15 Nisan 2010 Perşembe

ET YEMİCEM, ET YEMİCEM, HOOOP YEDİM!

Böyle işte benim vejeteryanlık hikayem. Yılın yarısında et yemiyorum. Bir süre süper idare ediyorum. Gayet açık ve net bu konudaki felsefem. Kalbi atan ve aile kuran canlıları yememizin doğru olduğunu düşünmüyorum. Ama irade bu tabi, bir yere kadar dayanabiliyorum. Genellikle beni davamdan vazgeçiren ya lahmacun oluyor, ya kebap. Yani yurt dışında olsam hiç sıkıntım olmaz bu disiplini sürdürmek konusunda.
İşte bu görüşüm nedeniyle, değerli arkadaşlarım, blog sayfamda mümkün olduğunca az etli tarife yer vermek istiyorum. Biz az yediğimiz için paylaşım da az oluyor dolayısıyla. Ama az da olsa arada sırada çok sevdiğim ve vazgeçemediğim etli tariflere de yer vermeye karar verdim ama minimum düzeyde tüketmemiz dileği ve umuduyla...İşte onlardan biri:
SOSİSLİ KOLAY BÖREK
Geçen günkü davet sofrasından, eklemeye fırsat bulamadığım bir tarif. Misafirler çok beğendi. Çok pratik, kolay ve çok lezzetli. Bu börek tarifini canım Selma Teyze'mden öğrendim. Öpüyorum onu bi sürü, eğer okuyorsa:) Yapıp, pişirmeden buzluğa atıp saklayabilirsiniz, iç malzemesini değiştirebilirsiniz. Ya da pişirdikten sonra buzlukta tutabilirsiniz. Nasıl isterseniz.
Malzemeler:
1 paket kokteyl sosis
3 adet yufka
su
zeytinyağı
1 yumurtanın sarısı
susam
çörekotu
Nasıl Yaptım?
Yufkaları, sigara böreğinden bir boy büyük olacak şekilde üçgen kestim. Yani daire şeklindeki yufkayı 4 kez kesmek suretiyle üçgen yufkalar elde ettim. Bir kat yufka alıp, üzerine fırçayla önce su sürdüm, daha sonra da çok hafif zeytinyağ. Bir yufkayı daha alıp onun üzerine koydum, aynı işlemi yaptım ve içine iki adet kokteyl sosis koyup, kalın sigara böreği şeklinde sardım. Yağlı kağıt serili tepsiye tüm börekleri koyduktan sonra üzerlerine tekrar su ve zeytinyağ sürdüm. Son olarak yumurta sarısı ve üzerine de susam ve çörek otu ekledim. 180-200 derece fırında güzelce kızarana kadar pişirdim.
"Ne biçim tarif? Sosisleri yufkaların içine koydu, fırına verdi!" diyeceksiniz belki ama gerçekten o kadar lezzetli oluyor ki anlatamam. Bir kere, komplike bir lezzet çıkmıyor ortaya. Börek seviyorsanız, sosis seviyorsanız bayılacaksınız. Sade, pratik, lezzetli...Tavsiye ederim...

13 Nisan 2010 Salı

MUKAÇİ !!!

Yani MUz, KAhve ve Çİkolata:) Madem etkinliğin adı "Adını Sen Koy", koydum işte adını:)) Pembe Düşbahçesi'nden çok sevgili arkadaşlarımızın başlattığı "Adını Sen Koy" etkinliği için yaptım Mukaçi'yi. Etkinliğin özelliği, muz, çikolata ve kahveyi kullanarak güzel bir lezzet çıkarmak ortaya. Bu arada laf aramızda, bu, cadının katıldığı ilk etkinlik. Tarifin linkini e-postayla yollamak yeterliymiş sanırım ama umarım bir yerlerde bir hata yapmıyorumdur:) Arkadaşlar bu anlamda cadı'ya biraz anlayış lütfen:) Ayrıca bu şahane etkinlik için (bence duyuruları, afişi, tasarımı vs. harikaydı) sizlere çok çok teşekkürler...
MUKAÇİ  "Kahve Glazürlü, Muzlu Çikolatalı Mini Kek"
Kek Malzemeleri:
1+ 3/4 su bardağı un
1/2 su bardağı şeker
2 yumurta
1/2 su bardağı sıvı yağ
1 paket kabartma tozu
1 paket şekerli vanilin
3 adet olgun muz (çatalla iyice ezilmiş)
3/4 su bardağı bitter damla çikolata
Glazür Malzemeleri
3 çorba kaşığı koyu, yeni hazırlanmış french press kahve
1 çay kaşığı türk kahvesi (toz olarak)
1 tatlı kaşığı oda sıcaklığında bekletilmiş tereyağ
1,5 su bardağı pudra şekeri  (koyu glazür kıvamı için biraz daha kullanılabilir.)
Kek için öncelikle yumurtalar ve şekeri hafifçe çırptım. İyice karıştıktan sonra sıvı yağı ekledim. Çatalla iyice ezdiğim muzları ilave ettim. Unu ve kabartma tozunu eleyerek bu karışıma ekledim ve şekerli vanilini de kattım. Son olarak bitter damla çikolataları ekledim ve muffin kalıplarına karışımı paylaştırdım. Yaklaşık 180 derecede kürdan testi başarılı sonuçlanana kadar pişirdim.
Glazür için, tüm malzemeleri hızlı bir şekilde çırparak, kıvamını buluncaya kadar karıştırdım. buradaki oranlarla hafif kıvamlı bir glazür çıkıyor ortaya çünkü zaten kek de çikolatalı olduğu için şeker komasına sokmayayım kendimi istedim..
Kek ve glazür oda sıcaklığına geldikten sonra glazürü keklerin üzerine paylaştırdım ve iyice soğumasını bekledim.
İşte Mukaçi'nin öyküsü arkadaşlar. Umarım beğenirsiniz. Tekrar teşekkürlerimi sunuyorum cadıyı etkinlik meseleleriyle heyecanlandırıp, gaza getirip, güzel şeyler yaratmasını sağladığınız için:)

 Pembe Dusbahcesi  Adini Sen Koy Etkinligi

ETKİNLİĞE HAZIRLIK...



Pembe Düşbahçesi'nden çok sevgili arkadaşlarımızın başlattığı "Adını Sen Koy" etkinliği için son iki gün kalmış. Bu etkinlik için damla çikolata ve muz almıştım. Kahveyi de ekleyince güzel bir tarif çıkacak ortaya. Aklımda süper bir şey var, du bakalım noolcak:) Bekleyiniz, bekleyiniz;) Beklerken siz de tarifleri gönderiniz:)

 Pembe Dusbahcesi  Adini Sen Koy Etkinligi

12 Nisan 2010 Pazartesi

VE SOFRADAKİLER...

Dersler ve provalarla dolu yoğun bir hafta sonunun ardından birikmiş tariflerle tekrar aranızdayım... Geçen günkü şu davet sofrasının detaylarını anlatmak lazım önce. Sırada öyle çok tarif birikti ki. Bir de hatırlar mısınız bilmem, kayıtlardan birinde "bu site bir tarif sitesi değil" diye atıp tutmuştum. Baktım da, bal gibi bir tarif sitesi olmuş. Hayata dair, kedilerime ve mutfağıma dair her şey dedim ama son zamanlarda öyle keyifli geçiyor ki mutfak maceralarım, anlatmadan olmaz, e tarifleri de paylaşmadan olmaz. Tükürdüğümü mü yalıyorum bilmem artık ama niye tarif sitesi olmasınmış bu site di mi efendim? Bakınız, bakınız, görünüyor tarifler:

KABAK MEZESİ
Yapması son derece kolay, basit malzemelere ihtiyaç duyan ama çok lezzetli bir mezedir kabak mezesi. Oya Ablam yani Gökhan'ın halası çok daha farklı yapıyor bunu. Sanıyorum ayrıca bir meyane sosuyla hazırlıyor yoğurt yerine. Tadından yenmiyor onun da ama benim tarifim süzme yoğurtla. Hatta ilk öğrendiğim  ve uyguladığım tariflerden biridir. Nereden öğrendim, nerden buldum tarifi veya uydurdum mu nedir inanın bilmiyorum.

3 adet kabak (rendelenmiş)
1 bardak süzme yoğurt (Daha yoğurtlu bir lezzet isterseniz oranı arttırabilirsiniz.) (Bu arada yaparken göz kararı kullandım yoğurdu tam olarak 1 bardak olmayabilir, deneyiniz;)
3-4 diş sarımsak
2 çorba kaşığı kadar dereotu
tuz
                                               karabiber
                                               zeytinyağ
Rendelenmiş kabakları teflon tavada, çok az zeytinyağ, karabiber,tuz ve su ilavesiyle, iyice yumuşayana kadar pişirdim. Pişen ve soğuyan kabakları 3-4 diş ezilmiş sarımsakla karıştırılmış yoğurda ekledim. Dereotunu ve zeytinyağını da ekledikten sonra iyice karıştırdım. Son olarak bir parça dereotuyla süsleyerek servis yaptım. Dilerseniz kırmızı biberle biraz ateşte kızdırdığınız yağı da üzerine döküp servis yapabilirsiniz. Veya sadece kırmızıbiberle karıştırılmış zeytinyağ ekleyebilirsiniz. Tercih ve sunum zevki tamamen size kalmış. Afiyet şeker olsun...



Şimdi gelelim kısır tarifimize. Burada biraz affınıza sığınmam gerekiyor çünkü sanıyorum hayatımda en göz kararı, en kafama göre, en ölçüsüz yaptığım yemeklerden biridir kısır ama her seferinde aynı şahane lezzet çıkar ortaya. Bunun en temel nedenlerinden biri sanıyorum, kısırın hayatta öğrendiğim ilk tarif olmasıdır. Sanıyorum 12-13 yaşlarındaydım ve Edremitli anneannemin sürekli "sarma içi" yapması nedeniyle çok "kısır" kültürüm oluşmamıştı. "Kısır kültürü" nedir yaa?:) Yani demek istediğim, pilavlık bulgurla yapılan "Sarma İçi" meşhurdu bizim evde ben küçükken. Ona da bayılırım, o ayrı, ama komşunun getirdiği kısır her zaman daha gizemli, daha ulaşılmaz olmuştu gözümde. Veeee, ne yaptım, ne ettim, tarifler deneyerek, ekleyerek, çıkartarak kendi kısır tarifimi oluşturdum. Ölçülerden emin değilim çünkü ölçü kullanmıyorum kısır yaparken ama zaten damak tadına göre malzeme ekleyip çıkarmaya çok uygun bir yiyecek kısır.

KISIR
1/4 paket köftelik veya kısırlık bulgur
2 çorba kaşığı salça (ben domates ve biber salçası karışık kullandım)
5-6 diş sarımsak (eğer isterseniz, ben kısıra çok yakıştığını düşünüyorum.)
1 adet kuru soğan
5-6 dal taze soğan
1 bardak maydanoz
1 bardak dereotu
                                               2 domates
                                               3-4 yemek kaşığı nar ekşisi
                                               2 limon
                                               1 tatlı kaşığı kimyon
                                               1/2 çay bardağı nane (taze nane de olabilir)
                                               tuz
                                               sumak
                                               pul biber
                                               zeytinyağ
Küçükken, kısır yaptığımda salçayı hiç pişirmeden çiğ olarak ilave ederdim bulgura ama pişirince lezzeti gerçekten çok farklı oluyor. Öncelikle, bulguru kapaklı bir tencereye alıp, üzerine gelecek kadar sıcak su koydum. Üstünü iyice geçmesine gerek yok, hafif diri kalan bulgurlar, malzemeler ve limonun suyuyla tam kıvamını buluyor çünkü. Sıcak suyu ekledikten sonra tencerenin kapağını kapadım ve yaklaşık 15 dakika bulgurların suyu iyice çekmesini bekledim. Bu arada, 1-2 çorba kaşığı zeytinyağda küçük küçük doğranmış kuru soğanları iyice pembeleşene kadar pişirdim. Daha sonra salçayı ilave ettim ve soğanlarla beraber iyice pişmesini sağladım. Sulandırmak için 2-3 çorba kaşığı kadar sıcak su da ilave ettim ki bulgurlarla iyice kaynaşıp, rengini verebilsin. Soğanlı salçalı karışımını bulgurlara ilave ettim ve iyice karıştırdım ta ki bulgurlar turuncu olup kısır rengine bürünene kadar. Bu aşamada kocacığım yardım ediyor bana. Çok güzel kısır karıştırıyor ben diğer malzemeleri hazırlarken:) Salçayı bulgura iyice yedirdikten sonra biraz tuz(zevkinize göre), ezilmiş sarımsaklar, 1 limon ve zeytinyağıyla kısırı karıştırdım. Limon ve zeytinyağı aromasını bulgurların iyice emmesi için bu süreç. Daha sonra ince doğranmış taze soğan, maydanoz ve dereotunu da ilave edip bir kez daha karıştırdım. Domateslerin kabuğunu kesinlikle soymam ben ama isterseniz soyabilirsiniz tabi. Küçük küçük doğradıktan sonra, domatesleri son katı malzeme olarak ekledim kısıra. Son olarak eklememin nedeni, ezilip dağılmaması için domateslerin. Kimyon, kalan bir limonun suyu, nar ekşisi, (eğer isterseniz) biraz daha zeytinyağ, tuz, pul biber, sumak ve naneyi de ekledim ve son olarak tekrar karıştırdım. Sunum ve süsleme limon ve maydanozlarla olabilir mesela. Afiyet olsun...
Gelelim 3 renkli salataya. Aslında şekil olarak çok başarılı olmadığını düşünüyorum çünkü salatayı, olması gerekenden daha büyük bir kapta yaptığım için, biraz basık oldu görüntüsü. Ama lezzet süperdi.

ÜÇ RENKLİ SALATA
4-5 adet orta boy patates (bendeki patatesler nedense baseball topu kadar olduğu için iki tane kullandım.)
2 adet havuç
1/3 kırmızı lahana
1/2 bardak taze soğan (ince doğranmış)
1 bardak maydanoz (ince doğranmış)
kuru nane
                                               tuz
                                               taze çekilmiş karabiber
                                               her bir kat için 4-5 yemek kaşığı zeytinyağ
                                               her bir kat için 1/2 limonun suyu
Patatesleri biraz şeker ve tuz katılmış suda iyice haşladım. Nasılsa püre haline getireceğim için önce soydum, küp küp doğradım ve o şekilde haşladım. Daha sonra ezerek ve biraz taze çekilmiş karabiber ekleyerek iyice püre haline getirdim. Üç renkli salatanın doğru oranları için ölçü burada devreye giriyor. Ezilmiş patatesi 3'e böldüm ama iki bölümünü lahana va havuçla karıştıracağım için, 2 küçük parça, 1 de nispeten daha büyük parça elde etmeye çalıştım. Havucu rendeledim ve teflon tavada biraz zeytinyağıyla ve 2 yemek kaşığı su ilavesiyle yumuşayana kadar pişirdim. Daha sonra ayırdığım bir bölüm patesle iyice karıştırdım. Zeytinyağ, yarım limon ve tuzla tatlandırdım ve kenara ayırdım. Bu, turuncu renkli salatam olmuş oldu. Kırmızı lahanayı ince dilimledikten sonra aynı şekilde biraz zeytinyağ ve tuz ilavesiyle teflon tavada pişirdim. İyice yumuşadıktan sonra rondoda çektim. Onu da ayrılan patatesle, zeytinyağ, limon ve tuzla karıştırdım ve mor renkli salatamı da elde etmiş oldum. Kalan daha büyük orandaki ezilmiş patatesin içine soğanları, maydanozları, naneyi, zeytinyağ, limon ve tuzu ekledim. Onu da iyice karıştırdım ve yeşil renkli salatamı elde ettim. Bir borcamın içerisine streç folyo yerleştirdim ve en alta yeşil salata, üzerine turuncu salata ve en üste de mor salata olmak üzere kat kat salataları sıraladım. Bir servis tabağına, borcamı ters çevirerek yerleştirdim ve çıkan salatanın üzerinden streç folyoyu ayırdım. İşte böyle bir güzellik çıktı ortaya. Tekrar afiyet olsun...

Sıralı resimden henüz anlatmadığım iki tarif kalıyor sanırım. Biri Sosisli Börek, diğeri de Elmalı Tarçınlı Pasta. Sırt ağrılarım coştu şu anda. O nedenle ufak bir araya ihtiyacım var. En kısa zamanda gelecek onlar da cadının sayfasına...

8 Nisan 2010 Perşembe

DOSTLARIN GÜLÜMSEMESİ...TÜM YORGUNLUĞA DEĞER

Dostlarımızla çok güzel bir akşam geçirdik. O tatlı yorgunluk elimizden, kolumuzdan, ayaklarımızdan aktı gitti, geriye sadece gülümseme, mutluluk ve afiyet bırakarak. Ne güzel şey insanın arkadaşlarını ağırlaması, onların, yaptığın ufak tefek lezzetleri beğenmesi, karınlarının doyması, ikramlar, kahkahalar, sohbetler...
Hatamız olmadı mı? Olmaz mı? Şaşkın cadı ana yemeklerin fotoğrafını çekmeyi unuttu o telaş içinde. Sıcak sıcak servis yapayım derken, mide de uzun zamandır boş durunca, karşısında da arkadaşlarını görünce, unutuverdim işte.
Ama sofra ve diğer tüm ciciler fotoğraflandı. Soframız çok abartılı ve süslü bir sofra değildi ama gönüller şendi efendim:)
Altta da şimdilik, tariflerden önce bir resmigeçit sundum size. Kabak mezesi, kısır, üç renkli salata ve sosisli börektir kendileri. Tatlı için harika bir pasta vardı finalde. Onun da tarifini en kısa zamanda yazacağım ama bir fotoğraf anlatsın özet hikayesini şimdilik:) İşte böyle, iyi ki varlar dostlar, ve iyi ki varsınız sizler:)



7 Nisan 2010 Çarşamba

ŞAŞKIN GÖZLERLE BAKTIM CADIYAAA!

Akşama misafirler geliyor. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımız...Her ne kadar güzel yemek yapma konusunda çok mütevazı olmasam da (he he:) misafir ağırlama konusuna gelince korkmuyor değilim doğrusu. Yakın arkadaşlar, dostlar bile gelse, ister istemez bir elimin ayağıma dolanması durumu oluyor tabi ama tatlı bir telaş bu. Ben hazırlıkları yaparken benim maymunlar beni seyrediyor evde. "Neye hazırlanıyor bu bu kadar böyle", "noooluyo yaa?" durumları oluyor yani. 3 tane kedoşum var biliyorsunuz. Bıdık'ı ve Melis'i tanıtmıştım size daha önce, yandaki resimde tombalak gözlerle bakan da Pandora, arkasındaki de Melis:) Hazırladığım sofrayı ve tarifleri paylaşacağım tabi ki ama o zamana dek benim melekler göz kırpsın size...Pandora melek ve Melis melek:)

4 Nisan 2010 Pazar

İŞTE SEZONUN İLK ENGİNAR TARİFİ

En klasik tariften başlayalım. Nasılsa uzun bir enginar mevsimi var önümüzde. Umarım dolması dahil çeşit çeşit tarifini yayınlarım buradan. Şekil de oldu laf aramızda, önce tanıttık enginarı bir güzel, şimdi de tarifler geliyor:)
Zeytinyağlı enginar zaten en temel tariflerden biri. Her hanım kızımızın da bilmesi gereken bir tarif zira beyefendiler pek memnun oluyor enginar lezzetinden:)) Şımarmayayım daha fazla, tarife geçeyim.
4 adet temizlenmiş enginar (daha önceki yazıda dediğim gibi, çok acıyorum enginarın yapraklarının atılmasına, ama markette gördüklerimi çok beğendim, fiyatı da gayet uygundu, hemen aldım.)
1 adet patates
1 adet soğan
5 çorba kaşığı kadar haşlanmış bezelye
dereotu
                                               3 tatlı kaşığı toz şeker
                                               1 tatlı kaşığı tuz
                                                limon
                                               zeytinyağı

Öncelikle şunu belirteyim arkadaşlar, şeker koyup koymamak tamamen sizin alışkanlığınıza ve damak tadınıza bağlı. Biz ailecek, eskilerden beri zeytinyağlıları şekerli pişirip yemeğe alışığız ama zeytinyağlı yemeklere şeker koymayı sevmeyenlerdenseniz, oranı azaltabilirsiniz, veya isterseniz hiç koymayabilirsiniz.
Öncelikle bir kaç çorba kaşığı zeyinyağda soğanları kavurdum, hatta altını kısıp, kapağını kapatıp biraz da pişirdim. Daha sonra küçük küpler halinde doğradığım patatesleri ekledim. Normalde havuç da koyuyorum bu yemeğe ama evde kalmamıştı, koymadım o yüzden. Biraz da patateslerle soğanları çevirdim ateşte ve limonlu suda beklettiğim (kararmaması için) enginarları tencereye ekledim. Harcından biraz enginarların üstüne de koyup pişirebilirsiniz veya piştikten sonra enginarların üzerine içi pay edebilirsiniz, nasıl isterseniz. 2 su bardağı sıcak suya, yarım limon sıkıp, tuzu ve şekerini de ekledikten sonra bu sosu pişmekte olan enginarların üzerine ekledim ve ateşi iyice kısarak, kapağı da kapatarak yaklaşık yarım saat pişirdim. Suyu çekmeleri, yumuşamış olmaları önemli enginarların ve tabi diğer malzemeler iyice pişmeli. Yanmamasına dikkat ederek, arada bir kontrol ederseniz bir sorun olacağını sanmam. Altını kapattıktan sonra, enginarların üzerine taze dereotunu doğradım ve biraz ılındıktan sonra soğuması için buzdolabına kaldırdım.
İsterseniz bakla ve bezelyeyle, isterseniz garnitürle veya hatta pirinçle pişirebilirsiniz zeytinyağlı enginarı. İç harcı tamamen zevkinize kalmış, ve tabi evinizdeki malzemelere...Afiyet şeker olsun hepinize:)

3 Nisan 2010 Cumartesi

ENGİNAR: MEVSİMİ GELDİ, HOŞGELDİ...

Ne kadar severim enginarı. Sevmeyene de çok rastlamadım. Gökhan'la ilk tanıştığımda, korktuğundan olsa gerek, o ana dek enginar tatmadığını söylemişti. Annesi de herhalde en lezzetli enginar yapan insandır dünyada:) Ama deneyememiş işte. Bir cesaret gösterdi ve tadına baktı bir gün, veeee, asla vazgeçemedi enginar lezzetinden...
Gerçekten eskilerin tabiriyle nevi şahsına münhasır bir sebzedir kendileri. Ben de bugün sezonun ilk enginarını alınca cadı sayfama ufak bir "hoşgeldin enginar" girizgahı yapayım dedim. Zaten "zeytinyağlı enginar"dan başlayarak, tarifler uzayıp gidecek gibi görünüyor. Ama ilk önce enginardan bahsetmek gerek, nedir enginar, nerede yetişir?
Enginar daha çok Güney Avrupa ve Akdeniz'de yetişen bir bitki. Aslında bir çiçek. Yenilebilir kısımın içinden uzayan son derece güzel bir çiçeği var enginarın. Nedense Türkiye'deki tariflerde bir türlü kullanılmayan harika lezzetli yaprakları ve içinde yemeye alışık olduğumuz etli kısmı barındıran zengin bir sebze.
Gerçekten Türkiye, o kadar tarif zengini bir ülke olmasına rağmen, enginarı tam kapasiteyle tüketebilen bir ülke değil ne yazık ki. Öyle acıyorum ki, sokakta satılan enginarların yaprakları temizlenip atılıyor, sanki işe yaramaz parçalar gibi...Oysa haşlandıktan sonra, biraz da uçlarından budarsanız (sivri olup batabilir uç kısımları), bir de zeytinyağlı, limonlu, sarımsaklı sosa batırıp dişlerinizle sıyırırsanız o etli yaprakları...İşte o zaman enginarı layıkıyla tüketmiş olursunuz. İzmir'de enginar dolması yapılır örneğin. Ne de güzeldir, ne de hak ettiği değeri veren bir tariftir enginara. Harikadır. Ben yarın zeytinyağlı enginar yapacağım ve paylaşacağım tarifini sıcağı sıcağına ama sezon devam ettikçe, dolmasından, haşlamasına bol bol göreceksiniz cadı satırlarının içinde enginarı.
İtalya'da pizzalara konulan harika bir enginar çeşidi de daha küçük olan ve burada "enginar kalbi" dediğimiz minik enginar modelidir:) Lezzeti mükemmeldir. Hafif soslarla tatlandırılıp direk mideye indirilir bu enginarcıklar. Yine italya'da, haşlandıktan sonra, eritilmiş permesan ve gorgonzolayla doldurulup, ekmek kırıntılarıyla son dokunuşu yapıldıktan sonra fırına verilen bütün enginarlar vardır ki, önce yaprakları sıyırılır müthiş peynir sosuyla, sonra kaşıkla kalbe doğru gidilir... Enginar keyiftir kısaca. Keşfedilmeyi bekleyen, keşfedilmeyi hak eden, yapraklarını çöpe göndermeyi hiç istemeyen harika bir sebzedir. Yiyelim, yedirelim, e mi?
Fotoğraf mı? Ben çekmedim. Görmedim henüz bir enginar çiçeği ama fotoğraf her şeyi anlatıyor değil mi? Tanrının mucizesi bir sebze enginar...

31 Mart 2010 Çarşamba

PORTAKALLI VE ÇİKOLATALI, ÜSTELİK ŞEKER YOK, ŞEKER:)


Bir tek "Turunç Kokulu Düşler" kalmıştı kitaplığıma eklemediğim. Idefix'de, Kütüphane Haftası kapsamında müthiş indirimler var, Oğlak Yayınları da indirimli yayınevlerine dahilmiş. Ben de en sevdiğim, bir tanecik, en bi şeker yazarın tek edinmediğim kitabı olan Turunç Kokulu Düşler'i bulunca hemen aldım tabi. Tijen İnaltong yazdı kitabı ama ilk sayfadan itibaren okuyun, göreceksiniz ki, yazmakla kalmamış, her sayfada ziyafetler sunmuş size Tijen.
Kitabın sayfaları arasında bir sürü büyülü tarif mevcut ama birini görünce, daha o sayfaya gelmeden, mızıkçılık yapıp, hemencecik pişirmeye koyuldum.
Bu tarifte şeker yok efendim.
Bu tarifte çikolata var.
İnanmayacaksınız ama portakal da var.
Kabartma tozu yok.
Sadece 1 tanecik yumurta var.
Üstelik normal un yerine tam buğday unu kullandım.
Bu tarif mükemmel! Denerken kararsızdım. Keçiboynuzu pekmezi nasıl bir lezzet verir. Hem şeker yok, hem tam buğday unu var, nasıl bir sonuç çıkar ortaya bilemedim. Bir de çikolata krizi tutmasın mı beni?
Dolapta iki üç parça bitter çikolata kalmış. Kakao da var evde. Hadi uygulayalım artık şu tarifi:
1 yumurta
Çeyrek bardak zeytinyağı
Yarım bardak keçiboynuzu pekmezi
Çeyrek bardak kakao
1 bardak un (tam buğday unu kullandım.)
1 çay kaşığı karbonat
1 tatlı kaşığı portakal kabuğu rendesi, yarım bardak da suyu
                                               iki üç parça ufak doğranmış bitter çikolata

Yumurta ve pekmezi çırptıktan sonra zeytinyağı, portakal suyu ve rendesiyle beraber karıştırdım. Un, kakao ve karbonatı da ayrı bir kapta karıştırdıktan sonra yumurtalı malzemelere ekledim. Çikolata parçalarını de ekledim. 4 adet muffin kalıbına paylaştırdım. 170 derecelik önceden ısıttığım fırında yarım saat kadar pişirdim. Arada kontrol ettim tabi. Ayrıca kürdan testinin de başarılı sonuçlanmasını bekledim:)



Çok değişik, alışkanlık yapıcı, enteresan, aroma zengini, lezzet dolu bir kek çıktı ortaya. Tarif listeme eklemekten mutluluk duyduğum bir tarifim daha oldu. Sağol Tijen...Artık normal çikolatalı kek istemez oldu canım. Bir deneyin derim ben. Bu arada idefix'deki indirim 20 Nisan'a kadar devam edecekmiş. Bilginize...

29 Mart 2010 Pazartesi

EN ÖZGÜN LEZZETLERDEN BİRİ: HALUJ

Gerçekten de öyle.Bu dünyadaki en karakterli, en özel, en harika tatlardan biridir Haluj. İş böyle yöresel yemeklere, tatlara gelince, herkes bilge kesilir bizde bilirsiniz. "En Çerkes kim?" yarışı başlar hemen. "Portakal Ağacı"nda Hatice ne güzel anlatmış mesela haluj'u, çok da güzel bir tarif vererek. Alttaki yorumlara baktım, herkes haluj sahibi kesilmiş. "Aslında en iyi biz yaparız", "bize aittir", "öyle yapılmaz, böyle yapılır".
Arkadaşlar biraz sakin. insanlar araştırıyor, emek veriyor. Sonuçta ülkemiz topraklarına ait tüm bu birbirinden özel tarifler. Patentini herhangi birimizin almasına gerek yok. Yapalım beraberce, yiyelim birlikte, duyuralım böyle geleneksel lezzetleri tüm Türkiye'ye...
Anneanne tarafım ve kayınvalidem Çerkes olduğu halde pek bilmezdim Haluj'u ve tarifini ama hep öğrenmek isterdim. Kayınvalidem Serpilciğim, Abısta, sızbal gibi lezzetleri harika yapar ve biz de ailecek toplanır arada bir Çerkes ziyafeti yaparız. Ben istedim ki bu menülere bir de haluj katılsın. Tarif ararken, çok özünden uzaklaşmamış, pratik ve güzel bir tarif olmasına dikkat ettim.
En büyük yardımı da -haberleri olmasa da- sevgili Hatice (Portakal Ağacı) ve sevgili Aslı (Zeytin Ağacı) 'dan aldım. Gerçekten her ikisi de özenle hazırlamışlar ve tarifini sunmuşlar Haluj'un. Bu kadar güzel anlatınca da tarifi, beni hayal kırıklığına uğratmayan, tam tersi ilk olmasına rağmen çok başarılı sonuç veren bir Haluj çıktı ortaya.
İşin uzmanlarından bir alıntı yapalım ve tarife geçelim o halde. www.kafkas.org.tr  adresinde şöyle anlatılmış Haluj:

Haluzz-Haluj
Üçken şeklinde yağda kızartılmış peynirli puf böreğine haluz derler. Bir de ince açılmış hamurun içine peynir ve soğan koyduktan sonra yumurta büyüklüğünde veya biraz daha büyük boyda yuvarlak hale getirip suda pişirirler ki buna da psihaluj derler. Su böreği gibidir. Bu börek pek muteber olmadığından ağır misafirlere ikram edilmez. Bazen de suda kaynatıldıktan sonra ve meselâ ertesi gün yenmek istenirse kızartıp da yerler. Haluz sofraya bir sahan içinde olarak konduğu gibi bazen de öylece konur. Koparıp dağıtmamak için el ile tutularak ısırılıp yenir. Haluzz-Haluj pasta gibi ekmek makamında safraya konduğu için yoğurt, kaymaklı süt, tereyağı, bal veya tiritle yenir. Ekseriya hediye olarak akraba ve ahbaplar arasında hediye olarak götürülür. Halujun bir de patatesli cinsi vardır ki bu da şu şekilde yapılır. Patates sayulduktan sonra su içinde kaynatılarak güzelce pişirilir. İçine biraz kırmızı biber, tereyağı, tuz konur ve evvelce hazırlanmış olan açılmış dört köşeli yufka içine konur, yufkanın bir yarım daire şeklinde yapıştırılmasını müteakip biraz durduktan sonra kaynar suyun içine atılır ve kaynatılır. Sıcağı sıcağına yenir.

Tarifi Hatice'nin tarifinin yarısı ölçülerde yaptım. 4 kişi rahatlıkla doydu bu oranlarla.
hamur malzemeleri
325 gr. un (eleyerek kullandım.)
1 tatlı kaşığı tuz
ılık su

                                            iç malzemeleri
                                            750 gr. patates (biraz şeker ve tuzla tatlandırarak haşladım ve püre haline        getirdim.)
                                            1 orta boy soğan (1,5 kg patates için verilen oran bu ama ben yarı oranda patates için de aynı ölçüde soğan kullandım, lezzeti çok güzel oldu.)
                                            1 tatlı kaşığı kadar pul biber+kırmızı toz biber karışımı
                                            1/4 çay bardağı zeytinyağ

                                              sos malzemeleri
                                             1 çorba kaşığı sıvıyağ + 1/2 çorba kaşığı tereyağı
                                             1 tatlı kaşığı pul biber + kırmızı toz biber

İlk önce içi hazırladım ve soğuttum. Zeytinyağda soğanları iyice pişirdim. Biberleri de ekledim ve püre haline getirdiğim patateslerle iyice karıştırarak bir süre daha pişirdim. İçi soğumaya bıraktım.
Hamuru için un ve tuzu iyice karıştırdım ve ortasını açarak yavaş yavaş ılık su ilave ettim. Kenarlardan unları alıp suyla karıştırarak yavaş yavaş hamurumu elde etmeye başladım. Hamurun mantı hamurundan biraz daha sert bir hamur olması lazım. Kulak memesi kıvamından biraz daha sert olmalı yani. Sertlik ve tuzluluk oranı iyi ayarlanınca başarılı oluyor çünkü tarif.
Hamuru eşit 5-6 parçaya ayırdım, top haline getirdim. Üstlerine nemli bir bez örterek 15-20 dakika kadar beklettim. Daha sonra her bir topu oklavayla iyice açarak 2mm. kalınlığında ince bir hamur elde ettim. Bir bardak yardımıyla yuvarlaklar kestim (konserve kapağı da kullanabilirsiniz ).
Daha sonra bu yuvarlakları tek tek avucumun içine alarak, her birine bir tatlı kaşığı patatesli iç koydum ve özel haluj kapama şekliyle kapattım. Genellikle bu kapama şekli ilk başta çok korkutuyor denemek isteyenleri ama hiç çekinmeyin. Gerçekten biraz alıştıktan sonra hem çok kolay, hem de çok eğlenceli gelecek size.
Haluju kapatmak: Hamurun içine, patatesli içten koyduktan sonra en alttan başlayarak, sol tarafı sağ tarafa ve içeri doğru, sonra, sağ tarafı solun üzerine içeri doğru olmak şartıyla pile yapar gibi kapattım. Sol sağın altına, sağ solun üstüne içeriye doğru kapatabilirsiniz yani. Ama "ben uğraşamam" derseniz, herhangi bir şekilde kapatabilirsiniz halujunuzu. Yalnız, çok iyi kapattığınıza emin olun yoksa pişerken patatesler hamurun içinden çıkabilir.
Kapadığım her haluju havlu kağıt serilmiş bir tepsi üzerine teker teker ve birbirlerine değmeyecek bir şekilde yerleştirdim. Büyük bir tencerede su kaynattım. İçine fazladan tuz koymadım çünkü hamurlar zaten tuzlu. Su iyice kaynayıp, fokurdamaya başladıktan sonra tek tek halujları attım kaynayan suya. Hepsini attıktan sonra yaklaşık 8 dk. kadar pişirdim ve bir süzgeç yardımıyla eşit oranlarda tabaklara paylaştırdım. Üzerine kızdırdığım biberli yağdan dökerek ve sarımsaklı yoğurtla servis yaptım. Dilerseniz sarımsaklı yoğurdu halujların üstüne döküp, yağı ekleyebilirsiniz klasik mantı servisinde yaptığımız gibi.
Evdekiler parmaklarını yedi arkadaşlar. Ben "dünyanın en güzel lezzetlerinden biri bu!" dediğimi hatırlıyorum. Hamurun dişe gelen kıvamı, patatesin lezzeti, tereyağlı sosun halujlarla bütünlüğü...Hepsi, herşey harikaydı. Şiddetle tavsiye ederim. Emin olun bir daha mantı kriziniz tutmayacak. Artık sadece "haluj" krizleri bekliyor beni:)

                                      

28 Mart 2010 Pazar

DİYET KURABİYESİ AMA ÇOK LEZZETLİ ÇOOOK...



Aslında sevmem böyle kategorize etmeyi "rejim kurabiyesi", "diyet ekmeği" vs. şeklinde. Çok da uğraşmadım illaki  rejime uygun olsun diye ama hafif olması için birazcık kasmadım değil:) Tam buğday unu kullandım, zira artık hamur işlerinde özellikle kek, kurabiye gibi tariflerde, eğer çok klasik bir tarif değilse yani beyaz unsuz olmazsa olmaz bir tarif değilse, mutlaka tam buğday unu kullanmaya çalışıyorum. Tarif yeni değil, geçen gün yaptığım havuçlu kek ve havuçlu kurabiyelerin tarifi ama içinde havuç yerine kayınvalidem Serpilciğimin yaptığı portakal reçelinden parçalar var. Size ortaya çıkan portakal kokulu, portakal lezzetli harika tadı anlatamam. Uydurma diyeceğim ama uydurma gibi olmadı ki bu kurabiye. O zaman vermiştim tarifini. Üşenmeyeceğim, yine paylaşacağım sizlerle.
*2 çorba kaşığı kadar veya dilediğiniz ölçüde portakal reçeli parçaları (kabuklu portakal reçelinin kabuklarını ufak zar şeklinde doğradım.)
*1/2 bardak sıvıyağ
*1/2 bardak şeker (önceki tarifte 3/4 bardaktı ama portakal reçeli parçaları olduğu için bu tarifteki şeker miktarını azalttım.)
*1 çırpılmış yumurta

                                               **1,5 bardak tam buğday unu
                                               **1/4 bardak soya unu(eğer yoksa koyduğunuz un miktarını bu ölçüde  arttırın)          
                                               **1 paket şekerli vanilin
                                               **1 paket kabartma tozu
                                               **1 tatlı kaşığı tarçın
                                               **1 tutam tuz
not: Bu tarifte, havuçlu kurabiyelerdeki yulaflı bisküviyi kullanmadım.
İlk grupraki(*) malzemeleri ve ikinci gruptaki (**) malzemeleri karıştırdım ve daha sonra katı olanları sıvı olanlara eklemek suretiyle birleştirdim. Havuçlu kurabiyelerde havuçlar ve içlerindeki su nedeniyle daha sıvı olan ve kaşıkla tepsiye konabilen kıvamdaki karışım, bu tarifte havuçlar olmadığı için daha sert bir kıvamda oldu. Bu da benim için çok daha iyi oldu çünkü elle yoğurulabilen daha sert bir kurabiye hamuru elde ettim. Elime biraz un aldım ve ceviz büyüklüğünde parçaları top gibi yuvarladıktan sonra bir avucuma bastırıp, diğer elimle iyice yassı hale getirmek suretiyle şekil verdim ama tabi siz dilediğiniz şekilde hazırlayabilirsiniz.
Kalıpla da şekil verebilirdim aslında ama özellikle bu tam buğday unlu, doğal tariflerde daha sade ve "ev yapımı" bir görünüm için elimle şekil vermeyi tercih ettim. Üstlerine de pudra şekeri septim. Eğer hamuru ince tutarsanız daha kıtır kıtır bir kurabiye elde edersiniz ki bu şekilde çok lezzetli oluyor gerçekten. Eh o halde, "afiyet olsun, denerseniz haberim olsun, paylaşmak güzeldir" diyorum:)

26 Mart 2010 Cuma

PAYLAŞALIM MI ARKADAŞLAR?

Arkadaşlar, dostlar, bu site bir şekilde karşılarına çıkmış olan yürekler,
Tuvaleti olmayan okullar için gerekli malzemeleri temin eden ve bu konuda ciddi bir çalışma yürüten gönüllülere ulaşan okulumuza tuvalet adında bir site var.
Sizlerden ricam ve bu konuyu blog sayfalarına taşıyan arkadaşlarımın ricası, mümkün olduğunca bu bağlantıyı paylaşalım ve duyurmaya çalışalım. Alttaki yazı, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.


BETÜL FİGEN ÇELİK ÖĞRETMENİN MEKTUBU
"2,Erzurum Karayazı ilçesinin 8 km uzağındaki Karaağıl köyünde Karaağıl İlköğretim Okulunda çalışmakta olan 1-A sınıf öğretmeniyim.göreve başlayalı henüz 5 ay oldu.Bu ilköğretim okulunda bir çok öğrenci bulunmakta.1.sınıf öğrencilerim benden tuvalet için izin istediklerinde o tenekeden yapılmış derme çatma kulübeye gidiyorlar su olmayan bu tuvalet bozmasında keskin bi koku olmasına rağmen burayı kullanmak zorundalar.üstelik biz öğretmenler için de durum böyle.öğrencilerimin ellerinde çok fazla siğil var.ellerini yıkayacak bir ortam olmadığından da bu virüs hastalığı öğrenciden öğrenciye bulaşıyor.okuluma tuvalet yapılmasını isterken onlara temiz olma alışkanlığı kazandıracağıma da söz veriyorum.gereğinin yapılmasını arz ediyorum."


Resimdeki tuvaletlere bakar mısınız? Elimizden bir şey gelmiyorsa eğer en azından yardım edebilecek gönüllülere ulaşmak için mümkün olduğunca bu bağlantıyı paylaşalım. Tariflerini yayınladığımız lezzetler, rengarenk pastalar, tatlılar ne yazık ki bu haberde konu edilen çocuklardan çok çok uzak...Ama biraz olsun yakınlaşabiliriz, biraz olsun çabalayabiliriz. Şimdiden teşekkürler...

O ÇİLEKLER, PRENSES OLDU, PRENSES!

Önceki kayıttaki çilekler vardı ya? Bir kısmı yendi tabi ama birazıyla da dedim ki allı duvaklı bir gelin mi yapsam yoksa beyaz tenli bir prenses mi? Düşündüm, düşündüm...
Klasik kek tarifimle bir pandispanya yaptım. İçine de "yemekgünlüğüm"de görüp çok beğendiğim bir krema tarifini uyguladım.Aralarına da çilekleri doğrayıp koydum mu? Doğrarken de bir çilek kokusu sardı mı mutfağı?
Her şey bitince, aldım prensesi bir süsledim ki; beyazlar koydum üstüne, ekose şekiller bile yaptım. "Yenecek bitecek nasılsa" demedim; Süsledim, püsledim... Afiyet olsun:)

PASTA PRENSES
Pandispanya için:
3 yumurta
1,5 su bardağı şeker
1 su bardağı süt
1/2 su bardağı sıvıyağ
3 su bardağı un
 1 paket kabartma tozu
                                               1 paket şekerli vanilin
Pasta Kreması için:
1 yumurta (çırpılmış)
1 tatlı kaşığı margarin (bazı tariflere eklemiyorum, bazen tereyağ koyuyorum, tarifte 50 gr. olarak belirtilmiş.)
2 su bardağı süt (light kullandım)
3 çorba kaşığı un
1/2 su bardağı şeker
1 paket şekerli vanilin (tarifte 2 adet olarak belirtilmiş, ben 1 adet kullandım.)
Pandispanya için, önce yumurta ve şekeri çok aşırı olmamak kaydıyla çırptım ve diğer malzemelerle karıştırdım. Yağlı kağıt koyduğum yuvarlak kek kalıbına bu karışımı döktüm ve 180 derece fırında kürdan testi başarılı sonuçlanana kadar pişirdim. Krema için de tereyağ ve vanilya hariç tüm malzemelerini karıştırdıktan sonra ateşe koydum ve üzeri göz göz olduktan sonra tereyağı ve vanilyayı ekledim. Karıştırıp, soğumaya bıraktım.
Pandispanyayı soğuduktan sonra keskin bir bıçakla yatay olarak ikiye kestim. Altta kalacak kekin üzerine kremanın yarısını yaydıktan sonra, doğradığım çilekleri tek sıra olarak yerleştirdim. Diğer parça keki ters çevirdim ve kalan kremayı da onun üzerine yaydım. Tekrar ters çevirerek alttaki kekin üzerine (çileklerin üstüne) yerleştirdim. Birazcık bastırdım ve soğuduktan sonra üstüne pudra şekeri serptim. Oldu mu size bir prenses?:)

24 Mart 2010 Çarşamba

TOHUMU DIŞARIDA, YEŞİL BAŞLIKLI AL MEYVE...

Acaba ben neyim neyim? Bir Çilek'im...
Dün Serpilcim uğradı bize. Gökhan'ın anneciği, benim tatlı kayınvalideciğim. Biraz korkmuş çilek alırken, hormonlu olur, ilaçlı olur, GDO filan derken meyve bile alamaz olduk ya... Ama kokusu çok güzelmiş,güzel de görünüyormuş, bir torba çilek misafir oldu mutfağıma. Bu vesileyle yazdım yazdım çilek yazdım...Bir kaç ilginç özellik de buldum çilek hakkında. Paylaşayım mı?

  • Çilek, tohumları dış kısmında bulunan tek meyve türüdür.
  • Bir çileğin ortalama 200 tohumu bulunur.
  • Antik roma döneminde çileğin, melankoli, bayılma nöbetleri, ateş, boğaz enfeksiyonları, böbrek taşları, ağız kokusu ve kan hastalıklarına iyi geldiği düşünülürdü.
  • Napolyon döneminde önemli bir figür olan Madame Tallien taze çilek suyu içerisinde banyo yapmasıyla ünlüydü.
  • Çilek, baharda olgunlaşan ilk meyvedir.
  • Belçika’da yalnızca çilekle ilgili bir müze mevcuttur.
  • Çilek aslında “gülgiller” ailesine mensuptur.                                                       
  • Çilek çok az kalori içerir, bir bardak tatlandırılmamış çilek 55 kalori içermektedir. Ayrıca, C vitamini, folik asit, lif ve potasyum yönünden zengindir.
  • Ortaçağ döneminde çilek, barış ve zenginlik için düzenlenen özel durumlarda servis edilirdi.
  • Batıda bazı folklorik inanışlara göre, çileğin iki yarısını paylaşan bir çift, kısa süre sonra birbirlerine aşık olurlar.
  • Fransa’da çileğin afrodizyak bir etkiye sahip olduğuna inanılırdı hatta yeni evlilere çilekle hazırlanan bir çorba ikram edilirdi.
İşte böyle dostlar...bu kadar ilginç bilginin ardından buyrun bunlar da kayınvalidemin getirdiği çilekler. Güzellikleri aklımı başımdan aldı, kokuları beni benden aldı, küveti doldurup çilek suyuna atlayasım var!

23 Mart 2010 Salı

PATATES BÖREĞİ VAR Bİ DE, SÜPER Bİ ŞEY!

Süper tabi ya... Patatesli börek değil, "patates böreği"...Ufak bir fark var arada...
Sağlıklı mı? Nispeten evet... Patatesleri kızartmam, kızartmicam:) İçine tereyağ, margarin de koymam... Yine de öyle lezzetli olur ki, bir de hafiflik taşır yanında, akşam yemeği için ideal...Yanına da yoğurt olur tabi; İster sade, ister sarımsaklı...

3 adet orta boy patates (çok küçük ve ince küp şeklinde doğranmış)
7-8 çorba kaşığı un
3 yumurta (çırpılmış)
1,5 su bardağı un
2 çorba kaşığı rende kaşar (taze kullandım)
1/2 bardak sıvı yağ
1 tatlı kaşığı sarımsak tozu
                                             taze çekilmiş karabiber
                                            1 tatlı kaşığı tuz
                                            1 paket kabartma tozu

Patatesler haricindeki tüm malzemeyi karıştırdım ve doğradığım patateslere ekledim. Yağlanmış bir fırın kalıbına bu karışımı döktüm. Üstüne de susam serptim... 180 derece fırında üzeri iyice kızarana kadar ve kürdan testini geçene kadar pişirdim.
Kürdan testi çok önemli sevgili cadı kardeşlerim; Hele böyle kek karışımlı tariflerde... E hadi afiyet olsun:)

22 Mart 2010 Pazartesi

YAPRAK SARMA CENNETİNDE, DÖRT KÖŞE BİR CADI

Öyleyim vallahi...Sevinçten dört köşe bir halde koşturacağım şimdi evin içinde. Kediler de anladı bendeki değişikliği..."Dolmadan önce anne" ve "dolmadan sonra anne" şeklinde kedi hissiyatına uygun değerlendiriyorlar şimdi beni...
Benim bu dünyada en çok, evet evet, en çok sevdiğim lezzet "Zeytinyağlı Yaprak Dolması" mucizesi...Dünyanın en özgün, en harika, en mükemmel, en lezzetli yemeğidir bence kendileri.
Bu yaşımda süper ötesi zeytinyağlı yaprak dolma yapmamın ve bir nebzecik mütevazı olmayışımın nedenlerinin birincisi genetik kodlarımı borçlu olduğum rahmetli anneannem "Edremitli" Yıldız Bingöllü, ikincisi ise çerkez kızı kayınvalidem Serpilciğimin tarifini uyguluyor olmamdır.
Tarifi vereyim mi?
Ama biraz cesaret ister bu tarif; zira şekeri, yeşillikleri, baharatı boldur, şaşırtmasın sizi sonra...

3 su bardağı pirinç (dolma için ideali Osmancık pirinci derler ama ben Baldo kullandım)
2 adet orta boy soğan
1/4 bardak kuş üzümü
1/4 bardak dolmalık fıstık
yarımşar demet maydanoz ve dereotu
biraz taze nane (nane zevkinize göre elinizle koparıverin)
2 tatlı kaşığı yenibahar (dolma baharı)
1 çay kaşığı tarçın
2-3 çorba kaşığı toz şeker (işte bu konu genellikle şöyle bir durduyor konuştuğum herkesi. Deneyenden söylemesi, lezzet harika oluyorsa hiç çekinmeyin...)
2 tatlı kaşığı kadar tuz (zevkinize göre ayarlayın)
kuru nane
zeytinyağı
1 adet limon
3,5-4 su bardağı sıcak su
500 gr salamura asma yaprağı
İlk önce yaprakları hazırladım. eğer biber dolması yapacaksanız dolmalık bibere, diğer çeşitler için karalahana veya lahanaya aynı içi kullanabilirsiniz. Asma yaprağı tazeyse bir miktar suda haşlamak gerekiyor ama ben salamura kullandım. Buna rağmen, önce bir kaç kez suyunu değiştirerek yarım saat kadar suda beklettim, sonra da 3-4 dakika kadar haşladım. İki elimle iyice suyunu süzdüm ve içi yerleştirmeye hazır hale getirdim.
Dolmanın içi için, öncelikle fıstıkları zeytinyağında kavurdum. Hafif kahverengi hale gelmeye başlayınca soğanları ekledim. Önce yüksek ateşte biraz kavurdum, sonra kısık ateşte üstünü kapayarak bir kaç dakika pişirdim. İyice yıkayıp, yarım saat suda beklettiğim pirinçleri de ekledim. Ardından kalan baharatları attım içine. 2 su bardağı suyu da ekledim, kağını kapattım ve pilav pişirir gibi suyunu çekene kadar pişirdim. Kapağını açar açmaz dereotu, nane ve maydanozu ekledim ve karıştırdım. Dolma içi artık hazır hale geldi.
Asma yapraklarına tek tek hazırladığım içten koydum. Önce kenarları kapadım, sonra da ince ve sıkı bir şekilde sarmaya gayret ettim. Yalnız çok da sıkı sarmayın, çünkü piştiği zaman zaten şişecekler.
Tencereye yerleştirmeden önce bir kaç asma yaprağı ile tencerenin dibini kaplamayı unutmayın yoksa dolmalarınız yanar.
Tüm dolmaları sardıktan sonra üzerlerine, kalan 1,5-2 bardak sıcak suyu, 1 limonun suyunu, göz kararı biraz tuz ve şekeri karıştırarak ekledim ve üzerine bir tabağı ters çevirerek kapadım. Kapağı da kapattım ve kısık ateşte pişmeye bıraktım.
Burada bana kızacaksınız çünkü ne kadar süre pişirdiğimi inanın bilemiyorum. Ben dolmanın kokusuna göre pişip pişmediğini anlıyorum. Hatta en alttakileri çok hafif yanık sevdiğim için burnuma çok hafif bir yanık kokusu gelince kapatıveriyorum ateşin altını. Bence siz bu tarifi uygularken mutlaka kısık ateşte pişirin ve 20 dakika sonra suyunu çekmiş mi diye bir kontrol edin.
Pişen dolmaları bir maşa yardımıyla tabaklara alın ve iyice soğuduktan sonra limon dilimleriyle süsleyerek (isterseniz) servis yapın...
Cadı, bir an evvel soğumaları için dua ediyor, büyü filan yapacak şimdi çabuk soğusunlar diye...Hadi afiyet olsun, Edremetli Yıldız Bingöllü'nün ruhu şad olsun...
PINAR CADISI © 2007 All Rights Reserved