"Hayat bayram olsa" demişim ya profilimde, sanki bayramlar bayram tadındaymış gibi.
Yok yok, ah o eski bayramlar tribine girmiycem.
Ondan değil...
Annemin diktiği bayramlıklar, ya da kırmızı rugan ayakkabılar değil derdim.
Lunapark, cinci meydanında at binme vesaire de değil. Artık insan kabul etmeyen, dolup taştığımız İstanbul'da Beyazıt meydanı bile çocukluğumun hatırası olarak kalmaya mahkum zira.
Şehirden kaçasım var benim ...
*
Tesadüf Eylül ayına rastgeldi ya bayram arefesi. Hani yazlığın son demlerine. Yazlıkçıların yavaş yavaş evlerine döndüğü, bizim gibi "çocuğum azıcık daha oksijen alsın"cıların okullar açılana kadar kaldığı o güzel eylül ayına...
İşte biz bugün kızımla sabah erkenden köy fırınına gittik sıcak ekmek almaya.
Postaneye uğradık. Bisikletlerimizi köy postanesinin önüne parkettik. Kapıdaki güvenlik 'günaydın'la karşıladı bizi. Bayan veznedar Öykü'ye bayram kartı verdi, üzerinde akvaryumundan kaçan bir japon balığı resmi olan.
Ve fırıncı amca sıcak simit verdi 'iyi bayramlaaar' diyerek.
Sonra ananeli, babanneli, halalı, dedeli bir kahvaltı sofrasına...
İşte o zaman bayram ruhu girdi içime...
Hep böyle olsaydı, bisikletle fırına gittiğimiz, bakkal çakkallı bir kasabada yaşasaydık,
sevdiklerimiz, büyüklerimiz hep bizimle olsaydı... Hayat bayram olsaydı...
Beyine fazla oksijen gitmişti tabii, ofise gelince düzeldim.
Şimdi istekleri, arzuları, hırsları bırakıp şükretme vakti.
Bugün bir
meleği yolcu ettik zira....