Geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı sizin emrinize vermiştir. Yıldızlar da
O'nun emriyle bir hizmete boyun eğmiştir. Bütün bunlarda, aklını çalıştıran bir
topluluk için elbette ibretler vardır. (Nahl, 12)
Birlikte
anlamaya çalışıyoruz. Anlamaya çalıştığımız semboller, binlerce yıldır
kullanılagelen, günümüz kültürlerine, dinlerine, yaşam tarzlarına işlemiş,
hepimizin kanıksadığı semboller...
Önceki
yazılarda ve tercümelerde Güneş – Ay – Venüs (veya bazen Sirius) üçlüsünü
anlamaya çalıştık. Bu bazen Baba – Oğul – Kutsal Ruh oldu, bazen İsa – Vaftizci
Yahya – Meryem oldu. İslam tarihinde – muhtemelen hıristiyan kültürün
etkisiyle- Allah – Hz. Muhammed – Hz. Ali versiyonunu şiar edinmiş
tarikatların da var olduğunu biliyoruz.
Özellikle
Güneş, tek başına veya diğer nesnelerle birlikte bir kült / tapım nesnesi ve
sembol olarak pek çok toplumda varlığını sürdürmüştür. Okült/ gizli öğretiler
ve teşkilatlar vasıtasıyla da kendisine atfedilen değeri günümüze kadar
sürdürmüştür. Ouroboros/ kendi
kuyruğunu yiyen yılan, en yaygın olarak kullanılmış sembollerden biri:
Mısır, kanatlı güneş diski:
Yörünge turunu sekiz yılda tamamladığı için, ilk ve en eski kullanım şekli olan sekiz köşeli yıldız:
Eski Sümer - Babil kabartmalarında çoğu zaman Güneş, Ay ve Venüs birlikte resmedilmiştir (Babil Astronomisi başlıklı yazıyı okuyabilirsiniz).
Sırasıyla Venüs, Ay, Güneş:
Güneş tanrısı Şamaş ve ortada alev saçan Güneş diski, başının üstünde gezegen üçlüsü:
Güneş tanrısı Şamaş:
Ay, Güneş ve Venüs'ü birlikte gözlemliyoruz:
İlerleyen dönemlerde sekiz köşeli yıldızla birlikte, dünyadan beş farklı şekilde izlendiği için beş köşeli yıldız olarak tasvir edilmiştir:
Venüs'ün burçlar içinde astrolojik görünümü:
Ay ve beş köşeli Venüs yıldızı:
Ayın hilal konumu, onu öküzün boynuzları olarak da tasvir etmeye itmiştir. Bununla birlikte aşağıdaki gibi Venüs'ün "kase içinde" tasvirleri ve aynı şekilde Ay-Güneş kombinasyonları da bulunur:
İslamiyet
öncesinde yine bu aynı pagan unsurlara (paganlığı “putperestlik” diye de
okuyabilirsiniz, sakıncası yok) tapınıldığını anlıyoruz. Aslına bakılırsa, bu
birkaç unsur, insanlığın en eski tapım sembollerinden olagelmiştir, tek tanrılı
dinlerin mücadelesi de hep bu aynı sembollerin dayandığı tanrılara, bunlara
tapınanlara karşı olmuştur. Kur’an’ı da bunu göz önünde bulundurarak
okuduğumuzda, biraz da bu mücadelenin tarih boyunca verilmiş destanıyla karşı
karşıya kalırız.
İşte
İslamiyet öncesindeki bu tapım sembolleri (putlar) de, Sümer, Babil, Mısır,
Pers, Hint ve Greko-Romen toplumlarındaki benzer –hatta çoğu zaman aynı-
sembollerin Araplaşmış hali idi:
“Gördünüz mü
Uzza'yı, Lât'ı. Ve
ötekini, üçüncüsü olan Menât'ı. Erkek
size, dişi Allah'a mı? İşte bu, insafsız
bir bölüştürme. Bunlar, sizin ve
atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir
kanıt indirmemiştir. Onlar, sadece sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere
uyuyorlar. Yemin olsun, onlara hidayet Rablerinden gelmiştir.” (Necm,
23)
Lat Uzza ve Menat üç tanrıça idi, Allah’ın
kızları olarak anılıyorlardı; Uzza’nın sadece Mekke toplumunda değil, Semud kavminin de yaşadığı yer olan
Petra kentindeki (Ürdün) kalıntılardan anlaşıldığı üzere Venüs’e karşılık
geldiğini biliyoruz. Eski Arabistan’da bu üçü kulların Allah’a ibadetinde aracı
oluyorlardı (yani Allah kavramı ve inancı bu dönemde mevcuttu).
Öte yandan,
adı Kur’an’da geçmeyen Bir de Hubal
vardır, öenmli bir tanrıdır, onun için bir parantez açalım:
Kimi düşünür
ve araştırmacıya göre Hubal eski Arap toplumunda Ay tanrıçası olan Allah’ın
eşi, kimilerine göreyse Allah’ın kendisi olarak tapınılıyordu. Adının İbranca
Ha-Baal’den geldiği sanılıyor, yani bu durumda Hubal, Yakındoğu’nun meşhur
tanrısı Baal’den başkası değil. Dinler Ansiklopedisi’ne göre ise Allah, eski
Arabistan’da Ay tanrısı idi ve Babil tanrısı Baal’e karşılık geliyordu.
Sonuç olarak
Hubal baş tanrı ve Kabe’deki baş put idi, diğer üçüne, buna izafeten (şefaatini
dilemek için) tapınılıyordu. Ama ilginçtir ki, diğer üç tanrıçanın geçtiği
halde Hubal’ın adı geçmez. Bu nedenle araştırmacılar tarafından, İslamiyet
öncesi inanç sistemi içinde Allah=Hubal olarak telakki edilmiştir.
Bizler müslümanız,
İslamiyet öncesi Allah’ın putu da yapılıp buna tapınılıyor idiyse İslam bunu
zaten tashih etmiştir, bunda bir beis olmamalı. Ancak bu noktada bir soru
işareti var: Şayet Allah=Hubal ise ve bu Baal’e karşılık geliyorsa (ki bizim
tarih bilgimiz açısından karanlık dönemlerde Allah’ın başka hangi isimlerle
anılmış olabileceğini bilmiyoruz) aşağıdaki Musa kıssasında anılan ayeti nereye
koymalıyız:
“Ba’l’e yalvarıp yakarıyor,
yaratıcıların en güzelini bırakıyor musunuz? (Saffat, 12)
Hubal
(dolayısıyla Baal)=Allah eşitliği muhtemelen sadece Arap toplumuna özgü idi.
Devam
edelim.
Elimizdeki
veriler, Güneş – Ay – Venüs kültlerinin çıkış noktasının Sümerler olabileceğini
gösteriyor. Tarih boyunca pek çok toplumda tapım nesneleri çoğu zaman
astronomik/astrolojik nesneler ve onların daha somutlaştırılmış halleri
(putlar, semboller) olagelmiştir. Ama bu kadar yaygın olup da belirgin şekilde
benzer olan nesne ve sembollerin bir ortak çıkış noktası olmalı, o da Sümerler
gibi görünüyor.
Pek çok
örneğini gördüğümüz gibi bu mirasa tarih boyunca okült öğretiler de sahip
çıkmış. Ve biliyoruz ki bu sahip çıkış milattan öncelere dayanıyor. Hermes, Pisagor,
Apollonius ve ardılları bunun örnekleri. Yani bu durum günümüz masonik
örgütlere özgü bir durum değil. Kaldı ki sakladıkları sır/sırlar/bilgi/bilgelik
her ne ise onlara değil, bu Orta-Yakındoğu medeniyetlerine ait ve doğaldır ki
bunların bizim topraklarımızda da derin izleri olagelmiştir.
Bu
örgütlerin bunları sahiplendiği açık.
Dediğim gibi
Kur’an, “müşrikler” olarak tasnif ettiği bu inanç sahipleri ve onlara
gönderilen uyarıcıların menkıbeleri ile doludur.
Kur’an’da
bahsi geçen “helak edilen kavimler”in nasıl
helak edildikleri ibret için anlatılır. Peki bu kavimler niçin helak edilmişlerdi? Allah’a şirk
koştukları, zulmettikleri, azmış bir kavim oldukları için… Kur’an bunu söyler.
Biraz daha dikkatli okuduğumuzda, satır aralarına dikkat ettiğimizde yanıt
biraz daha netleşir.
Bunların
tümü aynı veya benzer, birbirinin türevi unsurlara tapınıyorlardı. Bunların
kimisi birbirinden haberdardı veya biri diğerinin ardılı idi.
İbrahim ve
Lut kavimleri çağdaştı ve yakın yerleşimler idi.
Semud kavmi
(Ürdün’de), Ad’dan (Umman’da) farklı bölgede idi ancak Kur’an’dan da anlıyoruz
ki Semud Ad’i tanıyordu, hatta muhtemelen onun soyundan geliyordu.
Meyden ve
Eyke, bugünkü Ürdün bölgesinde iki komşu kavim idi.
Bütün
bunların yanında Ress halkından, Saba melikesi ve halkından, uzun uzun ve
defalarca Firavundan bahsediliyor. Bunların tamamı, Kur’an’ın indirildiği
toplumca bilinse de bilinmese de, Orta-Yakındoğu coğrafyasında, farklı
dönemlerde yaşamış toplumlardır.
Yani
dünyanın çok farklı bir bölgesinden, bambaşka uygarlıkların içinden çıkmış
toplumlar değillerdi. Tamamı hakkında bilgi sahibi olmasak da, aynı ya da
benzer inanışlara sahip olduklarını anlayabiliyoruz.
Araf, Tevbe,
Hud, İbrahim, Hac, Furkan, Şuara, Ankebut, Sad, Mümin, Kaf, Zariyat surelerinde bütün bu kavimler toplu olarak, hatta çoğunda sıra ile anılır. Özel
olarak mahiyetlerinden ötürü Şems (Güneş), Necm (Yıldız), Büruc (Burçlar), Fecr
(Tanyeri), Kamer (Ay) surelerine baktığımızda da bu kavimleri, özellikle de
Semud’u görürüz. Bütün bu kavimler içinde en yakın tarihte yaşayanlardan olan
Semud’un bu bağlamda özel bir yeri vardır. Aynı zamanda bugün ayakta olan
yerleşim yerleri, tapınakları, tapım nesneleri, sembolleri, arkeolojik buluntuları
ile bulunmaz bir örnektir. Semud kavmi geniş kapsamlı bir yazı konusu olmalı.
Aynı
şekilde, Semud kavminin adının zikredildiği Necm Suresi de özel olarak
incelenmeyi gerektiriyor.
Bu nedenle
takip eden yazılarımızda birlikte bunları inceleyeceğiz.
Yakındoğu
mitolojisini incelediğimizde okült/gizemci teşkilatların, gizli tarikatların,
“kardeşlik örgütleri”nin konularına, bu teşkilatları incelediğimizde de
Yakındoğu mitolojisinin konularına müdahil olmuş oluyoruz.
Bütün bu
bilgiler ışığında günümüzde halen yaşayan sembolleri incelediğimiz zaman şu
tespiti yapabiliyoruz:
Bin yıllara
dayanan pagan unsurlar ve semboller, İslami terminoloji ile söyleyecek olursak,
müşriklerin inanışları bugün hala
canlılığını sürdürüyor.