Hakkımda

Fotoğrafım
Türkiye
Unutmamak adına bir AKIL DEFTERİ.
Dizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Nisan 2011 Çarşamba

Jekyll


"Hyde, aşktır ve aşk psikopattır..."

BBC'den tıpkı Sherlock gibi günümüzde geçen başarılı bir uyarlama daha. Toplam 6 bölümlük mini ama sağlam bir dizi ortaya çıkmış. Tabi bunda Jekyll ve Hyde'ı başarılı bir şekilde oynayan Jamess Nesbitt'in rolü çok fazla. Nesbitt, iki karakter arasındaki geçişleri harikulade yapıyor, özellikle Hyde'ın mimiklerini ve ifadelerine hayran kalmamak elde değil. James Nesbitt en etkili performanslarından birini ortaya koymuş.

Klasik Dr. Jekyll & Mr. Hyde hikayesinden farklı, modern bir hikaye anlatılsa da dizinin ilerleyen bölümlerinde anlatılan hikayeyi orjinal hikaye ile çok güzel ilişkilendiriyorlar. Orjinal hikayeyi bilmeme rağmen senaryonun  ilerleyişi ve neyle karşılaşabileceği üzerine tahminlerim çoğu zaman boşa çıktı. Yine yuarda belirttiğim gibi Hyde'ın mimikleri, hareketleri, diyalogları çok başarılı yansıtılmış.  

Etkileyici ve şaşırtıcı bir finalle son vuruşu yapan bu mini diziyi gözden kaçırmamak lazım...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Carnivale


"Başlangıçtan önce,
cennet ile cehennem arasındaki büyük savaştan sonra,
Tanrı dünyayı yarattı
ve insan adını verdiği yetenekli maymunlara
hüküm sürmeyi bahşetti,
ve her nesilde bir ışığın bir de karanlığın yaratığı doğacaktı,
devasa ordular
iyilik ile kötülük arasındaki ebedi savaşta
geceler boyu çarpıştılar.
O zamanlar sihir vardı,
asalet ve akla hayale sığmaz zulüm vardı.
Bu böyleydi,
Trinity üzerinde sahte bir güneşin
patladığı güne kadar (atom bombasının atılması)
Ve insanoğlu
bundan sonra sonsuza kadar
mucizeyi mantıkla takas etmiş oldu."

Carnivale böyle başlıyor. Ve bundan sonra sizi içine alan, bir daha bırakmayan toz toprak içindeki sihirli bir dünyaya atmış oluyorsunuz. İyile kötünün mücadelesi bu kez Carnivale isimli karnavalla yola çıkıyor. Benim için bu mücadele, iyi ile kötü arasındaki en esaslı mücadeleyi anlatan hikaye oluyor ve yarım kalmış olsa da bu konudaki sıralamalarımı alt üst ediyor.

Hikaye 1930'lar Amerikasında geçiyor. Arka planda Büyük Buhranla boğuşan Amerika var. Ekonomik kriz Amerikayı vurmuş ve büyük bir evsizler/işsizler ordusu meydana gelmiştir. Borsa çökmüş durumdadır, bankalar batmış ya da ayakta kalan bankalar birçok insanın evine, toprağına el koymuştur. Yanlış tarım politikaları ve para hırsı yüzünden toprak çoraklaşmış ve toz fırtınaları Amerika'nın birçok bölgesini etkisi altına almıştır. 

Bu zamanda, bu coğrafyada ilk bölümde karnavalımız Ben Hawkins'i tesadüfi bir şekilde bulur ve karnavala alır. (Sonradan görürüzki, 'hiçbir şey tesadüf değildir.') Bölümler ilerledikçe Hawkins'in Işığın Oğlu olduğunu öğreniriz. İnsanları iyileştirmek gibi bazı güçleri vardır, her ne kadar bu güçleri kullanmamak için kaçsa da sonunda ne olduğunu kabullenir. Tabi bu güçleri kullanmanın da bazı kuralları vardır. Diğer tarafta Peder Justin vardır. İnsanların geçmişini ve günahlarını görebilme yeteneğine sahip olan Justin bunu Tanrı'nın bir işareti olarak yorumlasa da görürüz ki o Karanlşığın Oğludur. 



Toplam 2 sezon, 24 bölümlük bu mücadelede birçok gönderme ile karşı karşıya kalıyor izleyici. Alt metin olarak Hristiyanlık felsefesi, İbrani mitleri, Kabbala öğretileri, Tapınak Şövalyeleri ve ezoterik tarikat öğretileri karşımıza çıkıyor.

Bir yandan Işık ile Karanlığın mücadelesini izlerken bir yandan da karnavalda geçen olaylar yan hikaye olarak karşımıza çıkıyor. Birbirinden değişik karakterin hikayesi ana hikayeye çok güzel ekleniyor. Ekran başında olağanüstü bir hikaye izlemenize rağmen herşey çok doğal geliyor insana. Karnavalın perdenin önündeki yöneticisi olan cüce Sampson, para için gerekirse karısını pazarlayan ama onlara çok bağlı olan Stumpy, gücün peşinde olan Lodz, yılan oynatıcısı Ruthie, daha sonra 'omega' olduğunu öğrendiğimiz tarot falcısı Sofie, karnavalın kas gücünü oluşturan Jonsey. Bu nedenle senaryo ağır ilerlese de bence epik bir anlatımı var.

Bu kadar güzel bir hikayenin HBO kanalı tarafından akılalmaz bir kararla bitirilmesine insan inanamıyor. Çünkü Daniel Knauf bunu bir üçleme olarak düşünmüş ve bu iki sezon üçlemenin ilk ayağı. Fakat yüksek maliyeti bahane gösterilerek diziye son veren ve başka kanallarda da yayınlanamsına izin vermeyen kanal yönetimine burdan en güzel beddualarımı gönderiyorum.

Carnivale benim gözümde yarım kalmış bir dizi değil, kült bir yapım. Gizemli bir dünyanın kapılarını size açıyor. (Bu yönüyle Yüzüklerin Efendisi ile sadece kıyaslayabilirim) İzledikten sonra Lost, Oz, Six Feet Under, Battlestar Galactica ve daha beğendiğim birçok dizinin en iyi dizi sıralamamdaki yerleri değişti.



31 Aralık 2010 Cuma

2010 Değerlendirmesi II

2010 yılının bu son gününde geçen yılın muhasebesini yaparken özellikle dizi ağırlıklı izlediklerimi de değerlendirmeye karar verdim. Geçen yıl içinde 9 dizi izlemişim işte ana hatlarıyla izlenimlerim:








1- Carnivale: Carnivale'ı geçen hafta izlemeye başladım, kısa sürede ilk sezonu bitirdim. İkinci sezonun son üç bölümü kaldı bu nedenle dizi hakkında fikirlerimi daha sonra yazacağım. Ama şu ana için söyleyebileceğim tek şey izlediğim en iyi dizi olduğu ve HBO'nun bu diziyi bitirerek yazık ettiği.






2- Dexter: Dexter şu an için uzun soluklu olarak takip ettiğim bir - iki diziden biri. Özellikle geçen sezon farklı ve beklenmedik bir sonla final yaptıktan sonra bu sezon için beklentim fazlaydı. Yine sürükleyici bir sezonun ardından ilk üç sezon ki gibi ama biraz daha heyecanlı bir final yaptı. Herkes gibi benim de beklentim Debra'nın Dex'i yakalaması idi ama daha sonra düşününce bu büyük bir düğüm olurdu dizi için.







3- The Lost Room: Değişik ve ilginç bir hikayesiyle beni çabucak kendine bağlayan bir dizi oldu The Lost Room. Şunu söyleyebilirim ki Carnivale ile birlikte 2010 yılının en iyi dizilerinden biriydi. Değişik güçleri olan objeler ve objelerin peşinde iki grup. Bunların yanında bir otel odasında kaybolan kızını bu objeler aracılığıyla arayan bir dedektif. Bir diziyi yeterince gizemli ve izlenebilir kılacak bütün özellikler var.











4- The Philanthropist: Çok zengin bir adam düşünün, dünyanın en zenginlerinden. Bu adam bir gün başından geçen bir olayın da etkisiyle ve paranın da verdiği güçle insanlara yardım etmeye başlıyor: Nijerya, Fransa, Myanmar, Haiti... Her bir bölümü sinema tadındaydı. Çekimleri, senaryosu, oyunculukları. Tek eksiği 8. bölümden sonra kendisinden haber alınamaması. Sabırsızlıkla yeni bölümlerini bekliyorum.


5- Sherlock: İşte kısa bir  BBC dizisi (üç bölüm) daha. Sherlock Holmes karakteri günümüz koşullarına göre uyarlanmış bana göre de gayet başarılı olmuş. Hem Holmes'ü hem de Watson karakterini oynayanlar gayet iyi iş çıkarmışlar. Her bir bölümü sinema uzunluğunda, hızlı akıyor, bu nedenle birşey kaçırmamak için gayet dikkatli izlemek gerekiyor. Sherlock'un ukalalığı ve Sherlock'un çevresi tarafından ucube/uzaylı gibi görülmesi güzel anlatılmış. Moriarty ismi ve üzerindeki gizem perdesi son sahneye kadar başarıyla yansıtılıyor. Yeni sezonu 2011 yazında, sabırsızlıkla bekliyorum.





6- FlashForward: Konu olarak güzel başlamıştı. Hemen hemen her takipçisi gibi Lost'tan sonraki gizemli dizi boşluğunu bende bununla kapatmaya çalıştım. Konu o kadar ilginçti ki düşünün: Kısa bir süreliğine dünyadaki herkes bilinci yitirsin ve gelecekten anlık görüntüler görsün, daha sonra kehanet gibi bunu beklemeye başlasın. Ama bir süre sonra sırf yarım kalmasın diye izledim. Hiç bulaşmayın derim. Zaten ilk sezon sonunda yayından kaldırıldı.





7- The Event: Lost'un tahtına oynayan bir dizi daha. İzlemeye başlamama rağmen muhtemelen sonu Flashforward'dan farklı olmayacaktır. İlk bölümde sık sık yaptığı flashforwardlarla beni hem yorup hem de dikkatimi çekse de bir süre sonra The 4400'e benzemeye başladı. Şu anda arada, bakalım döndüğünde toparlanacak mı?







8- Spartacus - Blood and Sand: Uzun süredir tarihi dizilerden birini izlemek istiyordum. Rome'mı The Tudors'mu derken bu yıl kendimi Spartacus rüzgarına kaptırdım. Bir insanı ekran başına bağlayacak bütün numaraları sergilemişler. Ana hikaye ya da Roma entrikaları bir yana, çoğu kişinin diziyi izleme sebebi abartılmış şiddet (kan) ve cinsellik sahneleri. Görüntüler ve kan sahneleri çekim olarak 300 Spartans'ın yolundan gidiyor. Spartacus ve Roma'ya karşı özgürlük mücadelesini ilk sezonda izleyemedik. İkinci sezon da Capua'nın ilk zamanlarını anlatacakmış.









9- Paradox: İşte kendine hayran bırakan bir BBC dizisi daha. Konu olarak Fringe ve Flashforward'ı akla getirse de onlardan çok çok iyi. Bir kere sakız gibi uzatıp diziyi laçkalaştırmamışlar. Mis gibi 5 bölümde anlatacaklarını anlatmışlar. Bir fizik profesörünün bilgisayarına garip bir şekilde uzaydan gelen geleceğe dair görüntüler ve bunları önleme çabası. Klasik Amerikan dizilerini beklemeyin, zira bazı felaketleri önlemeyi başaramıyorlar. İzleyin pişman olmazsınız.







14 Aralık 2010 Salı

Dexter


Dexter'ın 5. sezon finalini yaptı. Beklentimi karşılamasa da güzeldi. Dexter yine yalnız kaldı. Şimdi bekle ki dokuz ay geçsin. Neyse sözü Dexter'a bırakalım:

"Onlara bakınca öyle kolay görünüyor ki, başka bir insanla bağ kurmak. Sanki kimse onlara bunun dünyadaki en zor şey olduğunu söylememiş."