peri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
peri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2009 Cuma

hayat tavladır ve yere düşen yıldızlardır gözlerden



"dene yanıl gör gerçeği
geçmişi yok sayarak
mutlaka görmen gerek
bakana fark atarak
ağlayıp döndün yine
başına dert açarak
derdini açman gerek
dostunla tek atarak
hayat mars etti üstelik zar tutarak yine bense sıkıldım hep yek atmaktan kadere" gripin

Hayat tavladır… Sevmişti bu sözü...

Oysa tavla sevmez ki öyle çok dahası bilmez adamakıllı. Bu muydu sebebi ?

Adı: kendini peri sanan bir ölümlü
Yaşı ise son bir yıldır her gün farklı sebeplerden dilinde ama her gün
Mesleği henüz belirli bir mesleği yok her gün başka bir şey olarak kalkıyor…
Böcek toplayıcısı, hayalet avcısı, gönüllü sahaf gezicisi, bazı sabahlar ise daktilo tamircisi olarak uyanıyordu.
Cinsiyeti: kendini kadın sanan bir tırtıl.

ama Bugün bir şey oldu…
Gözlerinin etrafındaki çizgilerle yüzleşti bugün buna sebep olan ise bir başka kadındı…
Yüzüne “aaaa siz daha büyük duruyosunuz “deyince… Bir şey diyemedi..
“Ayy kırılmadınız dimi” sorusuna ise yok diyerek cevap verdi.

Aslında o an gerçekten hiç kırılmamıştı…. Üzerinde durmamıştı bile ama... Ama işte sonra yolda başını yasladı otobüsün koltuğuna o zaman düştü işte aklına.

Aradaki beş yaşın üstüne iki yıl da sen atsan aradaki 7 yıl nereye gitmişti?
bu çöküntü ne ara olmuştu?
o telaşlı ebemkuşağı nereye saklanmıştı?

Hangi boşlukta kaybolmuştu bu kadar sessiz ve habersiz… Sadakatsizce…
Kum saati gibi bir şeydi hayat evet… Eskiler çoktan biliyordu… Çözmüştü bunu… Kumlar bir uçtan diğerine o kadar çabuk doluyordu ki biz bir aptal gibi kumların düşüşüne bakarken her şey o arada oluyordu işte… her şey…
Birdenbire…
Biz bölüyorduk sadece zaman adını verdiğimiz şeye ..
Yıllara, mevsimlere, günlere, aylara ve anlara…
Eve gelince aynadan uzun süre alamadığı yüzüne baktı tek tek defalarca dokundu gözlerinin etrafındaki çizgilere... uzun uzun seyretti gözlerinin altındaki siyahlıklarını. İçimdeki gölgeler dayanmayıp dışarı çıktı herhalde diye düşündü .. Gülümsedi…
Acıyan canını yine dudaklarıyla yok etti… Dudaklarının etrafındaki çizgiler de bu yüzden çoğalmıştı belki… Düşündü. Aynayı bıraktı yüzünü sildi…
Fotoğrafları çıkardı… Zaten zamanın en acımasız tanığı onlar değil miydi? Anların topluluğu….!
Çoğu zaman çok güzel anların hem de….
Genelde hep mutluluk zamanlarımızda mı çekilir fotoğraflar?
Bu yüzden mi acıyarak bakmamız yıllar sonra onlara
Mutlu zamanlarımızı üstelik kendi mutlu anlarımızı kıskanmamız bundan mı yani?
Her yıl bir öncekinin daha kötü bir kopyası mı hayat?
Defalarca çekile çekile rengi kalmamış ve artık okunamayan kötü bir kopya mı?
Oysa eskiden… Çok değil daha birkaç yıl öncesinden… Gülünce gözlerinin içinin içi gülerdi kızın… Sakın abartı sanmayın gözlerinin içinin içi tabirini… Hani Japon çizgi film karakterleri olur ya öyle parlardı kızın gözleri. Bin bilmem kaç tane yıldız doğardı gözlerine.
... Hele dayanamayıp bir kahkaha patlatırdı ki şehrin tüm kuşları dolardı odaya sanki o an.
Fotoğraflara baktıkça ağlayası geldi…
Bir şans daha var mıydı?
Hep derdi vardı büyümekle ama sanki en çok bu sefer koymuştu en çok bugün canını yakmıştı
Kanatmıştı aynı yeri hem de… Yaranın en dibi burası mıydı? bilemedi....

Kime ağlamıştı bunca zaman?
Kime gitmişti bunca kayan yıldız, hangi mezarlığa ?
Bedelini ödeyen kendisi değil miydi?

Kum saati gibiydi hayat akışına kapılınca gözümüzü alamıyor… Kenara koyunca bir daha elimizi sürmüyorduk…
Peki, o kumların geçtiği anlar…
Bütün çizgiler orda mı birikmişti?
gözlerindeki tüm yıldızlar ayaklarının ucuna düştü şimdi....