Ellerinin üzerindeki henüz pıhtılaşmış kanları temizlemek için mutfağa girdi ve az önce öldürdüğü adama ait kanları tezgahın üzerinde duran büyük cam şişeden lavaboya döktüğü suyla yıkadı.
Lavabonun üzerindeki musluk sökülmüş yerine tıpa takılmıştı. Şehir şebekesinden gelen sular evin tüm yerlerinde bu tıpalarla engellenmişti. Evin suya ihtiyaç duyulan her köşesine bu cam damacanalardan yerleştirilmişti. Önceleri Filistin halkının gerçek bir çatışma olmaksızın kansız bir şekilde yok edilmesi için kısırlaştırıcı kimyasallar katılması şeklinde kullanıldığı bilinen su silahı bugün başka amaçlar için dünyanın bir çok ülkesinde daha açık ve pişkince kullanılır durumdaydı. Cam şişelerdeki suları bağlantı kurduğu bir Türk getiriyordu. Türkler, Avrupa’da artık pek az kişinin umursadığı “temiz su” talebini en güvenilir şekilde karşılayan su şirketlerinin sahibiydi.
Elinde, Türklerin temiz suyunun temizlediği yabancının kanının altında, salondaki boğuşma sırasında farketmediği bir çizik ortaya çıktı. Hala sızı yoktu ama soğuduğunda acı çektirecek kadar derindi bu çizik. Yüzünü de yıkadı ve sonra öldürdüğü adamın boylu boyunca ortasında uzandığı geniş salona dönüp, koltuğun üzerindeki havlu ile kurulandı.
“ İşte başlıyor Jean “ dedi fısıldayarak. Farketmediği tüm çizikleri ben burdayım demeye başlamıştı şimdi. Adamı öldürmüştü. Soğukkanlılığı kendini bile şaşırtıyordu ama şimdi boynunda sırtında ve ellerinde hissettiği sızılar
“Az hırpalanmamışsın Jean” dedirtiyordu az önceki fısıltıdan bir volume fazlasıyla.
Parmakları kesik siyah deri eldivenleri geçirdi ellerine. Onlar dışarının ayazından bir nebze olsun koruyabilirdi ellerindeki çizikleri. Yine siyah deri kordonlu analog quartz saatini taktı sol bileğine. Sahip olduğu ve taşıdığı tek mekanik aletti bu saat. Digital hiçbirşeye yer yoktu onun dünyasında. Cep telefonu yok. Digital saat yok. Bilgisayar yok. Televizyon yok. Radyo yok.. Hatta tüm Avrupa’da en geç iki hafta öncesine kadar elektronik olanıyla değiştirilmesi gereken kimlik kartını kullanıyordu hala. 2010 ‘ lu yıllar sosyal ağlar ve mobil cihazlar sayesinde insanların gizlice fişlendiğini anlatmaya çalışan ama komplo teorileri ürettikleri ve fazla paranoyak oldukları söylenerek görmezden gelinen küçük gruplara şahitlik etti. İnsanların büyük çoğunluğunun bu gerçeği öğrenmesi ve kendilerine yönelik bir tehdit olarak algılaması 20’lerin ortasını buluyordu. Ama artık çok geçti. 20’li yılların sonuna gelinirken dünyanın yüzde 90’ı internet kullanıyordu ve tıpkı bir grup gencin önceki gece müzik ve alkolün etkisiyle kendilerinden geçip gürültülü kavgalar etmesi, kırıp dökmesi ve birbirlerini daha önce tanımayan çiftlerin sabah sarmaş dolaş bir halde tam anlamıyla cehenneme dönmüş bir mekana aynı yatakta gözlerini açması gibi pişmanlık duyuyorlardı ama olan olmuştu. İnsanlar, siyasi ve dini görüşlerini, kişisel bilgilerini, hedeflerini, aradıklarını, yapmakta olduklarını ve çok daha özel ve mahrem konularını tüm insanlarla paylaşmışlardı. Ve işin garip yanı kendilerini tehdit altında hissetmelerine rağmen bunları yapmaya devam ediyorlardı.
Jean boynundaki çizikleri saklamak için de boğazlı siyah kazağını giydi ve üzerine siyah deri ceketini aldı. Kapıdan çıkmadan önce yerde yatan adama baktı son kez… Adamın ölüsü, ağzından akan kanların kirlettiği zeminde Jean’ın kesip kopardığı diline bakıyordu. Bu adamın arının kovanına sokulmuş bir değnek olduğunu düşündü. Ve kapıyı sertçe kapatıp çıktı.
Sokağa çıktığı anda izleniyor olacağının farkındaydı. İzleniyor olmak tüm insanların bildiği ancak önemsemiyor olduğu bir durumdu uzun zamandır. Önce mektuplar okunuyordu. Sonra telefonlar dinlendi. Smsler depolandı. İnternette gezinilen siteler tespit edildi. Mailler tarandı. Sosyal ağlarda paylaşılanlar indekslendi. Elektronik kimlik ile birlikte takip daha da kolaylaştı. Bir kredi kartınız varsa adresiniz telefonunuz ve tüm mal varlığınız, facebook veya twitter hesabınız varsa siyasi görüşünüz, dini görüşünüz, hassasiyetleriniz ve en samimi olduğunuz çevre, Linkedin veya benzeri sitelerde profiliniz varsa üzerinde çalıştığınız konular ve kimlerle çalıştığınız, elektronik paralarla ne zaman, nerede, ne satın aldığınız ve daha fazlası bilinebiliyordu.. Ama tüm bunlara rağmen herkes daha da özgürleştiğini düşünüyordu. Çünkü tüm bu bilgiler kimin işine yarayacaktı ki.. Tüm bu karmaşık parmak izlerinden izleme yapan insanlar nasıl bir sonuç çıkarabilirlerdi ki.. Üstelik toplumun yüzde 90’ı yasadışı işlere bulaşmadığından emindi ve izleme işi masum insanların daha huzurlu yaşamalarını sağlamaya yönelikti. Evet insanlar böyle düşünüyordu. Daha özgür olduklarını. Daha güvende olduklarını.
“Kimse özgür olduğuna inanan birinden daha iyi köle olamaz” - Johann Wolfgang Goethe
Kimsenin özgür olduğu falan yoktu. Jean özgür kalabilmek için tüm insanları daha özgür hissettiren herşeyden vazgeçmek zorunda kalmıştı. Teknolojiden, sokaklardan, yemeklerden.. İzlenmekte olduklarını bilen insanların bilmediği bir şey vardı. İzlemeyi insanlar yapmıyordu. Sadece bunlar için geliştirilmiş güçlü bilgisayarlar vardı. Önce aynı kişiye ait posta hesaplarını tespit ediyor, mailleri tarıyor, sonra bu posta hesaplarıyla üye olunan ağları tespit edip tüm verileri depoluyor, mesajlaşmaları , kişisel bilgisayarı ile girdiği siteleri, hesap numaralarını, şifrelerini, adresini ve en son giriş yapılan konumunu tespit edip kaydediyor, mobil cihazı ile yaptığı görüşmeleri yazılı hale getiriyor, smsleri tarıyor, saniye saniye konum bilgisini güncelliyor ve daha binlerce parçayı saniyeler içinde bir araya getirip basit ve anlaşılır bir şekilde raporluyor. Her veri konusuna göre gruplara ayrılıyor ve edindiği bilgileri kullanarak yeni çıkarımlarda bulunabiliyor. Bu bilgisayarlardan istenilen herhangi konumda, o anda seyir halinde bulunan tüm insanlara ulaşılabiliyor ve o konumdaki tüm insanların siyasi ve dini görüşü, işi, malvarlığı, yakın çevresi ve daha fazlası görüntülenebiliyor. Diğer yandan bu bilgisayardan herhangi bir isme ulaşmak isterseniz birkaç saniye içinde konumu ve hareket yönü ile birlikte diğer tüm bilgilerine ulaşılabiliyor. Ayrıca üzerinde taşıdıkları telefonlar birer böcek görevi görüyor ve ortam dinlenebiliyor.Bir çok insan da önceleri göçmen kuşları takip etmek için kullanılmış ama daha sonra uzaktan sağlık kontrolleri yapmak maksadıyla deri altına yerleştirilen pirinç tanesi büyüklüğündeki çiplerden kullanıyorlardı. Ama tüm bunlar birazdan öğreneceklerinizin yanında özgürlüğe müdahale sayılamayacak kadar basit şeylerdi.
Jean, terör, soygun ve diğer güvenlik önlemleri bahanesiyle kameralarla donatılan sokaklardaydı şimdi. Her 5 kişiye bir kamera düşüyordu. O bu şehirde en zor bulunacak kişiydi. Bunu biliyordu. Herhangi bir insan yalnızca 5 dakika içinde görüntülenebilirken onun bulunması saatler alabilirdi. Sokaklara döşenmiş kameralar suçluları bulmak ve yakalamak için kullanılan eskimiş bir yöntemdi aslında. 2010’lu yıllarda güvenlik güçleri bu kameralarla yakaladıkları terörist ve hırsızları televizyonlarda yayınlayarak etkili şovlar yapmış ama karşılığında insanların güvenlerini de kazanmayı başarmışlardı. Bugün üst düzey operasyonların son derece gizli bir yöntemle yapıldığından çok az kişinin bilgisi vardı. Bu yöntem oldukça acımasız ve ürkütücü aynı zamanda da etiğe aykırıydı. Yöntemin sızdırılması büyük halk hareketlerine ve isyanlara sebep olabilir, iç savaşlar çıkarabilir, yönetimlerine öfkeli insanları durdurmak imkansız hale gelirdi. İşte Jean’ın bildiği ama bilmemesi gereken bilgiydi bu. Avrupa ülkelerinin, geçtiğimiz on yıl içinde kendi vatandaşlarını katletmiş Arap liderler gibi yüzbinlerce insanı katletmesine gerek kalmaması için Jean ölmeliydi. Sadece Jean ölmeliydi şimdilik.
Jean dikkat çekmeden otobüs durağına kadar gelmişti. Kameralardan kaçtığı yoktu. Çünkü onu arayanların bu gibi basit yöntemleri kullanmayacağını bilen ve bilmemesi gerek tek kişiydi. İnsanların bakışları. Kaçması gereken bu bakışlardı işte.
2020’ler 10 yıl öncesinde hayal olan şeylerin sıradanlaştığı yıllar oldu. Kendi kendini temizleyen, ısıtan hatta kalp masajı yapan askeri üniformalar askerlerin sırtındaki ağır yükleri oldukça hafifletti, arabalar hava durumuna göre kendiliğinden renk değiştirir oldu, binaların dış yüzeylerinde kendi kendini temizleyen cephe kaplamaları kullanıldı ve günlük yaşamda bir çok alanda 10 yıl öncekinden yüzlerce kat daha küçük boyutlarda ama binlerce kat daha hızlı bilgisayarlar ve makinalar üretildi. Nanoteknolojinin en yoğun kullanıldığı alan ise sağlık oldu. Vücuda bakteriden daha küçük boyutlarda taşıyıcı robotlar verildi ve bilgisayarla bu mikroskobik robotlar yönlendirilip eskiden hasarlı bölgeye ulaşana kadar etkisini yitiren ilaçlar tam yerine ulaştıktan sonra patlatıldı ve kanserli hücreler yok edildi. Aids ile mücadelede büyük başarı sağlandı, hücre gibi davranan robotlar üretildi ve organlar tamir edildi, kanda dolaşan savaşçı robotlar zararlı bakteri ve mikropları yok etti. Tıkanan damarları açmakla görevli robotlardan 1000 tanesi bir noktadan daha küçük yer kaplıyordu. Görme yetisini kaybetmiş insanlar bu robotlar kullanılarak tedavi edildi. Yaşlanma geciktirildi vs. Ama her şey olumlu yönde gelişmedi. Tıpkı atomu parçalamanın hala başarı olup olmadığının tartışılıyor olması gibi. Ajan hücreler geliştirildi. Bu robot hücreler hiçbir uyumsuzluk göstermeden vücutta dolaşıyor ve beyne gönderilmesi gereken uyarıları bilgisayarlardaki trojenler gibi başka kaynaklara gönderiyordu. Başka bir deyişle onlardan vücudunda dolaştıkları insanın gördüğü şeyleri kendileriyle paylaşmaları istenirse daha önce kendi kendilerini çoğaltıp milyarlarca olmuş bu robotlar isteğe göre uygun noktalara konuşlanıp görüntüyü dışarıya iletiyorlar. Yeri geldiğinde beyin hücrelerinde uygun kimyasal reaksiyonlar gerçekleştirerek vücudunda dolaştıkları insanın farklı düşünmesini daha doğrusu kendisinden istenilen şekilde hareket etmesini sağlıyorlar. Kendilerine emir gelmediği sürece vücudun normal fonksiyonlarını yerine getirmek için diğer hücrelerle birlikte çalışıyorlar. Peki bu robotlar insanların vücuduna nasıl yerleştiriliyordu ? Önceleri daha önce hiç görülmemiş ölümcül grip türleri için geliştirdikleri aşılar yoluyla. Bu robotların üretimi hızlandırılınca artık böyle aşılara gerek kalmadı. Şebeke sularına bile atılır oldu. Gıda maddelerine yerleştirildi. Ve neredeyse tüm insanlar gerektiğinde kullanılabilecek robotlar halini aldı. Hiç kimse aslında bir asker olduğunu anlayamıyordu. Oysa her gün, her saat, her dakika sosyal ağlarda izler bırakıyor olmalarını alışkanlık sanan 2 milyar insandan biriydi herkes. Kullanılmış insanların beyinlerinde bir müddet hiçbir konuya yoğunlaşamayacak şekilde reaksiyonlar gerçekleşiyordu. Zaten zamanla unutmuş oluyorlardı. Ama köklü değişiklikler yaşamışlarsa ölmeleri yeğleniyordu. Bu oldukça basitti. Robotlara verilecek tek bir emirle vücudun farklı kritik noktalarında damar tıkanıklıkları meydana geliyor yani bir anlamda fişleri çekiliyordu.
Bakışlardan kaçabilirsen onlardan kurtulabilirsin.
Jean şimdi otobüsteydi. Yolcuların oturduklarında yüzyüze bakacakları şekilde yerleştirilmiş koltuklardan hiç bu kadar rahatsız olmamıştı. En arkaya gitmek istedi. Yavaş adımlarla ilerliyordu. Kimseye bakmamak bir çözüm değildi. Önemli olan kimsenin ona bakmamasıydı. Bu mümkün müydü ? Buranın içi insanların birbirlerinin yüzlerine solumalarını sağlayacak şekilde dizayn edilmişti adeta. Solunda kafasını elindeki şehir haritasına gömmüş genç bir Asyalı kadın vardı.
Ülkeye yeni gelmiş bir turist dedi içinden. Boynunda Çin Halk Cumhuriyeti bayrağının yer aldığı bir künye vardı. Bir an kendisini arayanların çalıştığı ofisi düşündü. Eve gönderdikleri adamdan görebildikleri son görüntü kesik bir dil olmalıydı. Burada olduğumu bilselerdi ne yaparlardı diye sordu kendi kendine. Muhtemelen buradaki tüm insanların bilgilerini görüntüleyeceklerdir ve en uygun kişiyi seçip görevlendireceklerdir. Çinli kadını seçme olasılıkları düşük olmalıydı .Jean da böyle düşünüyordu ama kadın birden kafasını kaldırdı ve etrafını gözetlemeye başladı. Jean şüpheye kapıldı ama hala bu kadının seçilmiş olabileceğine ihtimal vermiyordu. Hem kanında robotların olup olmadığı bile kesin değildi. Yanından geçti ve en arkaya ulaştı. Tam bu sırada omuzuna dokunan bir el. Hızlıca arkasına baktı. Çinli kadındı. Bakışları hala masumdu. Elindeki cep telefonunu uzattı Jean’a. Kadın galiba telefonu Jean’ın düşürdüğünü sanıyordu. Oysa az önce kendi cebinden çıkarmıştı ve sonra telefon çalmıştı. Ayağa kalkıp az önce geçen adama getirmişti telefonu. Jean telefonu yavaşça aldı ve kulağına götürdü. Onlardı. Hızlı hızlı soluk alan bir kadın. Bir nefes sesi sadece. Sonra nefesin uzaklaştığını hissetti. Konuşma yoktu. Başka sesler yaklaşıyordu. Bu bir çocuktu. Ağlamaktan yorgun düşmüş bir çocuktu sanki. Jean’ın elleri titremeye başladı. Sonra yine yorgun ve inleyen bir fısıltı duydu.
“Baba”.
Telefon düştü elinden.
…. Sadece denedim dün gece. Devamı gelecek mi bilmiyorum…..
27 Aralık, 2011 18:42
"Sadece denedim dün gece. Devamı gelecek mi bilmiyorum…"
yazısını okuduğumda 100 km hızla duvara çarpmış gibi oldum
mutlaka devam etmelisin.... :)
27 Aralık, 2011 18:58
Turan: uzun olduğu için kimse okumuyordu. Aslında okuyanların düşüncelerini merak ediyordum. Beğenmene sevindim. Denedim evet. Belki ılerde özenir ve gerekirse bin gecelik bir süreçte bir kitap yazmaya çalışırım. Bakalım. :)
30 Aralık, 2011 03:06
Belki on kere okudum, hem sen nerden biliyorsun uzun oldugu için okunmayacagını, eger okunmaya degerse okunuyor işte. Sadece emin olamadım, bilmiyorum şaşırttı beni..
Lütfen devam et..
30 Aralık, 2011 16:17
Aslı : Çünkü okunmadı biliyorum. Bir hafta bekledi ilk yorum için. Teşekkür ederim okunmaya değer bulduğun için. Emin olamadın demek. Neden ki ?
Düzelirsem devam ederim.
31 Aralık, 2011 01:51
Şöyle bi baktım önce.
Uzunmuş dedim; ama Fatih yazmışsa okunmaya değerdir dedim.Okudum, çok beğendim. Kesinlikle devam etmelisin. Ah şu hayal gücün, seviyorum onu :)
Canan...
31 Ocak, 2012 08:33
fırsat bulamıyorum bayadır blog okumaya... denk geldiklerimi okuyor, okuyamadıklarımı sonraki bir zamana erteliyorum. ama keşke bu yazına daha önce denk gelseydim de, okunmaz hissiyatını değiştirseydim!
çok ama çok iyi olmuş!
bravo!
bir de kimseyi düşünme, sen daha da uzat bunları. zira, tadı damağımda kaldı!
31 Ocak, 2012 09:27
ya adam! yazmışsın işte ne güzel. sinir bozma devam ettir. kolay gelsin
31 Ocak, 2012 10:14
Çokk iyi yaaaa!...
31 Ocak, 2012 10:40
dehşet sürükleyici.. uzun olduğunu farketmemiştim bile! devam! devam!
31 Ocak, 2012 10:48
Tebrikler
devamını bekliyorum
31 Ocak, 2012 10:59
Nanoteknolojinin insanı kontrol altında tutmak için kullanılması. Güzel ve özgün bir kurgu olmuş, diğer kullanımını duymuş ve okumuştum, bu farklı bir bakış açısı oldu. Dan Brown'un Dijital Kale'sini hatırlattı biraz üzerinde düşününce.Bu tarz çok ilgi çekiyor ve okutuyor kendini, en azından bana, yalnız dozunu da iyi ayarlamak gerekiyor.Cinayet ve anti-kahraman da güzel gitmiş heyecan ve gizem için.Tebrikler...
31 Ocak, 2012 12:23
Doğrusunu sölemek gerekirse iyi bir iş çıkarmışsınız. Okumaktan son derece keyif aldım.. Tıpkı burada olduğu gibi akıcı bir dil ve kıvrak bir zekanın ürünü olabilecek nitelikte devamını getirirsiniz umarım..
Malum Türkiye'de kaliteli polisiye yazar sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ama belki siz bu sayıya dahil olmak istersiniz..
Kaleminize sağlık...
Hoşça kalın...
31 Ocak, 2012 13:46
dostum çok iyisin denemeye devam etmezsen meraktan ben ölebilirim, hadi kurtar..
31 Ocak, 2012 14:05
çok tehlikeli bir kurgu şimdiden korktum :) tebrikler devamını bekliyorum
02 Şubat, 2012 14:13
başlarını okuduktan sonra alta geçmeyi düşündüm fakat bi türlü geçemedim en alta. bitirmek zorunda kaldım senin yüzünden :) devamını isteriz. başarılar.
05 Şubat, 2012 10:40
dostum dediğin gibi uzun olduğu için okuyamacakdim ama birkaç cumleden sonra altdaki yormlari bile okudum :):)
05 Şubat, 2012 14:35
Kurgu müthiş, ana karakterin neden bu duruma düştüğünü sıkmadan adım adım betimlemişsin, bayıldım. Yorumlardan birinde Dan Brown adı geçiyor abartılı gelebilir belki ama üzerinde çalışırsan onun eserlerine taş çıkaran işler yapabilirsin. Tabi çıtayı yükseltmek seni biraz bunaltabilir. En kısa zamanda hikayenin devamını bekliyoruz. Başarılar:)
Bilge
05 Şubat, 2012 16:50
Bir solukta okudum ve gerçekten çok basarili buldum.. Devami mutlaka gelmeli.. ;)
12 Temmuz, 2012 17:19
güzel hoşta bence sadece "dün gece" denemedin
07 Eylül, 2016 08:06
Yazmaya devam et ki yeteneğin körelmesin..
Ben de yorum yapayım!