Kendi kendime uydurduğum bir oyun var. Oyun da denmez ya. Gün sonunda sormayı adet edindiğim basit bir soru diyelim. Sorumuz uyumadan hemen önce sorulur ve şudur: Günün en güzel anı ve en kötü anı hangisiydi? En kötü anını bulmak için uzun uzun düşünürsem günüm gayet iyi geçmiş demektir. En güzel an için de uzunca bir süre düşünmem gerektiyse iki seçenek var. Birincisi günüm harika geçmiş ve bir sürü güzel an içinden en iyisini bulamıyorum. İkinci seçenek ise tabii ki tam tersi, güzel bir anıdan yoksun pek zavallı bir gün geçirmiş olma ihtimali.
Bugün soruyu önce Lilo'ya soralım.
Şevin: Lilocan, bu günün senin için en güzel anı hangisiydi?
Lilo: Senin eve döndüğün an.
Şevin: Hmmm pekiii, günün en kötü anı?
Lilo: Kötü an diye bir şey yok, onu siz insanlar uyduruyorsunuz. Herşey iyi, herşey güzel!
Şevin: Hmmm bilmiyorum Lilocan, madem kötü an yok, o zaman iyi anlar da yok.
Lilo: İyiyle kötüyü tabii ki siz uydurdunuz. Ama şimdi seni üzüp kafanı karıştırmak istemediğimden iyi anla ilgili soruna cevap verdim.
Şevin: Ama Lilocan, esas şimdi aklımı karıştırıyorsun.
Lilo: Peki tamam, en baştan başlayalım. Öncelikle ben senin gibi değilim. Hafızama o kadar da bağlı olmadığım için iyiye ve kötüye pek kafamı takmıyorum.
Şevin: Ne demek şimdi hafızaya kafayı takmamak? Senin derdin gecenin bu saatinde iyice kafamı karıştırmak sanırım.
Lilo: Şöyle anlatayım, en iyisi bir örnekle... Bazen birlikte gezmeye çıktığımızda yerde ekmek parçası falan bulup hemen mideye indirmeye çalışıyorum ya?
Şevin: Evet?
Lilo: Ama sen izin vermiyorsun yememe, hemen beni sürüklercesine uzaklaştırıyorsun ordan. Ben önce ekmeğe ulaşmak için direnmeye kalkıyorum, ama hemen sonra vazgeçiyorum. Unutup önüme bakıyorum. Başka bir köşede başka bir ekmek ya da simit bulabilirim. Sonra hemen bir taş görüyorum, alıp oynamak istiyorum ama sen yine izin vermiyorsun, dişlerime zararlı falan diye. Çekiştiriyorsun beni. Ben önce direnir gibi yapıp sonra hemen unutuyorum, aynı coşkuyla bir yaprağa atılıyorum. Sonra yapraktan sıkılıp, aynı coşkuyla bir kozalağa doğru koşuyorum. Kozalaktan sıkılıp coşkumu hiç yitirmeden bir kediyi koşturuyorum.
Şevin: Yani sen canın ne isterse istesin, hemen unutup bir başka şeye yöneldiğin için mi mutlusun?
Lilo: Mutluluğu nerden çıkardın şimdi? Mutluluktan bahseden oldu mu? Ben sadece sana hafıza işin içine girdi mi herşeyi ne kadar ağırlaştırdığını, siz insanların bu yüzden herşeyi iyi ve kötü diye sınıflandırmadan yapamadığınızı anlatmaya çalışıyorum.
Şevin: Ne demek şimdi bu Lilocan? Sen şimdi bana, herşeyi unut mu demek istiyorsun? Herşeyi kolaylıkla unutursam o zaman iyi ve kötünün ötesine mi geçeceğim? Bu mu anlatmaya çalıştığın? Önüne çıkan ekmeği boşver, nası olsa bir taş bulursun. Taşı da boşver bir kozalak çıkar karşına. Onu da boşver, yapraklarla oynarsın. Yaprağı da boşver, kedilerle oynarsın. Doğru mu anlıyorum?
Lilo: Eksik anlıyorsun. Ve tabii ki esas noktayı kaçırıyorsun. Bir kere şunu unutma, bir saniye sonra unutacak bile olsam, istediğimi almak için çaba gösteriyorum. Üstelik anahtar kelimeye dikkat etmedin yine. Ne dedim; coşkuyla. Hep coşkuyla atılıyorum aklımı çelen şeye. Ama ulaşamayınca da karalar bağlayamam kusura bakma, afacan bir köpeciğim ben. Nasıl olsa beni oyalayacak birşey çıkar önüme. Hem ben ihtiyacım olmayan şeylerin tutsağı olamam sizin gibi.
Şevin: Tamam Lilocan, anafikir az çok alındı! Ama ben senin gibi afacan, yaramaz bir köpecik olmadığım için önüme çıkan ve elde edemediğim kozalakları, ağaç yapraklarını o kadar çabuk unutamam. Hemen kafamı çevirip bir başka kozalağa yönelemem.
Lilo: Yapamazsın biliyorum, nicedir anladım siz insanların ne garip yaratıklar olduğunuzu. Hem yapabilsen bile zaten bu da yetmez küçük Padawan! Ne dedim? Coşkuyla! Yerden alamadığın o kozalağa duyduğun coşkunun aynısıyla atılman gerek ağaç yapraklarına. Bunu yapabilir misin? Sanmıyorum. Baksana gün bitmiş, yenisi gözlerini dikmiş sana bakıyor ama sen hala bu günün en güzel anı, en kötü anı diye bir oyun tutturmuş enerji harcıyorsun.
Şevin:Ama yeter artık Lilo, biraz ağır olmadı mı bu eleştiriler? Koca kulaklı bir maymun suratlıdan işittiklerime bak! Benden intikam falan mı alıyorsun o son kozalağı eve getirmene izin vermedim diye?
Lilo: Hangi kozalak?
Şevin: Öfff tamam, tamam anladım. Unuttun gitti bile sen o kozalağı. Umurunda bile değil artık, doğru anlamış mıyım?
Lilo: En çok kendini akıllı sandığında gülüyorum sana Şevincan! Aslında biz köpekler hiçbir şeyi unutmayız. Sadece hafızamın tutsağı değilim, sana bunu anlatmaya çalışıyorum. Aradan on gün de geçse o kozalağı kapıdan çıkarken sana hiç çaktırmadan alırım ben. Ama şu noktaya dikkat et; şu anda aklım o kozalakta değil. Eve getiremedim diye dert etmiyorum.
Şevin: Neyse, onu bunu bırak da şu kozalak işini söylemen iyi oldu. Yarın senden önce davranıp bahçeye atayım en iyisi!
Lilo: Atarsan at Şevincan, bahçe kozalak dolu.
Şevin: Aman iyice bilge Yoda kesildin başıma! Haydi yatalım artık.
Lilo: Ya Şevincan, onu bunu bırak da mutfaktan fındık fıstık falan getirsene.
Şevin: Buyrun bakalım, senin bilgeliğin de buraya kadar!
Lilo: Ekmek de olur.
Şevin: ......
Bugün soruyu önce Lilo'ya soralım.
Şevin: Lilocan, bu günün senin için en güzel anı hangisiydi?
Lilo: Senin eve döndüğün an.
Şevin: Hmmm pekiii, günün en kötü anı?
Lilo: Kötü an diye bir şey yok, onu siz insanlar uyduruyorsunuz. Herşey iyi, herşey güzel!
Şevin: Hmmm bilmiyorum Lilocan, madem kötü an yok, o zaman iyi anlar da yok.
Lilo: İyiyle kötüyü tabii ki siz uydurdunuz. Ama şimdi seni üzüp kafanı karıştırmak istemediğimden iyi anla ilgili soruna cevap verdim.
Şevin: Ama Lilocan, esas şimdi aklımı karıştırıyorsun.
Lilo: Peki tamam, en baştan başlayalım. Öncelikle ben senin gibi değilim. Hafızama o kadar da bağlı olmadığım için iyiye ve kötüye pek kafamı takmıyorum.
Şevin: Ne demek şimdi hafızaya kafayı takmamak? Senin derdin gecenin bu saatinde iyice kafamı karıştırmak sanırım.
Lilo: Şöyle anlatayım, en iyisi bir örnekle... Bazen birlikte gezmeye çıktığımızda yerde ekmek parçası falan bulup hemen mideye indirmeye çalışıyorum ya?
Şevin: Evet?
Lilo: Ama sen izin vermiyorsun yememe, hemen beni sürüklercesine uzaklaştırıyorsun ordan. Ben önce ekmeğe ulaşmak için direnmeye kalkıyorum, ama hemen sonra vazgeçiyorum. Unutup önüme bakıyorum. Başka bir köşede başka bir ekmek ya da simit bulabilirim. Sonra hemen bir taş görüyorum, alıp oynamak istiyorum ama sen yine izin vermiyorsun, dişlerime zararlı falan diye. Çekiştiriyorsun beni. Ben önce direnir gibi yapıp sonra hemen unutuyorum, aynı coşkuyla bir yaprağa atılıyorum. Sonra yapraktan sıkılıp, aynı coşkuyla bir kozalağa doğru koşuyorum. Kozalaktan sıkılıp coşkumu hiç yitirmeden bir kediyi koşturuyorum.
Şevin: Yani sen canın ne isterse istesin, hemen unutup bir başka şeye yöneldiğin için mi mutlusun?
Lilo: Mutluluğu nerden çıkardın şimdi? Mutluluktan bahseden oldu mu? Ben sadece sana hafıza işin içine girdi mi herşeyi ne kadar ağırlaştırdığını, siz insanların bu yüzden herşeyi iyi ve kötü diye sınıflandırmadan yapamadığınızı anlatmaya çalışıyorum.
Şevin: Ne demek şimdi bu Lilocan? Sen şimdi bana, herşeyi unut mu demek istiyorsun? Herşeyi kolaylıkla unutursam o zaman iyi ve kötünün ötesine mi geçeceğim? Bu mu anlatmaya çalıştığın? Önüne çıkan ekmeği boşver, nası olsa bir taş bulursun. Taşı da boşver bir kozalak çıkar karşına. Onu da boşver, yapraklarla oynarsın. Yaprağı da boşver, kedilerle oynarsın. Doğru mu anlıyorum?
Lilo: Eksik anlıyorsun. Ve tabii ki esas noktayı kaçırıyorsun. Bir kere şunu unutma, bir saniye sonra unutacak bile olsam, istediğimi almak için çaba gösteriyorum. Üstelik anahtar kelimeye dikkat etmedin yine. Ne dedim; coşkuyla. Hep coşkuyla atılıyorum aklımı çelen şeye. Ama ulaşamayınca da karalar bağlayamam kusura bakma, afacan bir köpeciğim ben. Nasıl olsa beni oyalayacak birşey çıkar önüme. Hem ben ihtiyacım olmayan şeylerin tutsağı olamam sizin gibi.
Şevin: Tamam Lilocan, anafikir az çok alındı! Ama ben senin gibi afacan, yaramaz bir köpecik olmadığım için önüme çıkan ve elde edemediğim kozalakları, ağaç yapraklarını o kadar çabuk unutamam. Hemen kafamı çevirip bir başka kozalağa yönelemem.
Lilo: Yapamazsın biliyorum, nicedir anladım siz insanların ne garip yaratıklar olduğunuzu. Hem yapabilsen bile zaten bu da yetmez küçük Padawan! Ne dedim? Coşkuyla! Yerden alamadığın o kozalağa duyduğun coşkunun aynısıyla atılman gerek ağaç yapraklarına. Bunu yapabilir misin? Sanmıyorum. Baksana gün bitmiş, yenisi gözlerini dikmiş sana bakıyor ama sen hala bu günün en güzel anı, en kötü anı diye bir oyun tutturmuş enerji harcıyorsun.
Şevin:Ama yeter artık Lilo, biraz ağır olmadı mı bu eleştiriler? Koca kulaklı bir maymun suratlıdan işittiklerime bak! Benden intikam falan mı alıyorsun o son kozalağı eve getirmene izin vermedim diye?
Lilo: Hangi kozalak?
Şevin: Öfff tamam, tamam anladım. Unuttun gitti bile sen o kozalağı. Umurunda bile değil artık, doğru anlamış mıyım?
Lilo: En çok kendini akıllı sandığında gülüyorum sana Şevincan! Aslında biz köpekler hiçbir şeyi unutmayız. Sadece hafızamın tutsağı değilim, sana bunu anlatmaya çalışıyorum. Aradan on gün de geçse o kozalağı kapıdan çıkarken sana hiç çaktırmadan alırım ben. Ama şu noktaya dikkat et; şu anda aklım o kozalakta değil. Eve getiremedim diye dert etmiyorum.
Şevin: Neyse, onu bunu bırak da şu kozalak işini söylemen iyi oldu. Yarın senden önce davranıp bahçeye atayım en iyisi!
Lilo: Atarsan at Şevincan, bahçe kozalak dolu.
Şevin: Aman iyice bilge Yoda kesildin başıma! Haydi yatalım artık.
Lilo: Ya Şevincan, onu bunu bırak da mutfaktan fındık fıstık falan getirsene.
Şevin: Buyrun bakalım, senin bilgeliğin de buraya kadar!
Lilo: Ekmek de olur.
Şevin: ......