözlerini
Dalgaları cebinde taşımış bi' halin vardı
Omuzların biraz düşük

Maviyi yeşile değiştiren bi' ses gibi çınladın

Denize düşen tek bi' damla için
Uğruna can verilebilecek bi' damla için
Sonsuzu yaşamaya gelmiş gibisin
Hoşgeldin

GÖZLERİ MAVİ...SAÇLARI BAL KÖPÜĞÜNDEN DAHA BAL...


Başımdaki kocaman kurdeleleri, annem her zaman özenle yıkar, ütüler ve illâ ki beyaz sabunla mis gibi yıkanmış saçlarıma ipekçe dokunur gibi takardı.Kendi elleri de ipekti ya zaten.
Pembe ve beyaz…

Arada gözlerine dönüp bakardım…Mavi…Saçları, balköpüğünden daha bal.Yanakları, hiç sormayın…Pembe ve beyaz.

5 yaşında annesiz kalan annem, her zaman, kimseyi ayırtetmeden, asâletin en şahânesini sergilerdi.Etrafında pervâne döndüğümüz bahçemizin naîf, sakin hanımefendisi.

Bir Girit geliniydi, aile içine ilk girdiğinde Giritçe tek kelime bilmeden…Sonraları öğrenmişti.Hem dillerini, hem adetlerini.

Yoktan vareden, varolanı en olmayacak hâllere sokup, saraylara lâyık bir biçimde bize sunan, marîfetli annem.

Her birimizi hayatımızın her an’ında parıldayacak kadar özenle yetiştiren annem, yaşadığı her devirde hep saygıyla anılırdı.

2 erkek çocuktan sonra dünyaya gelmişti…Babası Bulgaristan’dan göç eden Berber Osman…Usta makası da halâ bende durur.

Vicdansız analığının elinde, direncinin nasıl bu kadar sağlam kaldığına hep hayret ettiğim, güzeller güzeli, kendi gibi pamuklar içinde saklanmalıydı bana göre.

Zamansız anlattığı masalları her zaman hayatımıza daîr birer destan gibi dahîl kılan, coşkusunu da, tasasını da bizlere hep olumlu yansıtan bir fakîrdi.

Tam bir mütevazılık içinde zuhur eden edâsıyla, beklentisiz vermenin yüceliğine inanırdı.

Yıllar içinde, “yetiş” diyen herkese koşan, erik ağacının altında kurulan bayram sofraları için ana kadronun dışında, tanrı misafirleri içinde tencerelerce yemekler hazırlardı.Daîma sevgiyle ve ilâhi bir bereketle kaynayan tencereler.

Şimdi; bir tutam kekiği, bir tutam karabiberle ekmeğine katık etmesini bilen kaç kişi kaldı ki günümüzde.

Bahçedeyiz…Yıl 1950…Elimdeki bebek nerden, kimden gelmiş haberim yok.
Yanımda, benden 4 yaş büyük ağabeyim Sayim…Ve Annem Seher…


BU YAZIYI ANNEM'İN AĞZINDAN YAZMAYA ÇALIŞTIM...DAYIMIN VE ANNEANNEMİN RUHLARI ŞÂD OLSUN..
26 Şubat’09

BİRGÜN...BİZ ÇOCUKTUK OYSA...


Bir bahçenin kerpiç duvarlarının, ailemizin tüm fertlerinin şen şakrak sesleriyle boyanabileceğini bilemezdim o çocuk halimle…Tıpkı denizin rüzgarla dost olabildiğini de yıllar yıllar sonra idrak edebildiğim gibi, bu ahengin her şeye kadîr olabildiği anladığım gibi.

Türkçe tek kelime bilmeyen annem, her zaman siyah bir entari, o yıllarda ak düşmemiş saçlarını örten siyah eşarbıyla evimizin lideriydi.Ağzının kenarında babamdan aşırdığı o devrin filtresiz sigarasıyla, yeni bir bahçeye, kimi adalı kimi yerli yeni bir çevreye, yeni bi lisana karşı duman duman efkâr dağıtırdı…Ahirete göçünceye kadar da bu efkarı hiç geçmedi kanımca.

Bizlerinse tek derdimiz o gün oynadığımız oyunların galibinin kim olacağıydı.Biz çocuktuk daha.

Ablamla ve mahallenin diğer çocuklarıyla bahçe duvarları üzerinden seke seke, uzaktan denizin köpüklerini gördüğümüz Bakkal Hakkı Amca’nın evinin çatısına kadar giderdik.
Babam, ezelden beri tek bildiği işi yapmak için yine gemilerdeydi.Her geçen geminin babamı müjdeyeleceğini düşünüp iddialaşırdık.Çoğu zaman da iddiayı biz kazanamazdık…Çocuk aklı işte.Babamın efkâr dağıtma hali de böyle zuhur ediyordu, kimbilir.

Bana sorarsanız hayatımın en ince, en sade ve tasasız günleri o evde, o bahçe de geçti…Bir günde yoktan varedilen bir hayatın, kıymetini kayıplarla, kazançlarla çoğalan anılarımız, bitmeyen bir sevda gibi kenetlenen yüreğimizle ruhlarımız o evde büyüdü.

Hayatın bir ebrû tablo gibi olduğunu kabul edeli çok oldu…Ve hayatın bu denli eşsiz ve tekrarsız oluşunu, hepimizin payına düşen bir kaderin kimi zaman demir bir leblebi gibi her zerremizi ezişini, eğitişini.

Her birimiz dağıldık o mahalleden türlü türlü hayatlara daldık, balıklama.Boyumuzun uzadığını sandık, henüz boyumuzun ölçüsünü almadan.
Hayaller üzerinde yürüdük.Eşler, dostlar, kardeşlikler, edindik çokça...Kimimiz hayatını roman yaptı.Törpülendik.Kimimiz ruhunu genişletti.Ömrümüzü büyüttük kendi içimizde,kendimize göre..

Mutluluktan ağladık,bazen delirdik,deliliğe vurduk üzüntüleri...Çocuklarımızda oldu bazılarımızın, kerpiç duvarlar üzerinde daha dün seken çocuklar bizdik oysa…
Ben, gemideki çocuklardan biri...Ben, Rasim oğlu Hüseyin…
1918 Resmo / 2001 İzmir

Dedem Giritli Hüseyin'in azîz hatıralarıyla...Ruhu şâd olsun...
3 Ocak'09 İstanbul

O GÜN...BİR GÖÇ...BİZİM DE BİR ADAMIZ VARDI...

İnsan, bir kere yaşar da ömür dediği kimi zaman dinlendirilir, bazen coşar, bazen erir ve nihayet bitirilir…Başlangıçların sonu mu, yoksa sonların başlangıcı mıdır bu, bilinmez…

Başını okşadığı çocuklarının oyunlar boyunca oradan oraya savrulduğu evinden çıkarken, her seferinde avludaki küçük fıskiyeli havuzdan bir avuç suyu alır, kapı kenarındaki zeytin ağacını sıvazlar ve çıkardı…Her sefer, binlerce dalga demekti.
Sol omzundan dirseğe kadar uzanan bir dövmenin gönüle yakınlığı, sevdânın hasretini anlatırdı.

Hangi yazıya, hangi şiire bilinmez, ilhâm verecek kadar çakırdı gözleri.Her daîm dudağının kenarında ise bir sarma cigara.Bir nefes uzak kalsa bile evinden, memleketinden teselli olan bir sarma cigara.

Gemiler, pusulalar, boranlar, fırtınalar…Ömrün her safhasına dağıtılmış anılarla cebinde, gamlar, türlü tasalarla ve defalarca sıralanan küfürlerle dillerde yine de yaşadığı her ana şükreden bir öz taşırdı, asla isyân bilmeyen.

Varılan limanlardan bir çakıl taşı hatırasıydı.Eve her dönüşte ceviz, oymalı, eski bir usta işi, bir parça sedef serpiştirilmiş küçük sandıkta biriktirilmiş nice seferler.
Kulağındaki lyra efkârın adıydı ve gözlerine yansıyan bir çift Halcyon kanadı sancılara merhemdi.

Doğduktan bir gün sonra adı kulağına hem komşu evde yaşayan, hem de mahalledeki camî imamı Hacı İsmet Efendi tarafından ezan-ı şerîf ile okunmuştu.Zaman zaman o ses halâ kulağında bir lezzetli akîs hâli alır, ömre ödünç bedeni işte o anlarda, sadece o anlarda yorgunluktan rehavete bir yol alırdı.

Uzun zamandır söylentileri vardı “göç”ün…Ama nasıl ve ne zaman işte o tam bir muammaydı.Kendisi uzun seferlere çıkan gemilerde hasretliğin en hakîkisini yaşasa da, anam, karım, çocuklarım ne eder diye diye göğsü daralmıştı ve gönül hiç de ferâh gelmiyordu o gün, seferdeki son gündü.Seferden son dönüşü olduğunun hazırlığı vardı, yine de içinde…Bu hazırlığı da yapmak farzdı…

Yaklaşırken gemi limana, uzaktan küçük kızının kurdelesini tanıdı…Maviş… Limanda bekleşenlerin yüzü hüzün, yüzü telâş içinde.Nereden geldiği belli olmayan bir rüzgârla düşmüş onlarca omuz.Anladı…O yokken haberi gelmişti…
Yolculuk yakındı.

Limana ayak bastıktan sonra birkaç adım sendeler gibi oldu.Onu bekleyen ailesiyle sessiz bir kucaklaşma ile eve, evlerine yürüdüler…Sessizlik perişanlıktandı.
Yol bitmek bilmedi.

Ve mavi kapı…Numarası bir süre sonra buradaki her bir varlık gibi silinecek o masmavi kapı, gözlerine yaş doldurdu.Zeytin ağacını yine sıvazladı, havuzdan bir avuç suyu yine aldı.
Ve yolculuk yakındı.

Birkaç gün içinde “toparlanın” haberi geldi.Çocuklar çocuk hâlleriyle, bir şey sormadan, yaşlılar yaşlarının en tevekkül hâlleriyle, gençler gençliklerini bilmeden hazırlandılar.

Sabah herkes limanda, ortalık mahşer…Kucaklaşmalarla birbirine karışan gözyaşları…Eş, dost, akraba.Kim nereye varacak, kimin kısmetinde ne var…Tam bir muamma.
Ve ortalık mahşer.

Ellerde birer bohça, belki bir sandık eskisi.Gözler dalgın, gözler kendilerince sebepsiz sürgünün yasında.Ve halâ bir mucize beklentisinde yarışan, kırık dökük gönüllerle, adım adım toplandırlar gemilerce.Haykıran, feryâd figân eden bir rüzgâr uğurladı onları o sabah.Gittikçe uzaklaşan vatan, yurt, memleket.
Büyüklerden küçüklere elele, kadere isyânkar olmayın öğütleriyle, gözden kayboldu memleket.

Kolunda dövmesiyle çocuklarına, karısına ve anasına kol kanat geren babanın omuzları güç belâ dik duruyordu, bunu yapmak zorundaydı…O ailenin babasıydı.

Ne kadar gittiler belli değil, ağıtların dalga sesleriyle karıştığı ve usulca varolan bir sessizlik içinde, bir adanın yakınından geçiyorlardı şimdi…Kıyı boyunca küpler sıralanmış, sakız kokan bir garip ada.

Yıllar sonra anlayacaktı o gündü, göç günüydü, o gün vurgun yemiş bir sürgün kafilesinin günüydü…
Ve içini sızlatan Sakız’ın martılarına, Sakız’ın çakıl taşlarına bakıp geçerken, yıllar sonra duyacaktı “Bizim de bir ADA’mız vardı” diye haykıramamanın pişmanlığını.

18 Aralık' 08 İstanbul
Gelenlerin, göçenlerin aziz ruhlarına, saygıyla...

HANGİ RÜYÂ

Hangi rüyâ gerçeğe dönüşmedi ki hayatta

Ve hangi kalemle suya yazılan hatıralar

Yelken olup yol almadı

Kavuşma hayâlleri ne zaman bir göz kırpma anına sığmadı

Vazgeçişler ve gidişlerle nasıl direklerden dönüldü

Her kumaş her bedene uyar mı, hesabı yapılmadan

Çağlayanlar nerden gelip, hangi köprüden yol bulmadı

Yaşamımıza kaç Ankâ mesafesinde Âşk

Ve evet dostum…Hayat tam bir bilmece…

KARA KUTU

Her biri kendi içinde
Bir karakutuyla yaşayan hayatlarımız

Ne dünden ne şimdiden
Soluğu içinde bunca zaman
Bir kuytuda saklanan
Feryâd figân ellerimiz

Bir günün kıyısında
Çınladıysa ruh
En şahâser
Bestedir o
İflâh olmaz bir yârenlik
Nehridir
Ferahtır ve fezâdır

Kıymeti
Duvarlara sayfalarca yazılandır
Çünkü kâlbendir
Delilsiz ve ispatsızdır

SIR

Ateşler içinde yandığını sanar insan,kâinatta yegâne kendi varmış gibi…
Bir önceki bir diğerini unuttururda, en perişanını son zanneder…
Deli kanının en derin hallerine, bürünür de bürünür…
Ulaşılmaz mesafeleri anlara bölünür.
Vazgeçmez acı severliğinden, kördüğümler içinde boğulmayı, nimet sayar her seferinde…
Lime lime olsa da gönüllüdür, bir daha iflâh olmayacağını bile bile , sürünür de sürünür…
Muhtelif dehlizlerde an’ı biriktirir…Kalp dayanmaz nefessiz kalır, yine de her gördüğünü tek bilir.
Cândan uzak geceleri gündüzler kovalar, ayın güneşin en güzelini bir yerde arar.
Hiçbir çiçeği bağdaştırmaz,o rahiyânın en mükemmelini bir saç telinde sezmiştir..
En olmadık zamanları, en olmadık sancıları yaşamak üzerine imar eder günlerini, şikâyet etmeden…
Tepen tırnağa teslimiyet içindedir..
Şuursuz sürüklenmenin keyfindedir temelli.
Kuru ekmeğe, bir damla suya dönüp bakacak durumda değildir.
Açlığı, arsızlığı bir noktaya odaklıdır..
O anlarda dünyanın en muhteşem kalesini, kendi kuşatmıştır, zafer sarhoşluğu dilden diledir.
Hayatının son dönemecinde olduğunu bilse de, aksini düşünmez bir an bile, o deryada kaybolmayı her hazza yeğler.
Hasretin boyutu başkadır her seferinde, tuz gibi kavurur.
Bugüne kadar bir dermân buldum diyende çıkmamıştır.Derdin dermân olduğu ıskalanır çoğu zaman.
Virâneye dönse çırpınır, razı olur, boyun eğer…Kimi zaman delirir, başkaldırır kıyasıya.Ama yine de yelkenleri hep iniktir.
Bir el uzakta olsa bile yetmez, özlenir.
Bir ağacın cılız yaprağıdır ki,yanlış anlaşılmalar sırasında sallanır da sallanır..
Bazen kalabalık gelir boğazına düğümlenir,çünkü tek başına çıktığı bu yolda artık tek başına değildir.
Kimi zaman patlar mukadderat, gelir eline yapışır.O zaman işte gidip bir iskeleden derin sulara,semâya dayanır öfke.
Uykusuzluk senin diğer adındır çoğu akşamlar.
Ama yine de karşındakine “lutfûnda hoş, kahrın da “ diyebilmektir ÂŞK…