Kayzer,
gezisi öncesinde, tebaasının temiz-pak olmasını istediğini gideceği yerlere
önden haber salar. Zorla yıkanmak istemeyen çocuklar annelerine direnir. Anne
kayzerin hışmından korkar, oysa çocuğun umurunda değildir. Çocuk kraldan
korkmaz. Çocuk, kralı umursamaz. Çocuk oyunun
kurallarını bilmez.
Çocuk,
gördüklerine şaşıran varlıktır. Bulutlara şaşırır, arabalara şaşırır, önünden
geçen kediye şaşırır. Etrafını inceler, tuhaf bulur, anlamaya çalışır,
yadırgar, sever veya korkar. Şu hayatın aslında ne kadar şaşırtıcı olduğunun
farkında olandır çocuk. İskambil
kâğıtlarına dışarıdan bakan joker. Büyük oyuna alışmaya başladığında
şaşırma yetisini de yitirir. Yıkanmak
isteyen çocuk olur.
Kimileri
büyüse de şaşırmaya, yadırgamaya, anlamaya çalışmaya devam eder. Nasıl ayakta
duruyoruz? Neden uyuyoruz? Neden uçamıyoruz? Kuşlar, uçaklar nasıl uçuyor?
Balıklar nasıl yüzüyor? Ay neden dünyaya düşmüyor? Ekmek nasıl pişiyor? Süt
nasıl oluyor? Arılar balı nasıl yapıyor? Deniz neden mavi?
Çocuk
dünyaya, kurallara, düzene adapte olmaya zorlanır. Hayatı bizim anladığımız
gibi anlamaları gerektiği salık verilir.
Başka türlü olması mümkün mü? Kurallar değişebilir mi? Yeni kurallar konulabilir mi?
Yeniden başlanabilir mi?
Çocuk
sahilde kumdan kaleler yapıyor. Denize o kadar yakın oturuyor ki, deniz her
defasında kalesini yıkıyor. O hep baştan başlıyor. Babası gülerek uyarıyor
çocuğu, “deniz yine yıkacak kaleni, biraz daha uzakta yapsana”. Çocuk
umursamıyor: “Ben kalemin yerini değiştirmeyeceğim, Tanrı denizini geri
çeksin”.[1]
Çocuk farklı düşünür.