sunay akın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sunay akın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ağustos 2010 Çarşamba

...


Ben yaşadıklarımın hiçbirini unutmam.
Ama evet ! yeri gelir susarım.
Canımı çok yakan şeyler olur ama yinede susarım, tükenirim.
Buna izin de veririm aslında..
Salaklığımdan mı? Hayır!
...
Ben kimseye ''GİT'' de demem, diyemem.
O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.
Ona o kadar şeye rağmen,o kadar değer veririm ki, hergün yaptıklarına utansın diye.
Ama bir gün öyle bir giderim ki;
Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz!


Sunay Akın

16 Mart 2010 Salı

Her AŞK bir EFSANEDİR...


Çocukken, babamın görevi nedeniyle bulunduğumuz İzmit'ten, çok sık olmasa da İstanbul'a yola çıktığımızda başlardı rüya benim için.
Her seferinde aynı heyecanı duyar, içim içime sığmazdı.Orda geçirdiğim zamanlar da hep sihir gibi gelirdi bana.

Akraba ziyaretleri içinde de en çok annemin halasına yapılan ziyaretler mutlu ederdi.Kocaman bahçesi vardı, ahşap üç katlı evlerinin meyve ağaçları ile çevrili.Bahçenin içinde de küçük, küçük birbirine sıralanmış dört tane ev daha.
Müştemilat'miş çok daha önceleri.Ben bildiğimde için de kiracılar otururdu.

Halanın torunları vardı, benden büyük, benden küçük.Hepimiz o koca bahçenin içinde koşa ,koşa çeşitli oyunlar oynardık, kimse de tasalara düşmezdi düşsek bile...dizlerimizi silkeler kalkar devam ederdik oynamaya.

Evin ön bahçesinden yine ahşap merdivenlerle çok güzel bir tahta iskeleye inerdik...denizin kıyısına.
İskelenin üstün de oturur ayağımızı sallandırırdık denize.
Tam karşımızda ki ''Kız Kulesi''ne doğru. ''Hadi yüzerek gel!'' derdi sanki bana doğru seslenerek.
Cesaretlenmek için kim yüzebilir diye iddialar atardık ortaya daha yaşlarımız yakın olanlarla.Büyükler çoktan yüzmüştü zaten bir kaç kez.


Salacak'tı semtin adı.


Ev hala durur orda, tadilatlardan geçmiş olarak. Ama daha arkada, sahil yolunun ardında. Denizden daha uzak. Bahçesinde sıkış tepiş beton villalar. Halanın çocuklarının ve torunlarının paylaşamadığı, o nedenle de mütahite verilip, anlaşamamanın sonuçsuzluğunda bomboş...


Kız Kulesi'nin o iskeleden ''yüzerek gel bana'' deyişi ,hala anılarım da oyunlar oynar bana.


İstanbul da benim gibi...yaşlı kadınlar gibi, yaşamışlıklarını, hikayelerini anlatmayı sever sonuçta.

Onun hikayelerinden çok efsaneleri vardır aslında.Efsanelerin de yalanı, doğrusu tartışılmaz. Böyle olduğu için efsanedir zaten.

Başlar anlatmaya yaşlı İstanbul ;

''Afrodit Mabedi rahibelerinden Hero aşka yasaklıdır. Ancak bir yemekte, genç Leandres ile tanışır. Kadere meydan okumanın başladığı andır bu.Ya da meydan okumanın bir kader olduğu an...

Sonrası aşk ve tutku dolu gecelerindir.


Leandres, Hero'ya ulaşmak için gecenin serin sularına atlar ve yüzerek kuleye ulaşır. Hero ise bu aşk adına,denizi aydınlatabilmek için, ateş yakmaktadır.
Bu yasak buluşmalar bir çok gece böyle yaşanır gider. Ateş sadece denizin değil onların da aşklarını, aşkları adına çıktıkları yolu aydınlatmaktadır.
Ne varki bir gece Leandres'in, Hero'ya doğru yüzdüğü o anlarda, bir rüzgar o ateşi söndürür. Deniz aniden karanlığa bürünür.
Sevgilisinin yaşadığı, kendisini beklediği kuleye ulaşamayan genç aşık yolunu kaybeder ve deniz onu karanlıklarına çeker.
Sabah gün doğduğunda cesedi bulunur.
Bunu gören Hero'da acıya dayanamayıp kendini sulara bırakır, hayatına son verir. Afrodit'in lanetimidir bu? Aşk ile ölüm şehrin sularına yazılmıştır artık...''


Efsanelerden biri böyledir işte.


Bu aşk ve kader kulesinin farklı hikayeleri de vardır tabii.
Tarihin öteki olaylarına ya da gerçeklerine bakıldığındaysa, kimi zaman gümrük istasyonu, kimi zaman bir anıt mezar olarak kullanılmıştır.

Sunay Akın bir ara Kız Kulesi'ni Şiir Cumhuriyeti ilan etmişti.

Salacak'tan bakıldığında, güneş kulenin arkasından çok güzel batar.Bu şehirde yaşamanın şiirini daha derinden hissedebiliyorsunuz o zaman...