mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mektup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Kasım 2010 Salı

Mektuplarını üzülerek okudum. Sen ki son liman, son ümit, son dost, ilk ve son sevgilisin. Sen ki yıldızım, sen ki annem, sen ki çocuğumsun. Acılarımla hırçınlaştığına üzüldüm. Istıraplarım çok mu çirkin, çok mu çocukça? Onları senden mi gizleyeceğim? Sahneye maskeyle çıkmak! Ben aktör değilim. Sesinin tonunda minnacık bir soğuyuş hissettiğim an yokum.."


-Cemil Meriç-

17 Mart 2006 Cuma

Bu Mektupta Yazılmayanlar

“Delicesine âşık bir adamı sevgilisinin hayâli ziyaret etti, bu ziyareti beklememiş olsaydı hiç uyumazdı.
Gece karanlıkta hayalin yel gibi akarsa hiç şaşma, çünkü onun ışığı yeryüzündeki karanlığın gözünü korkutur.”

-İbn Hazm-



Ben onu bir rüya sanmıştım. Ne var ki uyandığımda da sürdü. Üzerinden kaç gündüz ve kaç gece geçti bilmiyorum, hâlâ sürüyor.

Bazan insan kapılıp gider, gerçeğin ne olduğunu, hangisinin gerçek olduğunu kolay ayırt edemez. Rüyalar içinde rüyalar içinde rüyalar.

Sensiz uyudum, seninle uyandım. Ama “sana uyanmadım” hiç. Zira sen hâlâ benim rüyamsın. Bununla beraber gözlerimi aralamaktan korkmuyorum artık. Çünkü sen gerçekten VARSIN.. Ve GERÇEKSİN. İşte seni karşı konulmaz kılan da bu zaten.

Yatak -hangi anlamda algılarsan algıla- aşkın yuvasıdır. Ben senin ilk hayâlini şu an uzandığım yatağımda kurmadım mı? O hayâlle ilk kez burada buluşmadım mı? Öyleyse “seni sevdiğim sürece yatağımı da seveceğim” elbette. Bunu anlayabilecek durumda olmanı umuyorum. Geceleri gözlerinden yatağına damlayan gülümsemeleri silme ihtiyacı duymadın mı hiç? O damlalar yastığının altındakilere sızmadı mı?

Benden habersiz olsan bile benimle aynı duyguları yaşamadığını, bir ve aynı olan düşünce dünyasını paylaşmadığımızı iddia edebilecek durumda mısın? İşte bunu sanmıyorum. Zira “sen bende yaşıyorsun ben sende”, bunu sen de biliyorsun ben de...

Öpmek en güzel dokunuştur. Sevmek dokunmak demek değilse de, bunu ifade etmenin en güzel ve de en yalın hâlidir dokunmak. Sevginin resmini çekmek isteseydik, bu ancak içten bir öpüş olabilirdi. Artık anlıyor olmalısın ki bu konudaki ısrarcılığım “arzu diye adlandırılan şeyden daha güçlü bir duygunun” tahmin edilebilir sonucuydu. Bu duygu kontrolüm altında değilse -ki gerçekten de onu ne yönlendirebilirim, ne de önüne geçebilirim- kontrolüm altında olan şeyleri, parmaklarımı ve dudaklarımı kullanmak istiyorum.

Sana ilk kez bakışlarımla dokundum. Gizli ve de açık, yakınlardan ve uzaklardan, sen yanımda olmadığın zamanlarda ruhsal (vücutsuz) varlığına... senin irade ve iznine bağlı olmaksızın kurulabilecek en kolay temas şeklidir bu. Onun için sana diyorum ki benim yanımda değilken makyaj yap, sür sürüştür; yeter ki kimse seni benim gördüğüm hâlinle, doğal ve de en güzel hâlinle gömesin. Ya da -bunun onlar için bir çeşit ceza olacağı kanaatindeysen- bana göründüğün gibi görün; onlar da benimle aynı sıkıntıları çeksinler, aynı derde düşsünler. Benim de gözüm “gönlümü düşüncelerimin karmaşasına sürükleme cinayetini” işlemişti. Ben de bakışlarımdan öç alsın diye göz yaşlarımı salıvermiştim.

“Bir erkeğin hayatı, Tanrı onu bir kız evlatla donatmadıkça, kum dışında hiçbir şeyin bulunmadığı bir çöl gibi kalacaktır. Kızı olmayan erkek bir kız evlat edinmelidir, çünkü zamanın sırrı ve anlamı genç kızların yüreklerinde gizlidir.” Seni “kızım gibi” sevdiğimi söylemek senin için ne kadar tatmin ediciydi bilmiyorum. Kendi inandırıcılığımı bir yana bırakıp sözümün inandırıcılığına sığınarak tekrar söylüyorum: seni kızım gibi seviyorum. Kendi parçam gibi; özleyip hayâlini kurduğum, sevip koklamaya kıyamadığım, art niyet düşünemediğim şey gibi...

Vakit çok geç oldu. Bu gecem eskidi ve sen eskimiş hiçbir şeye lâyık değilsin. Yalnız kalmadan önce son bir soruya cevap verecek misin: bu mektupta yazılamayanları da okuyabilecek misin?

Şimdi alnını uzat -işte böyle-. Artık iyi geceler.




“Bana ‘sevgilin çok uzak!’ dediler, dedim ki tek bir an bile benimle birlikte olması ve benden kaçmaması yeter bana.
Nasıl olsa güneş her gün yeniden doğarken hem benim hem de onun yanına uğruyor.
Onunla benim aramda ancak bir günlük yol varken, öyleyse hiç uzak olur mu?
Üstelik Evrenin Yaratıcısı’nı tanıma duygusu da bizi birleştirmekte; bu yaklaşım bana yeter de artar bile, ben daha fazlasını istemiyorum.”



Alp Çetiner