Bir kaç gün önce kendi blogumda şu yazımı yazarken hem fazla uzatmamak adına ama özellikle yanlış sonuçlara sebep olmamak maksadıyla, ki biri eşimin içindeki romatizmi kül etmemekti, şunu itiraf edemedim. Burayı okumuyor nasılsa diyerek bırakıyorum kendimi. Saldım çayıra, Mevlam kayıra! Here we go blog!
Şimdi, eşim bana değerli bir takı aldı ya, gayet habersiz ve olağanmış gibi. Tamam şimdiye kadar kendiliğinden hediye almışlığı çoktur; çiçekler, takılar ama böylesi değerli şeyleri ilk kez alıyordu. Başta epeyce afalladım. Eteklerim zil çaldı. Sanki bu hediyeye layık değilmiş gibi zevkten sarhoş olduğumu çaktırmak istemedim eşime. Yüzümde tüm gün ve gece süren yayvan gülümsemeyi bir türlü örtemedim, ne yaparsam yapayım -ki bir ara aklıma maazallah ne kötü şeyler getirdim ki somurtmayı becereyim- iki dudağımı bir araya getiremedim. Yazımda da dediğim gibi gidip gelip sevdim takıları, öpüp okşadım. Geceyi bu ayran budalası halimle geçirdim vesselam. Derken sabah oldu, yatakta kıvranırken birden pis bir ışık yandı zihnimde. Amanın! diyerek dikildim yatakta? Be hey Budala Anne, ya durum sandığın gibi değilse, ya pis bir günahın bedeli ise bu? Amanın ki ne amanın!